onedio
Görüş Bildir
article/comments
article/share
Haberler
“Trump'ın Seçilmesinde İnternetin, ABD Medyasını Domine Etmesinin Rolü Büyük”

“Trump'ın Seçilmesinde İnternetin, ABD Medyasını Domine Etmesinin Rolü Büyük”

“Trump'ın Seçilmesinde İnternetin, ABD Medyasını Domine Etmesinin Rolü Büyük”

Yeni Medya. Bu tanım Türkiye’de son yıllarda çok konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Yeni Medya üzerine üniversitelerde bölümlerin açıldığı günümüzde Türkiye’de hala gerçek anlamda yeni medya üretiminin gerçekleştirilebildiğini söylemek zor. Yeni medya eğitimi ve araştırmaları konusunda önde gelen isimlerden birisi de Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Sarphan Uzunoğlu. Aynı zamanda Journo.com.tr’de Yazı İşleri Müdürlüğü de yapan Uzunoğlu, dünyanın gündemini aylarca meşgul eden Amerikan Başkanlık Seçimlerini de çok yakından takip etti. Sarphan Hoca’yla ABD’de Trump’ın seçilmesini, dünya siyasetine etkilerini, Türkiye’de yeni medyayı, Journo’yu konuştuk, gazeteci adaylarına yeni medya konusundaki tavsiyelerini konuştuk.

Röportaj: Ercan Deniz Küçük

Fotoğraf: Enis Derdimentoğlu

“Yeni medyaya geçişimizi çok yanlış yaptık”

EDK: Medya alanında büyük bir belirsizlik hakim, gazeteciler işsiz. Gazeteler kapatılıyor. Ekranlarda, internette hep birbirini tekrar eden haberler, yazılar okuyoruz. Yeni medya üzerine siz de çalışmalar yapıyorsunuz. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreçten çıkış için siz ne öngörüyorsunuz?

SU Ekonomik olarak bu süreçten çıkışın neredeyse artık imkansız olduğunu görüyorum. Türkiye’de hiç kimse yeni medya ekonomisi üzerine doğru düzgün bir yatırım veya çalışma yapmıyor. Yeni medya üzerine çalışan birçok yapı fonlarını yabancı kaynaklardan sağlıyor. Bunu yanlış olduğu için değil, sürdürülebilir olmadığı için söylüyorum. Aynı şekilde Doğan, Turkuaz gibi grupların bir dijital newsroom’u gelir modeli ile ayakta tutabilecek bir akla sahip olduğunu düşünmüyorum. Radikal gibi bir milyondan fazla tık alan, politik olarak da çok etkili bir sitenin dahi arkasında duramadılar. Yeni medyada kimsenin aklında doğru düzgün bir model yok. Bakıyorsunuz ABD’ye. Politico ayakta durabiliyor. The Hill ayakta durabiliyor. Bunlar nasıl ayakta durabiliyor?

Kültürel olarak ve davranışsal olarak yeni medyaya geçişimizi çok yanlış yaptık. İnternet bir haktır. Ben Türkiye’de herkesin internete erişiminin bedava olmasını savunuyorum. Hükümet de bu konuda çalışmalar yapıyor.

İnternet erişiminin hak olması, bir gazetecinin emek vererek ürettiği içeriğin bedava olması anlamına gelmiyor. Mesela sen Ercan Deniz Küçük. Bugün burada roportajlik.com adına bir röportaj yapıyorsun. Buraya gelirken X TL masraf yaptın. Bu sitenin tabii bir de yıllık masrafı var. Okuyucu bunu sadece okuyor. Bir Google reklamı koydun diyelim. Senin Google reklamdan alabileceğin para ne ki? Bir yılda 100-200 TL civarında alabilir küçük siteler. Yüz binlerce hit almıyorsa. Ki yüz binlerce hit alan siteler de bir adam çalıştırabilecek kadar gelir elde edemeyebiliyorlar. Google’ın bize şu an sunduğu medya ve ekonomi modeli yetersiz.

Biz insanların bakış açılarını değiştirmeliyiz. Şöyle diyelim. Mesela ben gidip 1 TL’ye gazetemi alıyorum. Bu gazetemin satış rakamlarını artırıyor. Bu da reklam veren açısından cazip geliyor. İnternete girip okuduğumda yapmış olduğum katkı, gazetenin hayatını kurtarmıyor. 1000 kişilik katkı yapmam lazım. Ekonomisi böyle.

Dünyada ise bu düzen tam tersi. Dünyada artık dijital gelirler yüzde 80’lere vardı, analog gelirler ise yüzde 20’lere geriledi. Bizim burada yapmamız gereken, eğer bir gazeteyi seviyorsak, okur olarak devamlılığını sağlamak istiyorsak abone olacağız. Ya dijitaline ya da analoğuna.

İçerik kalitesi de önemli bir etken. Kaç tane internet gazetesi var ülkede. Diken, T24, Duvar gibi. Hepsinde 3-4 editörün çalıştığını düşünün. Bu çocuklar ne yapabilir? Türkiye’nin haberciliğini kurtarabilir mi? Kurtaramaz. Var olan haberleri döndürecekler, çevirecekler. Günde yapabilirlerse 4-5 tane özel haber yapacaklar. Bu insanların da canı var. Ofiste olan birisinin haberle bağlantısının ne kadar olacağı da malum. Türkiye’de kamu diplomasisi anlamında da haberin çok merkezileştiği bir dönemdeyiz. ABD’de bir araştırma yapılıyor. Gazetelerde en çok referans verilen kaynaklar 1.sırada White House, 2.sırada Pentagon şeklinde gidiyor. Bu bizde de aynı. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlıklar diye gidiyor. Sivil toplumun hiçbir şekilde var olmadığı, akademinin kafa karışıklığı içinde olduğu ortamda haber kaynağı yok. CHP’de ses veremiyor. Ses vermek için belirli bir notadan konuşulması gereken bir dönemdeyiz. Gazeteler hep belirli notanın şarkılarını çalıyorlar. E bu da yeni arayışa yönlendiriyor.

“Artık yabancı kaynaklardan haber alır hale geldik”

Yeni medya eşittir T24 demiyorum. Yeni medya ondan çok daha fazlasıdır. Mesela Snapchat Discovery uygulamasını örnek verebiliriz. Biz yeni medyanın 8 yıl öncesi olması gereken halini yaşıyoruz. Doğru düzgün online video haberciliği ve 7/24 canlı yayın yapan bir haber kanalımız yok mesela. Bence olmalı.

Ben Türkiye’de haber için Sputnik’e, VOA’ya, DW’e, BBC Türkçe’ye bakıyorum. Artık yabancı kaynaklardan haber alır hale geldik. Bizlerin de bu durumda suçu var. Neden yeni bir model geliştiremedik? Bu kadar ayrı ayrı web sitesi varken niye birleşip bir şeyin üstünde anlaşıp devam edilemiyor. Sebep ne? Para mı, hırs mı ego mu? Bunları tartışmak lazım.

