onedio

Hamlet Haberleri

Hamlet ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Hamlet ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

'Sanat Korkulacak Bir Şey Değil'
Türk sineması ve tiyatrosunun en önemli aktörlerinden Bülent Emin Yarar, tek kişilik Hamlet oyunu, Shakespeare’in toplumun her kesimine nasıl hitap ettiği ve sanat kurumlarının durumuyla ilgili Al Jazeera Türk’e konuştu. İhanet, aşk ve intikam... İngiliz yazar William Shakespeare’in bundan 450 yıl kadar önce yazdığı Hamlet’in özündeki duygular varlığını ve önemini koruyor. Hamlet, dünyanın en çok sahnelenen oyunlarından biri. Ancak bu yıl İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Işıl Kasapoğlu’nun rejisi ve Bülent Emin Yarar’ın performansıyla sahnelenen oyunun eşi benzeri yok. Zeynep Avcı’nın metnini yeniden düzenlediği Hamlet’te, Kral da, Kraliçe de, Hamlet de, Ofelya da aynı kişi: Bülent Emin Yarar. Bu yılki 18. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nde en başarılı yönetmen, erkek oyuncu, ışık tasarımı ve sahne tasarımı dallarında aday olan oyuna başlamadan salonun ışıkları kapanıyor ve sahnedeki kırmızı, kadifeden devasa mücevher kutusu iyice belirginleşiyor. Handel’in ‘İnci Avcıları’ çalarken mücevher kutusunun kapağı yavaş yavaş açılıyor ve içinden en değerli armağanlardan biri çıkıyor. Dünya kültür mirasının tektaşlarından Hamlet, Türk tiyatrosunun duayen oyuncusu Bülent Emin Yarar’ın vücudunda karşımızda beliriyor. Bülent Emin Yarar’la bir mücevher kutusunun içinde saklanması gereken ‘Hamlet’ oyununun yanı sıra okul koridorlarından çay bahçelerine kadar Türkiye’nin dört bir yanındaki insanlara tiyatroyu nasıl ulaştırdığını, oyunculuğu ve sanat kurumlarının son durumunu konuştuk. Hamlet’i sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı? Ben bundan 10 yıl kadar önce Hamlet oynamak istediğimi Işıl Kasapoğlu’na söylemiştim. Gerçi çok da ayağı yere basan bir istek değildi bu. O zaman Işıl Kasapoğlu bana ‘Hamlet için sen biraz geciktin galiba’ dedi ve benim zaten az miktarda olan cesaretim de kırılmış oldu. Bunu bir daha sormama kararı aldım ve aradan zaman geçti. Bu yıl için Işıl’a Macbeth yapalım dedim. Ama sonra ne olduysa, bir şekilde Işıl ‘Gel, Hamlet yapalım’ dedi. Her ikisi de aynı anda başka yerlerde de çalışılıyordu ya da sahneleniyordu. Ama Işıl, Hamlet yapmakta ısrar edince bir şey hissetmiş olabileceğini düşündüm ve ‘Tamam’ dedim. Provalara başlamadan önce nasıl bir çalışma yapman gerekti? Ben tabii metin üzerine çalışırken, bir yandan da kaç kişiyle çıkarabiliriz bu oyunu diye de hesap yaptım. Benim hesaplarıma göre altı kişiyle bu oyun çıkabiliyordu. Yani ben Polonius’u da oynamak istediğim için beş kişilik bir oyuncu kadrosuyla Hamlet’i çıkarabileceğimizi anladım. Tabii Işıl’la da her gün haberleşiyorduk, ne yaparız, nasıl yaparız diye. Şakir Gürzümar’a götürdük, ondan da onay aldık. Peki tek kişilik bir oyun haline nasıl dönüştü? Her telefonda Işıl’a da söyledim, ‘Unutma bak ben hem Polonius’u hem de Hamlet’i oynamak istiyorum, böyle düşün’ diye. Işıl da ‘Tamam’ diyordu her seferinde. Bir gün Işıl aradı, ‘Ben okuyorum okuyorum bu metni ama Zeynep tek kişilik yazmış bunu. O zaman sen oynarsın’ dedi. Ben de ‘Oynamam’ demek durumunda kaldım. Ben tek kişilik oyunu izlemeyi de sevmem, oynamayı da. Çünkü ister istemez bir anlatıcı durumuna düşersiniz. O yüzden keyifli gelmez. Dolayısıyla ‘Ben yokum’ dedim. Işıl, ben tepki verince bir şekilde orta yol bulacağımızı, altıysa altı, beşse beş kişiyle işi çıkarabileceğimizi söyleyip beni sakinleştirdiyse de beni