Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Mahir'in Ardından | Mehveş Evin | Milliyet
Irk, etnisite adına tarih boyunca birbirimize yaptıklarımıza baktığımızda, bu bilgiye hiç sahip değilmiş gibi hareket ettiğimiz ortada. Üstelik bugün de aynı düşmanlıkların, nefretin beslendiğine şahit oluyoruz.
Antalya’nın Kaş ilçesinde Kürtçe konuştuğu için dövülerek öldürülen Mahir Çetin, bunun ne ilk ne de son örneği.
Sevag’lar, Hrant’lar, Hasan’lar, Ali İsmail’ler... Saymakla bitiremeyeceğiniz kadar çok insan, Türkiye’de ırkçılık ve nefret suçlarının kurbanları.
Hiçbir alakamız, husumetimizin olmadığı Çin’den bile “hoşlanmayan” bir ülkede yaşıyoruz. Şaka değil! Pew araştırmasına göre, dünyada “Çin’i sevmeyen” Japonya ve Vietnam’dan sonra Türkiye, üçüncü sırada geliyor!
‘Kürdistan Realitesi’ | Ruşen Çakır | Gazete Vatan
Türkiye yıllar boyunca “Kürt realitesi”ni tanımamakta ısrar etti ve bunun bedelini çok ağır ödedi. 1990’lı yıllarda Kürt realitesi mahcup bir şekilde tanındı ancak “Kürt siyasi hareketi realitesi”, diğer bir deyişle “Abdullah Öcalan ve PKK realitesi” ile yüzleşmekten kaçınıldığı için sorunlar bitmek bilmedi. 2000’li yıllarla birlikte, AKP hükümetinin yürüttüğü çözüm süreçlerinde bu eşik de aşıldı: Gerek Öcalan, gerekse PKK, kimi zaman doğrudan, kimi zaman da dolaylı olarak muhatap alındı ve olumlu anlamda belli bir noktaya gelindi. Bugünse bambaşka bir realiteyle karşı karşıyayız. Buna kısaca “Kürdistan realitesi” diyebiliriz. Şöyle ki, Türkiye’deki Kürt sorununu, Kürtlerin yaşadığı diğer coğrafyalarda, yani Irak, Suriye ve İran’da yaşananlarla koordineli bir şekilde ele almadan çözebilmek mümkün gözükmüyor.
Obama'nın ‘Gözümüze Soktukları’ | Ceyda Karan | Cumhuriyet
Kuyruğu dik tutmaya, her şeyi güllük gülistanlık göstermeye çalışıyorlar ama iler tutar tarafı kalmadı. Geçen haftaki NATO zirvesi sırasındaki Obama- Erdoğan görüşmesi, dış politikada memleketi taşıdıkları yeri “gözümüze sokuyor”. Görüşmeden sızan Obama’nın “Ortadoğu’daki politik çizginizi NATO ve ABD çizgisinde görmek istiyoruz” ikazını, yahut bir Türk diplomatın “Görüşmeden hoşaf gibi çıktık” sözlerini öğrenmemiz de şart değildi. Bir Türkiye’nin tezlerine, uluslararası medyada çizdiği resme bakın; bir de ABD yönetiminin nihayetinde Ankara’yı getirdiği noktaya...
Ne mesajlar verdi Erdoğan zirvede?IŞİD için “öfkeli çocuklar” retoriğini tekrarladı, “bütünsel yaklaşım”, “zemini ortadan kaldırmak” argümanlarını sıraladı. Sanırsınız bizden başka “sosyolojik analiz” hem de “Sünnicilik kokulu” olmayan âlâsını yapan yok!
Çarşı Darbe Yapacakmış | Hayko Bağdat | Taraf
Gezi olaylarının tavan yaptığı günlerdi.
AKP ilk kez böylesi bir toplumsal olayla sınanıyordu ve ne yapacağını tam kestiremez hâldeydi.
Erdoğan Afrika gezisine çıkmıştı. Partinin üst düzey yetkililerinden bazıları eyleme katılan kesimler ile diyalog kurmanın yollarını arıyordu.