EDK: Mesele sadece para değil yani.

SU Birincisi gazetecilik dünyası tam bir olmak anlarının geçerli olduğu ve kimsenin kimseye acımadığı bir yer. Yani ekonomik olarak da politik olarak da kimse kimseye acımaz. Herkes birbirine hançeri ne zaman indireceğinin hayaliyle yaşar gazetecilikte. Birlikte hareket etme, birlikte mecra kurma konusunda gönülsüz davranabiliyorlar.

Örneğin; bir site kurmanın maliyeti 5 bin civarındadır. Bunu 400 TL’ye kadar bile indirebilirsin. Bundan sonrası insan faktörüne kalıyor. Ülkede bir sürü sendika, cemiyet var basın dalında. Bu kadar örgüt varken ses neden bu kadar cılız çıkıyor? Çünkü insanlar karakter ve kişiliklere o kadar bağlılar ki mesleklerine bence saygı ve ilgi duymuyorlar. Mesleğine saygı duyan biri sendika üyesi olur. Hadi sendikadan korkuyorsun, cemiyet orada duruyor, dernekler orada duruyor. Nerede bu gazeteciler? Ülkede şu anda bir medya krizi yaşanıyor. Bunu öngöremeyecek kadar kör müydü herkes? Türkiye’deki sendikacılık tarihi de ilginç. 27 Mayıs’tan sonra yükselişe geçen bir sendikacılık dönemi var. 12 Eylül sonrası düşüşler var. Bir insan neden meslektaşı ile dayanışma konusunda bu kadar isteksiz olur? Bu ekonomik ya da politik baskının dışında başka şeylerle de ilgili. Bu bizim bireyci bir toplum halinedönüşmemiz ve dayanışmadan kaçmamızla ilgili. Liberalizmin bizlere yaptığı en büyük kötülüklerden birisidir. Dayanışmayı unuttuk. Düşünsenize, Milliyet’te, Vatan’da onlarca kişi geçtiğimiz yıllarda bir anda işten çıkarılıyordu. Kim gidip bu insanlarla dayanıştı? Kimse dayanışmadı.

Çok yüksek mertebedeki insanlar işlerinden oldular ve sektörde iş bulamadılar. Bunu sadece vefasızlıkla açıklayamayız. Buradaki durumu bir dayanışmanın olmayışına ve rekabetin karanlık yanının varlığıyla açıklayabiliriz.

“Blogspot’la uğraşmayın bir medium hesabı açın”

EDK: Türkiye koşullarına baktığımızda öğrencilere tavsiye olarak neler söylemek istersiniz? İnternetin yavaşlatıldığı hatta zaman zaman tamamen durdurulduğu böyle bir dönemde yeni medya gazeteciliği nasıl yapılabilir?

SU Mecra bağımlısı olmamak lazım. Elbette abcgazetesi.com’da yazmak size artı değer katabilir örneğin. Mesela Haluk Şahin’le aynı yerde yazmaktan birçok insan memnuniyet duyar. Diğer yandan baktığımızda ABC de her an kapatılabilir. Ki 15 Temmuz’da yanlışlıkla kapatılmıştı. Bunun önüne geçemezsin. Bu tamamen ülkedeki politik yapıyla ilgili. Daha 20 yaşındaki İletişim öğrencisinin bunu değiştirme olanağı %0 civarında.

Ne yapabilir? Eline geçen en ucuz enstrümanı en yaratıcı şekilde kullanabilir. Mesela Medium.com bana kalırsa çok ucuz, çok yaratıcı olarak kullanılabilen ve Türkiye’de de yavaş yavaş özellikle okur yazar kesim arasında fark edilen bir uygulama. Twitter ve Facebook’la da entegre çalışıyor. Blogspot’la uğraşmayın açın bir medium hesabı. Ben şuan 20-21 yaşında bir öğrenci olsam muhabirlik yapıyor olsam bir medium bloğundan yapardım. Podcast yayını yapabilirsiniz. Podcast de olmadıysa video. Gelecek olduğu kadar geçmişimiz de bu şekilde.

Türkiye’de en çok bilinen podcastlerden biri tenis üzerineydi mesela. Türkiye’de kaç kişi tenisle ilgileniyor? İnsanlar gittiler ve doğru noktayı yakaladılar. Mesela sizin siteniz önemli. Çünkü, röportajı bir tema olarak ele alıyor.

Beni her ay sosyal ağlarda en az 20 farklı haber sitesi ya da habercilik temalı hesap takip ediyor. Bunları yapanlarla hiçbir sorunum yok. Ama gazetecilik dediğiniz şey, bu kadar ucuz bir şey mi? Bir tane haber portalı satın alıp bir sonraki belediye seçimlerinde encümen adayı olacaksınız diye gazete satın almak mıdır? Biz bu işi ne zaman bu kadar ucuzlattık? Ben önce bunu sormak istiyorum. İkincisi de bu işin bu kadar ucuzlamasının önünü nasıl kesebiliriz? Bunu engelleyen insanlar var. Türkiye’de gazeteci gibi gazetecilik yapan insanlar var. Bedel ödüyorlar mı? Ahmet Şık’ın ödediği bedeli kaçımız ödeyebiliriz? Bana Türkiye’de en beğendiğiniz gazeteci kim diye sorsanız hiç düşünmeden Ahmet Şık derim. Onun doğruyu söyleme konusunda çekincesi yok. Peki mecra anlamında ülkede kimler işini düzgün yapıyor?

Buzzfeed Amerikan seçimlerinde Twitter’la birilikte özel yayın yaptı. Kaçımız izledi bilmiyorum. Ben bir süre sonra oradan takip etmeye başladım. Çünkü daha gençti, daha yeniydi. CNN’in yerine daha yaratıcı daha genç bir oluşum. Bu çok önemli bir tartışma. Mesela Şirin Payzın’ın programı. Dernek kapanıyor, derneğin temsilcisini konuşturmuyorlar. CNN Türk’te kadın temsiliyeti yüzde 20’lerin altında. LGBTİ, Ermeni, Kürt sorunlarını konuşuyorlar ekranlarda. Bu grupların temsilcilerinden bir kişi dahi yok. Bu durum yıllardır böyleydi. Bugün mü gazeteciliğin kötüye gittiğinin farkına vardık?

15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de gazetecilik bitmiştir diye bir algı söz konusu. 15 Temmuz’dan önce aynı gazeteleri mi okuyorduk? Cemaatçiler de mesela 17-25 Aralık sonrası “AA böyle mi haberler yapacaktı” diyorlar. Onlar her zaman o dilde haber yapıyorlardı. Sen yeni aydın kardeşim. Günaydın.