çok iyi tanıdığı için bu düşüncenin kafama gireceğini de biliyordu. Bu sefer ben kendimi tek başıma çalışırken buldum. Okumaya başladım ve yürüdüğünü gördüm ama bu defa başka bir heyecan sarmaya başladı beni. Hamlet’in tek başına sahnelenmesine olanak veren özellikleri nedir? Hamlet genel olarak baktığımızda zaten tektir. Hamlet’in merkezinde döner bütün oyun. Çünkü Hamlet farkına varan, ne olup bittiğini anlayan adamdır. İktidarın amcasına geçmesi, annesiyle amcasının birlikteliği onun gerçeği görmesine sebep olur. Hamlet görmeye başlar, daha önce görmediklerini. Halbuki aynı dünyanın içindedir. Ayrıca Hamlet dışında herkes mutludur ve hayatına devam eder. Sadece Hamlet huzursuzdur ve huzursuz eder. İsmini ‘Yalnız Hamlet’ gibi düşünmüştük önce ama sonra düşündük belki o ‘yalnız’ kelimesi bile fazla gelebilirmiş. Dekor ve ışık da çok farklı ve özel. Nasıl bir süreçti? Hakan Dündar dekor ve giysi tasarımını yaptı ve provalarda da hep Işıl’ın, benim, ışığı yapan Cem Yılmazer’in aklındakilere yakın malzemeler getirdi. Işıkta da böyle oldu. Yani herkesin bir parçası olduğu ve birbirinin alanına girdiği bir prova sürecimiz oldu. Bir mücevher kutusunun içinde olup bitiyor her şey, o kutunun nasıl çağrışımları var? İnsanlara farklı farklı çağrışımlar yapıyor. Orayı dünya olarak gören var, mezar olarak gören var... Bir resim gibi sonuçta, herkes her şeyi söyleyebilir. Ben Shakespeare’i bir mücevher olarak görüyorum. Düşün ki öğrenciliğimizden beri Hamlet bizim aklımızda ve ağzımızdadır. Fakat provalar başlayınca Shakespeare’i tekrar okuyorsunuz ve ‘Bu nasıl bir adam’ diye şaşırıyorsunuz. BÜTÜN KARAKTERLER İÇİMİZDE Aynı anda birden çok karakteri canlandırmak nasıl bir deneyim? Tek bir karakteri oynarken bir kişilik düşünürken, bu sefer birkaç kişilik düşünüyorsunuz. Ama o karakterlerin benim içimden çıktığını biliyorum. O her ne ise, bir haykırışsa mesela hepimizin içinde var ve onu içinden attığı zaman aynaya da bakmış oluyor. Geçen gün öğrencilerimle birlikte Ghetto diye bir oyun oynadık ve ben Kitel adlı Nazi subayı rolünü oynadım. Öyle işkence sahneleri vardı ki ve onlar öyle vahşice yapılıyordu ki, ben de oynarken, ben de dahil hepimizin içinde böyle duyguların olabileceğini fark ettim ve bir an duraksadım. Ancak aynı zamanda aynı adamın içinde aşk da vardı, fakat geri dönüşü o kadar imkansız ki, gidemiyor. Emri altındaki Musevilerle birlikte saksofon çalıp müzik yapmaya çalışıyor ama ahengi bozuyor, bir parçası olamıyor çünkü. O da benden çıkıyor işte. Hepimizin içinde bu duygular var. Biz sokakta melek diye gezemeyiz. Sadece bir günümüze baksak kim bilir neler çıkacak içimizden. Farkında olmuyoruz ya da kanıksamışız ama birine öyle bir bakıyoruz ki kötülük o bakışta yatıyor işte. Hamlet’in hikayesi bugünün 3. sayfa haberlerini düşününce çok naif kalıyor sanki. Şu an insanlar bu duygular için sayfalarca dil dökerler mi? İnsanlar dökmez belki, dökemez ya da ama izliyorlar dikkatle. Onu dinlemelerini, bu yüzleşmeleri, o şiirsel dil ile anlatışını duymalarını istiyordum. Bunun her bir kelimesinin de anlaşılması gerekiyordu ve bunların yaratıkların ağzından değil insanların ağzından çıkması gerekiyordu. Shakespeare’i okuması da, dinlemesi de, oynaması zor geliyor çoğunlukla. Çünkü onla ilgili aklımızda hep kalıplar vardır. Mesela rol kesmek gerekiyormuş gibi hissediyorlardı. İzleyiciye senin ‘naiflik’ dediğin duygunun Shakespeare’de nasıl sayfalarca betimlemelerle ifade edildiğini anlatmak da istiyordum. İNSANLAR ARASINDA GEREKSİZ BİR UÇURUM VAR Sen çok da iyi bir tenorsun aslında. Operaya