'En Önemli Sorun Merkez Bankası İnandırıcılığı' Derken, 'Enflasyonda Baz Etkisi Boş Bir Avuntu' Diye Ekledi
Enflasyon yaşam standartlarımızı etkilerken, her geçen gün alım gücümüzün de düşüşüyle harcamalarımızdan kısma yoluna gidiyoruz. Bir süredir ekonomistlerle sohbetler eşliğinde, bir anlamlandırma çabası içinde enflasyonda yükselişi ve bunu nasıl önüne geçileceğini sorguluyoruz. Henüz bir sonuca ulaşamadık ama dolarla maaş almadığımız için dolardaki yükseliş, enflasyonun erittiği büyük kitleler, sosyallikten koparak temel ihtiyaç düzeyine indirgenen bir hayat konusunda merakımız sürüyor. Bugün de tünelin sonundaki ışığı henüz göremedik. Bakalım siz görebilecek misiniz?
Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, iyi bir iktisatçı ve akademisyen.
Merkez Bankası kararından artık enflasyon için bir şey yapılmadığını mı anlamalıyız? Enflasyonla mücadele bırakılırsa ne olur? Siz geçen ay 'benzin döküyorlar' demiştiniz ama şimdi acaba körükle gidip odun da mı atıyoruz?
Merkez Bankalarının politika faizleri tüm ekonomi için bir aktarım mekanizması olarak düşünülür. Yani politika faizi ile bankacılık sistemine aktarılan fonların, mevduat faizleri ve hem tüketicilere hem de bireysel kredilere uygulanan faizleri belirlemesi beklenir. Türkiye'de artık politika faizi bu işlevini yitirmiştir. Ancak hala yüzde 14 faizden bankacılık kesimine 900 milyar lira civarında likidite verilmekte bu adeti finans kesimine rant aktarımı işlemi görmektedir. Bankaların da böylelikle enflasyonun çok altında faizlerle kredi vermesi, böylelikle talebin canlı tutulması amaçlanıyor. Buna paralel mevduat faizlerinin de düşük seyri tasarruf sahiplerini dövize yönlendiriyor. Böylelikle hem dövize rağbet körükleniyor, hem de enflasyon azdırılıyor. Faizleri artırmamak ise kur korumalı mevduat benzeri kompleks enstrümanların devreye girmesini zorunlu kılıyor. Ekonomideki temel aktörler, mal ve hizmet üretimi gibi asıl misyonlarından çok zaman ve enerjilerini finans piyasalarına ayırmak zorunda kalıyor.
Bu saatten sonra bizi faiz artırımı kurtarır mı? Kurtarırsa kaç puan artmalı ki piyasalar toparlansın?
En önemli sorun Merkez Bankası'nın inandırıcı bir para politikası bulunmaması. 2021 Eylül ayına kadar enflasyonun altında faiz verilmeyeceği söyleniyordu. Şu anda TÜİK'in tüketici enflasyonu yüzde 70. Daha sonra çekirdek enflasyonun temel alındığı ifade edilmeye başlandı. Çekirdek enflasyon, yani gıda, enerji gibi oynaklığı yüksek kalemleri içermeyen endeksteki yıllık artış %57. Devamında MB Başkanı cari fazla verme hedefine odaklandıklarını açıkladı. Bu faizler düşüş seyrederse dövize ilgi artar, kurun sıçramasıyla dış ticarette rekabet gücünün yükselmesi sonucu ihracat patlar gibi ekonomi bilimi dışı ve Türkiye'nin yüksek dış girdiye dayalı üretim yapısını dikkate almayan bir varsayım içeriyordu. Nitekim sonuç hem enflasyonunun kontrolden çıkması hem de cari açığın artması oldu. Özetle şu anda MB'nın politika faizi bir anlam ifade etmediği gibi, ekonominin gerçekleriyle arasındaki fark çok açılmış durumda. Yine de faizlerde ılımlı bir artış bile MB'nin en azından yön olarak doğru bir yönelime girdiği mesajı verir. Sinyal etkisiyle sınırlı da olsa olumlu bir etki yapar.
Rezerv, kur ilişkisi malum, artık sokaktaki çocuklar hakim duruma. Kurdaki yükseliş nereye kadar sınırlandırılabilir? Bu durumda para girişi de olmazsa carı açık, borç ödemeleri nasıl etkilenecek?
MB rezervlerinin Türkiye'nin döviz yükümlülükleri göz önüne alındığında yetersiz olduğu ortada. Ayrıca ihracat dövizlerinin %40'ını MB'ye bırakılması, reeskont kredilerinden yararlanma sistemi, başta BOTAŞ, kamu kuruluşlarına döviz tahsisi, arka kapıdan kamu bankaları aracılığıyla döviz satışı yapılması gibi olgular rezerv düzeyini analiz etmeyi çok zorlaştırıyor. Swap hariç net rezervler en son -55,1 milyar dolara kadar gerilemişti. Bu MB'nın döviz yükümlülüklerinin (borçlarının) döviz varlıklarından bu kadar düşük olması anlamına geliyor. Ancak şu noktayı vurgulamakta yarar var: Eğer cebimde 1000 lira varsa, 1500 lira da borcum bulunuyorsa; bu cebimde 100 lira bulunup 600 lira borçlu olmaktan daha az kötüdür. Her ne kadar ikisi de -500 lira net varlığa işaret ediyorsa da. O nedenle MB şimdilik 100 milyar dolar brüt rezerv ile uzatmaları oynayabiliyor ama eğilim durumun daha da sarpa saracağı yönünde.