Başbakan yurda dönmeden önce iki önemli toplantı yapıldı. Bunlardan biri İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile gerçekleştirildi.
Diğeri ise dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile İstanbul’da, Hâkimler Evi’nde organize edildi.
Sadullah Bey ile yapılan toplantıya ben de katıldım.
Başta polis şiddeti olmak üzere meseleyi bu boyuta taşıyan tüm detaylar Bakan’a anlatıldı.
İşyeri Cinayetleri, Sendikacılar ve Politikacılar | A. Turan Alkan | Zaman
Altmışlı yıllar, işçilerin sendikal hakları için ayağa kalkmasına sahne oldu. İkibinli yıllara gelince işçi hareketinin mahiyeti değişti ve işçilerin can güvenliği mücadelesine indirgendi. Bu içler acısı durum, işçi statüsünde evine ekmek götüren herkes için büyük bir kayıptır.
Yetmişli yılların yükselen değeri sol sendikacılık anlayışına göre, işçinin hakkını vermek için işverenin, işyerini işçilere hibe edip ceketini alıp gitmesi bile yetmiyordu ve işçi hakları alabildiğine soyut ve şekilsiz bir kapsama büründürülmüştü; bu niteleme, evet mübalağalıdır fakat özellikle kamu işyerlerinde örgütlenen sendikalar, üretimle talep edilen ücret arasında bir kıyaslama yapmayı adeta hakaret telakki ederek “işçilerin asla ödenemez hakları” ütopyasını yücelttiler ve “üretimden gelen güçleri”ni kaldıraç gibi kullanabilecekleri zannıyla, henüz yeni oluşmaya başlayan işçi sınıfının beklenti ve özgüvenlerini abarttılar.
Erbil'e Starbucks Beklerken IŞİD Geldi | Aslı Aydıntaşbaş | Milliyet
IŞİD mevzilerinden sadece birkaç kilometre uzaktaki Erbil Steel adlı fabrikanın Türkiyeli sahibi Sabri Özel, örgüt taarruzu başlayınca, fabrikadaki 600 Hintli işçisini uçakla ülkesine göndererek işletmenin kapısına kilit vurmuş...IŞİD’in saldırılarından Özel’in Erbil merkezde bulunan dev rezidans blokları da nasibini almış. Bölgede durumun düzeleceğine inanan Özel, “Starbucks’la görüşme halindeydik. 2014 sonuna kadar gelmek istiyorlardı” diyor...
Güver - Erbil’den çıkıp IŞİD cephesine giderken, her şeyi görmeye hazırdım da cephenin birkaç kilometre gerisinde kalan bu dev fabrikaya hazır değildim.
İşadamı Sabri Özel, Türkiye’den Kuzey Irak’a gelen öncü işadamlarından. 2007’de kurduğu Erbil Steel, bugün sadece Kürdistan bölgesindeki değil, tüm Irak’taki en büyük tesislerden. 800 işçinin çalıştığı fabrikası, dev hurda yığınlarını 1200 derece sıcakta ateş fırınlarda eriterek Irak’ın her köşesinde inşaat sektöründe kullanmak üzere çelik çubuklar üretiyor.
Hadi Şeytana 'Merhaba' de | Fehim Taştekin | Radikal
Bekir Bozdağ’ın Başbakan yardımcısı sıfatıyla Suriye’deki iç savaşa müdahil olan Hizbullah’a ‘Hizbuşşeytan’ demesinin üzerinden 15 ay geçti. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın eleştirilere yanıtı hep “Biz tekfirci güçlere karşı aynı zamanda Lübnan’ı savunuyoruz” oldu. Hizbullah’ın Suriye ordusu ile birlikte önce Kuseyr, sonra Kalamun’da yenilgiye uğrattığı güçlerin başında El Kaide’nin Suriye kolu Nusra geliyordu. Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda birbiriyle çatışsalar da güneyde ortak hareket eden Nusra Cephesi ile İslam Devleti (İD) 2 Ağustos’ta Lübnan’ın Arsel bölgesine saldırdığında Hizbullah’ın stratejik tercihi sadece Şiiler değil Sünniler ve Hıristiyanlar arasında da kıymete bindi. Buna karşın Türkiye, İD’in palazlanmasındaki doğrudan ya da dolaylı sorumluluğundan dolayı projeksiyon altında. Üstüne üstlük ABD Başkanı Barack Obama’nın “Türkiye, Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün de müdahil olmalı” diyerek yaptığı İD’e karşı çekirdek koalisyona katılma çağrısının birincil muhatabı.