nasıl girdin? Ben hayata operayla başladım ve dört yıl opera okudum. Parçam yoktu ama benim sesimi sevdiler ve bana neden bir parça hazırlamadığımı sordular. Ben de umudum olmadığını, Ankara’da kazanamadığımı söyledim. Jüri benden bir şey söylememi istedi, bir yeşil ışık yaktı; ben de ‘Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın’ şarkısını söyledim. Çok sevdiler. İkinci sınavda da ‘Ey çoban nedir kederin, yalnızlık buymuş kaderin’ diye bir şarkı söyledim. Sonra da kazandım. TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) Yasası'yla sanatın halkın her kesimine ulaşıp ulaşmadığı tartışması yapılıyor, sen ne düşünüyorsun bununla ilgili? Genel anlamda gereksiz bir uçurum olduğunu okuldayken, öğrenciyken sezmiştim. Ama bunu sadece sezmiştim, emin değildim. Hep bu sezgiyle hareket ettim. Mesela yabancı bir çocuk oyunu oynadığımızda öğrenciyken, ben o karakteri yine bu coğrafyanın adamına göre oynuyordum. Ben oyunun yazıldığı yerlere ait bir adam değilim ki, olamam ki. Bunu dememek zaten taklit etmek olur. Bir de ister istemez sanatla sıradan insanın arasına inanılmaz bir mesafe konmasına sebep oluyor işte. Sanat sanki dokunulmaz bir şeymiş gibi gösteriliyor. Her yere gidemeyen bir şeymiş gibi sunuluyor. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’ndaki beş yıllık deneyiminde neler gözlemledin? Işıl Kasapoğlu ile biz orada tanıştık, 1993 yılında Macbeth oynadık Diyarbakır’da ve önceleri ekip olarak mümkün olmayacağını düşündük. Sahneye koyduk ve o kadar çok izlendi ki. Dicle Üniversitesi’nden, çevre yerleşmelerden gençler geldi ve bize sorular sormaya, eleştiriler yapmaya başladılar. İstanbul’a geldiğimde izleyiciyle tiyatro-tiyatrocu-oyun arasındaki mesafenin uzayıp gittiğini hatta bazı zeminlerde yok olduğunu gördüm. Şu andaki Hamlet’i, hiç Hamlet okumamış birinin izleme ihtimalini görebiliyorum. Çoğalmak, var olan yapı içerisinde kendini iyi hissetmektir. Ancak böylelikle birlikte çoğalabileceğimizi düşünüyorum. SANAT KORKULACAK BİR ŞEY DEĞİL Sence geri dönüşü olmayan bir noktada mıyız? En büyük üzüntüm öğrencilik yıllarımda, sokaklarda çocuk oyunları oynadığımdan beri izleyicinin tepkilerini yakından gözlemleme şansı buluyorum. O zamanlar bir banka bize destek oluyordu bir araç ve dekor arabası veriyordu. Gideceğimiz yerleri biz seçiyorduk, arabalar oraya geliyordu ve biz oyunları oynuyorduk. Bazen bir okul koridoru oluyordu bu, bazen bir çay bahçesi. Sahnesi olmayan, gecekondu semtlerinde, tiyatroya ulaşma imkanı zor olan yerlerde çocuk oyunları oynuyorduk ve aldığımız tepkiler inanılmazdı. İnsanların o bekleyişini, beklentisini biliyorum ben. Hâlâ da öyle olduğuna eminim. Rize, Çorum, Adapazarı, Samsun... Böyle gittiğimiz şehirlerden sadece birkaçı. Bence sanat korkulacak bir şey değil. İnsanın kendine baktığı her an sanat zaten. Sanat kötüye kullanılabilir mi sence? O zaman sanat olmuyor. İyi niyetle bile başlanmış olabilir ama eğer kimseye ulaşmamışsa ve gitmiyorsa mutlaka bir sorun vardır. İnsanlar eğitimsiz diyoruz ya hani, eğitimsiz insan hiçbir şeyi almazmış gibi geliyor bize. Aslında tam tersi, daha çok almaya ve öğrenmeye açıktır. Zaten bizim yapmamız gereken eğitimi olmayan insanın da alabileceği, sezebileceği, hissedebileceği bir şey çıkartmak ortaya. Sanatı başucuna koyup, ‘Siz uzaktan bakın, nasılsa anlamazsınız’ tavrıyla izleyicisine yaklaşanlar olabilir. Bazen öyle oyunlar izlerim ben de. Seyircilerin yarısından fazlası anlamamıştır oyunu fakat bunu göstermemek için ya da nezaketen alkışlamışlardır. Böyle de kandırıldık. Ama ben Diyarbakır’da yanımıza gelen bir izleyicinin ‘O çocuk iyi oynamıyor bak’ diyerek hem çok haklı olduğuna, hem de son noktayı koyduğuna şahit oldum. Bizim Diyarbakır’da ‘tiyatro eleştirmenimiz’ yoktu ki. İyi ki de yoktu. İzleyici vardı. Sen politika konuşan ya da sanatını politik bir dille anlatan bir sanatçı değilsin. 