Bence en saygıdeğer bilim tarih bilimi. Çünkü doğru şekilde yapıldığında, oradaki veri doğru ele alındığında kocaman bir ahmaklar ordusu olmaya doğru ilerlediğimizi görebiliyorum. Gerçekten ahmaklar ordusuyuz, başka hiçbir açıklaması yok. Bu kadar kendisiyle kavgalı, kendisine düşman bir tarih anlayışı olamaz. 2002’den beri modern cumhuriyetle kavga ediyoruz. Ki bu kavgaya karışanlardan birisi olarak söylüyorum. Bu konuda herhangi bir çekincem de yok. Hatalı görüşleri olan biri olarak söylüyorum. Ama şunu düşünmek lazım. En azından günün sonunda tarihin nasıl yazılacağına dair tartışmaya değer bir konu üzerinde tartışıyorduk. Şimdi neyle ediyoruz? Karakterler, insanlar, o nasıl döndü, bu nasıl sattı? Her şey şahsileşti. Olaylar, olgular anlamsızlaştırıldı. En önemli siyasi tartışma bile tam anlamıyla “post-truth” denebilecek bir zeminde yapılıyor.

Bunlar tarih değil. Tarih daha yapısal, daha ekonomik, politik değişimlere bağlı, çok büyük bir şeydir. Tarih “o gazeteci buna nasıl laf soktu, onu nasıl hedef gösterdi?”nin tarihi değil. Bunlar tarih değildir. Dedikodudan ibaret olan şeye biz gazetecilik kültürü demeye başladık.

ABD’de Başkanlık Seçimlerinde Trump Süprizi

EDK: Amerikan başkanlık seçimlerine değinmek istiyorum. Sizin özellikle ilgilendiğiniz konulardan birisiydi. Anketler tersini söylese de Trump Clinton’a karşı seçim kazandı. Daha az oy almasına rağmen Trump kazandı ve Ocak ayından itibaren de başkanlık yapacak. Clinton neden seçilemedi? Trump nasıl seçildi? CNN gibi kuruluşlar neden kaybetti?

SU Birincisi CNN gibi kuruluşlar oynadıkları kumarı kaybetmiş olabilir. Kazanacak dedikleri kişi kazanmamış olabilir. Ama şunu unutmayalım ki Amerikan seçimleri ABD medyasının en önemli geçim kaynağı. Büyük yatırımların yapıldığı, rating’lerin inanılmaz arttığı bir dönemdir. Hem internet medyasında hem normal medyada çok büyük paralar kazandılar. Medya profesyonelleri işe alındı, istihdam yaratıldı. Bu seçimler onlar için bir şov. Bunu unutmamak lazım.

Biz Türkiye’de bu süreci böyle yaşayamadığımız için medya da doğru düzgün para kazanamıyor. CNN ideolojik olarak bu işin kaybedeni olsa da kasasını doldurmuştur. Ama siyasi olarak CNN, Bloomberg ve benzeri sermaye sahiplerinin kaybettiğini bir açıdan söyleyebiliriz. O da şu; Trump’un kazanmasını beklemiyorlardı ve istemiyorlardı. Amerikan seçimleriyle ilgili hep sonuçları doğru bilen adam Trump’ın kazanacağını bildi. Onun 13 soruluk bir anketi var. Son 2 dönemdeki başkan başarılı mıydı?

Barack Obama her anlamıyla çok sempatik bir adam. Amerika’da da emin olun Hillary’e oy verenlerin en az 2-3 katı kadar da seviliyordur. Ama onun dönemi başarısız bir dönemdi. Çünkü işçi sınıfının güvencesiz kesimleri Obama döneminde daha da zayıfladılar, daha da güçsüzleştiler. Obama onlar için kapsayıcı güven sağlamadı, onların kalbine dokunamadı. Obama bir sosyal demokrat değildi. Bu insanların sadece öfkesini kazandı. Trump’ı seçenler kadar, Clinton’a da gönülsüz oy verenleri ya da Clinton’a oy vermeye eli gitmeyenleri konuşmak lazım.

Bernie Sanders önseçim döneminde neden bu kadar popülerdi? Bir öfke rejimini aşağıdan bir siyaseti savunuyor. Çünkü ABD dediğiniz çok büyük bir endüstri demek. Türkiye’de kıyılar Demokrat Parti, taşralar Cumhuriyetçi diye dalga geçiliyor. Bu böyle değil. Amerika’da işçi yoğunluklu, çok yoksul insanların yaşadıkları eyaletler var. Buralarda demokrat adayın kazanması beklenirken Trump kazandı. Çatışma bölgelerinin hepsinde de Trump kazandı. Trump ezip geçti.

Bize bu seçim sistemi yabancı geliyor fakat HDP’nin oyunun MHP’den az olmasına rağmen, daha fazla milletvekili var. Bir kısmı şu an tutuklu olsa da.

Sistemin yeterinde iyi işleyip işlemediğini ben tartışmayacağım. Sistem bugüne kadar Amerikalılar’ın en çok övündüğü şeydi. Amerika’da herkesin hakları garanti altındadır vs. Ama tam bir sağ popülist, faşizm eğilimli bir adaya oy verdiler. Göz göre göre gelen yükselişi fark etmeyip Demokratlar, yükselişi durduracak yegane aday yerine tam bir statüko adayı, daha önce Beyaz Saray’da bulunmuş ve skandalla ayrılmış bir soy ismi geri getirmek istediler. Clinton kadın olduğu için kazanamadı diyenler var. Hayır. İlk kadın başkan olabilirdi elbet. Ama bazı seçmenler “ben elbette bir kadın başkan isterim; ama Hillary değil” diyorlar. Evinde lavabosunu tamir ettirmekten aciz, evinde camları tamir ettirmekten aciz yoksul bir Amerikalı ailenin hangi sorununu çözebilmişti Obama? Bunu sormak lazım. Hillary Clinton’ın, mirasını taşıdığı Obama iktidarı bu konuda ne kadar bir çözüm üretebilmiş?