Gökdelenden Aşağı İttiğimiz Kendi Vücudumuz | Leyla İpekçi | Yeni Şafak
Şimdi asansör kazasında hayatını kaybeden işçilere üzülüyoruz. Dün Soma'daki maden işçilerine ve başta tersaneler olmak üzere diğer iş kazalarında iş güvenliği gerektiği gibi sağlanamadığı için hayatını kaybeden işçilere üzüldüğümüz gibi. Gelgelelim üzülmek hiçbir şeyi yerli yerine koymaya yetmiyor. Sorumluluk alması beklenenler belki vicdan azabı duyuyorlardır ama klişe tabiriyle sistem değişmedikçe, kanunlardaki yaptırımlar ağırlaştırılmadıkça işçiler ölmeye devam ediyor, edecek.
Şimdi Yeni Türkiye'nin bu kana doymayan sistemle kendi yetkinliğine ulaşması elbet beklenemez. Bir yandan siyasette olduğu kadar sanatta kültürde, sivil toplumda medeniyeti ayağa kaldıracak değerlerin ihyasını konuşuyoruz. Bir yandan da bu değerlerin insanlığa vaadini gerçekleştirmek üzere sadece sivil toplumun değil, devletin izleyeceği politikalar üzerine düşünmeye devam ediyoruz.
O Canların Bedeli Kaç Paraysa, Öderler | Umur Talu | Haber Türk
Unutmayalım ve tarihin nasıl aktığını kaçırmayalım diye kaydediyorum.
157 yıl önceydi.
Çalışma şartlarının düzeltilmesini isteyen 40 bin tekstil işçisi greve gitmişti.
Polis işçilere saldırtıldı; işçiler fabrikaya kilitlendi.
Yangın çıktı. 129 kadın işçi, sıkışmış, kıstırılmış, kapana yakalanmış şekilde alevlerde yok oldu.
2. Enternasyonal, New York’taki o vahşeti “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” ilan etti.
1921 Türkiye’sinde bile “Emekçi Kadınlar Günü” diye anılan ve 12 Eylül’ün o yüzden yasakladığı; kimimizin artık zarif bir şekilde kutladığı “Dünya Kadınlar Günü” odur işte.
Günümüzde belki bir kadına verilen sevgi gülüdür…
Esasen 129 işçi kadını yutan bir yangının külüdür!
Asansör | Mustafa Karaalioğlu | Star
Sebebi ve mazereti ne olursa olsun ister tek ister de yaygın işçi ölümleri toplum ve ülke için ayıptır. Bir türlü düzelmeyen, düzelmek şöyle dursun kötüleşen iş kazaları istatistikleri de Türkiye’ye kesinlikle yakışmamaktadır. Yakışmıyor çünkü, iş güvenliği için daha fazla denetim; en başta da daha yüksek standart üretebilecek bir ülkeyiz. Ama zihinler, hala o eski köhne alışkanlıkların esiri olduğu için şaşılacak bir ihmalkarlıkla bu sorunu çözemiyoruz.
Geçtiğimiz yıl iş kazalarında bin 235 işçi hayatını kaybetti. Bu yıl da sayı Soma faciası dahil 808’e ulaşmış durumda. Bu konuda dünya ve Avrupa istatistiklerinde durumumuz iç açıcı değil. Gelişmekte olan 77 ülke arasında en çok iş kazası yaşanan 17. ülkeyiz. Aynı ligde, ölümlü iş kazalarında ise 7. sırada bulunuyoruz. Türkiye’de irili-ufaklı her yıl 70 bin iş kazası yaşandığını da ekleyelim.