1980’lerde şöyleydi, şimdi böyle denecek bir tavrın da olmadı. Bu çizgini nasıl korudun? Bu meslek bir şekilde hayatıma girdi ve bunun için çok mutluyum. Ben öyle oyunların içinde oldum ki, okulda da böyleydim. O karakterlerle uğraşmaya başlayınca gördüm ki sanatta taraf yok. Sanat insanlığın kirli çamaşırlarını da, güzelliklerini de o kadar açıkça gözünüzün önüne seriyor ki, içinden mutlaka bazılarını alıp, seçiyorsun. Bunun insanda bıraktığı büyü, sizi kendiliğinden etkisi altına alıyor. Benim hissettiğim, kendim de dahil olmak üzere henüz kendini tamamlayamamış bir süreç var önümüzde. Sanat her defasında bana bunu gösteriyor. O ‘insan’ dediğimiz ne ise, ne demekse gerçekten biz onu bulamadık henüz. Ama ben her gün bu sahneden konuşuyorum. Her gün şunu söylüyorum, ‘Lanet olsun, ne bakımsız bir bahçe ki şu dünya, azgın bitkileri tohuma kaçmış. Pis, kaba ne varsa tabiatta sarmış içini.’ Bunu diyebiliyorum, her gün konuşuyorum. Hiç de boş konuşmuyorum. Dolayısıyla yaptığımız işin içerisinde o kadar büyük bir zenginlik var ki, ben onunla kendimi ifade etmeyi tercih ettim. Sen devlet kurumunda çalışmanın olanaklarını kullanarak Türkiye'yi turnelerle gezmiş birisin. Yeni yasa belki de bu olanakları alacak elinizden, neler hissediyorsun? Bu çok aceleye getirilmiş, iyice düşünülmeden ortaya atılmış bir süreç oldu. Biraz daha netleşebilsek, biraz daha anlama üzerine gitsek daha iyi olacak diye düşünüyorum. Sonuçta bugün elinizi attığınız her türlü yapının içerisinde bazı denge kaymaları vardır. Ama yok etmek ve sonlandırmak bir çözüm değil ve çok sığ bir düşünce şekli. Konservatuarlardaki eğitimin ciddi anlamda sorgulanması gerekebilir. Opera, bale, tiyatro, klasik müzik hepsi dahil olmak üzere bunlar bir toplumun olmazsa olmazları haline gelmeli ve herkes seyredebilmeli. Bundan da kimsenin korkmaması gerekiyor. Çünkü gerçek anlamda o zaman huzura ulaşabilecek toplum, o zaman renklenecek ve şeffaflaşacak. Hatta korkularından arınacak herkes. ‘Amerika gibi, Fransa gibi, İngiltere gibi’ diye başlayan cümleler yerine biz kendi coğrafyamıza bakıp, buna göre çözümler üretebilmeliyiz. AKM’nin (Atatürk Kültür Merkezi) durumu hâlâ çok belirsiz, en son ne oynamıştın orada? AKM’de en son Çayhane oynamıştım. İlk kez 18 yaşında bir velettim, hocam götürmüştü. Nedense işte öyle yanınızda biri olmadan kolay kolay giremeyeceğiniz bir yerdi o zamanlar. O koridorlarda ben aklımı kaybettim. Sahneye çıktığımda ise hissettiklerim tarifsiz. Baktım, bir noktaydım. Dedim ki ‘Ahh ben ileride burada mı şarkı söyleyeceğim kendi kendime.' Sonra oldu, Cyrano De Bergerac ile çıktım o sahneye elim ayağım titreyerek. 1300 kişilik salonda. Bir gün bile şikayet etmeden o kadar keyifli oyunlar oynadım ki orada. Ve şimdi öyle üzülüyorum ki orası olmadığı için. Bedia Ceylan Güzelce/Al Jazeera
Şekispir'den Shakespeare'e: Üstadın Anadolu Macerası