Bu verilerle ve bu uygulamalarla 2023 Haziran'da yapılması planlanan döneme nasıl erişeceğiz?
Göründüğü kadarıyla AKP'nin ekonomi yönetimi, ekonomide göreceli bir ferahlamanın hissedildiği, ortalama yurttaşın her geçen gün gerileyen yaşam standartlarının göreceli de olsa düzelme yoluna girdiği bir dönemi kolluyor, seçime bu koşullar altında girmek istiyor. Geçmişte sıkışık dönemlerde, küresel likiditenin bolluğu, faiz oranlarının düşüklüğü ve enflasyonun sıfırın az üstünde seyrettiği küresel koşullarda özellikle sıcak para çekerek rahatlama fırsatı bulmuşlardı. Şu andan küresel koşullar çok olumsuz. Ukrayna savaşı, pandemi sürecinden beri sorun oluşturan tedarik zincirlerinde aksamalar, ABD-Çin hegemonya mücadelesinin açığa çıkardığı kopuş eğilimi, küresel iklim değişikliğinin sonuçlarının belirgin biçimde ortaya çıkması derken manzara giderek bozuluyor. Küresel büyüme yavaşlıyor, enerji ve gıda fiyatları artış eğilimini sürdürüyor, enflasyonu hemen her ülkede yüksek oranlara ulaşması merkez bankalarını keskin faiz artışları eğilimine sokuyor. Bu koşullar göz ününe alındığında turizm gelirlerinin artışıyla dövizin gevşeme olasılığı çok düşük görünüyor. Enflasyon ile mücadele programı olmayışı da seçimlere uygun bir ortamın Haziran 2023'e kadar yakalanamayacağını düşündürüyor. O nedenle AKP rejiminin ekonomi dışındaki fay hatlarında gerginlik yaratarak, siyasi ve kültürel kutuplaşmayı derinleştirerek 2015 benzeri bir denemeye girişmesi tehlikesi olumsuz senaryo olarak akla geliyor.
Kurdaki yükselişin enflasyona tek başına etkisinin arttığı söyleniyor. Bu durumda hep söylenen "baz etkisi" ne zaman gerçekleşecek ya da gerçekleşecek mi?
Kurdaki yükseliş hem girdi fiyatlarının artışı, hem de dövizdeki hareketin enflasyon beklentisini yukarı çekmesi sonucu halkın yaşamına misliyle yansıyor. Örneğin küresel gıda fiyatları Yüzde 30 artarken, kur etkisiyle Türkiye'de gıda enflasyonunun yüzde 90 olmasına yol açıyor. Baz etkisi diye sürekli telaffuz edilenin de boş bir avuntu olduğunu çok geçmeden göreceğiz. Son 12 ayın enflasyonu hesaplanırken, 12 ay önceki aylık enflasyon hesaplamadan çıkarılır, yeni ayınki dahil edilir. 2021 Aralık ayında enflasyon yüzde 13,6, izleyen Ocak ayında yüzde 11,1 gerçekleşmişti. siz Kasım 2022'yi yüzde 95 enflasyon ile tamamlarsanız, aralık ayında enflasyonun diyelim aylık yüzde 3,5'e düşmesi enflasyonu olsa olsa yüzde 85'e çeker. Bir ay sonra da yüzde 80'e iner. Yani bu gidişatla makul, kabul edilebilir bir enflasyon oranına ulaşamazsınız. Hatırlatayım faiz indirimleri başladığında, politika faiz yüzde 19 yıllık enflasyon ise yüzde 19,5'tu. Yani yüksek, ancak çığırından çıkmamış bir oran söz konusuydu.
Alım gücü düşüyor ki, bildiğimiz üzere siz emek tarafında da eşitlikçi bir görüş taşıyorsunuz. Alım gücünü artırmak için Haziran'da Temmuz'da ücretler arttı diyelim. Fiyatlar artacak. Enflasyon derken bir sarmalın içine girmeyecek miyiz? Bundan nasıl çıkacağız?