Obama, Cumhuriyetçilerin bıraktığı o korkunç ekonomik enkazın üstüne geldi. Ama şöyle bir bakacak olursak Amerikan halkı 2 dönem, Obama Hükümetini seçti. Fakat ortada bir başarısızlık var. Bir de şunu unutmamak gerek, Amerikan tarihinde 3 dönem üst üste aynı partiden başkan çıkma olayı sadece 1 kere yaşanmış bir olay bildiğim kadarıyla. Hatta aynı partinin hem senato hem Beyaz Saray hem de başkanlık koltuğunda etkinlik sağlaması 1920’lerden beri ilk defa olan bir olay. Yani bu seçim bir tür ilkler seçimi. Bu seçimin sonucunu öngöremeyenleri hor görmemek gerek. Burada hor görülebilecek tek şey Demokrat Parti’nin öngörüsüzlüğü, Obama döneminin yarattığı olumlu ve olumsuz etkilerine körlüğü ve en son olarak Hillary Clinton’a duyulan sorgusuz ve sorumsuz aşk. Yani diyelim ki çok güzel bir sevgiliniz var. Sizi aldattığını hissediyorsunuz, bu işin yürümeyeceğini de biliyorsunuz ama onla olmaya devam ediyorsunuz. Demokratlar sevgililerine çok güvenmenin bedelini ödediler. Ve sevgilileri vasıtasıyla tarih onlara öyle bir ders verdi ki. Kötü partner seçmenin sonucunda belki de hayal edemeyecekleri kadar kötü bir lider tarafından yönetilecekler. O lider Donald Trump. Demokratlar belki yapabilecekleri en büyük kötülüğü yaptılar. Ortadoğu açısından belki farklı şeyler söylenebilir.

EDK: Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk geldiğinde ‘’ezilenlerin sesi’’ olduğunu söyleyerek geldi. Donald Trump’a bakacak olursak o da belli bir öfkenin temsilcisi olarak seçim kampanyasını yürüttü. İki örneği benzetebilir miyiz?

SU Popülizm böyle bir şey. Sağ yada sol popülizmler vardır. Popülizmin bir işleme biçimi vardır. Bu sadece Donald Trump’a has bir tarz değil. Bakacak olursak Bernie Sanders da bir popülisttir. Syriza da popülist bir söylem kullanıyor. Herkes popülist bir söylem içinde ama sağ ve sol varyantları var. Zaten şu an dünyada sağ ve sol popülist rejimlerin dönemi.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Donald Trump’ı karşılaştıramayız. Neden karşılaştıramayız? Çünkü ikisi de farklı demokratik kökenlerin içinde yetişti, farklı demokratik sistemlerin içerisinde doğdu. İkinci olarak Trump, Amerikan popüler kültürünün ve Amerikan finansal sisteminin bir ürünü. Recep Tayyip Erdoğan, Türk siyasal kültürünün ve Türk sosyal yaşamının, özellikle 12 Eylül sonrası ortaya çıkan Türk-İslam sentezinin domine ettiği yaşamın bir temsilcisi. İkisinin yetiştiği ortam çok farklı. Şöyle bir açıdan bakacak olursak: Her ikisi de kendi devletlerinin belirsizlik ya da kutuplaşma içinde bulunduğu yalpalama dönemlerinde iktidara geldiler. İşte bu çok doğru. Ancak Cumhurbaşkanı iktidara gelirken uluslararası bütün kuruluşların açık desteği ile geldi. Donald Trump’ın ise arkasında hiç kimse yoktu. Sadece hükümete ve gidişata öfke besleyen beyaz işçiler ve klasik ırkçı ya da muhafazakar gruplar vardı.

ABD Sosyalizme mi Kayıyor?

EDK: Peki Putin’in Trump’a yolladığı mektup ve ikisinin görüşmeleri, Trump’ın Rusya ile ilgili söylemleri ve bazı kesimlerin ‘’Trump zaferiyle Amerika’da kapitalizm kaybetti.’’ Gibi söylemleri ile ilgili siz ne düşünüyorsunuz? Kapitalizm Amerika’da kaybetti ya da ABD sosyalizme mi kayıyor? Putin ve Rusya ile Trump Hükümeti’nin ilişkileri nasıl olacak?

SU Artık Rusya için sosyalist ya da komünist ifadelerini kullanamayız. Çünkü Rusya’da artık çatır çatır kapitalizm işliyor. Sosyalizmin Rusya’da bitmesi 1990’lardan çok daha eski bir hikaye. Artık bundan sonra tek ya da çift kutuplu değil çok kutuplu bir dünya düzeni bizi bekliyor. 1 milyar nüfuslu Çin ve Hindistan artık küçümsenmeyecek ekonomiler. 2030 yılını gösteren projeksiyonlara göre Çin ve Hindistan dünyada ikinci ve üçüncü ekonomiler olacaklar. Rusya hala önemli bir seviyede, daha geçtiğimiz günlerde Bulgaristan’da seçimi kazandılar. Ermenistan’da çok etkililer. Suriye’de yine çok önemli işlere imza attılar. Ve ben çok eminim ki Esad rejimi ile yakın zamanlarda ÖSO’yu temizleyecekler. Şu an Rusya tarihsel bir fırsat elde etti özellikle Ortadoğu başta olmak üzere. Yine İran bir kuvvetlenme fırsatı elde etti. Trump ise bir sürpriz kart. Çünkü Hillary Clinton’un ne yapacağını biliyorduk.

Ben çok şaşırıyorum, özellikle sosyal medyada Hükümet yanlısı insanlar Trump’ın gelmesine çok sevindiler. Neden? Çünkü Hillary Ortadoğu’da Kürtleri silahlandıracağını söyledi. Siz deli misiniz? Trump başından beri bölgede en büyük ortağının İsrail olacağını söylüyordu. Bakacak olursak ilerleyen zamanlarda Trump’ın en önemli partnerlerinden biri Abdülfettah El Sisi olacak. Hatta okuduklarımıza göre, Trump’ın Ortadoğu’da meşru gördüğü tek lider Sisi. Ve dünya kamuoyuna göre gayrimeşru kabul edilen liderlerden biri de Sisi’dir biliyorsunuz. Böyle bir dönemde, Rusya’nın avantaj elde edememesi söz konusu bile değil. Suudiler burada çok önemli. Amerika ile her anlamda birlikte hareket eden Suudiler bu durumda ne yapacaklar? Wikileaks belgelerinde de Suudilerin cihatçı örgütlere çok ciddi para ve silah yardımı yaptığı ortaya çıktı. Uluslararası silah ticaretinde çok ciddi bir konum elde etmişler ve yer almışlar. Aynı şekilde, Türkiye’nin ilişkilerinin çok iyi olduğu, ilk yurtdışı askeri üssünü kurduğu Katar. Onlara ne olacak, onlar uluslararası ilişkiler bazında nereye oturacaklar?