Önceleri Şekispir, Şekspir ya da Şekspiyer diye anılmaya başladıysa da 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra artık ülkemizde de Shakespeare diye biliniyordu. Onun bu topraklardaki macerası yaklaşık 140 yıl önce, Osmanlı'nın son döneminde başladı. Shakespeare'in tiyatro yapıtlarının Osmanlı'daki ilk çevirmeni Kütahyalı Hasan Bedrettin Paşa ile arkadaşı Manastırlı Mehmet Rıfat olmuş. 1870'lerde bu ikili (İngilizce bilmedikleri için) Othello 'yu Fransızcadan çevirmişler. Ardından üstadın yapıtlarını Osmanlıcaya tercüme etmek bir 'riyaziyeci'nin aklına gelmiş. Eğitimci, matematikçi Mehmet Nâdir Bey Hamlet 'ten üç bölüm seçip çevirmiş. Yine Fransızcadan ama İngilizce de biliyormuş. Bunu yaparken büyük olasılıkla Hamidiye Zırhlısı'nda hapisteymiş. Mehmet Nâdir Hamlet çalışmasını 1881'de Hazine-i Evrak dergisinde şöyle sunmuş: 'Nâmı şöhretgîr-i âfâk olan 'şekspir'in tercüme etdiğim bazı âsârı içinden birkaç söz toplayub (Hazine-i evrak)a derc buyurulmak üzere irsâl eyledim.' Nâdir Bey bununla da yetinmemiş, 1887-1888'de Shakespeare'in 42 sonesini düz yazı olarak Osmanlıcaya çevirmiş. Yine bu sıralarda başka bir Osmanlı aydını Örikağasızade Hasan Sırrı Bey (Nahit Sırrı Örik'in babası) Venedik Taciri ile Sehv-i Mudhik (Yanlışlıklar Komedisi) çevirilerini yapmaktaymış. 1884 ve 1887'de ikisi de yayımlanmış. Verona'nın İki Asilzadeleri 1886 yılında II. Meşrutiyet yıllarında kaymakamlık yapmış olan Mihran Boyacıyan tarafından çevrilip Civelekyan Matbaasında basılmış. Boyacıyan aynı yıl Romeo ve Juliyet 'i de çevirmiş. Çeviriler yapılmış ama sahneler pek hareketli değil henüz. Bazı Shakespeare yapıtları Rum ya da Ermeni toplulukları tarafından sahnelenmiş. Örneğin 1842'de Konkordiya tiyatrosuna gelen Rum sanatçılar Romeo ve Juliette 'i, Othello 'yu, Hamlet 'i oynamışlar. Bu oyunlar, Gedikpaşa Tiyatrosunun ilk döneminde de temsil edilmiş. Ama Osmanlı sahnelerine adım atan Osmanlıca ilk oyunu Othello. Mihran Boyacıyan'ın İngilizceden çevirdiği Othello ‪Manzûme-i Efkâr Matbaası tarafından 1912 yılında yayımlanmış. 1914 yılında İstanbul'da Darülbedayi'nin, yani modern anlamda ilk tiyatro ve konservatuvar yapısının oluşmasıyla 'resmi' tiyatro yaşamı başlar. 1912 yılında Muhsin Ertuğrul bir Hamlet yapmıştır bile. Çevirisi, başrol oyunculuğu, yönetimi kendine ait bir Hamlet'tir bu. Anadolu ise Othello'yu çok beğenmiştir. Darülbedayinin ilk öğrencilerinden biri, Kâmil Rıza, öteki adıyla Othello Kâmil, yıllar boyunca gezici kumpanyasıyla Anadolu'yu dolaşıp Othello oynar. Kâmil'in yorumuyla sahnelenen oyunun adı Arabın İntikamı'dır. Nâzım Hikmet 'Oyunlarım üstüne' başlıklı yazısında (Moskova, 1962) Kâmil'in seyircisi olduğu günleri şöyle anlatır: 'Ankara'da 1921 kışında ahırdan bozma salaş bir tiyatroda, gaz lambalarının ışığında ve ikide bir soğuktan avuçlarıma hohlayarak Otello Kâmil'i seyrettim. Ömrümde ilk defa Şekspir'i seyrettim. Abdullah Cevdet adında bir eski Jön Türk şairi Arap ve Acem sözcükleriyle dolu bir dille büyük üstadı Türkçeye çevirmişti. Otello'yu, Hamlet'i filân okumuştum, şaşmıştım, hayran olmuştum ama pek anlamamıştım. Kâmil bir gezgin aktördü. Repertuvarında bir tek piyes vardı denilebilir. Otello'yu Papazyan üslubuyla oynadığını söylerler. Ne yazık Papazyan'ı Otello'da seyretmek nasib olmadı. Ama çırağı Kâmil'in Otello'suna bakıp ustasının ustalık kertesini kestirmek mümkün.' Gerçekten de Abdullah Cevdet Shakespeare'in tüm oyunlarını çevirmek niyetlisidir. Ama ne yazık ki çeviriler başarısızdır. Abdullah Cevdet tercüme işine devam ettiği sırada bir gün Süleyman Nazif'e dert yanar: 'Nazif, Shakespeare'i çevirme işini bitirmeden öleceğim diye korkuyorum.' Süleyman Nazif cevabı yapıştırır: 'Ben de tam tersine Shakespeare'in tamamını ölmeden önce çevireceksin diye korkuyorum. Herkes Shakespeare'in eserlerini ölümsüz bilir, oysa sen Türkçeye çevirerek ölümlü olduklarını kanıtladın.' 