Görüş Bildir

yağma Haberleri

yağma ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. yağma ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Gül, ÖYM Düzenlemesini Onayladı
Cumhurbaşkanı Gül, Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasına ilişkin düzenlemeyi onayladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; Ergenekon, Balyoz, KCK, Devrimci Karargah, Oda TV gibi davalarla gündeme gelen özel yetkili mahkemeler (ÖYM) ile Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesi uyarınca kurulan ağır ceza mahkemelerini kaldıran yasayı onayladı. ÖYM'lerin görev alanına giren suçlarda azami tutukluluk süresi 10 yıldan 5 yıla indirildi. Özel yetkili cumhuriyet savcılarınca yürütülen soruşturma dosyaları, cumhuriyet başsavcılıklarına devredilecek. Henüz gerekçesi yazılmamış Ergenekon davası gibi davaların gerekçeleri 15 günde yazılacak. Cumhurbaşkanlığı'ndan bugün yapılan açıklamada; '6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Anayasanın 89 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 104 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir' denildi. Yasa, yarın Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girecek. Davlar devredecek Yasada yer alan bazı hükümler şöyle: Yasayla dinleme, teknik takip, arama ve el koyma kararlarına ilişkin uygulamalar değişecek. Ergenekon, KCK ve Balyoz gibi önemli davalara bakan ÖYM'ler ile TMK 10'a göre oluşturulan imtiyazlı mahkemeler kaldırılacak. Bu mahkemelerin kapanmasıyla kritik davalar ağır ceza mahkemelerinde yeniden görüşülebilecek. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay'ın yargılayacağı kişilere ve askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklı kalacak. Ağır ceza mahkemesinin suç işleyen bir kişinin mal varlığına el koyabilmesi için BDDK, MASAK, SPK, Hazine'den en fazla 5 ay içinde rapor alması gerekecek. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), ÖYM'lerde görevli hakim ve savcıları uygun göreve atayacak. Yargılaması devam eden dosyalar, yetkili ve görevli mahkemelere devredilecek. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda veya Yargıtay'ın dairelerinde bulunan dosyaların incelenmesine devam edilecek. Henüz gerekçesi yazılmamış hükümlerin gerekçeleri, düzenleme yürürlüğe girince 15 günde yazılacak. Kaldırılan mahkemelerde bulunan ve kesinleşen dosyalara ait arşiv ve dokümanlar HSYK'nın belirleyeceği mahkeme veya mahkemelere devredilecek. Müteakip işlem ve talepler bu mahkemelerce yerine getirilecek veya karara bağlanacak. 149'dan fazla tahliye Önleme dinlemelerine karar vermeye HSYK'nın belirleyeceği Ankara Ağır Ceza Mahkemesi yetkili olacak. ÖYM'lerin kapsamına giren suçlarla ilgili açılan davalarda, sanığın taşıdığı kamu görevlisi sıfatı dolayısıyla hakkında soruşturma yapılabilmesi için izin veya karar alınması gerektiğinden bahisle durma veya düşme kararı verilemeyecek. ÖYM'lerin alanına giren suçlarda uygulanan azami tutukluluk süresi 10 yıldan 5 yıla indirilecek. 5 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan 149'dan fazla kişi tahliye olacak. Avukatların soruşturma dosyasını incelemesi yönündeki kısıtlama kalkacak. Somut delil şartı Gözaltı kararları için, 'kuvvetli suç şüphesi' yerine 'somut delil' şartı aranacak. Şüpheli ya da sanığın üstü, eşyası, eş yeri ya da evinde yapılacak arama 'makul şüphe' yerine 'somut delile' dayanacak. İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri için verilecek kararda da suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığına bakılacak. Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma kararını veren hakim, kuvvetli şüphe oluşturan somut delilleri gerekçelendirmekle yükümlü olacak. Yedeklemenin kopyasının şüpheliye veya vekiline verilmesi isteğe bağlılıktan çıkarılıp zorunlu hale getirilecek. Suçun işlendiği hususunda somut delilere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi halinde, kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilecek. Dinlemede yeni düzen Bozdağ'ın, Meclis görüşmeleri sırasında 'sonsuz dinlemeye son veriyoruz, dinlemeleri sınırlandırıyoruz' diye açıkladığı yasa uyarınca dinleme kararı ve dinlemelere itiraz için sulh ceza hâkimi yerine artık ağır ceza mahkemesi karar verecek. Karar, oy birliğiyle alınacak. Teknik araçlarla izleme tedbiri için 4 hafta olan tedbir süresi 3 haftaya, 4 hafta olan uzatma süresi 1 haftaya indirilerek, en fazla 8 hafta olan teknik araçlarla izleme süresi azami 4 haftayla sınırlandırılacak. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bir hafta süreyle müteaddit defalar uzatılarak teknik araçla süresiz izleme uygulamasına son verilerek, örgütlü suçlar bakımından uzatma süresi 4 haftayla sınırlandırılacak. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarda daha önce süresiz yapılan teknik araçlarla izleme, toplam 8 haftaya indirilecek. İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbirinin 3 ay olan süresi 2 ayla, 3 aylığına uzatılmasına ilişkin süre de bir ayla sınırlandırılarak, toplam 6 ay olan süre 3 aya indirilecek. Tahliyeler olabilecek TCK'nın 220. maddesi, dinleme yapılabilecek katalog suçlar kapsamından çıkarılacak. Yolsuzluk operasyonunda tutuklanan Rıza Sarraf ve iki bakanın oğlunun da soruşturulduğu TCK'nın 220. maddesindeki, 'suç işlemek amacıyla örgütü kurmak' suçlamalarında savcılıklar dinleme talep edemeyecek. Devlete karşı suçlar ve terör suçunda azami tutukluluk 10 yıldan 5 yıla, normal suçlar ve örgütlü suçlarda gözaltı süresi 24 saate inecek. Telefon dinlemesine ilişkin süre 6 aydan 3 aya indirilecek. Teknik araçlarla izleme tedbirine ilişkin süreler 8 haftadan 4 haftaya indirilecek. Fuhuşa teknik takip Dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler, nitelikli hırsızlık ve yağma suçlarında uygulanacak. Ayrıca, teknik araçlarla izleme, nitelikli hırsızlık, yağma ve fuhuş suçlarında da yapılabilecek. Kişisel verileri kaydedenlere hapis cezası Kişisel verileri hukuka aykırı kaydedenlere verilecek cezanın alt sınırı 6 aydan 1 yıla, hukuka aykırı olarak başkasına veren, yayan veya ele geçirenlere verilecek cezanın alt sınırı 1 yıldan 2 yıla çıkarılacak. Kanunların belirlediği sürelerin geçmesine karşın verileri sistemde yok etmeyenlere 1 yıldan 2 yıla kadar hapis cezası verilecek. Suçun konusunun CMK hükümlerine göre ortadan kaldırılması veya yok edilmesi gereken veri olması halinde, verilecek ceza bir kat artırılacak. Üst düzeye soruşturma izni HSYK'dan En üst dereceli kolluk amirleri hakkında inceleme ve soruşturma izni Adalet Bakanı yerine mevcut durumda olduğu gibi HSYK tarafından verilmeye devam edilecek. TCK'nın 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316. maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapabilecek. Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26. maddesi hükmü saklı olacak. Hâkim ve cumhuriyet savcılarının kararları nedeniyle açılacak tazminat davalarına ilişkin usul ve esasları belirleyen 2802 sayılı Kanun'un 93/a maddesi yürürlükten kaldırılıyor. Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi halinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilecek. Tahliyesi gündeme gelecek Ergenekon sanıkları İddialara göre; Ergenekon davasında 5 yıldan fazla süredir tutuklu bulunan Alparslan Arslan, Oktay Yıldırım, Mehmet Demirtaş, Muzaffer Tekin, Fikret Emek, Ergün Poyraz, İsmail Yıldız, Veli Küçük, Mehmet Fikri Karadağ, Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol, Zekeriya Öztürk, Doğu Perinçek, Hikmet Çiçek, Hasan Atilla Uğur, Durmuş Ali Özoğlu, Tuncay Özkan, Ataman Yıldırım, Levent Göktaş, İbrahim Şahin, Mustafa Dönmez, Levent Ersöz'ün haklarındaki kararın bozulması durumunda tahliyeleri gündeme gelecek. Bahar Atakan/Ankara | Milliyet
Bakan Müezzinoğlu Eski Cumhurbaşkanı Sezer'i ‘Saksı'ya Benzetti
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i ‘saksı’ ya benzetti. Müezzinoğlu, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini ele alırken şöyle dedi: ” Yeni yeni tuzaklar yeni tezgahlar. Ayışığı, Sarıkız, Balyoz, cumhuriyet yürüyüşleri, Danıştay hadiseleri… Ondan sonra geldi cumhurbaşkanlığı seçimlerine. Cumhurbaşkanını siz seçemezsiniz. Niye? Bugüne kadar kararı hep biz verdik. Siyasi parti liderlerini tespih gibi dizdik masaya. Beş tane siyasi parti genel başkanına dedik ki siz tanımasanız da olur. Milletin tanımaması zaten hiç önemli değil. Ahmet Necdet Sezer diye bir saksı, sizin önünüze koyarız siz de seçersiniz. Çünkü biz emrediyoruz dediler emrettiler ve seçtirttiler. ” Esenler Kültür Merkezi’nde AKP’lilerle istişare toplantısında konuşan Müezzinoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “ Ama zannettiler ki yine öyle bir Ak Parti var. Yine öyle bir söz geçirecekleri diş geçirecekleri bir Recep Tayyip Erdoğan var. Ama yağma yok. Artık millet var. Milletle beraber yürüyen bir AK Parti var. Milletin lideri Recep Tayyip Erdoğan var. Asla boyun eğmedik. “ Diken
Ümraniye Cezaevi'nden 3 Firar!