Trump seçildiği gün, biz beklenmedik senaryo üzerinde konuşmaya başladık. Beklenen senaryo, dengeli bir Rus-Amerikan gerginliğiydi. Beklenmedik senaryonun sahibi ‘’Amerika’nın içişleri, dışişlerinden daha önemlidir,’’ diyen ki bana göre çok yanlış düşünen Donald Trump. Amerika’nın içişleri Amerika’nın dışişleridir. Çünkü ABD global, üretim hanelerini Çin ve benzeri ülkelere taşımış, bütün enerji rezervlerini dünyanın başka ülkelerinde tutan bir ülke. Böyle bir ülkeyi içerden yönetmeniz mümkün değil. Ki Trump da ekibine bakacak olursak bunu anlamış durumda. Adam saf değil sonuçta. ABD Başkanı olmak bazı erdemler gerektirir, aynı zamanda asgarinin epey üstünde bir zeka seviyesi de gerektirir. Trump’ın 1980’lerden bu yana her demecine ABD başkanlığını sıkıştırması tesadüf değil, adam hobi olarak girmedi bu seçime ve Amerikalılar da bu adama hobi olarak oy vermedi. Evet tabii ki bir tepki oyu var bu doğru…

Siz sordunuz ya “Erdoğan ile kıyaslayabilir miyiz?” Diye. Cem Uzan ile karşılaştırabiliriz. Cem Uzan da aynı öfkeli insanların oyunu almıştı. Ama Cem Uzan barajı geçemedi. Çünkü onun arkasında Cumhuriyetçiler gibi bir sos yoktu. Cumhuriyetçiler dediğimiz şey, muhafazakar bir sos o olayda. Cem Uzan’ın bir tek sattığı dönerde sos vardı. Sim kart falan dağıttı. Ama Donald Trump, GOP’un gücünü arkasına aldı ve kendi karakterini ortaya koydu. Bu arada Donald Trump başkanlığı kazanamasaydı belki de intihar eder ya da her şeyi aşırı bir şekilde şakaya vurur, GOP’u aşağılardı. Çok güçlü bir egodan bahsediyoruz çünkü. Peki ya Clinton… ABD başkanlığını kaybetmek kolay bir iş değil, siyasi kariyerinizin sonu anlamına gelir sonraki başkanlar “hayır işi” yapmadıkça. Trump’ın siyasi bir kariyeri olmadığı için açıkçası kaybetseydi siyaset sahnesinde Hillary kadar sert karşılamazdı, ama medyaya iyi malzeme olurdu.

Putin’i çoğunlukla hor görürken söylediğimiz şeyler, örneğin eski KGB adamı işte diye ahkam kesmemiz ya da Putin’li görsellere gülerken dikkat çektiğimiz her şey Putin’i siyaseten dikkate almamız gerektiğini gösteren şeyler. Dalga geçtiğimiz her sıfatı Putin’i bir lider yaptı ve 1970 yılından beri Rusya’yı en kuvvetli zamanlarına getirdi. Üstelik aynı dilimde, ebedi düşmanı ABD çok ciddi bir krizin içine dalmış durumda iken. ABD seçimleri bittiği andan itibaren gözümüzü Rusya’ya çevirmemiz gerekir. Çünkü Putin’in attığı her adım Obama döneminden 2 kat daha etkili olacaktır. Trump seçildiğinde Esad sarayında eminim parti vermiştir. Ben, Trump’ın seçilmesinin çok da kötü olduğunu düşünmüyorum Ortadoğu açısından. Seküler ve modernist rejimlerin tekrar kurulması bakımından yeni bir dönem Ortadoğu’da. Ben, selefi rejimler yerine seküler rejimleri her zaman tercih ederim. ÖSO ve IŞİD’in galip geldiği Suriye’ye sekülerlerin kazanacağı, sosyalistlerin ve modernistlerin kazanacağı tercih ederim. Çünkü seküler Suriye’yi kaybederseniz, seküler Türkiye’yi ve dolayısıyla Ortadoğu’yu da tamamen kaybedersiniz.

Trump’ın seçilmesinde Twitterın etkisi

EDK: Trump’ın seçilmesindeki Twitter etkisi nedir? Journo’daki yazılarda da görüyoruz, sık sık attığı öfkeli tweetler ile bir adım öne geçtiği yazılıyor. Türkiye’de de bunun yansımalarını görebilir miyiz? 2019 seçimlerinde hazırlanan kampanyalarda sosyal medya kampanyaları tüm çalışmaların yüzde kaçını oluşturur?

SU ABD’de sosyal medya kampanyalarının seçimlerde bu kadar etkili olmasının aslında en büyük nedeni, ABD’nin yüzölçümü olarak Türkiye’den kat be kat büyük olması. Yani ABD başkan adayının tüm ABD’yi gezmesi, tüm seçmenlerle bir araya gelmesi fiziksel olarak imkansız. Bizde ise böyle değil kafasına koymuş bir siyasetçi 70 milyon insanla tokalaşamaz ama 1-2 milyon insanla tokalaşır. Her el sıkmayı potansiyel bir oy olarak düşündüğünüzde de bu çok önemli bir faktör. Trump’ın başarılı olmasında, ABD medyasının bu yönde gelişiyor olması, internetin medyayı domine ediyor olması çok büyük bir etken. İkinci olarak bakacak olursak Trump’ın gerçekten ciddiye alındığı, sözünün kesilmeden konuşabildiği tek yerin twitter olması. Çünkü twitterda Trump’ın kimse sözünü kesemiyor. CNN ya da BBC Trump’ın 1 saat boyunca kesmeden konuşmasını verebilir mi? Mümkün değil. Kendi yayın ilkeleri bir kere buna ters. Çünkü Canlı yayında faşist şeyleri, ırk ayrımcılığını nasıl kesmeden verebilirsiniz? Hele Meksikalılar’a ve Latinler’e söylediği şeyler çok korkunç. Afro-Amerikalılar’a canlı yayında serseri dedi. Aslında tarih burada intikam alıyor. Çünkü Obama’da Black LivesMatters (Siyahların Hayatı Önemlidir) aktivistlerine de Washington eylemlerinde serseri demişti. Twitter seçim kampanyalarını Türkiye’ye getirme konusunda biz başka bir coğrafyayız, başka bir toplumuz. Biz çok garantici ve pragmatist bir yapıya sahibiz. Karakterimiz böyle korkarız. ABD seçimlerinde Trump korkutarak güzel bir oy aldı, baktığımız zaman oylarının %5-6’lık oyun bir kısmını Latinolar, siyahlar ve onların işledikleri suçlar üzerinden yaptığı propagandayla aldı. Clinton milyonlarca mülteciyi sınırlarımıza dolduracak demişti. Bir korku siyaseti vardı.

Twitter’da birçok siyasetçi korku siyasetini yürütüyor. Burhan Kuzu’nun 7 Haziran seçimlerinden sonra ‘’Millet kaosu seçti’’ tweeti buna yakın bir örnek. Başkanlık gelmezse ülke bölünür ya da bunu yaparsanız iç savaş çıkar vs. Fethullahçıların korkutmadıkları tek bir kitle kalmamıştır. Müslümanların Fethullahçı Müslüman olmadıkları için korktukları, Kürtlerin Türk olmadıkları için korktukları, sekülerlerin en başta seküler oldukları için korktukları ve takır takır operasyon yediklerini hepimiz görüyoruz. Bu yaşadıklarımızda ve twitterda bir polarizasyon, kutuplaşma içinde yaşadığımızı fark etmemiz gerek.