Enflasyona paralel bir ücret bir artışı saplanması en azından emeğiyle geçinenlerin, emeklilerin geçici de olsa satın alma güçlerinin düzeltilmesi anlamına gelir. Örneğin geçtiğimiz bayramda emeklilerin bayram ikramiyesi %70 resmi enflasyona karşı 1100 lirada sabit tutuldu. Bu onların refahlarında kayıptan başka bir sonuç vermedi. Ortada ciddi bir enflasyona karşı mücadele programı bulunsa hangi kesimin ne kadar özveride bulunacağı konuşulabilir, müzakere edilebilir. Bu koşullarda çalışan kesimlerin enflasyonda erozyona uğrayan alım güçlerinin telafi edilmesini talep etmek en doğru yol gibi görünüyor. Zaten alım gücünün düşüşü haliyle mallara ve hizmetlere talebin zayıflaması ekonominin durgunluğa sürüklenmesi anlamına gelir. Korkarım ki Türkiye burada durgunluk içinde enflasyon anlamına gelen stagflasyona sürükleniyor. Dar gelirliler gelirlerinin yüzde 75-80'ini gıda, konut ve ulaştırmaya ayırıyor. Bu kalemlerde talebin fiyat esnekliği bulunmadığı, yani insanlar mecburen karnını doyurmak, bir evin kirasını ödemek, işe giderken yol masrafına katlanmak zorunda olduklarından kısıntı ağırlıklı hizmetler sektörünü vuracak. Yani bir kafede oturulmayacak, sinemaya gidilmeyecek, AVM ziyaret edilmeyecek. Bu da hem ekonomik hem kültürel çöküş anlamına gelecek.
Çok konuşulan bir "servet transferi" var. Ki pandemide tüm dünyada artan. Bu ortamın getirdiği. Tüm bunlar sona erdiğinde, seçimden sonra yeni ya da mevcut yönetim her şeyi düzeltmeye karar verdiğinde, bu eşitsizlik düzelecek mi?
Tüm dünyada gelir ve servet eşitsizliği çok yakıcı bir sorun haline geldi. Bu hem sosyal eşitsizlikleri artırdığı, kapitalizmin kendini yenileme mekanizmaları eğitim, sağlık, kültüre yoksul kesimlerin para ayıramaması sonucu genç nesillerin geleceği hazırlanmasını sekteye uğrattığı, aşırı sağ-sağ popülist-reaksiyoner akımlara güç verdiği için sakıncalı. hem de geniş kitlelerin satın alma gücünün düşüşü mal ve hizmetlere uzanmalarını, yani talebin gerçekleşmesini zayıflattığı için endişe kaynağı. Aynı sorunları, Türkiye'de de geçerli. Ayrıca 20 yılı aşan AKP yönetiminde; liyakat tamamen göz ardı edildiği, kamudaki kadrolar iktidara yakın kadrolarca dolduğu; başta kamu ihaleleri, kaynaklar yandaş kesimlere aktarıldığı; mezhepçi bir anlayışla tarikatlar, cemaatler, medreseler beslendiği için dahası da çarpık bir ekonomik yapılanma söz konusu. O nedenle kamucu, liyakati ön plana alan, aydınlanmacı, servet vergisi başta gelmek üzere vergi düzenlemeleriyle gelir adaletini gözeten, araştırma ve geliştirmeye önem veren planlı bir ekonomi anlayışı önümüzdeki dönemin temel gereksinmesi olacak.
Dünyada kıtlık çok fazla telaffuz edilmeye başlandı. Bundan biz Türkiye olarak ne kadar korkmalıyız? Tarıma, hayvancılığa yeniden doğru politikalar ile dönsek ne kadar sürede her şeyi düzeltebiliriz?
Tüm dünyada bir beslenme, giderek açlık sorunu konuşuluyor. Bunda doğru, dünya buğday ihracatının %30'unu, ayçiçeği yağı ihracatının %75'ini sağlayan iki ülke, Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın rolü var. Ancak daha önce de artan savaşlar, küresel iklim değişikliğinin kuraklık ve sel baskını gibi sonuçları, covid pandemisinin yansımaları nedeniyle Afrika ağırlıklı dünyada yakıcı bir açlık sorunu yaşanmaktaydı. Ayrıca başta ABD ve AB zengin ülkelerin siloları ardına kadar dolu, istedikleri anda en azından konjonktürel anlamada açlığı önleyici adımları atabilirler. Türkiye geniş bir tarım potansiyeline, zengin bir ürün desenine sahip bir coğrafya üzerine kurulu. tarım arazilerinde çarpık yapılaşma, IMF-Dünya Bankası yapısal uyum programlarının tarımı zayıflatması, özellikle tarım desteklerinin iyice azaltılması yanında üretimi teşvik etmeyen gelir desteklerine dönüştürülmesi ülkemiz tarımını potansiyelinin çok altına çekti. Tüm bunlara karşın, Türkiye 2021'de tarımda 5,8 milyar dolar dış ticaret fazlası verebilirdi. Ancak tohum, tarım ilacı, gübre gibi girdiler dahil edilince, tarımda dışa bağımlılık devreye giriyor. Ayrıca şirketler için yapılan tek ürünlük üretim çiftçileri yoksullaştırıyor. sistemli ve planlı bir tarım reformu Türkiye'ye tarımda kısa sürede nefes aldırabilir. Özellikle buğday, pirinç, mısır, soya gibi temel ürünlerde büyük güçlerin hegemonyasının kırılması ise ancak küresel bir tarım reformuyla olanaklı.
Yorum Yazın