İstanbul'daki Ümraniye Cezaevi'nden hırsızlık ve yağma suçlarından tutuklu olan 3 kişi sabah saatlerinde firar etti. Ümraniye Cezaevi'nde kalan 3 mahkumun gece firar ettiği belirtildi. Hükümlü oldukları belirtilen mahkumların nasıl kaçtıkları araştırılıyor. 3 MAHKUM FİRAR ETTİ Edinilen bilgiye göre Sabah saatlerinde yoklama yapan cezaevi görevlileri Sacit Meyan (26), Eyüp Muratkan (33) ve Özgür Ürün'ün (23) koğuşta olmadıklarını gördü. Durum hemen cezaevi yönetimine bildirilince kamera kayıtları incelemeye alındı. BEYAZ BİR ARAÇLA KAÇTILAR Yapılan ilk incelemede şahısların firar ettiği, beyaz renkli bir otomobile binerek cezaevinden uzaklaştıkları anlaşıldı. Durum daha sonra tüm emniyet birimlerine bildirildi. Kaçan mahkumların gidebilecekleri adreslerde aramalar başlatıldı. İÇERİDEN YARDIM MI ALDILAR Bu arada firar eden mahkumların içeriden yardım aldığı öne sürüldü. İsmini açıklamayan bir görevli, içeriden yardım olmadan kimsenin kaçmasının mümkün olmadığını belirtti.haberler.com
Bir Taşla İki Kuş Vuracaklardı
Geçtiğimiz ay yaklaşık beş yüz bin kişi, Fenerbahçe ve herkes için adalet istemiyle büyük bir yürüyüş düzenledi. Başkan Aziz Yıldırım’da, bu yürüyüşten bir kaç gün önce Ahmet Hakan'ın yönettiği bir televizyon programında, adil yargılanma hakkı istediğini haykırdı. Yürüyüşte ve televizyon programında tek bir talep öne çıktı: Adalet. Ne yazık ki son beş altı yıldır ülkemizde adalet, iktidar ve Fethullah Gülen Cemaati tarafından elbirliği ile yok edilmiştir. HSYK başkan vekili İbrahim Okur'a göre, yargıya güven %27 seviyesine düşmüştür. Neredeyse herkesin şikâyetçi olduğu yargı, bu yetmezmiş gibi son günlerde ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyen bir canavara dönüşmüştür. Yargıç bağımsızlığı, yargıç sorumsuzluğuna, yargıç tarafsızlığı ise, bir masala dönüşmüştür.AZİZ YILDIRIM BAŞARABİLİR Mİ?Geçtiğimiz ay yapılan Fenerbahçe ve herkes için adalet yürüyüşü, Aziz Yıldırım’ın sadece bir kulüp başkanı olmadığını, O'nun aynı zamanda bir halk kahramanı olduğunu göstermiştir. Bugüne kadar hiçbir siyaset adamı, beş yüz bin kişiyi tek bir amaç uğruna etrafında toplamayı başaramamıştır. Aziz Yıldırım'ın adalet isteyen haykırışı karşılık bulmuş ve beş yüz bin kişi tarafından aynı kararlılıkla dile getirilmiştir. Beş yüz bin kişinin bu adalet istemlerinin sadece Aziz Yıldırım ile sınırlı olduğuna inanmıyorum. Cumhuriyet tarihimizin en karanlık döneminde, hukuksuzluğa uğramış tüm mazlumların sesi olmuştur. Ben Aziz Yıldırım'ın adalet talebinin duyulacağına ve mutlaka karşılık bulacağına inanıyorum. Herkes şunu unutmamalıdır; adaletin sadece gözleri bağlıdır, ama kulakları çok keskindir. Aziz Yıldırım kesinlikle başaracaktır.MEMLEKETİN GENEL DURUMUÜlkemizde son beş altı yılda yaşanan olayları incelediğimizde, çocuklarımıza umuttan çok utanç dolu bir gelecek bırakacağımız açıkça görülmektedir. Bu utanç sürecinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana karşı karşıya olduğu en büyük tehlikeler yaşanmıştır. Devlet kurumları, adına paralel yapı denilen Cemaatin işgali altına girmiştir. Bu işgal öylesine bir hal almıştı ki, ülkenin Başbakanı yeni bir Kurtuluş Savaşı'ndan bahsetmektedir. Ülkemizi parçalanmanın, uşaklığın eşiğine getirmiş olan Cumhuriyet düşmanlarının iflah olmaz kin ve nefretleri göz önüne alındığında da, bu sürecin bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır.Bugüne kadar milli ordu, yargı, üniversiteler gibi Türkiye'nin temel taşları olan kurumları hedef alan Cumhuriyet düşmanları, son zamanlarda ise, Türkiye Cumhuriyeti tarihi kadar eski olan spor kulüplerimize arsızca saldırmaktadırlar.İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın çok sayın özel görevli savcılarınca, başta Fenerbahçe ve Beşiktaş olmak üzere birçok güzide spor kulübümüz hakkında başlattıkları sözde şike soruşturması, Cumhuriyetimize ve onun değerlerine yapılan yeni bir saldırıdır. Kurtuluş Savaşı'nda mücadele eden bir kültürün temsilcileri olan Fenerbahçe ve Beşiktaş camiasına karşı yürütülen bu soruşturma, bir linç kampanyasına dönüştürülmüştür.Böylece, Cumhuriyetimizin en güzide mirasları olan kulüplerimiz üzerinden, yeni bir saldırının ve bölme operasyonunun daha fitili ateşlenmiştir.Yeni başlatılan bu saldırı ile özellikle Fenerbahçe kulübü başkanı sayın Aziz Yıldırım hakkında yürütülen yok etme soruşturması da paralel götürülerek bir taşla iki kuş vurulması hedeflenmiştir. Aslında başkaca kuşların vurulması da hedeflenmekte olup onları daha sonra açıklamak üzere bir kenara bırakıp kuruluş tüzüğünde vatana ve orduya hizmet etmek yazan Fenerbahçe'ye ve sayın Aziz Yıldırım'a yapılanların amacını açıklamaya çalışalım.Basın yayın kuruluşlarında şike soruşturması olarak yer alan bu soruşturmanın en önemli nedenlerinden birincisi biat ettirmektir. Bu yapılanlar, toplumda hala hükümet ve Gülen Cemaati gibi etkin güçlere boyun eğmeyen kurumları diz çöktürme ve ele geçirme operasyonudur. Hepimizin malumu olduğu üzere, medya organlarının neredeyse tamamı kontrol altına alınmış, hatta bir telefon ile yayın akışları değiştirtebilir hale gelmiştir. TÜBİTAK, Adli Tıp, YÖK, TSK, Emniyet ve HSYK operasyonları ile tüm bağımsız kamu kurumları teslim alınmış, adeta hükümetin ve Fethullah Gülen Cemaatinin arka bahçesi haline getirilmişlerdir.Ergenekon, Balyoz, Casusluk adı altında başlatılan cadı avı ile tüm muhalif güçleri yok etme ya da dönüştürme süreci zirve yapmıştır. Bu soruşturmalar bahanesiyle başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, Cumhuriyetin tüm yılmaz savunucuları hakkında linç ve yok etme operasyonları başlatılmış, yüzlerce komutan, bilim insanı, gazeteci, siyaset adamı asılsız suçlamalarla hapse atılmışlardır. Bugün çeşitli baskılar ile TSK'nın en üst kademesi asli görevleri olan vatan savunmasını yapamaz, gazeteciler, bilim insanları ve siyaset adamları özgürce düşüncelerini dile getiremez hale getirilmişlerdir. Sıranın spor kulüplerine ve özellikle Fenerbahçe'ye gelmesinin nedeni ise, toplumun en özgür, en kontrol edilemez potansiyel gücü olan futbol kulüplerini ele geçirmenin dayanılmaz hafifliğidir. Bir rivayete göre, Fethullah Gülen stadyumdan çıkan coşkulu Fenerbahçe taraftarlarını görünce 'Bir gün bizde bu taraftarlar gibi aynı amaç etrafında birlik olabilirsek o zaman bu memleketi ele geçirebiliriz.' dediği söylenmektedir. Görünen o ki, Gülen onlar gibi olmayı amaçladığı kulüp taraftarlarını kendisine rakip görerek, yargıdaki uzantıları vasıtasıyla yok etme mücadelesine başlamıştır. Özellikle de Fenerbahçe'yi hedef tahtasına koyarak, en büyüğü deviren bize neler yapmaz dedirtmeyi amaçlamıştır. Böylece Aziz Yıldırım'ı bile tutukladılar bize neler yapmazlar korkusu tüm spor camiası mensuplarının yüreklerine ekilmiştir. Bundan sonrası kolaydır. Türk toplumunun günlük hayatının en önemli varlıkları olan spor kulüpleri de ele geçirilerek, büyük taraftar kitlelerini kontrol etmek, onları yönlendirmek daha da kolay olacaktır. Kendi yandaşları da bu güzide kulüplerimiz sayesinde hak etmedikleri toplumsal prestij ve etkinlik sağlayacaklardır.Fenerbahçe başkanı Azizi Yıldırım, bilindiği üzere Türkiye'nin en büyük işadamlarından birisi olup, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri’nde başta NATO ihaleleri olmak üzere TACAN, TAFİCS gibi stratejik önemi büyük askeri projeleri gerçekleştirmiş bir kişidir. Netice olarak, gerek NATO; gerekse TSK’nın en önemli müteahhitlerinden birisi olup milyar dolarlık projelerde yer almaktadır. Bu alanlarda etkin olarak iş yapabilmek dışarıdan görüldüğü kadar kolay değildir. Benimde param var, bende teklif veririm, işi alırım, diyerek bu alanda iş yapamazsınız. Öncelikle uluslararası firmalar ile yıllardır yürütülen işbirliğinin oluşturduğu tecrübe, bilgi birikimi, süreklilik, ortak akıl ve güven ortamının bir anda yaratılması mümkün değildir. Ayrıca silah sanayi her parası olanın at koşturabildiği serbest bir alan olmayıp, belirli oyuncular ile sürdürülen bir mücadele ortamıdır. İşte bu nedenle, bu ortamın Türkiye bağlamında önemli oyuncularından birisi olan Aziz Yıldırım'ın ekarte edilmesi çok önemlidir. Aziz Yıldırım'ın yerine hükümete ya da cemaate yakın yandaş bir oyuncunu sürülmesi, şike operasyonu aldatmacasının ikinci ve en kazançlı ayağı olup, atılan taşın vurmayı amaçladığı ikinci kuştur.AZİZ YILDIRIM’A İLK KUMPASAslına bakarsanız 03 Temmuz 2011 tarihindeki şike operasyonu Aziz Yıldırm'a yapılan ilk komplo değildir. Aziz Yıldırım ile ilgili ilk yok etme operasyonu yaklaşık altı yıl kadar önce 2008 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Askeri Savcılığı'nca uygulamaya konulmuştur. KKK Askeri Savcılığı kendisine yapılan bir ihbarı(!) değerlendirerek emekli bir binbaşının iş yerinde ve evinde aramalar yapmıştır. Bu aramalarda emekli binbaşı ile Aziz Yıldırım arasında yapılmış bulunan yasal danışmanlık sözleşmesi adeta suç unsuru sayılarak Aziz Yıldırım şüpheli yapılmış ve telefonları aylarca dinlenmiştir. Ancak, bu aramalarda Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na ait altı adet belgenin de ele geçirilmiş olması nedeniyle benim sorumluluğumda Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı'nca da ikinci bir soruşturma başlatılmıştır. Hatta Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı olarak biz soruşturmayı daha da derinleştirmiş ve muvazzaf bir hava albayının evinde yaptığımız aramada binlerce sayfa askeri doküman ele geçirmiş, birçok tutuklama yapmıştık. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı olarak yürüttüğüm soruşturmayı derinleştirdikçe, Aziz Yıldırım'ın yaptığı danışmalık sözleşmesinin tamamen yasal olduğu ve ihaleye fesat karıştırmak ile bir ilgisi olmadığı kanaatine vardım. Buna karşın, KKK Askeri Savcılığı'nın, yasal bir danışmanlık sözleşmesini suç unsuru sayıp Aziz Yıldırım'ı şüpheli yapması, aylarca dinlemesi ve soruşturmanın başka mecralara çekilmeye çalışması Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı olarak beni son derce rahatsız etmişti. Bu nedenle Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı olarak, soruşturmanın çok başlılıktan kurtarılması ve usul ekonomisi gerekçelerini ileriye sürerek KKK Askeri Savcılığı'nca yürütülmekte olan soruşturmanın da Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı’nda birleştirilmesini talep ettim ve KKK’lığı Askeri Savcılığı'nda ki dosyanın da yetkisizlik ile bize gönderilmesini sağladım. Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı'nın bu hareketi o günlerde Türkiye gündeminin en önemli ihalelerinden birisi olan Sikorsky helikopter ihalesinin en güçlü taraflarından birisi olan Aziz Yıldırım'ın dahil olduğu grubu devre dışı bırakma çabalarının önünü kesmiştir. Eğer soruşturmaya KKK’lığı Askeri Savcılığı'nca yürütülmeye devam edilseydi, Aziz Yıldırım ihale sürecine gayri yasal yollar kullanarak müdahale ediyor diyerek Kamu İhale Kurumu'na şikayet edilecek ve altı ay ile iki yıl arasında bir süre ihalelerden yasaklı kılınacaktı. Ardından da hakkında ihaleye fesat karıştırmak suçlaması ile açılacak dava sonucu cezalandırılarak Fenerbahçe başkanlığından uzaklaştırılacaktı. Böylece hem Sikorsky ihalesinden, hem de bundan sonra girebileceği milyon dolarlık diğer muhtemel ihaleler için devre dışı bırakılacak, hem de Fenerbahçe Kulübü’nün gelmiş geçmiş en güçlü ve muhalif başkanının mahkum edilmesi sonucu meydana gelen kaostan yararlanılarak ele geçirilecekti. Fakat Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı olarak bu kanunsuz durumu görüp soruşturmayı KKK Askeri Savcılığı'nın elinden almamız o zamanlarda bu oyunu kurgulayanların planlarını bozmuş ve Aziz Yıldırım'ın yaklaşık altı yıl önce bugün başına gelenlerin meydana gelmesine engel olunmuştur.Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı olarak benim bu müdahalem sonucu, Sikorsky ihalesi hakim güçlerin istemleri dışında ve Aziz Yıldırım devre dışı bırakılamadan yasal prosedür içerisinde sonuçlandırılmıştır. Daha da önemlisi Aziz Yıldırım'a karşı malum güçler tarafından uygulamaya konulan ilk komplo engellenmiştir. Sayın Aziz Yıldırım'a karşı tertiplenen bu komplonun en yakın tanıklarından biriside.,bugün halen Aziz Yıldırım'ın avukatlığını bana göre başarı ile sürdüren Abdullah Kaya'dır.AZİZ YILDIRIM’A İLK KOMPLOYA ENGEL OLMANIN BEDELİFethullah Gülen, Cemaatin Fenerbahçe’yi ele geçirme Aziz Yıldırım'ı yok etme komplosuna engel olan Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı'ndan intikamı gerçekten korkunç olmuştur. Ben Hava Kuvvetleri Komutanlığı Başsavcısı Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok, adeta ironi yaparcasına Aziz Yıldırım’a yağma yapmak suçundan, Cemaat’in yandaş hakimleri tarafından tutuklanarak yaklaşık iki yıl ceza evine kapatıldım. Bana öylesine kızgındılar ki kendisine yağma yapıldığı iddia edilen sayın Yıldırım'ı ben tutuklandıktan tam sekiz ay sonra ilk olarak ifadeye çağırıp size yağma yapıldı mı diye sordular. Yağma iddialarını, Aziz Yıldırım hem savcılık hem de on üç ay sonra çıktığım mahkeme huzurunda yalanlamasına ve bu olayı ilk olarak medyadan duyduğunu beyan etmesine karşın, adeta sana yağma yapılıyor ama senin haberin yok diyerek, mağduru olduğu iddia edilen Aziz Yıldırım’ın beyanlarına itibar edilmemiş ve aleyhime olabilecek tek bir somut ve hukuki delil olmamasına rağmen dolandırıcılık gibi aşağılık suçlamalar ile 9,5 yıl hapis cezası ile cezalandırıldım. Tam olarak, yirmi bir ay tutuklu kaldığım Aziz Yıldırım'a yağma yapmak suçundan ise, beraat ettim.Belki merak etmişsinizdir, benim tutuklanmam üzerine Aziz Yıldırım hakkında, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın 2009/52.Esas numarası ile kayıtlı olan bu soruşturma dosyası ne oldu. Benim yerime atanan askeri savcı tarafından soruşturma dosyası hakkında görevsizlik kararı verilerek, fakat Aziz Yıldırım sanık yapılarak Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na gönderilmiştir. Aziz Yıldırım’a yüklenen ihaleye fesat karıştırmak suçuna delil olarak gösterilen tüm belgeler Savunma Sanayi Müsteşarlığı resmi sitesinden elde edilebilen ve silah dergilerinde yer alan bilgileri olup, hiç bir gizlilik içermemektedir. Buna rağmen, benim yerime atanan askeri savcı tarafından askeri sır gibi gösterilmiştir. Gerçi bu savcı arkadaşımız, kamuoyunu uzun süre basında meşgul eden ve sert tartışmalara neden olan İHA (İnsansız Hava Aracı) görüntüleri ile ilgili olarak Zaman gazetesine röportaj vererek, son günlerin ünlü savcıları ile nasıl bir paralellik sağladığını açık olarak ortaya koymuştur. Son söz olarak şunu diyorum, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yöneltilen bu acımasız saldırılara karşı dimdik ayakta duran insanlara sahip çıkın. Aziz Yıldırım bu süreçte en dik duran kişidir. Sadece Fenerbahçelilere değil ülkesini seven herkese sesleniyorum başka Aziz Yıldırım yok.Dr. Ahmet Zeki ÜçokBeşiktaş taraftarıOdatv.com
Tecavüz Mağduru Çocuğa Rapor İşkencesi
Tecavüze uğradığı iddia edilen 13 yaşındaki F.S için 3 ayrı rapor bulunmasına rağmen mahkeme yeni rapor istedi. Mağdur muayeneyi reddedince, polis zoruyla götürülmesine karar verildi Diyarbakır'da okula giderken alıkonulup, tecavüze uğradığı iddia edilen 13 yaşındaki F.S. adlı erkek çocuk için 3 ayrı kurumdan rapor alındı. Davanın görüldüğü Diyarbakır 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi, bu raporlarla yetinmeyip, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nden 'mağdurun beden ve ruh sağlığına ilişkin kurul raporu' istedi. F.S. yeniden muayeneye gitmeyi reddedince, mahkeme heyeti, polis zoruyla götürülmesine karar verdi. Felat Özarslan ’ın Doğan Haber Ajansı’nda yer alan haberine göre, geçen yıl Ocak ayında, okula gitmek için evinden çıkan F.S. yolda karşılaştığı 25 yaşındaki B.Ç. tarafından ölümle tehdit edilip, şiddet uygulanarak, bir binanın bodrum katına götürüldü. Burada iki kez tecavüze uğradığı ileri sürülen F.S., olayı ailesine anlattı. Durumun polise bildirilmesi üzerine, F.S.'nin psikolog gözetiminde ifadesi alınarak, soruşturma başlatıldı. F.S.'nin teşhis ettiği şüpheli B.Ç. çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak hakkında 'yağma', 'hırsızlık', 'mağdurun beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı' ve 'mala zarar verme' suçlarından 40 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. B.Ç. ifadesinde mağduru zorla yanında götürdüğünü ve iki kez cinsel ilişkiye girdiğini kabul etti. B.Ç.'nin daha önceden çok sayıda cinsel istismar, taciz, tecavüz ve hırsızlık suçundan sabıkasının bulunduğu ve halen çok sayıda dosyadan yargılandığı ortaya çıktı. 3 ayrı yerden rapor alındı Olaydan sonra rapor için Adli Tıp Kurumu'na sevk edilen F.S.'ye tecavüz edildiği belirlendi. Daha sonra Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi'ne sevk edilen F.S.'nin ruh sağlığının bozulduğu tespit edildi. Son olarak Sağlık Bakanlığı Çocuk İzlem Merkezi'ne götürülen F.S., muayene ve görüşmeye alındı. Adli Tıp Kurumu, Çocuk Hastalıkları Hastanesi ve Çocuk İzlem Merkezi'nden alınan 3 ayrı rapor, dava dosyasına konulurken, tecavüzün meydana geldiği bodrum katında inceleme yapan polis, boş bir kağıt mendil poşeti bularak kriminal incelemeye gönderdi. İncelemede poşetin üzerinde şüphelinin sol el orta parmak izi tespit edildi. Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı'nın hazırladığı iddianamede de sanığın mağdura birden fazla nitelikli cinsel saldırıda bulunduğu ve mağdurun ruh sağlığının bozulduğu belirtildi. Rapor almaya gitmedi F.S.'nin tecavüze uğramasına ilişkin davanın bir önceki duruşmasında mahkeme heyeti, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nden mağdurun beden ve ruh sağlığına ilişkin kurul raporu aldırılmasına karar verdi. Yaşadığı tecavüz olayı ve 3 ayrı muayene sonucu psikolojisi bozulan F.S. ise mahkeme kararına rağmen rapor için hastaneye gitmedi. Polis zoruyla rapor aldırılmasına karar Davanın görülmesine Diyarbakır 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşmaya tutuklu sanık B.Ç. ve taraf avukatları katıldı. Duruşmada söz alan F.S.'nin avukatı Gülşen Özbek, dosyadaki doktor raporunun yeterli olduğunu ve mağdurun psikolojisinin daha fazla bozulmaması için bir daha rapora gönderilmemesini istedi. Tarafları dinleyen mahkeme heyeti, F.S. için daha önce alınan raporun bilirkişi doktor tarafından yazıldığını ve Yargıtay içtihatları kapsamında hükme esas alınamayacağını belirtti. Mahkeme heyeti, mağdurun Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden kurul kararı aldırılması için Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazı yazılmasına karar verdi. Mahkeme heyeti, mağdurun babası ve annesinin rızasına bakılmayarak rapor için zorla götürülmesine ve hastaneye götürülmesi sırasında sosyal hizmet uzmanının da refakat etmesine karar verdi. Sanığın tutukluluk halinin devamına karar veren mahkeme heyeti, rapor sonucunun beklenmesi için duruşmayı erteledi.T24
Suriye Toplantısı İçin Kim Ne Yazdı?