20- yüzyıl başlarında Osmanlı'nın yeni Türkiye Cumhuriyetine armağanlarından biri olan Neyzen Tevfik 'in diline de düşer Shakespeare: ŞEKSPİR Şekispir'in bütün asarına değil, birine Feda imiş Britanya o hikmet efserine. Ne muhteşem, ne derin bir mehabet-i takdir, Yeter bu İngiliz'in ilme aşkını tasvir. Revân eder acı sözlerle tayf-ı hikmetini, Bu serzeniş ile sezmiş vatan muhabbetini. (1921) 'İngiltere'nin Avon deresi İrlanda denizine dökülmek için kara ağaçlar arasında aheste ve sakit akıyor; gruba doğru pembeleşen yeşil sularında dallar ve sazlarla beraber Stratfort beldesinin beyzi ve tulani pencereleri ve mızrak biçimli parmaklıkları münakis yaşar; akisler arasında birer canlı kar yığını halinde sessiz kayan beyaz kuğular vardır. İşte bu güzel akar suyun kenarına yaslanan Stratfort şehrinin Henley sokağında 1564 senesi nisanının yirmi üçüncü günü Vilyem Şekspiyer dünyaya geldi.' Bu satırlar 1934 yılında Kanaat Kütüphanesi tarafından yayımlanmış, Cenap Şahabettin'in kaleme aldığı 'Vilyem Şekspiyer' adlı kitaptan. Resimli, 196 sayfa olan kitapta Türkçede ilk kez Shakespeare'in hayatı, kadınları, eserleri ahlakı gibi konular ele alınıyor. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra Shakespeare kültür ve sanat dünyasının baş köşesine kurulacaktır. 1920'lerden günümüze Shakespeare'in tüm oyunları Türkçeleştirildi. Çevirmenler arasında Halide Edip Adıvar, Sabahattin Eyuboğlu, Ülkü Tamer, Can Yücel, Mina Urgan, Berna Moran gibi edebiyatımızın ünlü isimleri de var. Tüm soneleri ise Talat Sait Halman çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Üstadın (Venus and Adonis, Rape of Lucrece gibi) manzum öyküleri ise onları çevirecek kahramanları bekliyor. Shakespeare'in bu topraklar üstündeki maceralarından bazıları oldukça ilgi çekici: 1960'ların başında İstanbul'da Küçük Sahne'de Othello sahnelenir. Iago'yu oynayan Genco Erkal seyircilerin arasından geçerken 'Allah belanı versin!' diye bağıranlar olur. Türkiye ve hatta dünya sahnelerinde boy gösteren az sayıdaki kadın Hamlet'lerin başında Ayla Algan gelir. 1962 ile 1965 yılları arasında İstanbul Şehir Tiyatrolarında Muhsin Ertuğrul'un rejisiyle sahnelenen Hamlet'te hem Hamlet'i hem de Ophelia'yı oynadı. 1976 yılında Metin Erksan bir Shakespeare uyarlamasını beyaz perdeye taşır. Fatma Girik'in baş rolünü oynadığı bir Hamlet filmidir 'Kadın Hamlet ya da İntikam Meleği'. Şatoda değil çiftlikte geçer. Film hakkında Variety dergisinde çıkan yazıda 'Kadın Hamlet, 1977 Uluslararası Moskova Film Festivalinin ve 1978 Uluslararası Los Angeles Film Festivalinin en güzel, en orijinal, en sıra dışı, en eşsiz, en anlamlı, en beğenilen tek filmi' diye yazar Lester Cole. Müşfik Kenter 1985-86 tiyatro sezonunda Kenter Tiyatrosunda Talat S. Halman'ın kaleme aldığı 'Türk Shakespeare' adlı metni sahnede tek başına canlandırdı. 'Kahramanlar ve Soytarılar' adıyla sahnelenen oyunda Müşfik Kenter hem sonelerden hem oyunlardan sahneleri hem de Türkiye'de sahnelenen Shakespeare oyunlarından anekdotları seyircilere aktarıyordu. Işıl Kasapoğlu'nun 1994 yılında Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda sahnelediği Venedik Taciri 'nde ünlü Yahudi tefeci Shylock'u bir kadın oyuncu canlandırıyordu. Hamlet metni hiç kesilmeden sahnelenince altı-yedi saat sürüyor. Türkiye'de bu iş bir kez yapıldı. Işıl Kasapoğlu'nun rejisiyle 1998 yılında İzmit Şehir Tiyatrolarında. Hamlet'i Tardu Flordun oynuyordu. 2002 yılında Mustafa Demirci çıkardığı 'Ahuzar' adlı ilahi kasetinde Shakespeare'in bir sonesini 'Vazgeçtim' adıyla ilahi olarak seslendirdi. 