Kendi cemaatlerimiz içinde yaşıyoruz twitterda. Kendimize benzettiğimiz insanları takip ederek orada moral bulmaya çalışıyoruz. Zaman zaman bazı gruplar Trend Topicler ile ortamı domine etmeye çalışsa da twitter bizim için demokratik bir saha değil. Kimse tweet yazarak kitlelere ulaştığını düşünmesin. Çünkü kimse kendisinin karşıt görüşünde birini takip etmiyor. Twitter bir ikna mekanizması değil ancak kendi kitlenizi mobilize etmek ve güçlendirmek ve onları motive etmek için çok güçlü bir sahne. 2019 seçimlerinde bu özelliği çok çok önemli kılacaktır. 2019 seçimlerinde tarihimizin en büyük medya bombardımanlarından birini yaşayacağız. Ancak 2019’a 3 yıl var ve Türkiye gibi bir ülkede inanılmaz şeyler değişebilir, mevcut parti yapısı bile dağılabilir. Mevcut partilerin haricinde bambaşka isimlerle ya da bambaşka ittifaklarla karşılaşabiliriz. Anayasa değişikliği var önümüzde. Seçimde ne için oy vereceğimizi de bilmiyoruz.

Trump kendi kitlesini mobilize etti. ABD’de seçimin başından beri bulunan kararsız seçmen kitlesi vardı. Türkiye’de böyle bir kitle yok. Seçime katılım çok daha fazla, çok şükür ki daha fazla. Böylece şikayet etme olasılığımızı, toplumun geri kalanını suçlama eğilimimizi azaltıyor. Nasıl bir toplum içinde yaşadığımızı her seçim sonrası gözler önüne seriyor.

ABD’de katılım sadece %50’lilerdeydi. Tabi ki bunda seçim sisteminin çok fazla etkisi var bizde ki gibi her yerde sandık yok. Bence bu Amerikan demokrasi sistemi için çok büyük bir zayıflık. Ama herkes twitter kullanıyor yoksul ABD’liler dahil. Ama Türkiye’de yoksul kesim vaktini sosyal medyada geçirmiyor. Onları mobilize etmek için başka yollar bulmak zorundasınız.

EDK: Donald Trump, Fethullah Gülen’i teslim eder mi? Trump taraftarları “Trump senin için geliyor” yazan afişler astılar.

SU O aslında çok karışık bir mesele. Kimse net bir şey diyemez. O afişler Türkler’in açtığı afişler. Baktığımız zaman Trump taraftarları Gülen’i, ülkelerinde Müslümanları genel olarak istemedikleri için zaten istemiyorlardır. Ama bu dış politikayla ilgili olacak bir tutum değil.

Amerikan Baharı mı Geliyor?

EDK: Trump seçildikten sonra çok fazla gösteri yapıldı, bizim gezi olayları ile kıyaslandı. ‘’Amerikan baharı geliyor’’ bile denildi. Ne düşünüyorsunuz? Amerikan baharı mı geliyor?

SU Arap Baharı gibi bir olay, yani Amerikan baharı teknik olarak Amerikan İç Savaşı’nda yaşandı. Amerikan baharı öyle hemen olacak bir olay değil. Black Lives Matter aktivistleri, polisin siyahilere cömertçe gösterdiği şiddet daha da artacaktır. O zaman doğacak bir karşı şiddet dalgasıyla belki Amerikan Baharından bahsedebiliriz. Şu an olan şey ortalama bir demokratik ülkede böyle bir tartışmalı aday kazandığında olması gereken bir tepki.

LGBT komünitesinden olabilirsin, sosyal demokrat olabilirsin, demokrat olabilirsin. Ortalamanın üstünde eğitim alan herkes zaten Trump’ın seçilmesinden rahatsız. Anketlere bakıyorsun kolej mezunlarının %70’i rahatsız bu durumdan. Bu insanların sokağa çıkmasına kimse şaşırmamalı. Kimse oradan bir bahar hareketi beklemesin. Gezi’yi Gezi yapan şey, ilk aşamada 27 Mayıs-1 Haziran arasındaki polis sertliğinin halk üzerinde duygusal bir etki yaratması. Eğer şiddet olmasaydı, polis bu kadar sert davranmasaydı ya da çadırlar yakılmasaydı Gezi Hareketi, bir kentsel dönüşüme tepki hareketi olarak bu kadar güç kazanmazdı. Hareketi güçlendiren itekleyen şey şiddetti. Şu anda Trump sonrası bu gösterilerin iteklenmek için ihtiyaç duyduğu potansiyel var. Ancak Amerikan sistemi bu kadar kontrolsüz ve sapmaya müsait bir sistem değil. Bizde 5 gün arayla terörist olarak kodlanmamış 12 vatandaş, muhtemelen o konjonktürde CHP seçmeni çocuklar öldürülünce isyan büyüdü.

Obama başkan seçildiğinde cumhuriyetçi bir eyalette ayaklanma olduğunu hatırlamıyorum. Bu bahar, sonbahar meselesi değil. Bu olayların tek sebebi Trump’ın karakteristik özelliklerinin insanlar üzerinde, korku ve endişe yaratması. İnsanlar risk hissettikleri ve akıllı oldukları için, riske karşı önlem aldılar. Dediler ki ‘’Bak biz buradayız, en ufak falsonda sokağa çıkarız. Ve bizimle baş etmen çok zor’. New York’ta sokağa çıktığında insanlar bunun geri dönüşü yok. Amerikan sistemi federal bir sistem. Amerika’da valiler çoğunlukta ama Cumhuriyetçi olmayan bir sürü eyalet var. Eyaletleri kaybetmeyi göze alamayacağına göre her zaman denge politikası gözetilecektir. Trump’ın yapacağı Obama hükümetinin yaptıklarını göstere göstere yapmak. Obama 2.5 milyon Meksikalı sınır dışı ettiyse, Trump 3.5 milyon mülteciyi sınırdışı edecek ve bunu bir oy potansiyeli ya da şov haline getirecektir. Çok hipokratik bir dönem bekliyor ABD’yi ama baktığımız zaman popülizm bile tam olarak böyle bir şey. Yoksulların yoksulluğundan, ezilenlerin ezilmişliğinden, şiddete uğrayanların şiddete uğramışlığından yararlanır. Trump tüm bunlardan yararlanacak.