Cengiz Çandar: Dünyanın her ülkesinde böyle sıfatlar taşıyan kişiler bu gibi konuları konuşurlar. Nasıl konuşurlarsa konuşsunlar 'Devlet sırrı' kavramı tam da bu gibi durumları ima eder Suriye’yle ve Suriye içindeki bazı silahlı gruplarla gerilimin tırmandığı günlerde yapıldığı anlaşılan bir toplantının ses kaydı dün internette yayınlanması krize yol açtı. Başbakan Tayyip Erdoğan ses kaydının servis edilmesini 'vatan hainliği ve alçaklık' olarak yorumladı. Dışişleri Bakanlığı da 'bunu yapanların hesap vereceğini' belirterek soruşturma açıldığını açıkladı. Hürriyet'ten Mehmet Y. Yılmaz, İsmet Berkan Milliyet'ten Melih Aşık, Güneri Cıvaoğlu Sabah'tan Emre Aköz ; Star'dan Mustafa Karaalioğlu; Vatan'dan Oktay Gönensin; Radikal'den Cengiz Çandar, Murat Yetkin, Deniz Zeyrek, Orhan Kemal Cengiz; Cumhuriyet'ten Can Dündar; Yeni Şafak'tan İbrahim Karagül ; Taraf'tan Amberin Zaman; Türkiye gündemine oturan ses kaydı skandalını yorumladı. 9 gazeteden 14 yazarın sızdırılan ses kaydı hakkındaki yorumlarının bir kısmı şöyle Mehmet Y. Yılmaz - Hürriyet Oy hırsı gözlerini iyice kör etmiş Son kayıtta yer alan seslerin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e ait olduğu ileri sürülüyor. Yayınlanan ses kaydında söylenen sözlere girmeyeceğim. Zaten bunu merak edenlerin hepsi dün internette kaydı dinledi, bazı haber sitelerinde kaydın çözülüp yazılı hale getirilmişi bile yayımlandı. Sadece kısa bir özet yapayım: Suriye ile savaşa girmek için Süleyman Şah Türbesi’nin bir gerekçe olarak kullanılması, “gerekirse Türkiye’ye doğru 8 füze attırıp” müdahale için ortam yaratılması konuşuluyor. Bu ses kaydı gerçek ise söylenecek şeyler belli: Bir kere, böyle önemli bir toplantıyı bile yeteri kadar güvenlik önlemi almadan yapabiliyorlar. Dinleyen artık her kimse böyle bir heyetin, böyle bir toplantıyı hiçbir önlem almadan yapmalarına da mutlaka şaşırmıştır. Öte yandan bu kaydı kim yaptı bilemiyoruz: Cemaat mi, Suriye muhaberatı mı, başka bir ülkenin gizli servisi mi? Kaydı kim yapmış olursa olsun, ulusal güvenliğimize karşı açık bir saldırı olarak niteleyebiliriz. O toplantıyı yapanlar, böyle bir olasılığı göz önünde tutup gereken önlemleri almış olmalıydılar. Ankara’da, dışarıdan dinlenmeye izin vermeyecek bir ortam yaratmak bu kadar mı zor? MİT’in ve askeri istihbaratın işi nedir, görevi bunları öğrenip engellemek değil midir? Diğer konu ise seçim kazanmak uğruna bir ülkenin savaşa sürüklenmek istenmesi. Artık gözlerini nasıl bir oy hırsı bürüdüyse, bu nedenle insanların ölebileceğini, ülkenin Suriye bataklığına çekilip, yutulabileceğini bile hesaba katmıyorlar. Belli ki yolsuzluk suçlamalarından kurtulabilmek, soruşturmaları örtbas etmek, seçimden sonra TBMM açıldığında milletvekillerini savaş ile oyalamak her şeyden önce geliyor. Her şey iktidarın ve bugüne kadar korkusuzca yürüttükleri yağma düzeninin korunması için! Ne memleketin geleceği umurlarında, ne insanların hayatı! Yazının tamamı için tıklayın İsmet Berkan - Hürriyet Bir devletin sona erdiği an... Odada Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler toplantı halinde. Toplantının konusu Suriye. Büyük ihtimalle çok yakın zamanda yapılmış bir toplantı bu; ve yine büyük ihtimalle ya Ahmet Davutoğlu’nun bakanlıktaki makamında veya onun Ankara’daki konutunda yapılıyor toplantı. Konuşmaların içeriğinden Hürriyet’in yayın ilkeleri nedeniyle söz etmiyorum; o yüzden içerikle ilgili görüşlerimi de yazmayacağım. Sadece şunu söylememe izin verin: Türkiye bir Suriye uçağını düşürdü diye veya Süleyman Şah Türbesi, hem Kaide, hem de Suriye’deki rejimle bağlantılı savaşan IŞHİD adlı örgütün tehdidi altında diye Türkiye, Suriye ile savaşa girecek kadar aklını kaçırmadı. Esas çirkin iddia olan, ‘Seçimi kazanmak veya kaybedileceği anlaşılan seçimi ertelemek için ülkeyi savaşa götürüyorlar’ şeklindeki eveleme-gevelemenin hiçbir mantığı yok. Çünkü ülkede ana muhalefet bile şu aşamada seçimi kazandığı iddiasında değil; iktidar partisi ise seçimi kazanacağına zaten inanıyor, daha fazla oy alma peşinde Yazının tamamı için tıklayın Melih Aşık - Milliyet Sırlar patladı! İçte dışta bir kez daha küçük düşmek için dünkü kasetten başka bir şeye gerek kaldı mı? Sanmıyoruz... Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler bir odada Suriye’ye savaş senaryosunu konuşuyorlar. Yaptıkları konuşmalar dışardan dinleniyor. Youtube’a aktarılıyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Irak Şam İslam Ordusu IŞİD’e karşı operasyon durumunda yurtiçinde bombaların patlayacağını söylüyor “Sınır kontrol altında değil” itirafında bulunuyor. Bu sözleri dün YouTube aracılığıyla bütün dünya izliyor. Bu arada... CHP lideri Kılıçdaroğlu birkaç gündür TSK’yi Suriye’ye yönelik bir savaşa karşı uyarıyor. Anlaşılan ordu içinden birileri Kemal Bey’i uyarıyor... Dışişleri’nin bu olayı “alçakça bir casusluk faaliyeti” diye nitelemesi doğrudur. Ama dinlemelere karşı bu güvenlik zafiyetine ne demeli... Kimdir bu dinlemeciler? Neden yıllardır bir türlü yeterli önlem alınamadı? Bu komplo planlarının açıklanmasından sonra kimi nasıl bu devletinc ciddiyetine inandıracaksınız? Yazının tamamı için tıklayın Güneri Cıvaoğlu Milliyet “Rüyaymış” demek istiyorum! 17 Aralık’-tan bu yana olanlar için o söylemi her defasında hatırlıyorum. “Onlar dışarıdan, biz içeriden bu devleti yıkamadık...” Gerçekten dinledikleriniz, görüntülerle izledikleriniz art arda zihninizden bir film şeridi gibi aksın. Böyle bir “gerilim, korku, rezalet, dehşet, ihanet” senaryosu sinema dünyasında bile üretilemez. Ne gerçek, ne dublaj, ne montaj... Artık hepsi karıştı. Mide bulantısının dışa vurumu gibi akıyor. Tiksinti veriyor. YouTube’un da kapatılmasına neden olan son sesler ve tapelerin içeriğine girmem. Ama... Ulusal güvenliğimiz adına karanlık kuyulara yuvarlandım. Hem konuşulanlar için... Hem de bu “en özel, en kozmik, en hayati” toplantının bile dinlenebildiği bir ülkenin bireyi olmaktan dolayı... Gözbebeği devletimiz nasıl bu kadar korunaksız olabilir? “Ah ne safmışız” diye geçiştirilemeyecek “über zaaf...” Allah korusun Türkiye savaşta olsa, “en kritik, en kozmik harp planları” sapır sapır ortaya mı dökülecekti? Bu dinlemeyi yapanlar ve yayanlar asla tasvip edilemez. İç siyaset için yapılmış olsa bile Türkiye düşmanlarının keyifle avuçlarını ovuşturdukları bir servistir. Yazının tamamı için tıklayın Cengiz Çandar - Hürriyet Devletin iflas hali Tayyip Erdoğan’ın Van ve Diyarbakır konuşmalarını dinleyenler arasında mutlaka Farinelli filmini hatırlayanlar çıkmıştır. 1994 yapımı film, 18. yüzyılda yaşamış olan tarihteki en ünlü 'castrato' şarkıcının hayat hikâyesiyle ilgiliydi. Tayyip Erdoğan’ın bağırmaktan, günlerdir yüksek sesle ona buna, oraya buraya tehdit savurmaktan ve hakaret etmekten kısılmış sesi, tıpkı Farinelli’nin sesi gibi çıkıyordu. Van ve Diyarbakır konuşmalarını dinleyenler, kendisinin ne dediğinden ziyade, sesinin tınısından ötürü bir komedi stand-up’ı izledikleri duygusuna kapıldılar. Oysa, onun konuştuğu sıralarda, onun yönettiği Türkiye, belki de bugüne kadarki en büyük 'skandal'a tanık olmaktaydı. Tayyip Erdoğan o sesiyle 'yolsuzluk-hırsızlık lekeleri'yle kirlenmiş iktidarını devam ettirebilmek için çırpınır ve gülünç görüntüler verirken Türkiye devleti, tarihinin en 'acıklı' durumuna düşürülmüştü. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler, Suriye’ye yönelik askeri harekâtın nasıl yapılacağı ya da yapılamayacağı üzerinde konuşuyorlar. En can alıcı hususların dile getirildiği 15 dakikalık bir bölüm, YouTube üzerinden internette. Her isteyen dinleyebiliyor! Yazının tamamı için tıklayın Orhan Kemal Cengiz - Radikal Zombi Türkiye Yolsuzluk, hırsızlık ve hukuk tanımazlık hikâyeleri dinleye dinleye ruhları derin bir aşınmaya uğramış benim de içinde olduğum bu zombilerin yanı sıra, bir başka zombi hikâyesi de hükümet taraftarları için yazılıyor. Hükümetin de kendi taraftarı zombilere bir şeyler vermesi gerekiyor. İşte o taraf için de şu bayraklı reklam filmi çıktı ortaya. Brad Pit’in World War-Z filminde, zombilerin Kudüs Duvarına tırmandıkları sahnenin birebir aynısı tekrarlanıyor AKP’nin reklam filminde. Aradaki tek fark, duvar yerine bayrak direğine tırmanmaları ve direğe tırmananların epey kanlı canlı görünmeleri. Ancak işte, öyle reklam filmiyle tatmin etmenin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmış olmalı. Başka bir filmi koyuyorlar sahneye. El Kaide Suriye’den sözde tehdit ediyor, Süleyman Şah Türbesi'ndeki Türk bayrağı inecek, yoksa asarım keserim, diyor. Yazının tamamı için tıklayın Pınar Öğünç - Radikal Aynı eve mi döneceğiz Yaşadığımız öyle bir olağanüstü hal ki, insanda 'Artık eve dönsek' hissi uyanıyor. Ev neresi? Peki ya bu koku... Dün akşamüstü Başbakan’ın kökünü kazımaya yemin ettiği, türlü katakulliyle yerel seçim öncesi tabii yollardan girilemeyeceği de hissedilen Twitter’da, Milli Güvenlik Kurulu’nun acilen toplandığı konuşuldu. Belli ki etrafındaki haleden kimse uyarmaya cüret edememiş; Başbakan’ın kısık sesiyle, inatla mikrofon başına geçtiği Van mitingi, birkaç saat evvelinde ortaya salınan Suriye temalı ses kayıtlarını kısa süreliğine unutturmuştu ancak. Olağanüstü hal ilan edilebilir mi, anayasa askıya alınabilir mi diye soruyordu herkes birbirine. Seçim iptal edilebilir mi? Başbakanlık’ın açıklaması böyle bir toplantının söz konusu olmadığını söylüyorsa da işlerin bu noktaya dahi gelebileceği akıldan o kadar uzak durmuyordu. 'Bu katiyen olmaz' cümlesini kim gönül rahatlığıyla kurabiliyor ki şu ara, buna kim şaşırırdı. Belki de her şey daha net olurdu; bilirdik. 17 Aralık’tan beri dünya yüzünde başka numunesi olmayan bir olağanüstü hal yaşıyor aslında Türkiye. Kahvelerde, kafelerde, okullarda, evlerde konuşulan mevzular değişti. İnsanların tape peşinde uyku saati, dili, öfkesi, küfrü değişti. Gezi zamanından beri aslında, siyasetle kurduğu ilişki değişti. Şaşırma, mide bulantısından öğürme eşiği değişti. ‘Normal’i kaydı. Nereye bakacağını, önce neye sinirleneceğini, neyle neyi bağlayacağını bilemez oldu. Ruhen yorucu bir hal bu. Zaman geçtikçe insanda “Yeter artık eve dönsek” hissi yaratıyor biraz. Sanki başka bir yerdeyiz, kanepemizi özlüyoruz. Yazının tamamı için tıklayın Murat Yetkin - Radikal Buz gibi casusluk, yurdun kalelerine girilmiş Dışişleri Bakanlığı'ndaki gizli güvenlik toplantısını kaydedip yayımlamak yolsuzluk iddialarına benzemez; düpedüz casusluk faaliyetidir. Dün öğle saatlerinde internete düşen iki ses kaydı daha öncekilere hiç benzemiyordu. Kayıtlar çok gizli nitelikte bir toplantıdan alınmıştı. Toplantı, Dışişleri Bakanlığı’nda yapılmıştı. Bakan Ahmet Davutoğlu’nun makam katının güvenli ortamında yapılmıştı. Tarih 13 Mart 2014 Perşembe. Konu, Suriye’deki tek Türk toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi’ne Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) tarafından yapılan saldırılar. Kriz var? Ne yapılacak? Müdahale mi edilecek? Nasıl edilecek Alternatif planlar konuşuluyor. Kriz toplantısına Bakan Davutoğlu başkanlık ediyor. Katılanlar MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu. Henüz daha geniş katılımlı toplantı için özel elektronik kormalı odaya geçilmemş; Bakanın makam odasında sohbet ediliyor. İşte dün, 30 Mart seçimine üç gün kala bu çok gizli toplantının kayıtları iki posta halinde internete sızdırıldı Yazının tamamı için tıklayın Deniz Zeyrek - Radikal Dışişleri'nde böcek avı İnternete düşen kaydın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Gürel ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın 13 Mart günü Davutoğlu'nun odasında yapılan ön değerlendirme konuşmalarının kayıtları olduğu ortaya çıktı. İnternete düşen kaydın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Gürel ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın 13 Mart günü Davutoğlu’nun odasında yapılan ön değerlendirme konuşmalarının kayıtları olduğu ortaya çıktı. Bakan odasındaki 4’lü toplantının ardından toplantı salonuna geçilerek, MİT, Genelkurmay ve Dışişleri’nden yetkililerin katıldığı ikinci bir toplantı yapılmış. 13 Mart’ta Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı terör örgütü Süleyman Şah Türbesi’nin etrafındaki bütün yerleşim yerlerini ele geçirince Ankara harekete geçmişti. İstihbarat, IŞİD’in Türkiye’ye “Üç gün içinde bayrağı kaldırın, yoksa saldıracağız” tehdidini içeren videoyu kaydettiği bilgisini de edinmişti. Bunun üzerine MGK’nın ‘Dış Güvenlik’ ile ilgili bölümündeki yetkililer toplantı kararı aldı ve Dışişleri’nde toplanıldı. Kayıttaki dört ismin yanısıra Genelkurmay Harekat Başkanı, Dışişleri ve MİT’ten Müsteşar Yardımcıları da toplantıda yeralmıştı. Toplantının hedefi, olası saldırı halinde krizin nasıl yönetileceğini ve önlemleri belirlemekti. Yazının tamamı için tıklayın Ezgi Başaran - Radikal Buradan OHAL'e gideriz Öğle saatlerinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT müsteşarı Hakan Fidan, Feridun Sinirlioğlu ve Korgeneral Yaşar Güler'in Suriye hakkında yaptığı toplantının ses kayıtları internete düştüğünde herkes anladı. Neyi? Öğle saatlerinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT müsteşarı Hakan Fidan, Feridun Sinirlioğlu ve Korgeneral Yaşar Güler’in Suriye hakkında yaptığı toplantının ses kayıtları internete düştüğünde herkes anladı. Neyi? Şunu: Nasıl korkunç bir durumun içinde olduğumuzu. Çünkü bu ses kayıtları gösteriyordu ki, bizi yönetenler bakkal hesabı yapar gibi Suriye’ye ‘girmeyi’ konuşuyordu. ‘Stratejik derinlik’ filan hak getire. Bölge ve şartları ortaokul coğrafya öğretmeni seviyesinde tartışılıyordu. Ve en fenası… Süleyman Şah Türbesi’nin bahane edilerek ‘gündeme iyi gelecek’ bir Suriye saldırısından söz edilmesi… Hatta ‘tüm Suriye meselesi omuzlarına yıkılan’ MİT müsteşarının bahaneye gerek yok, gireceksek hadise çıkararak (kuvvetle muhtemel canlara mal olarak) bahaneyi biz yaratırız demesi… Kirli ve tehlikeli bir devletin entelekti düşük sohbetinden bunları öğrendik. İyi de nasıl? Nasıl oldu da öğrendik? Yazının tamamı için tıklayın İbrahim Karagül - Yeni Şafak Bu millet sizi affetmeyecek! Vatan hainliğinin tanımı nedir, nasıl bir şeydir? Başka ülkeler adına, o ülkelerin istihbarat teşkilatları adına kendi ülkesinin sırlarını çalanlara, casusluk yapanlara, hırsızlara, ülke düşmanlarına nasıl davranılır? Kendi ülkesinin bütün mahrem alanlarına girip, bilgileri yayınlayanlara, yayınlamadan önce de bir takım yerlere servis edenlere, ülkesine ve milletine savaş açanlara ne yapılır? Vatan hainliğinin ve casusluğun cezası nedir? Tarih boyunca, hangi ülke olursa olsun, bu suçları işleyenlere neler yapılmıştır? Bunları bir düşünün... Düşünün de Türkiye'nin nasıl bir düşmanla karşı karşıya olduğuna bir kez bakın... Dün, Türkiye'ye karşı yapılan ihanet, Fransa'ya, Rusya'ya, ABD veya İsrail'e karşı yapılsa nasıl karşılık bulurdu? Hepsini kurşuna dizerlerdi. Bazıları da ortadan kaybolur yıllarca izi bile bulunamazdı. Bunları yapanlar, dünyada bu işlerin böyle yürüdüğünü bilmiyor mu? Yazının tamamı için tıklayın Emre Aköz - Sabah Paranoya halleri 2011 sonbaharından günümüze iki buçuk yıl geçti. Bu süre zarfında Başbakan Erdoğan ile GK Başkanı Org. Necdet Özel arasında bir gerginlik olduğunu duymadık. Mutlaka anlaşmazlıklar olmuştur ama kısa süre içinde uzlaştıkları belli oluyordu. Derken Türkiye hava sahasını ihlal eden Suriye askeri uçağı TSK tarafından düşürüldü... O arada Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgüt; fol yok, yumurta yok, Türkiye toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi'nin ('Saygı Karakolu'nun) boşaltılmasını istedi... Tabii Ankara da özetle 'Saldıran cevabını alır' dedi. Bunun üzerine muhalefeti oluşturan kesimler (CHP, MHP, BDP ve Cemaat medyası), 'Hükümet ülkeyi savaşa sokup, oylarını artırmak mı istiyor' diye ayaklandı. (Ara Notu: 'Ne alakası var' diyeceksiniz... Bağlantı şöyle: Tarih gösteriyor ki bir savaş durumunda vatandaşlar, hükümetin çevresinde toparlanıyor.) Yazının tamamı için tıklayın Mustafa Karaalioğlu - Star Baykal’ın kaseti, devletin sırları demokrasinin geleceği Sözü uzatmaya, komploya, dedikoduya hacet yoktur... Kaset, kayıt, dinleme, tape denilince akla kim, hangi grup geliyorsa Deniz Baykal’ın özel görüntülerinin bulunduğu videoyu çekip, servis eden de odur. Hiçbir kampanya bu gerçeği değiştiremez. Paralel medyanın kendini açık etme pahasına, elbirliğiyle yürüttüğü algı operasyonu beyhudedir. MHP yöneticileri ve milletvekillerinin aynı türdeki kayıtlarını çekip servis eden yapı da orasıdır. Dün, internete servis edilen ve Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanı Suriye konulu strateji toplantısını dinleyip, tarihe eşi benzeri görülmemiş bir ihanet belgesi olarak geçiren güç de aynıdır. “Paralel yapı”nın demokrasimiz ve devlet sistemine yönelik tehdidi kelimelerle ifade edilecek boyutu geçmiştir. Bugün, nasıl olsa Tayyip Erdoğan’ı sıkıntıya sokuyor diye olup bitene alkış tutanlar da aynı tehditle karşı karşıyadır. Hepsinin özel hayatı yıllardır dinlenmiş, kaydedilmiş ve dosyalanmıştır. Cumhuriyet tarihinde bundan daha sistematik, daha sinsi, daha belden aşağı bir girişim yaşanmamıştır. Hedefe ulaşmak için, özel hayattan devlet güvenliğine kadar bütün kuralları ve bütün değerleri karalamayı, yıkmayı göze alan bir darbe girişiminden söz ediyoruz. Yazının tamamı için tıklayın Okay Gönensin - Vatan Kanıt açık, durum çok net Devletin en tepesi; Dışişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, Genelkurmay İkinci Başkanı, Dışişleri Müsteşarı toplantıda. Konu Suriye. Suriye politikasının genel hatları da konuşuluyor, somut konular, “teknik” ayrıntılar da konuşuluyor. Ve bu toplantı dinleniyor, kayda alınıyor, siyaseti etkilemek amacıyla kullanılıyor. Dinleyenlerin ve yayanların amacı Hükümet’in Suriye konusunu seçim kaygısıyla belirlediğine inandırmak. Servis edenler, başlıkta bunu söylüyor. Söz konusu toplantı Dışişleri Bakanlığı’nda yapılıyor. Bu toplantıyı dinlemenin, kaydetmenin ve sızdırmanın adı dünyanın her yerinde “casusluk”tur. Yazının tamamı için tıklayın Can Dündar Cumhuriyet Sonuna Geldik Dışişleri Bakanı’nın odasının ve o odadaki savaş hazırlığının dinlenmiş oluşu, “ulusal güvenlik sorunu” filan değil, düpedüz kepazeliktir. Hem de öyle Youtube’u kapatmakla, Twitter’ı yasaklamakla, sert açıklamalar yapıp dayılanmakla örtbas edilemeyecek bir kepazelik... Camiye ayakkabıyla girdi yalanıyla gencecik çocukları linç ettirmeye kalkışan zihniyet, türbenin oraya, “Boş alana 8 tane füze attırır, savaş için gerekçeyi üretirim” diyebilmiş. Ve devlet dediğimiz kâğıttan kaplan, -hem de bunca dinleme skandalından sonra-, kendi karargâhını bile dinletmemeyi becerememiş. Hangi efelenen açıklama, hangi zavallı yalanlama, hangi kapatma, baskın, tutuklama, bu kepazeliği unutturabilir ki? Yazının tamamı için tıklayın Amberin Zaman - Taraf ‘Başka kayıtlar ve bir de kaset var’ Çarşamba günü birlikte Manisa’ya uçarken Baykal kaseti ile ilgili tapeleri ilk kez dinleyen Kılıçdaroğlu bu kez Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler ve Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’na ait olduğu iddia edilen ses kaydını bizimle birlikte dinledi. Bu tape’de adı geçen kişilerin Türkiye ile Suriye arasındaki savaşı körükleme planları yaptıkları öne sürülüyor. Kılıçdaroğlu’nun ilk tepkisi şöyle oldu: “Erdoğan’ın savaş kışkırtıcılığı yaptığını biliyorduk zaten. Bu kadar rezillik yaşanmadı. Eline kan bulaşmış. Kardeş kanı bulaşmış. Kana doymayan bir adam. Suriye’deki kana doymadı. Müslüman Müslümanı öldürüyor. Bu zevk duyuyor. Kana doymayan adam savaş kışkırtıcılığı ile ayakta durmaya çalışıyor. Defalarca uyardım Genelkurmayı da uyardım. Türkiye bu süreçte girerse sorumlusu Erdoğan’dır.” Yazının tamamı için tıklayın T24
Onur Ünlü: 'Benim Tek Oto Sansürüm Kalp Kırmamak'
Leyla ile Mecnun dizisinin yönetmeni olarak tanınan Onur Ünlü, yaptığı işlerde kimsenin kırılmaması adına özenle davranarak çalıştığını belirtti.Geçtiğimiz yılın fenomen dizisi Leyla İle Mecnun’un da yönetmenliğini yapan Onur Ünlü , hayat gelip geçerken bir şeyler yapmak istediğini ve bu yüzden sinemayı tercih ettiğini söylüyor. Yaptığı işlerle kalp kırmak istemediğini belirten Ünlü, “Benim tek kişisel kıstasım budur. Sansür olarak düşünürsek oto sansürüm kalp kırmamak.” diyor. Her ay bir yönetmeni sinemaseverlerle buluşturan Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin bu ayki konuğu ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ filmi ve yönetmeni Onur Ünlü’ydü. Atilla Dorsay ve Burak Göral moderatörlüğünde yapılan söyleşide Ünlü, temel meselesinin insanın yalnızlığı olduğunu anlattı. Film yapmanın zorluklarına değinen Ünlü, hayat gelip geçerken bir şeyler yapmak istediğini ve bu yüzden sinemayı tercih ettiğini söyledi. Ünlü, “Yaptığım şeyle herhangi bir şekilde kalp kırmak istemem. Çok önemli bir laf da olsa insanları çok etkileyeceğini düşünsem de birinin kalbini kıracaksa onu söylemeyi tercih etmem. Benim tek kişisel kıstasım budur. Sansür olarak düşünürsek oto sansürüm kalp kırmamak.” dedi. ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ filminin yanı sıra ‘Polis’, ‘Beş Şehir’, ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’ üzerine değerlendirmeler yapan Ünlü, kendisine göre sinemanın bir hikâye anlatma yöntemi olmadığını, imajlardan oluştuğunu dile getirdi. Zaman gazetesinde yer alan habere göre Ünlü, “Dünyada niye bulunduğumuzla ilgili temel bir sarsıntı yaşıyoruz. Bu sorunun çarpıcılığı bize ne yaptırıyorsa yaptırıyor.” ifadelerini kullandı. “Bitmiş bir filmi en güzel film olduğunu söyleyerek bana verseler de almam çünkü zaten onu çekerken yaşayacaklarım benim için önemli.” diyen Ünlü, aynı durumun diziler için geçerli olmadığını belirtti. Çalışkan biri olduğunu ve kafasında her zaman birden fazla fikir olduğunu söyleyen Ünlü, ruh haline göre o fikirlerden birinin üstüne filmi inşa ettiğini söyledi. Ünlü, bu sebeple yazdığı ilk senaryoyu hâlâ çekmemiş. Bunun yanı sıra birkaç kez en iyi senarist ödülünü alan Onur Ünlü için yazar kimliği yönetmen olmaktan önde geliyor. Filme başlarken temel meselenin olması gerektiğini anlatan Ünlü, şöyle devam ediyor: “Ben önce karakteri oluşturuyorum sonra bu adam şu durumda ne yapar diye düşünüyorum. ‘Bir kadınla karşılaşırsa ne olur?’, ‘Maça giderse ne yapar?’, ‘Yemeği beğenmezse nasıl tepki verir?’ gibi. Bunları düşündükçe yavaş yavaş karakterin durumu belli oluyor. Bu arada kafamda çekmek istediğim sahneler oluşuyor. Mesela taş yağma sahnesi... Ben o sahneyi çekebilmek için gerekirse hikâyenin yönünü değiştirebiliyorum. Her filmimde 8-10 tane temel sahnem olur, hikâyemi de o sahnelere doğru getiririm.” Geçtiğimiz yılın fenomen dizisi Leyla ile Mecnun’la adını oldukça geniş bir kitleye duyuran Ünlü, sinema filmleri ile de pek çok ödülün sahibi oldu. Ünlü’nün polisiye türünde yaptığı son filmi ‘İtirazım Var’ 18 Nisan’da gösterime girecek.T24
Şili'deki Deprem: Ülkenin Kuzeyi Felaket Bölgesi
Şili 8,2 büyüklüğündeki depremin ardından ülkenin kuzeyindeki iki farklı noktayı felaket bölgesi ilan etti.Şiddetli sarsıntının ardından şu ana dek en az altı kişinin öldüğü, on binlerce kişinin ise deprem bölgesinden tahliye edildiği belirtiliyor.Amerikan Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin verilerine göre Yerel saatle 20:46'da (TSİ: 01:46) vuran depremin merkez üssü ülkenin kuzeybatısındaki Iquique bölgesine 86 kilometre uzaklıkta.Sarsıntının artından boyu 2,1 metreyi bulan dalgalar bazı bölgeleri vururken, elektrik kesintileri, yangınlar ve toprak kaymaları haberleri geliyor.Şili hükümetinden yapılan açıklamada, Arica, Parinacota ve Tarapaca bölgelerinin 'yağma ve kargaşayı önlemeyi' amaçladığı vurgulandı.Şili Cumhurbaşkanı Michelle Bachelet ülkesinin 'acil durumla iyi başa çıktığını' söyledi ve depremden etkilenen bölgelerde yaşayanlara 'suküneti koruma ve yetkili makamların talimatlarına uyma' çağrısı yaptı.Bachelet'in bugün depremden etkileyen bölgeleri ziyaret etmesi bekleniyor.Şili Televizyonu araçlarla deprem bölgesinden ayrılmaya çalışanların oluşturduğu trafik sıkışıklıklarını gösteren görüntüler yayımladı.Yetkililer beş kişinin yıkılan duvarların altında kalarak, ya da kalp krizinden öldüğünü belirtti.Iquique Valisi Gonzalo Prieto yaralananlar da olduğunu söyledi.Hükümet henüz kıyı bölgelerinde ciddi bir hasar oluştuğuna dair bir bilgi alınmadığını söylerken, Arica'da bazı evlerin yıkıldığı bildiriliyor.Gün ışıyana dek bölgedeki hasarın tam olarak tespit edilemeyeceği söyleniyor.Sarsıntı Peru'da ve Iquique'ye 470 kilometreden fazla uzaklıkta bulunan Bolivya'nın başkenti La Paz'da da hissedildi.Depremi izleyen birkaç saat içinde en az sekiz artçı sarsıntı oldu. Bu sarsıntılardan birinin büyüklüğü 6,2 olarak ölçüldü.Şili İçişleri Bakanlığı Iquique'nin dışındaki bir anayolun toprak kayması nedeniyle kapandığını açıkladı.Putre ve General Lagos kentleri arasında da toprak kayması olduğu belirtiliyor.Depremin ardından Iquique'de 300 kadın mahkumun firar ettiği açıklandı.Yetkililer daha sonra mahkumların 26'sının yakalandığını söyledi.Yağma olaylarına karşı özel kuvvetlere bağlı birliklerin bölgeye gönderildiği açıklandı.Pasifik Tsunami Uyarı Merkezi, Şili, Peru, Evkador, Kolombiya ve Panama'da Tsunami alarmı verdi.Ancak daha sonra Şili ve Peru dışındaki ülkeler için alarm ve uyarılar kaldırıldı.Şili İçişleri Bakanı Mahmud Aleuy, 'Tüm kıyı bölgelerindeki halkımızdan evlerini tahliye etmelerini istiyoruz' dedi.Peru'nun Şili sınırındaki Boca Del Rio kasabasında yaşayan 200 kişinin de boyu iki metreyi bulan dalgaların vurması üzerine tahliye edildiği açıklandı.Şili'nin Antofagasta kenti yakınlarında yaşayan İngiliz vatandaşı Patrick Moore BBC'ye yaptığı açıklamada geçen yılın son aylarından bu yana bölgede birkaç sarsıntının yaşandığını söyledi.Moore, 'Ama bu deprem, merkez üssü daha uzak olsa bile çok daha uzun sürdü.' dedi.Arica bölgesinde bir motel işleten Kurt Hertrampf da BBC'ye yaptığı açıklamada, depremin ardından elektriklerin kesildiğini söyledi ve 'Şehir merkezi bir hayalet kasaba gibi' dedi.Depremin merkez üssüne yakın bölgelerde madencilik yapılıyor. Ancak büyük bakır şirketlerinin hiçbiri üretimlerinde problem olduğuna dair bir açıklama yapmadı.Şili, sismik olarak dünyanın en aktif ülkelerinden biri.Ülkenin orta ve güney kesimleri 27 Şubat 2010'da da 8,8 büyüklüğünde bir deprem ile sarsılmış, afette 500'den fazla kişi hayatını kaybetmişti. Deprem sonrası meydana gelen tsunami de Şili'de büyük yıkıma neden olmuştu.Bugüne kadar kayıtlara geçen en şiddetli deprem de yine Şili'de meydana gelmişti.Ülkede 1960'da meydana gelen 9,5 büyüklüğündeki deprem sonucu 5 binden fazla kişi hayatını kaybetmişti.
Kesab'tan Vakıflı'ya Kaçanlar Anlattı
Hatay’ın Yayladağı sınır kapısına üç kilometre mesafedeki Kesab kasabası 21 Mart’tan bu yana İslami ve Türkmen grupların elinde. Kasabanın sivil nüfusu Lazkiye ve Tartus gibi şehirlere kaçmak zorunda kaldı. Lazkiye’deki Surp Hagop Ermeni Kilisesi’nde 60 kadar aile barınıyor, diğer aileler ise akrabalarının ve tanıdıklarının yanına sığınmış durumda. Militanların neredeyse her evi yağma ettiği ve kapı ile pencerelerin dahi sökülerek Türkiye’ye gönderildiği Kesab’da çoğunluğunu yaşlıların oluşturduğu 30 kadar kişinin kaldığı tahmin ediliyor. Bu insanlardan ikisi, muhalifler tarafından Türkiyeli yetkililere teslim edildi. Muhaliflerin kendilerini kasabadan çıkarırken Lazkiye’ye götürdüklerini söylediklerini belirten 82 ve 84 yaşındaki Titizyan kardeşler, Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan Vakıflı’da misafir ediliyorlar. Satenik ve Sirpuhi Titizyan’la başlarından geçenleri konuştuk. Nasıl çıkardılar sizi evinizden? Ermeniler Kesab’dan gideli bir hafta olmuştu. Sakallı adamlar evimize geldi. 10 kişilerdi. Saçları uzun, boylu poslulardı. Korktuğumuzu anlayınca “Korkmayın” dediler. Eve girdiler, evi karıştırdılar, “Silahınız var mı?” diye sordular. “Ne oğlumuz, ne kocamız var, ikimiz yalnızız, silahı ne yapacağız?” dedik. Gittiler sonra. Arapça mı konuşuyorlardı? Hayır Türkçe konuşuyorlardı. Sadece biz ve Stalin adında komşumuz yaşlı bir adam kalmıştı Karaduran’da. Başka sakallı adamlar tekrar geldiler. Stalin’i çağırdık, çünkü bu sakallı adam Arapça konuşuyordu, anlamıyorduk. Stalin dedi ki, adam sizi yarın Lazkiye’ye giden Ermenilerin yanına götürecek. Ertesi gün adam dediği gibi sabah 7’de bizi götürmeye geldi arabayla. Arabaya bindik. Evin kapısını kapattım, kilitledim sonra da anahtarımı adama verdim. Anahtarını neden verdiniz? Vermeseydim biz gittikten sonra kapıyı kırıp girecekti. “Al senin olsun, sağlıkla kal sen de evimde” dedim. Bir şey demedi, anahtarı cebine koydu ve kafasını salladı. Sonra bizi Türkiye sınırına getirdi. Adama sordum, “Bizi Türkiye’ye mi götürüyorsun? Lazkiye’ye gidecektik hani” dedim. Cevap vermedi. Eşyalarımızı taşıdı, bize kötü davranmadı. Sınır kapısından geçtikten sonra bizi büyük adamın (Yayladağ Kaymakamı) yanına götürdüler, parmak izimizi alıp fotoğraflarımızı çektiler. Tansiyonlarımıza baktılar, pasaportlarımızı aldılar, döndüğümüzde bize geri vereceklerini söylediler. Kağıtlar imzaladık, sonra bizi Vakıflı’ya getirdiler. Siz neden herkes gibi Lazkiye’ye gitmediniz? Gidenler arabalarıyla gittiler. Kalan az kişi de Karaduran’dan gemiyle gitti. Biz onlara yetişemedik. Kız kardeşim yürüyemiyor, biz eşyalarımızı hazırlayıp toplanma yerine gidene kadar kimse kalmamıştı. Arkadaşınız Stalin neden kaldı? Çünkü yaşlıydı ve “Ben gitmeyeceğim, ölürsem burada öleceğim” dedi. Köye bu kadar çok adamın saldıracağını biliyor muydunuz? Yok ama Erdoğan’ın yolları açtığını söylediler. “Kötü adamlar buraya gelecek” dediler. Eğer Erdoğan yolları açmasaydı, Kesab ve Karaduran’a bu kadar çok kötü adam gelmezdi. Bu sakallı adamlar Türkiye’den geldi. Ölen, öldürülen oldu mu? Olmadı, çünkü herkes gitmişti. Öldürecek adam kalmamıştı. Biz kalmıştık, bize de kötü davranmadılar. Yardım ettiler. Mesela evimizde un vardı ama maya yoktu, son birkaç gün ekmek yapamadık. Sakallı adam geldiğinde, “Yemeğiniz var mı?” diye sordu. “Yemeğimiz var, ekmeğimiz yok” dedik. Bize ekmek gönderdi. Ekmeği getiren Türkçe konuşuyordu. Köye zarar verdiler mi? Amcamın oğlu, elma bahçesini ilaçlamak için traktörün deposuna ilaç hazırlamıştı. Gittim, baktım evine, traktörü almışlar, depoyu da dökmüşler, her taraf çamur olmuş. Büyük varillerde elma sirkesi hazırlamıştık, onu da dökmüşler; bir varil mazot vardı onu dökmemiş, almışlar. Tavuklar kümesteydi, onları serbest bıraktım, aç kalmasınlar diye yem attım. Bütün evlere girmişlerdi, evlerin kapıları pencereleri kırılmıştı, köyde girilmeyen ev kalmamıştı. İnsanlar giderken motorlarını içeriye koymuşlardı ama kapıları kırıp almışlar. Arabalarıyla gittiler ama traktörleri duruyordu. Onları kullanıyorlar şimdi. Kesab’a dönmeyi düşünüyor musunuz? Karaduran’a gidemeyiz, çünkü orada savaşıyorlar. Eğer bizi Lazkiye’ye, Kesab’dan gidenlerin yanına gönderirseniz, gideriz. Eğer olabilirse Beyrut’a gitmek isteriz. Orada ablamız ve abimiz var. Türkiye’ye gelmek konusunda ne düşünüyorsunuz? Bir yere gitmemiz gerekiyordu, çünkü artık orada kimse kalmamıştı. Eğer bir lokma yiyeceğimiz ekmek varsa bu dünyada, onu da yiyeceğiz. Burada korkuyor musunuz? Korkmuyoruz, köyden komşular geliyorlar, gidenimiz gelenimiz eksik olmuyor, bize iyi bakıyorlar. Bu söyleşi Agos gazetesinde 4 Nisan'da yayımlandı.Kaynak: Bianet
'MİT Yasası Sadece MİT'i Koruyor'