2009 yılının yaz aylarında Mersin'in Arslanköy beldesinde Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu üyesi yedi kadın, Hamlet'ten üç bölümü Hamit adıyla sahneye taşıdı. Topluluğun kurucularından Ümmiye Koçak kostüm sıkıntısına da yaratıcı çözümler bulduklarını söyledi: 'Kraliçeye basmadan yapılmış elbise giydirdik. Diğer karakterler ise şalvar ve şapka giyiyor. Kullanılan taçları kartondan, kafataslarını kabaktan yaptık.' The Guardian gazetesi, 'Hamlet Türkiye'de feminist oldu' başlığı ile yayımladığı haberde 'Hamlet'in küçük bir okul sahnesinde, kendinden geçmiş seyircilerin önünde, ve en olmayacak yerde oynandığını görmek insanı derinden etkiliyor' diye yazdı. Hamlet 'i Türkiye sahnelerinde tek başına oynayan aktör ise Bülent Emin Yarar oldu. 2013'de İstanbul Devlet Tiyatrosu prodüksiyonu olarak sahnelenen oyunda aktör Hamlet, Hayalet, Kral, Kraliçe, Polonius, Ophelia, Oyuncu, Lucianus, Laertes, Mezarcı rollerini tek başına canlandırdı. Shakespeare'in Türkiye serüveni bir belgesele de konu oldu. Yönetmenliğini Gülşah Özdemir Koryürek'ün yaptığı, 2013'de seyirci önüne çıkan 'Türkiye'de Şekspir Olmak' belgeseli ünlü yazar ve şaire Türkiye'den nasıl bakıldığını işliyor. Belgesel, 1800'lü yıllarda Osmanlı Devleti sınırlarında başlayarak günümüze kadar uzanan yolculuğun hikâyesini anlatıyor. Shakespeare Anadolu'yu Anadolu'da Shakespeare'i çok sevdi. Nice yıllara üstat... Zeynep Avcı/BBC Türkçe
Sanat Tarihine Damga Vurmuş, Gelmiş Geçmiş En Ünlü 80 Tablo
Bir resim bazen binlerce kelimeye eş değer, bazen de kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlamlar içermektedir. Yüzyıllardır zihinlerde iz bırakan ve bırakmaya da devam edecek, insana yeni bakış açıları kazandıran ünlü resimler arasından 80 tanesini sizler için derledik, belki gözden kaçırdığınız anlamları ve detayları vardır. Birçoğunu zaten biliyor olduğunuz eserleri gelin yeniden inceleyelim!
Facebook Araştırmasına Göre Akılda En Çok Kalan 100 Kitap
Bir yıl önce Facebook’ta kullanıcılara en çok akıllarında kalan on kitabı listelemeleri istenmiş ve soru binlerce kullanıcı arasında paylaşılmıştı.“Herhangi bir yönüyle aklınızda kalmış on kitabı listeleyin. Birkaç dakikadan fazla vaktinizi ayırmayın ve kitaplar üzerine fazla düşünmeyin. Bunların ‘doğru’ kitaplar ya da büyük edebiyat eserleri olması gerekmiyor, sizi bir şekilde etkilemiş olması yeterli.”İngilizce durum güncellemeleri temel alınarak, 130.000’den fazla kişinin katılımıyla elde edilen veriler Facebook çalışanları Lada Adamic ve Pinkesh Patel tarafından bazı algoritmalarla analiz edildi. Katılanların yüzde 63.7’si Amerika’da, yüzde 9.3’ü Hindistan’da, yüzde 6.3’ü İngiltere’de bulunuyor. Yaş ortalaması 37, kadınların erkeklere oranı ise 3.1’e 1 olarak belirtilmiş.İlk 100’e Giren KitaplarParantez içinde kitabın listelerde yer alma yüzdesi belirtilmiştir.Harry Potter dizisi – J. K. Rowling (21.08)Bülbülü Öldürmek – Harper Lee (14.48)Yüzüklerin Efendisi – J. R. R. Tolkien (13.86)Hobbit – J. R. R. Tolkien (7.48)Aşk ve Gurur – Jane Austen (7.28)İncil (7.21)Otostopçunun Galaksi Rehberi – Douglas Adams (5.97)Açlık Oyunları üçlemesi – Suzanne Collins (5.82)Narnia Günlükleri – C. S. Lewis (5.63)Muhteşem Gatsby – F. Scott Fitzgerald (5.61)1984 – George Orwell (5.37)Küçük Kadınlar – Louisa May Alcott (5.26)Jane Eyre – Charlotte Bronte (5.23)Mahşer – Stephen King (5.11)Rüzgâr Gibi Geçti – Margaret Mitchell (4.95)Zamanda Kıvrılma – Madeleine L’Engle (4.38)Damızlık Kızın Öyküsü – Margaret AtwoodAslan, Cadı ve Dolap – C. S. Lewis (4.05)Simyacı – Paulo Coelho (4.01)Yeşilin Kızı Anne – L. M. Montgomery (3.95)Seçilmiş