“Journo bir gelecek projeksiyonu”

EDK: Peki birazda Journo’yu konuşalım. Journo yazı işleri müdürüsünüz. Journo’da asıl hedef neydi? Ve şuan gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

SU Journo Türkiye’de ölen bir geleneği ayakta tutmaya çalışıyor. Gazetecilerin dayanışma içinde olduğu, gazetecilerin gazetecilik üzerine konuştuğu, gazeteciliğin adliye koridorlarında ifade özgürlüğü ile ilgili bir mesele olmanın dışındaki bir şey olduğu zamanları savunuyor. Journo bir gelecek projeksiyonu. Journo kaybedilmiş bir savaşla veya sonsuz bir umutsuzluk rejimi ile ilgili değil. Tamamen umutla ilgili, gençlikle ilgili ve yeni medya içerisinde gazetecilik kültürünün nasıl tutunmaya çalışması ile ilgili. O nedenle bir proje olarak baktığınızda Journo, gelecek ile ilgili bir şeyler söyleyebilecek sayılı platformlardan biri. Bugünle ilgili karanlık tablonun içerisinden anlamlı şeyler çıkartmaktır. Freelance gazetecilik ile ilgili dosyalar, incelemeler yapıyoruz. Neden bu gibi dosyalar üzerinde çalışıyoruz? Çünkü kimse bu insanları konuşmuyor. Yeni medyada gazetecilik yöntemleri üzerinde çalışıyoruz. Örnek olarak bugün bir televizyon kanalı kurmak ne kadar maliyetli bunu hepimiz az çok tahmin ediyoruz. Ama bir internet televizyonu açmanın maliyeti 0! Bir bilgisayar, kaliteli bir telefon ve onun çekim üzerine donanımları ile internette maksimum üç bin liraya harikalar yaratabilirsiniz. Meriç bu konu üzerine yazılar hazırlıyor. Journo, Diken ya da Duvar değil.

Kimse Journo’dan klikçi politik habercilik, Cumhurbaşkanı şunu dedi vs bekleyemez. Journo tamamen gazetecilik kültürünü geleceğe taşımaya çalışıyor. Çünkü gazetecilik kültürü buluşup rakı içmek, molada gazetecilerin sigara içmeye inip dedikodu yapmaları değil. Geçmişten beri gazetecilik kültürü bir araya gelip geleceğin gazeteciliğini konuşan gazeteciler tarafından belirleniyor. Journo’nun örnek aldığı yerler var mı? Var. Ama Journo bunların hiçbirine benzemiyor. Poynter var mesela… Niemanlab de bizim ilham aldığımız sitelerden hatta onlardan içerik de çeviriyoruz. Ama Journo’yu Türkiye’de hiçbir siteyle aynı değerlendiremeyiz, yok çünkü aynısı. Çünkü biz emekle ve gazeteciliğin geleceğiyle ilgiliyiz. Geleneksel anlamda siyasi bir yayın değiliz ama baktığımız zaman gazetecilerin işsiz kalmamasını düşünmek kadar politik bir olay yok bence. Bazen eleştiriler geliyor siz de hiç politikaya girmiyorsunuz diye ama emeğin politika meselesi olduğunu hepimiz unuttuk. Neoliberalizmin bize attığı en büyük kazıktır. Bir siteden neden aylık maaşını çıkaramayasın ya da kendi çalıştığın gazeteden ve televizyondan asgari ücretin 2 katını kazanmayasın? Bir şekilde gazetecilerin iyi bir yaşam sürmesini ve aynı zamanda gazetecilerin iyi haber yapmasını sağlamak zorundayız.

EDK: Journo’nun eğitici bir yanı da var. Şahsen ben bütün gazetecilik adaylarına tavsiye ediyorum ve sık sık sizin yazılarınızı paylaşıyorum. Peki okurlarına kısa vadede neler vaat ediyor ve Journo’da sürprizler var mı?

SU Türkiye’de ki freelancer gazetecileri kapsayan bir projemiz var yakında duyurmayı planlıyoruz. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın destekleriyle birlikte. İkincisi ve aslında daha önemlisi geçtiğimiz aylarda siber güvenliğin, internette özgür dolaşımın konuşulduğu bu günlerde ne kadar önemli olduğunu gördük. TGS akademinin eğitimlerine paralel olarak Journo’da güncellenmiş ve yenilenmiş halde multimedya formatlarıyla bulunması bir sonraki projemiz. Youtube kanalımız var bir şeyler yapıyoruz ama bu iş çok ciddi zaman ve para işi, hepimizin asıl parasını kazandığı işler var. Bu arada Journo’nun çalışanı yok, herkes gönüllü. Bundan sonraki süreçte de bir süre daha olmayacak. Geçmiştekinden çok daha fazla içerik yayınlayan bir Journo olacak. Gazetecilikle insan boyutu kadar teknoloji boyutuyla da daha fazla ilgilenmeye başlayan bir Journo olacak. Teknoloji okumayı seviyoruz. çünkü gazetecilik hatta insanlık olarak bile bir sonraki nesillerde teknolojik gelişmeler bizi nereye konumlandıracak bunu kestiremiyoruz ve biz Journo olarak gazeteciliği teknolojik gelişmelerle harmanlamayı istiyoruz. 3 yıl sonra teknolojik gelişmeleri koklamayı gazetecilere öğretmek gerek. Bugün Çin’de bir şirket yatırım yapmak için Türkiye’yi düşündüğünde bile 1 yıl boyunca saha araştırması yapıyor. Biz neden geleceği planlamayalım? Gazetecilere mantık öğretmek gerekiyor.

Pazarlamada şu esastır; toplumu segmentlere ayırırsın ve kendini o segmentlerden birinde oturtursun. Biz gazetecilikte bunu bile yapmaya aciz bir toplulukla karşı karşıyayız. Birbirinin aynısı yirmi milyon site var. Jiyan niye kapandı diye soruyoruz. Çünkü artık ona gerek kalmamıştı. On milyon tane Jiyan vardı. İhtiyacın kalmadığını nasıl anlarız? Tıklanma ve ziyaret sayısı düşüyor bunlar bizim için aslında dikkate alınacak unsurlar. Büyük siteler bile ziyaretçilerini kaybediyor. Bu arada siyasi anlamda da bir yılgınlık var. Journo bu yılgınlıkta bir nefes. Bakın dünyanın sonunda değiliz evet çok kötü şeyler oluyor, inanılmaz sıkışmış hissedebiliriz ama geleceğe dair bir bakış açısına sahip olmamız gerekiyor. Journo işte tam bunu sağlıyor.

Haberlerin Fonlanması

EDK: Journo’da yer alan bir içerikte Amerika’da ‘’The Boston Globe’’ gazetesinde, klasik müzik haberlerinin sivil toplum kuruluşları tarafından fon sağlanacağı yazıyor. ABD’de bu ne kadar başarılı olur? Türkiye’de yapılabilir mi?