HDP Eşgenel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, MİT Kanun Teklifi'nin Kopenhag Kriterleri'ne aykırı olduğunu savunarak, 'Tayyip Erdoğan'ın kendisini haremini korumak için yaptığı bu yasama girişimleri Abdülhamit'in yıldız teşkilatını hatırlatıyor. Bu baskı yasalarını çıkartıp bunların çözümü güvence altına almak için yapıldığının söylenmesine biz ancak gülebiliriz. Bu yalnızca MİT'i güvence altına alıyor' dedi.BDP grup toplantısına Selahattin Demirtaş katılmadı. Grupta konuşmayı HDP Eş Genel Başkanı Kürkçü yaptı. İlk olarak Kürtçe olarak 'hoşgeldiniz' diyen Kürkçü, 'Partimiz bütün linç girişimlerine karşın ispatı vücud etmeyi başardı. Partimiz yola koyulurken, ofiste piyasaya yapmaya benzemeyeceğini biliyorduk. Ne kadar ayrı cephelerden görünseler de birbirlerini bir orkestra gibi bütünleyeceklerini tahmin edemezdik' diyerek şöyle devam etti: 'Saldırganlıktan önlemekten başka bir görevi olmadığı halde kontrollü siyaset yapan hükümete yandaş medyaya inat seçim sonuçlarının da gösterdiği gibi vardık, varız var olacağız. HDP'ye yalnızca küçük bir bölüm 'evet seni tanıyoruz, inanıyoruz' demiştir. HDP'nin yerel yönetim adaylıklarını talip olmuş bütün herkese güveniyoruz. Gezi isyanıyla birlikte gözlerini siyasete açmış kuşaklarımızın CHP cemaat ortaklığının velvelesine kapılarak sermayenin adaylarına gitmiş olmaları nedeniyle geçlerden umudumuzu yitiremeyiz. Partimiz toplumsal ve politik muhalefetin çoğunu yapmadıkça başlı başına bir çekim merkezi olmayı başaramayacaktır. İlk işimiz kendimize çeki düzen vermektir. Parlamento ve parlamento dışında örgütlenmemize çeki düzen vermeliyiz. Yerel seçimlerle Cumhurbaşkanlığı seçimleri arasında soru aynı. Türkiye demokrasiye yolunda mı ilerleyecek yoksa git gide faşizme açılan bir yönetime mi girecek? Seçim sonuçlarının gösterdiği AKP'nin Tayyip Erdoğan'ın gösterdiği yolun çıkmaz sokak olduğudur. Erdoğan'ın referanduma dönüştürdüğü seçimler AKP'ye toplumsal desteğin zayıfladığını gösterdi. Çözüm ve barış süreci olmasaydı, yolsuzluk ve rüşvet batağına saplanan AKP ayakta duramazdı. AKP tabelalarının ineceği günler çok uzakta değildir. Kürt sorunu ve kalıcı barış başka bir bahara ertelenemez. Ağustos'ta Çankaya koltuğuna oturacağı sorunu bu ülkenin asıl sorunu değildir. asıl sorun kalıcı barış ve çatışmasızlık, çözüm süreci nasıl ilerletileceğidir. Bu ülkenin Çankaya yolunda koltuk sevdasında terleyen cumhurbaşkanı sevdalılarına ihtiyacı yok. Hükümetin son aylardaki icratına baktığımızda Irak ve Suriye'de gerginlik var. Karakol inşaatlarının hızlanması bu inşaatları protesto eden halka sert müdahale edilmesi gerginliği artıyor. Çözüm isteyen hükümet karakol yapmaz, sınıra asker yığamaz. Çözüm isteyen hükümet parlamentoda bu kapsamda yasalar yapar.' Hakkari'de yaşanan gerginliğe değinen Kürkçü, 'Azat Karagöz adlı bir çocuk polisin attığı bir gaz bombasıyla yaralandı. Barış ağır yara alabilir. Uyarıyoruz Hakkari valisini görevden alın bir şeyler alın. Yoksa doğacak her türlü husumetten hükümet sorumlu olacak. Burada paralel değil hükümet sorumlu olacak' dedi. Kürkçü konuşmasına şöyle devam etti: 'Bıktık artık bu paralel yapıdan Hükümet AYM'yi havaya uçurmaya çalışıyor. Hükümetin aldığı yasakların kaldırılması ve HSYK'deki değişikliklere gayri milli demek Ergenekon ağzından konuşmak. Temel hak ve hürriyetler meselesi gayri millidir. Bu evrenseldir. Bu Ergenekon ağzıyla konuşmak olabilir. Artık ağız ağıza olmaya başlamışlardır. Bundan barış doğmaz. Twitter ve Youtube'nin vergi ödemesi için bu kararları verdiği söylemi gerçeği yansıtmıyor. 50 milyon dolar vergi gelecek.' MİT KANUN TEKLİFİ- Halen TBMM Genel Kurulu'nda görüşülen MİT Kanun Teklifi'nin Türkiye'nin uymayı tahahüt ettiği Kopenhag Kriterleri'ne aykırı olduğunu hatırlatan Kürkçü, 'Tayyip Erdoğan'ın kendisini haremini korumak için yaptığı bu yasama girişimleri Abdülhamit'in yıldız teşkilatını hatırlatıyor. Teşkilat Abdülhamit için çalışanlar ve çalışmayanlar diye ayrıldı. Yurt dışında muhalifleri takip etti. Yılda 3 binden fazla jurnal işleyen bir özel teşkilata dönüştü. Bu baskı yasalarını çıkartıp bunların çözümü güvence altına almak için yapıldığının söylenmesine biz anca gülebiliriz. Bu yalnızca MİT'i güvence altına alıyor' dedi. Kürkçü şöyle devam etti: 'Bizim vekillerimiz İmralı'ya gidip gelen temsilcilerimiz yalnızca halka bağlıdırlar. devletin kendi işbirlikçilerini güvence altına almaya çalıştığı bir yasa bizim için güvence değil olsa olsa tehdit olabilir. BDP bir yasa önerisi sundu. Süreci güvence altına alacak olan budur. Biz bu yasanın çıkarılmasını istiyoruz. Bu yasadan başka hiçbir yasa bizim işimizi görmez. Halkı bununla kaldıramazlar. MİT, HSYK ve sosyal medya yasaklarına karşıyız. Anayasa mahkemesi bu kararları bozarsa helal olsun. Hükümete sınırlarını hatırlatacak bir güce ihtiyaç var. Biz daha çok demokrasiyi daha çok güvence altına almak için bütün yargıçların seslerini çıkarmaya devam etmelerini isteriz.' Savaş yürüten bir hükümet barışı kuramaz. Savaş siyasetine taban oluşturan hala hiçbir aşınma yok. İki gündür Diyarbakır'da yerel yönetimi devralan Kışanak'ın yeni yönelişler için gerek yandaş gerek hükümet tezleri bir tür linç ile bastırmaya çalışıyorlar. Kışanak'ın yanındayız. Onların bütün talepleri bizim de talebimizdir. Bu kadar açık demokratik çağdaş modern dünyanın bütün ülkelerinde uygulanan kendi yerel yönetimi başkanlığıyla gündeme getirmesini harp havasına sokması anlaşılmaz. Halk kendi kendini yönetecekse kendi kaynaklarına tasarruf edecek, olmayan kaynakları da merkezi hükümetten isteyecek. Mesele asla ve asla petrolden pay meselesi değildir. Petrol payı zaten Amed'indir. Devletin aldığı hakkın yüzde 50'si merkezi bütçeye yüzde 25 köy ve yüzde 25'de il özel idareye aktarılıyor. Yerel yönetimlerin bu kaynaklara tasarruf etmesinin hakkı olduğu. yerel hükümetin bu kaynakları tasarruf etmesini istemektedir. Bütün bu kaynaklar belediyeye gönderebilir. Açın iller iradesi yasasını bakın, yerelde çıkartılan bütün madenlerden elde edilen gelirlerin yarısı yerelde kalır. Halkın hakkı halka, devletin hakka devlete adil bir bölüşüm yapılabilir. Bir asra yakındır süren bir sömürgecilik uygulamasının tanzimi, buradan sömürülen maddi ve manevi kaynakların telafisi gereklidir. Enerji bakanının sözleriyle evet Antalya evet Mersin'in evet İstanbul'un da ihtiyacı var. Antalya'nın bütün parlaklığı kıyılarda. Oradaki asıl halk bütün kaymak ziyafetinin yanında açlıktan kavruluyorlar. Yasak olan sömürüdür, faşizmdir. Utanın be utanın. Mersin özerk bir yönetime sahip olsaydı. Nükleer santral oraya kurulamazdı. Mersinin yüzde 90'ı bu santrale karşı. Ama enerji bakanı bu santrali buraya yapmakta kararlı.Türkiye nükleer kulübe katılmak istemektedir. Nükleer bomba yapma potansiyelini elde tutmak istemektedir. Hepsi bundan ibarettir. Özerk bir mersin ve özerk bir mersin yönetimi bunu durdurabilirdi. Aynı şey Karadeniz kırları için de geçerli HES yapımları durdurulabilirdi. Bütün bunlar doğada kalabilirdi. Yerel yönetim ve özerk yönetim tartışmasını bu şekilde boğmaya kalkmayın. Bu adil sözleşme olmadıkça Türkiye şimdiki cehennemi içinde boğulmaya devam edecektir. Türkiye'de güvencesiz çalışma bir kural haline gelmiştir. Bütün işçi cinayetlerinin sebebi güvencesiz çalışmadır. 1 Mayıs'ta taksimin işçileri verilmeyeceğini gaza boğan vali ilan etti. Yenikapı'ya gideceğiz balıklarla miting yapmaya. öyle yağma yok. İşçiler nerede isterse orada miting yapılacak. İstanbul valisi mutlu bey tarafından ellerinden alınmakta. vali ne kadar çok hak çiğnerse o kadar mutlu oluyor. İşçiler taksimde olmayı istiyor. Tayyip Erdoğan'ın böyle demokrasi ile diktatörlük arasında gidip gelmesine alıştık. Şimdiden söylüyoruz 1 mayısta Türkiye'nin gerilmesini istemiyorsak işçilerin orada bulunmasına yönelik tedbirlerin alınması gerekir. Hükümetlerin görevi toplantı ve gösteri haklarının kullanmasını sağlamaktır. İşçilerin haklarının kullanılması önlenmeye çalışılmamalıdır. Hep birlikte 1 Mayıs'da alanda olacağız.' (ANKA)