Kişi – Lois Lowry (3.88)Uçurtma Avcısı – Khaled Hosseini (3.67)Ender’in Oyunu – Orson Scott Card (3.53)The Poisonwood Bible – Barbara Kingsolver (3.39)Sineklerin Tanrısı – William Golding (3.38)Dünyanın Gözü – Robert Jordan (3.38)Kitap Hırsızı – Markus Zusak (3.32)Uğultulu Tepeler – Emily Bronte (3.26)Hamlet – William Shakespeare (3.22)Küçük Prens – Antoine de Saint-Exupery (3.21)Sherlock Holmes – Sir Arthur Conan Doyle (3.15)Fahrenheit 451 – Ray Bradbury (3.15)Hayvan Çiftliği – George Orwell (3.12)The Book of Mormon (3.08)Anne Frank’ın Hatıra Defteri – Anne Frank (3.05)Dune – Frank Herbert (3.02)Yüzyıllık Yalnızlık – Gabriel Garcia Marquez (2.98)The Autobiography of Malcolm X (2.83)Fareler ve İnsanlar – John Steinbeck (2.78)Cömert Ağaç – Shel Silverstein (2.72)Aynı Yıldızın Altında – John Green (2.68)Yolda – Jack Kerouac (2.68)Kuzu – Christopher Moore (2.58)Mezbaha no:5 – Kurt Vonnegut (2.54)A Prayer for Owen Meany – John Irving (2.53)Kıyamet Gösterisi – Neil Gaiman ve Terry Pratchett (2.52)Duyguların Rengi – Kathryn Stockett (2.45)The Outsiders – S. E. Hinton (2.44)Amerikan Tanrıları – Neil Gaiman (2.42)Kırmızı Eğrelti Otunun Büyüdüğü Yer – Wilson Rawls (2.41)Yabancı Diyarlardaki Yabancı – Robert Heinlein (2.39)Gizli Bahçe – Frances Hodgson Burnett (2.38)Küçük Ev – Laura Ingalls Wilder (2.35)Monte Kristo Kontu – Alexandre Dumas (2.31)Bir Katedralin Öyküsü – Ken Follett (2.31)Da Vinci Şifresi – Dan Brown (2.29)Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley (2.24)İki Şehrin Hikayesi – Charles Dickens (2.21)Sefiller – Victor Hugo (2.21)Büyük Umutlar – Charles Dickens (2.16)Gece – Elie Wiesel (2.12)Kara Kule serisi – Stephen King (2.12)Yabancı – Diana Gabaldon (2.07)Renklerden Moru – Alice Walker (1.92)Bin Muhteşem Güneş – Khaled Hosseini (1.89)Savaş Sanatı – Sun Tzu (1.88)Madde 22 – Joseph Heller (1.85)Sırça Fanus – Sylvia Plath (1.85)Saksı Olmanın Faydaları – Stephen Chbosky (1.83)Yaşlı Adam ve Deniz – Ernest Hemingway (1.78)Bir Geyşanın Anıları – Arthur Golden (1.76)Yol – Cormac McCarthy (1.73)Watership Tepesi – Richard Adams (1.72)Bir Genç Kız Yetişiyor – Betty Smith (1.72)Where the Sidewalk Ends – Shel Silverstein (1.68)Ejderha Dövmeli Kız – Stieg Larsson (1.65)Orada mısın? Benim, Margaret – Judy Blume (1.65)Örümcek Ağı – E. B. White (1.64)Zaman Yolcusunun Karısı – Audrey Niffenegger (1.63)Anna Karenina – Lev Nikolayeviç Tolstoy (1.62)Suç ve Ceza – Fyodor Dostoyevski (1.62)Huckleberry Finn’in Maceraları – Mark Twain (1.61)Baraka – William P. Young (1.58)Watchmen – Alan Moore (1.56)Vampirle Görüşme – Anne Rice (1.55)Odysseia – Homeros (1.54)Ruhlar Evi – Isabel Allende (1.54)Yabancı – Albert Camus (1.53)Vahşetin Çağrısı – Jack London (1.52)Cennette Karşılaşacağınız Beş Kişi – Mitch Albom (1.51)Siddhartha – Hermann Hesse (1.51)Cennetin Doğusu – John Steinbeck (1.50)Matilda – Roald Dahl (1.50)Dorian Gray’in Portresi – Oscar Wilde (1.49)Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı – Robert Pirsig (1.47)Kolera Günlerinde Aşk – Gabriel Garcia Marquez (1.45)Vahşi Şeyler Ülkesinde – Maurice Sendak (1.45)Notosoloji
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
İsterdim ki bunlar Ekşi Sözlük yazarlarının biraz gülmek biraz eğlenmek üzere uydurduğu yahut dünyanın çeşitli yerlerindeki olaylardan esinlenerek ürettiği başlıklar olsun. Lakin değil. Hunileri hazırlayın o yüzden. Sıralıyorum…Şehir Tiyatroları Müdürlüğü’ne güreş hakemi bir zabıtanın atanması…*Ağaç kesen muhalefet belediye başkanının ağaç kesme şampisi bir iktidarın Orman Bakanı tarafından dile dolanması…