SU ABD’de çok başarılı olur. Çünkü ABD’de çok büyük sivil toplum ve sanat konsorsiyumları var. Mesela Washington’da müzeleri gezerseniz o müzelerin bir kısmının aynı aile tarafından fonlandığını ve ve bedava olduğunu görürsünüz. Böyle bir müzeye rastladığınız zaman ‘’nasıl yani?’’ diye kendinize bir soruyorsunuz. Çok harika müzelere mesela havacılık müzesine gidiyorsunuz. Mars’a gönderilen araçları falan inceleyebiliyorsunuz ve bedava. Klasik müzik de çok önemli bir sanat dalı olarak ve hatta yatırım yapılması elzem olan bir sanat dalı olarak orada duruyor ve onlar da yatırım yapıyor.

Benim Türkiye uyarlamasında ki tek çekincem bizdeki sivil toplum bu kadar zengin değil ve yatırımlarını daha çok sosyal sorumluluk gibi ve aslında birbirinin klonu olan işlere yatırıyorlar. Genelde engelli hakları gibi konulara değiniliyor ama aslında onlarda da çok yüzeysel çalışılıyor ve her konuya da değinilmiyor. Çünkü bazı konularla ilgilenmek çok zor. sivil toplum kuruluşlarının medya da böyle bir haber çeşidini fonlaması tartışmalara gebe. Mesela birçok sanat kritikçisi bu fonlamayı yapan kurumlar bir klasik müzik konserini de fonlar ve kendi reklamını kendi verir diye de düşünebilir. Ki Türkiye’de bizzat aslında böyle bir iş için kullanılacaktır. Bu tür yardımların kendi etik ilkelerini belirlemiş ve düzenlemiş bir ülkede olması şart. Ben bu haberi çevirdim ve umutlanmıştım. Topluluklar, bir konuda haber yapılmasını isterlerse o haber için para ödemek zorundalardır. Nasıl sivil toplum kuruluşları kendi bünyelerinde çalıştırmak için Halk ve İlişkiler uzmanı çalıştırmak için para ödüyorlarsa. Ve eğer gazetecilik böyle bir çıkmazda ise bu tarz hamleler yapmak zorundalar. Ama bu hamleler yönlendirmeler getirebilir aslında tartışmaya çok açık bir konu. Ama bu gazetecileri Los Angeles’a götürüp, yedirip, içirip geri getirme olayı değil. Burada bir gazete emekçisinin masrafları karşılanacak ve o gazeteci kritik yapmaya devam edebilecek. Yani bu bayii toplantısı kafası değil. Bir grup erkeği hurra bir yere götürüp onların istediği şeyleri yapmalarını sağlıyorsun. Türkiye’de bu tarz çok fazla organizasyon var. Biz çok müsrif bir toplumuz. Halka ilişkiler sürecini de çok müsrif bir şekilde geçiriyoruz. Hocası olduğum için konuya da hakimim. Ben öğrenci iken Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin öğrenciler ve gazetecileri bir araya getirdiği bir etkinliğe katılmıştım oradan da biliyorum. Düşünün etkinlik Antalya’da. Gazeteciler yediler, içtiler, konuştular. Aslında olay Ankara ya da İstanbul’da günübirlik bir otelde hatta bir konferans salonunda halledilebilecek tarz bir olaydı. Yani biz müsrifiz.

TGS Akademi Eğitimleri

EDK: Biraz da sendikaya değinelim. TGS Akademi Eğitim Koordinatörüsünüz aynı zamanda. Bugüne kadar verdiğiniz eğitimler ve yeni projeler için bir bilgi verebilir misiniz?

SU İyi bir haber ile başlayalım. 2017 yılında 16 tane eğitim vermeyi düşünüyoruz. Bu sene bu sayı 7 eğitimdi. Toplam 16 eğitim vermeyi ve bu eğitimlerden sonra doküman olarak herkese vermeyi, özel youtube kanalında herkese açmayı düşünüyoruz. TGS akademi 2 yıldır var Journo ile yaşıtlar. Bugüne kadar toplam 11 atölye yaptık ve ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim, Türkiye’de gazetecilere yönelik en kapsamlı eğitimi veriyoruz. Bu bir iddia olmanın dışında Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın benim arkadaşlarım olmasından gurur duyduğum yönetimi ile de alakalı. Sendika dediğimiz anda insanların gözünde modası geçmiş bir şey canlanır ya, TGS için bu algı geçerli değil aslında sendikanın modası geçti savını savunanların modası geçti. Verdiğimiz ‘’yeni medya’’ eğitimi gelecek günlerde dijital ortama açılacak. Farklı illere de gitme planlarımız var bugüne kadar hep İstanbul merkezliydi eğitimlerimiz. Ve yeni dersler eklemeyi planlıyoruz. Şu an 4 temel dersimiz var: Yeni medya okuryazarlığı, yeni medyada yeni üretim teknikleri, arama motoru optimizasyonu ve siber güvenlik üzerine konuşuyoruz. Bunlarla yetinmemeyi, yeni ve uzun soluklu günübirlik değil belki 2-3 gün sürecek atölyeler yapmayı düşünüyoruz. Ve atölye sonrası dönemde de katılımcıyı yeni dokümanlar ile beslemeyi de düşünüyoruz. Ödev vermek değil ama seni bir yola sokuyorum ve öğrenmek için rotanı belirliyorum.

Biz TGS akademi bünyesinde gazetecileri aslında eğitmenin dışında geleceğin gazeteciliğini nasıl kurtarırız, nasıl şekillendiririz diye çalışmalar yapıyoruz. Yoksa gazetecilik çok durağan ve sıkıcı bir meslek olmaya başlayacak. Türkiye’de şu anda kaç kişi keyifle açıp gazete okuyabiliyor? Ben mesela Türkçe gazete okumayı tamamen bıraktığım bir dönemdeyim. Yani Türkiye’de mevcut bulunan medya seviyesinden bu kadar nefret ediyorum. Artık ben iyi bir dış politika yazısı okumak istiyorum. Çok az da olsa Türk yazar okuyorum. Fehim Taştekin’e bakıyorum. Ertan Keskinsoy mesela Express’de harika işler yapıyor. Ama genel olarak mesela Ortadoğu sorunu için artık hepimiz dil biliyoruz, açıyorum Independent’ı Robert Fisk okuyorum. Çünkü Türkiye’deki yazarlar da oradan çeviriyor biliyorum.

EDK : Son olarak Röportajlık okurlarına söylemek istedikleriniz varsa alıp bitirelim Hocam.

SU Son olarak tarihte düzenli olarak yazık ki böyle kötü ve bizi umutsuzluğa düşüren dönemler olur, umutsuzluğa düşmemek lazım. Gün dayanışma günü. Birbirimizi dinleme günü.

Kaynak: http://www.roportajlik.com/trumpin-se...
İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın