Görüş Bildir

Boğulma Haberleri

Boğulma ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Boğulma ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Soma'daki Facia Uluslararası Basında
Uluslararası basında faciaya ilişkin detaylara geniş yer verilirken, milli yas ilan edilmesine ve Başbakan Erdoğan’ın Arnavutluk ziyaretini iptal etmesine vurgu yapıldı.Soma’da meydana gelen maden faciası, uluslararası basında geniş yer bulurken, haberlerde arama kurtarma çalışmalarına ilişkin fotoğraf ve görüntülere geniş yer verildi. Haberlerde ülkede 3 günlük milli yas ilan edilmesine ve Başbakan Erdoğan’ın Arnavutluk ziyaretini iptal etmesine vurgu yapıldı. Dünyada en çok maden ve iş güvenliği kazasının yaşandığı ülkelerin başında gelen Çin'in ulusal basınında Soma'da yaşanan maden faciası önemli yer buldu. Çin resmi ajansı Şinhua'nın haberlerinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın faciayla ilgili açıklamalarına yer verilirken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ziyaretlerini iptal ederek bölgeye gideceği aktarıldı. Facia, ülkede Çince ve İngilizce yayın yapan birçok gazetede de ilk haber olarak verilirken, Soma'da devam eden arama kurtarma çalışmalarına ilişkin fotoğraflar gazetelerde geniş olarak kullanıldı. Haberlerde ayrıca, Türkiye'de geçmiş yıllarda yaşanan maden facialarına ilişkin bilgi verildi. Almanya Almanya'nın Bild gazetesi, 'Anneler ve eşler maden ocağının girişinde ağlıyor' başlıklı haberinde, Türkiye'deki maden ocağında meydana gelen felakette 200’den fazla kişinin hayatını kaybettiğini yazdı. Facia için Süddeutsche Zeitung gazetesi 'Kurtarma ekipleri madende mahsur kalan işçileri kurtarmak için çalışıyor', Die Welt gazetesi ise 'Maden faciasında 200'den fazla insan hayatını kaybetti' başlıklarını kullandı. 'Sendika, meydana gelen maden faciasını 'katliam' olarak nitelendiriyor' başlığını atan Spiegel Online ise yüzlerce kişinin yerin altında mahsur kaldığını belirtti. Frankfurter Rundschau gazetesi, 'Yüzlerce ölü ve kayıp' başlığıyla duyurduğu haberde, Soma'da yaşanan olayın Türkiye'deki en büyük iş kazalarından biri olduğunun altı çizildi. Tagesspiegel gazetesi ise 'İşçilere yapılan bir katliam' başlığını kullanarak, maden işçileri, sendikalar ve muhalefetin olayla ilgili hükümeti suçladığını belirtti. İngiltere İngiliz yayın kuruluşu BBC, faciaya ilişkin gelişmeleri canlı yayınlarla aktardı. Ölü sayısının artmasının beklendiğini bildiren BBC, gece boyunca ailelerin çaresizce yakınlarından haber beklediğini, kurtarma çalışmalarının devam ettiğini kaydetti. İngiliz Sky haber kanalı da maden faciasını bültenlerinde ilk sırada verdi. Sky, ölü sayısının artmasının beklendiğini ve mahsur kalan yüzlerce madencinin ailelerinin umutlarının tükenmekte olduğunu bildirdi. Haber kanalı ayrıca, facianın ardından Başbakan Erdoğan'ın Arnavutluk ziyaretini ertelediğini ve Soma'ya gideceğini belirtti. Sky, kurtarma çalışmaları sırasında madene oksijen verildiğini aktardı. Facia, İngiliz gazetelerinde de geniş yer buldu. Guardian gazetesi, 'Türkiye'deki maden faciasında 200'den fazla kişi öldü' başlığını atarken, Daily Telegraph gazetesi 'Türkiye'deki maden ocağında meydana gelen patlamanın ardından yüzlerce madenci hayatını kaybetti', Independent gazetesi 'Maden faciasında en az 200 kişi öldü', Financial Times gazetesi de 'Madendeki patlamada en az 201 kişi öldü' başlıklarını kullandı. Hollanda 'Kömür madenindeki patlamada 201 kişi hayatını kaybetti' başlığıyla yangını haber yapan Hollanda yayın kurumu NOS televizyonu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız’ın açıklamalarına yer verdi. Kurtarma çalışmalarının devam ettiğine vurgu yapılan haberde, Başbakan Erdoğan’ın Arnavutluk’a yapmayı planladığı ziyaretini iptal ettiğine dikkat çekildi. Ülkenin en yüksek tirajlı gazetesi De Telegraaf ise “Maden ocağı faciası” başlığıyla duyurduğu haberde, patlamada çok sayıda kişinin öldüğünü, ölü sayısının artmasından endişe edildiğini bildirdi. Gazete, Türkiye’de şimdiye kadar en büyük maden faciasının 1992 yılında Zonguldak’ta yaşandığını ve o zaman 263 kişinin hayatını kaybettiğini yazdı. Volkskrant gazetesi, ölü sayısının artmasından endişe edildiğini ifade etti. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız’ın “Sayı endişe ettiğimiz noktaya doğru gidiyor” açıklaması kullanılan haberde, kurtarma çalışmalarının aralıksız sürdüğüne işaret edildi. İspanya Soma'daki maden faciasını haber ajanslarından aldıkları bilgilerle derleyip ilk sayfalara taşıyan İspanyol basını, bir patlama sonrası maden yatağının çökmesi sonucunda çok sayıda işçinin öldüğünü duyurdu. 'Türkiye'de maden trajedisi' başlığını atan El Mundo gazetesi, 1992 yılında Zonguldak'ta 270 maden işçisinin hayatını kaybettiği kazadan sonra ülkedeki en büyük maden kazasının meydana geldiğine dikkat çekti. Faciadan dolayı Başbakan Erdoğan'ın ve ana Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Soma'ya gitmek için programlarını iptal ettiklerini vurgulayan İspanyol gazetesi, Türkiye'deki sendikaların ise başta tecrübesiz işçi çalıştırılması olmak üzere, maden işçilerinin çalışma koşulları ve madenlerin denetimiyle ilgili tepkili olduklarını yazdı. El Pais gazetesi de haberinde, 200 metre derinlikteki maden yatağının çökmesi sırasında içeride 780'den fazla işçi olduğunu belirtti. El Pais, Türkiye'deki maden işçileri sendikalarının Avrupa'da en sık maden kazasının kendi ülkelerinde olduğunu söyleyip, güvenlik ve ekipman eksikliğinden yakındıklarını bildirdi. Ülkedeki diğer önemli gazetelerden ABC ve La Vanguardia da benzer ifadeleri sayfalarına taşırken, İspanyol televizyonları da haber bültenlerinde Soma'daki maden faciasına yer verdi. Fransa Fransız Le Figaro gazetesi, dün olayın yaşandığı saatlerde sosyal paylaşım sitesi Twitter'daki hesabından flaş geçerken, gün boyu kazaya ilişkin gelişmeleri yakından takip etti. Olay yerinden fotoğraflar paylaşan gazete, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız'ın açıklamasına yer verdi. Le Monde gazetesi ise madenciliğin Soma halkının geçim kaynağı olduğunu yazdı. Faciayla ilgili üç gün yas ilan edilmesi haberi ise birçok Fransız haber sitesinde flaş gelişme olarak yer aldı. Danimarka Soma'daki maden faciası, İskandinav basınında da geniş yer buldu. Danimarka'daki televizyon kanalları ve gazetelerin hemen hemen hepsinde faciayla ilgili olarak Türkiye'deki basın organlarının verdiği bilgiler kaynak gösterildi. DR televizyonu, yüzlerce işçinin hala mahsur olduğunu öne çıkarırken, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın ölü sayısını 205 olarak açıkladığını aktardı. Televizyon kanalı, Türkiye'deki muhabirlerinin Soma'ya doğru yolda olduğunu bildirdi. Ekstra Bladet gazetesi ise 'en az 200 ölü 400 kişi mahsur' başlığıyla verdiği olayla ilgili olarak mahsur kalan işçiler için zamanla yarıştığını aktardı. Gazetenin internet sitesi, olay yerinden canlı internet yayınına geçti. BT gazetesi ise 201 kişinin hayatını kaybettiğini ve yüzlerce insanın yaşam mücadelesi verdiğini yazdı. Türk medyasındaki haberleri kaynak gösteren gazete, ölü sayısının net olmadığını bildirdi. Politiken gazetesi, olayın gelişimine geniş yer vererek yaşanan acı nedeniyle üç günlük yas ilan edildiğini aktarırken, Jyllands Posten, ailesini kaybeden genç bir kızın fotoğrafıyla verdiği haberde genç kızın 'Biz bir aileydik ama bugün ailemiz yok oldu' ifadelerine yer verdi. İsveç İsveç basını da haberlerinde olaya geniş yer verdi. Gazetelerden Svenska Dagbladet, Soma'daki madende patlama nedeniyle yangın çıktıktan sonra yüzlerce işçinin mahsur kaldığını, ölümlerin karbonmonoksitten kaynaklandığını belirtti. Son olarak ölü sayısının 205 olarak açıklandığını yazan gazete, ocağa oksijen pompalandığını ancak ölü sayısının artmasından korkulduğunu belirterek Türkiye'de üç günlük yas ilan edildiğini kaydetti. Norveç Norveç gazetesi Verdens Gang, maden kazasında ölü sayısının artmaya devam ettiğini ve kazanın 1992'den bu yana ülkede meydana gelen en büyük maden kazası olduğunu bildirdi. Gazete, yüzlerce işçinin hala mahsur olduğunu olay nedeniyle Türkiye'de üç günlük yas ilan edildiğini duyurdu. NRK televizyonunun internet sitesinde ise DİSK Başkanı Kani Beko'nun 'Patlama sonrasında yaşananlar bir işçi katliamıdır. Orada paravan şirketlerden işçi çalıştırılıyor. Bu da işçilerin haklarının belirsizliğine yol açıyor' dediği aktarılırken, Metal-İş sendikasının açıklamasına yer verildi. Dagbladet gazetesi ise itfaiyecilerin içeride mahsur kalan işçilere temiz hava ulaştırmak için molozların içine oksijen sıktığını belirtti. TV2 televizyonu, Türkiye'de 1941 yılından bu yana 3000 kişinin maden kazalarında hayatını kaybettiğini ve Türkiye'nin iş kazalarında Avrupa lideri olduğunu ileri sürdü. Yunanistan Yunan basını ise maden ocağı önünde bekleyen işçi yakınlarının fotoğraflarına yer vererek, olayı ''Gergin Bekleyiş' şeklinde duyurdu. Kathimerini gazetesi, fotoğraflı verdiği haberinde, facianın ardından üç günlük yas ilan edildiğini yazdı. ''Türkiye'nin yüreği yandı'' ifadesini kullanan gazete, facia nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Arnavutluk ziyaretini iptal ettiğini duyurdu. İmerisia gazetesi, 'Ulusal trajedi' başlığıyla duyurduğu haberinde, yetkililerin ölü sayısının artmasından endişe duyduklarını ifade etti ve Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın olay yerinde yaptığı açıklamalara yer verdi. Gazete, arama çalışmaların aralıksız devam ettiğini bildirdi.AA
Blair Gizli İşkence Programını Biliyordu
İngiltere eski Başbakanı Tony Blair'in CIA'in gizli kaçırma programı hakkında bilgi sahibi olduğu belirtildi. Blair'in 11 Eylül saldırılarının artdından CIA sorgulama hakkında 'tam bilgilendirildiği' ifade edildiİngiltere eski Başbakanı Tony Blair'in 11 Eylül saldırılarından sonra CIA'in gizli adam kaçırma ve sorgulama programı hakkında detaylı bilgiye sahip olduğu, MI6 tarafından 'her aşamada' bilgilendirildiği kaydedildi. İngiliz güvenlik kaynakları Daily Telegraph gazetesine yaptıkları açıklamada Blair'in ve sonra başbakan olan dönemin Dışişleri Bakanı Jack Straw'un CIA'in faaliyetleri ve Bush yönetiminin 'gelişmiş sorgulama' olarak ilan ettiği suda boğulma hissi veren ve stres pozisyonu gibi teknikler hakkında tam bilgilendirildiği belirtildi. Güvenlik kaynağı 'Politikacılar gerçekten çok aktif ilgilendi. Her şeyi bilmek istediler. Amerikalılar şimdi bunlar 'yasal' dedikleri hukuki fikirleri geçtiğini ve bizim politikacılarımız en üst düzeyde neler olduğundan haberdardı' dedi. Gazeteye konuşan güvenlik kaynağı 'Politikacılar her şey hakkında detayı biliyordu -işkence ve gözaltıları. Onlar MI6'e durdurun, karışmam diyebilirlerdi, ama bunu hiçbir zaman yapmadılar' dedi.Bu ifşa İngiliz polis teşkilatı Scotland Yard'ın terör şüphelilerine gözaltı ve işkence yapıldığı ile ilgili MI6 hakkında incelemeninm devam ettiğini açıklamasından sonra geldi. ABD'de Senato komitesi de CIA'in 'gelişmiş sorgulama' tekniği olarak sunduğu işkence ve sorgulama tekniklerini araştıran raporunun halka açıklanması gerektiği yönünde karar almıştı.cumhuriyet
Savcılıktan İlk İzlenim: Pamir'in Ölüm Nedeni Boğulma
Pamir’in ölümüyle ilgili soruşturmayı İstanbul Cumhuriyet Savcısı Levent Çağıl’ın yürüteceği bildirildi İstanbul Zekeriyaköy’de 4 Nisan sabahı kaybolduktan yaklaşık 30 saat sonra yan evdeki villanın havuzunda cesedi bulunan 3,5 yaşındaki Pamir Dikdik ’in ölümüyle ilgili soruşturmayı yürüten savcının ilk izlenimi, küçük çocuğun suda boğulduğu yönünde. Esra Ulus'un Milliyet'te yer alan haberine göre, pazar günü toprağa verilen minik Pamir’in ölümüyle ilgili soruşturma dosyasına “48/771” numarası verilirken İstanbul Cumhuriyet Savcısı Levent Çağıl’ın soruşturmayı yürüteceği bildirildi. Darp izine rastlanmadıAdli kaynaklardan edinilen bilgiye göre Savcı Çağıl, Pamir’in havuzdan çıkarılmasının ardından üzerindeki kıyafetlerin çıkarılması talimatını verdi. Savcı’nın Pamir’in bedeni üzerinde yaptığı ilk incelemede darp ve cebir izine rastlanmadı. Sadece Oyun çağındaki her çocuğun bacaklarında oluşan küçük morluklar tespit edildi.Savcının incelemesinin ardından beden otopsisi için Sarıyer Devlet Hastanesi’ne gönderilen Pamir’in cenazesinden alınan parçalar ölüm nedeninin kesin olarak belirlenmesi için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Savcının, Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek raporun ardından ifade alma işlemine başlayacağı öğrenildi.T24
Samsun'da Ortaokul Öğrencileri, Suda Otomatik Açılan Emniyet Kemeri Yaptılar
Samsun'da ortaokul öğrencileri, trafik kazalarında emniyet kemerinin açılmaması sonucu yaşanan boğulmaların önüne geçmek amacıyla suda otomatik açılan emniyet kemeri yaptı.Samsun'da ortaokul öğrencileri, trafik kazalarında emniyet kemerinin açılmaması sonucu yaşanan boğulmaların önüne geçmek amacıyla, nem sensörleri kullanarak suya düşen araçlarda otomatik açılan emniyet kemeri yaptı. Çarşamba ilçesindeki Gökçeçakmak Ortaokulu 8. sınıf öğrencisi Erhan Özer (13) ile 7. sınıfta okuyan Tunahan Akgün (12), projelerini Milli Eğitim Bakanlığı ve TÜBİTAK işbirliğiyle düzenlenen 'Bu Benim Eserim' projesi kapsamında hazırladı. Samsun'daki bölge finalinde 'fizik' alanında birinci seçilen proje, Ankara'da yapılacak finallerde yarışacak. Öğrencilerden Erhan Özer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, trafik kazalarında suya düşen otomobildeki emniyet kemerinin açılmaması sonucu boğulma yaşanabildiğini belirterek, bir yakınının bu şekilde yaşamını yitirmesi üzerine projeyle ilgili çalışmaya karar verdiğini anlattı. Okuldan arkadaşı Tunahan Akgün ile taşıtlar suya düştüğünde, otomatik açılarak hayat kurtarabilecek emniyet kemeri sistemi oluşturduklarını belirten Özer, 'Asıl amacı hayat kurtarmak olan emniyet kemeri, bazı durumlarda insanın canına mal oluyor. Biz de böyle bir sistem geliştirdik. Bu sistemimizin amacı, taşıtlar akarsu, göl, nehir gibi derin sulara düştüklerinde emniyet kemerinin otomatik açılarak olası can kayıplarının önüne geçmek' dedi. 'Bebek koltuklarında ve uçaklarda da kullanılabilir' Tunahan Akgün ise taşıtların suya düşmesi durumunda en soğukkanlı kişinin bile panikleyebileceğini ve emniyet kemerinin takılı olduğunu unutup boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceğini aktardı. 'Şoförün aracını pert etmesi kabul edilebilir ama aracın şoförü öldürmesi kabul edilemez' diyen Akgün, sistemin çalışma şekline ilişkin şu bilgileri aktardı: 'Günümüzde araçların güvenilirliğine çok dikkat edilmekte. Biz de araçların güvenilirliğini yükseltmek için bu projemizi yaptık. Nem algılayıcı plakaları kullandık. Suyun iletkenliğinden yararlanarak emniyet kemerinin otomatik açılmasını sağlıyoruz. Aracın içi su almaya başlayınca nem sensörleri devreye giriyor ve emniyet kemeri üzerine yerleştirdiğimiz düzeneğe kablolar aracılığıyla sinyal gönderip, kemeri otomatik açıyor. Bu sistemi aracın 5 farklı yerine yerleştirmeyi düşünüyoruz. Çünkü aracın farklı şekilde düşebileceğini bilmeliyiz. Bu sistem bebek koltuklarında ve uçaklarda da kullanılabilir.' SAMSUN - Fatma Kalay|AA
Arabalı Vapur Faciasında 15 Yıla Kadar Hapis İstemi
Sirkeci'de 15 Mart 2014'de arabalı vapura binerken geminin hareket etmesi sonucu denize düşen araçta hayatını kaybeden 5 yaşındaki Ece Su Yılmaz ile 61 yaşındaki anneanesi Şaziye Güleren’in ölümüne ilişkin yürütülen soruşturma tamamlandı.Savcı İbrahim Çiçek, iddianamede, kazanın meydana geldiği Sadabat isimli araba vapurunun süvari-kaptanı Erkan Atalay İ., usta gemici Özay Y. ve çimacı Levent D.nin Ece Su Yılmaz ve Şaziye Güleren taksirle ölümlerine, Ebru Güleren Yılmaz ile Mine Dalkılıç'ın ise dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu boğulma tehlikesi geçirerek yaralanmalarına sebebiyet verdikleri gerekçesi ile 3 yıldan 15 yıla kadar hapislerini istedi. Savcı Çiçek, süvari-kaptan Erkan Atalay İ.'nin olay nedeniyle asli-tam kusurlu bulunduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiğini belirterek, hakkında yakalama kararı çıkartılmasını talep etti.İddianamedeki bilirkişi raporunda usta gemici Özay Y. ile çimacı Levent D.'nin kazada kusurlarının bulunmadığı tespitine yer verildiğine vurgu yapan Savcı Çiçek, dosyada bulunan CD görüntüleri, olay yeri incelemesi, tanık, müşteki ve şüpheli ifadeleri dikkate alındığında  Özay Y..ile Levent D.'nin olay nedeniyle müşterek sorumlu oldukları ve bu nedenle kusurlarının bulunduğunu iddia etti. Anne Ebru Güleren Yılmaz'ın kazanın, insiyatifi dışında meydana geldiğini anne Yılmaz'ın da kusurunun bulunmadığını belirtti.İddinamede yer alan bilirkişi raporunda suvarinin NETA almadan (araçların alınmasının tamamlanıp kapağın kapatıldığına ilişkin onay) ve ekranı kontrol etmeden gemiye yol vermiş olması sebebiyle kazanın meydana geldiği kaydedildi. Levent D. ve Özay Y.'ye kusur atfedilemeyeceği anlatılan bilirkişi raporunda, Erkan Atalay İ.'nin tecrübeli bir kaptan olup, gemiyi hareket ettirmeden önce aşağıda bulunan usta gemici Özay Y.'den NETA alması, bununla yetinmeyip bizzat kaptan köşkünde bulunan panelden kontrol edip, emin olduktan sonra gemiye yol vermesi gerektiği ifade edildi. Süvari-kaptan Erkan Atalay İ.'nin bunları yapmadığı için henüz kapak kapanmadan gemiye girmekte ve kapak üzerinde olan araca rağmen gemiye yol verdiği, bu durumda kazanın meydana gelmesine sebep olduğu anlaşıldığından asli-tam kusurlu görüldüğü aktarıldı. İskelede bulunan ve araçları yönlendiren çımacı Levent D.ve gemide araçları yerleştiren usta gemici Özay Y.'nin kendilerine verilen görevleri usulune uygun olarak yaptıkları, bu nedenle de kusursuz oldukları kanaatine varıldığı anlatıldı.Canan Coşkun/Cumhuriyet
Hamas'tan Arap Ülkelerine Çağrı
Hamas hareketi, İsrail'in Mescid-i Aksa'ya yönelik tekrar eden ihlalleri nedeniyle Arap devletlerine, 'İsrail büyükelçilerini sınırdışı etme' çağrısı yaptı.GAZZEHamas hareketi, İsrail'in Mescid-i Aksa'ya yönelik tekrar eden ihlalleri nedeniyle Arap devletlerine, 'İsrail büyükelçilerini sınırdışı etme' çağrısı yaptı.Hamas Sözcüsü Fevzi Berhum, tarafından yapılan yazılı açıklamada, 'İslam ümmetinin, İsrail'in Kudüs ve Mescid-i Aksa'ya yaptığı saldırılara tepki göstermesi gerekiyor. Tüm İslam ülkeleri liderlerinin Aksa'nın kurtarılması için harekete geçmesi gerekir' denildi.Arap ülkelerinden İsrail'i uluslararası alanda yalnız bırakmalarını ve büyükelçilerini sınırdışı etmelerini isteyen Berhum, bunların yapılması için tüm 'kozların' kullanılması gerektiğini belirtti.İsrail askerleri, bu sabah Mescid-i Aksa'ya girmeye çalışan Yahudi yerleşimcilerini engelleyen Filistinlilere müdahale etmiş, olaylarda, gazdan etkilenen bazı Filistinliler boğulma tehlikesi atlatmış, bazıları da yaralanmıştı.
AB’de Önemli Karar: Mülteci Tekneleri Artık Geri Çevrilmeyecek
Avrupa Birliği’nin sınır muhafaza teşkilatı FRONTEX’in bundan böyle mülteci teknelerini geri çeviremeyeceği açıklandı. Ancak bu mültecilerin kabul edildikten sonra Türkiye’ye gönderilmesi gündeme gelebilir.Alman medyasına göre, Avrupa Birliği’nin (AB) dış sınırların kaçak girişlerden korunması için kurduğu sınır muhafaza teşkilatı FRONTEX’in, mülteci taşıyan deniz araçlarını açık denizlere dönmeye zorlaması yasaklandı. Almanya’nın tanınmış göç uzmanlarından Petra Bendel ise FRONTEX’in bazı uygulamalarının devletler hukuku açısından tartışmalı olduğunu söyledi. Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle, AB sınır koruma teşkilatı, İtalya’daki Lampedusa açıklarında olduğu gibi, ölüm tehlikesi geçiren mültecileri kurtarmamakla suçlandığını hatırlattı. Erlangen Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Petra Brendel, FRONTEX’e yöneltilen eleştirilerle ilgili olarak teşkilatın kaçak göçü ve sınır aşırı suçları önlemek amacıyla kurulduğunu hatırlatırken, AB sınır muhafaza teşkilatının aynı zamanda boğulma tehlikesi geçiren kazazedeleri kurtarmakla yükümlü olduğunu belirterek, “Anlaşmalarda, hangi hallerde FRONTEX’in müdahale etmek zorunda olduğu ve yardımın AB ülkeleri arasında nasıl koordine edileceği de açıkça yazıyor. Ayrıca FRONTEX’in, kurtarılan mültecileri canlarına zarar gelebilecek ülkelere iade etmesi de yasak. Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi’nin 33′üncü maddesinde belirtildiği gibi, mülteci adaylarının haklarının korunması ve hangi üçüncü ülkeleree gönderilebilecekleri de anlaşmalarda yer alıyor” dedi. Alman göç politikası uzmanı Petra Brendel, mültecilerin gönderildiği ülkelerde insan haklarına ne ölçüde uyulduğunu saptamanın da FRONTEX’in görevi olduğunu belirtti. FRONTEX operasyonlarına sağlık personeli, tercüman ve hukukçuların da katılması gerektiği yönündeki isteklerinyerine getirilmesini isteyen siyasi bilgiler fakültesi öğretim üyesi Brendel, hangi mültecinin korunmaya ihtiyacı olduğunu tespit edebilmesi için kurtarma operasyonlarına katılan ekiplerin eğitilmesi gerektiğini vurguladı. FRONTEX ve münferit milli sınır muhafaza teşkilatlarının ‘geri gönderme’ uygulamasının Akdeniz’de olduğu gibi mülteci teknelerinin batmasına ve boğulmalara neden olduğu hatırlatıldı. AB’nin aldığı kararın sadece FRONTEX için geçerli olduğunu, milli sınır muhafaza teşkilatlarını bağlayıcı nitelikte olmadığı ifade edildi. Türkiye ile AB arasında geçtiğimiz Aralık ayında ‘Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni’ ile ‘Geri Kabul Anlaşması’ imzalanmıştı. Yaklaşık 3,5 yıl sürmesi beklenen vize muafiyet müzakereleri sürecinde Türkiye’nin, AB’ye Türkiye üzerinden yasadışı yollarla giriş yapan üçüncü ülke vatandaşlarını kabul edip geldikleri ülkelere göndermesi ya da oluşturulacak kamplara yerleştirmesi öngörülüyordu. DHA, ZETE
Game of Thrones'u Bir de George R.R. Martin'den Dinleyin
Son yılların bir numaralı dizisi Game Of Thrones’un nisan ayında başlayan 4. sezonu, beklentileri şu ana kadar fazlasıyla karşıladı. Geçmiş üç sezonda, duygusal olarak bağlandığımız karakterlerin birer birer ölümü bizleri sarsmış olsa da, antipatik Kral Joffrey’in, geçtiğimiz bölümlerde zehirlenerek ölmesi sonucu herkes derin bir nefes aldı. Game Of Thrones, diğer dizilere bu yüzden benzemiyor. Dizide, ilk bölümden son bölüme kadar, her türlü zorluğu aşan, tehlikeleri birer birer savuşturan, herkes ölürken, kendisi hayatta kalan bir kahraman yok. İyiler her zaman kazanmıyor… en azından şimdilik. Game Of Thrones’un ait olduğu A Song of Ice and Fire (Buz ve Ateşin Şarkısı) serisini okuyanlar bilir, ileride bizi daha bir çok sürpriz bekliyor olacak. Serinin birinci cildini 1996 yılında yayınlayan ve her fırsatta, yavaş ve acele etmeden yazmayı sevdiğini belirten George R.R. Martin, bir yandan kalan iki kitabı bitirmeye çalışırken, bir yandan da dizinin getirdiği şöhretle uğraşıyor. Ünlü müzik ve sanat dergisi Rolling Stone’a bir röportaj veren Martin, çocukluğundan, Hollywood’da geçirdiği yıllara, J.R.R Tolkien’le kendisini ayıran özelliklerden, kitapların sorguladığı ahlaki değerlere kadar bir çok konuda düşüncelerini paylaştı.  Game Of Thrones’un en önemli temalarından biri aile kavramı. Karakterlere anlamlarını veren ama bir o kadar da onları yıkan şey aile. Sizin aileniz ve evinizle ilişkiniz nasıldı? 1948′de New Jersey’de; Bayonne’da doğdum. Manhattan’a otobüsle 45 dakika uzaklıkta olsa da, Bayonne kendi içinde bambaşka bir dünyaya sahipti. New York çok yakın olduğu halde pek sık gitmezdik. Dört yaşımdan itibaren, Birinci Sokak’taki sosyal konutlarda yaşadım. Babam bir Martin’di, İtalyan ve Alman asıllıydı. Annem ise Brady’ydi, İrlanda kökenli. Annemden, Bayonne tarihinde önemli bir yere sahip Brady ailesinin hikayelerini dinlemişimdir. Çok küçük yaşta fakir olduğumuzu anladım. Okuluma yürürken, annemin içinde doğduğu, bir zamanlar bize ait olan evin önünden geçmem gerekiyordu. Her geçişimde o eve bakardım, onun için de hikayelerimde kaybolmuş bir altın çağın nostaljisi vardır. Annemin bana anlattıkları, hayal gücüme yerleşti. Ailenize yakın mıydınız? Babam her zaman mesafeli biri olmuştur. Sanırım beni hiçbir zaman anlamadı, aynı şekilde muhtemelen ben de onu hiçbir zaman anlamadım. O zamanlar bu terimi kullanmıyorduk ama babamın sağlam bir alkolik olduğunu söyleyebilirim. Kendisini görüyordum ama çok az konuşuyorduk. Ortak bir noktada buluştuğum konu herhalde spordu.  Bayonne’dan üniversiteden önce mi ayrıldınız? Hiçbir zaman arabamız olmadı. Babam, içkiliyken araba kullanmanın kötü bir şey olduğunu söylerdi, ve hiçbir zaman içmeyi bırakmayacağını da (gülüyor). Yıllarca evimin penceresinden Staten Island’ı seyrettim, ışıklarına baktım. Benim için o ışıklar Shangri-La, Singapur, Şanghay ya da her neresiyse orayı temsil ediyordu. Kitap okuyordum ve kitaplardaki Mars gezegenini ve diğer gezegenleri hayal ediyordum. Sonraki yıllarda Robert E. Howard’ın Conan kitaplarını ya da Orta Dünya’nın renkli yerlerini hayal ettim.  1966 yılında Northwestern Üniversitesi’ne giriş yaptınız. Takip eden yıllarda, Vietnam savaşına olan karşı tutumunuz nedeniyle politik ve moral değişimler yaşadığınızı biliyoruz… Ben de, dönemin bir çok çocuğu gibi, bir şahindim. Amerika’nın ‘iyi’ler olduğunu kabul etmiş ve orada bulunmamızı doğru karşılamıştım. Üniversiteye girdikten sonra, Vietnam savaşı gerçekleri öğrendikçe, savaşın anlamı bana yanlış gelmeye başladı. O dönemde orduya alımlar arttı ve ben de vicdani ret için başvurdum. Tam anlamıyla bir pasifist değildim ve bunu da iddia edemezdim. Ben daha çok belirli bir savaşa karşı çıkan biriydim. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda görev almış olmak isterdim. Sonuç olarak, kesinlikle geri çevrileceğini düşünerek, vicdani ret için başvurumu yaptım. Bunu üç seçeneğin izleyeceğini biliyordum: ordu, hapis ya da Kanada. Ne yapardım, hangisini seçerdim gerçekten bilmiyorum. Bunlar gerçekten zor seçimlerdi ve her genç bu konuda bir karar vermek zorundaydı. Sonra bütün beklentilerimin aksine başvurumu kabul ettiler. Bana daha sonra dendiki – bu arada bunu kanıtlamamın imkanı yok – başvurumun kabul edilmesinin sebebi, muhafazakarların, vicdani reddin isteyen herkese verilmesinin yeterince ağır bir ceza olacağına olan inancıydı. Böylece, kayıtlara geçecek vicdani reddin, kişinin hayatı boyunca “komünist” ve “retçi” damgası taşımasına neden olacağı düşünülüyordu. Amerika’nın Vietnam savaşından sonra gerçek anlamda toparlanabildiğini sanmıyorum. Benim dönemimin çocukları için gerçek dışı bir tecrübeydi. Gerçeklere, adalete ve Amerikan sistemine olan inancıyla liseyi bitiren ‘ideal’ bir çocuk, üniversiteye girdiği anda gençliğinin bütün bu süperkahraman değerlerinin yıkıldığını gördü.  İlk romanlarınız ‘Dying of the Light’ ve ‘Fevre Dream’ çok beğenildi. Ancak ‘The Armageddon Rag’, bir bakıma yazarlık kariyerinizi askıya almanıza neden oldu. Daha sonra uzun yıllar Hollywood’da dizi yazarlığı yaptınız. O yıllarda edindiğiniz tecrübeler, size daha sonraki kitaplarınızda – bu durumda Game of Thrones’un da dahil olduğu ‘Buz ve Ateşin Şarkısı’ (A Song of Ice and Fire) oluyor – yardımcı oldu mu? Kesinlikle. Televizyon dizilerine senaryo yazmanın sırrı, bir roman kaleme almaktan daha kolay oluşudur. William Goldman, herşeyin strüktürden, yani strüktür ve diyalogdan oluştuğunu söylerdi. Hollywood’da bulunmuş olmam benim bu yönümü geliştirdi. Öncesinde, yıllarımı tek başıma bir daktilonun ya da bilgisayar ekranının önünde, tek başıma yazı yazarak geçirdim. İnsanların olduğu bir ofise gidip, bir fincan kahve eşliğinde dizi hakkında fikirler paylaşmak, projeyi kolektif bir şekilde geliştirmek beni canlandırdı. Bir yandan da sürekli sınırlamalarla uğraşıyorduk. Bu beni çok yordu. Sansür hakkında tartışmalar vardı, sahneler çok mu açık, ya da politik olarak hassas bir konu mu, ya da çok mu şiddet var, gibi bir çok sorun vardı. Kimse rahatsız olmasın düşüncesi hakimdi. ‘Güzel ve Çirkin’ dizisinde bunu yaşadık. ‘Çirkin’ insanları öldürüyor. Karakterin önemli bir özelliği bu. O kötü biri, bir cani. Ama CBS dizide kesinlikle kan olmasını istemiyordu, oysa ‘Çirkin’ insan öldürüyor. Bu gerçekten çok saçmaydı. Karakterin sempatik kalmasını istiyorlardı. Game of Thrones’un başlangıç noktası olarak, bir infaza şahit olduktan sonra karlı bir ormanda kurtlar gören bir çocuktan yola çıktığınızı söylemiştiniz. Bir hikaye için ilginç bir başlangıç. 1991 yazıydı. Hala Hollywood’da çalışıyordum. Menajerim fikirlerimi hayata geçirebileceğim projeler arıyordu. Mayıs, haziran aylarında yapacak hiçbir işim yoktu ve bir roman yazmayalı yıllar olmuştu. Avalon adlı bir bilim kurgu romanı üzerinde çalışmaya başladım, herşey yolunda giderken bir anda, Game Of Thrones’un ilk bölümü olacak bu sahne gözümün önüne geldi. Bran’in (Ned Stark’ın küçük oğlu) gözünden, kafası kesilen bir adamın infazına şahit olduğunu gördüm, daha sonra ormanda, kardaki ayak izlerini takip ederek bir kurtla karşılaşıyor. Sahne beni o kadar etkilemiştiki üzerine çalışmam gerektiğini düşündüm ve yazmaya başladım. Neredeyse üç günde, okuduğunuza çok yakın haliyle, kitabın birinci bölümünü yazdım.  Hikayeyi çevreleyen dünyayı inşa etmeniz ne kadar zamanınızı aldı? O yaz, neredeyse yüz sayfa yazdım. Bende bütün bu süreçler aynı anda işler. Önce dünyayı inşa edip sonra yazmam. Öncelikle yazmaya başlarım ve daha sonra bütün parçaları bir araya getiririm. Bir harita çizmek mesela yarım saatimi alabilir. Yazdıkça, hayal ettiğin şeyleri o haritaya yerleştirebilirsin. Böylece haritanın her geçen gün daha da canlandığını görürsün. Bütün bunlar olup biterken bir yandan Hollywood’da çalışmaya devam ediyordum ama aklımda sürekli bu hikaye vardı. Karakterleri ve sahneleri düşünüyordum. Bu romanı gerçekten bitirmek istediğimi anladım. O andan sonra bir üçleme olacağını biliyordum. O zamanlar herkes üç ciltlik romanlar çıkarıyordu. Bu konuda standartları Yüzüklerin Efendisi’yle J.R.R Tolkien koymuştu. 1994 yılında, yazdığım yüz sayfayı ve hikayenin olası devamını anlatan iki sayfalık bir özeti menajerime verdim. Dört yayınevi ilgilendiklerini söylediler. Bir anda hem bir avansa hem de kitabı bitirmem gereken son teslim tarihine sahip olmuştum. Böylece Hollywood’daki patronlarıma, bu romanı bitirene kadar dizi senaryolarına ara veriyorum diyebildim.  Hikayenin karmaşıklığı göz önüne alındığında, dizinin inandırıcı olmayacağından korktunuz mu? Üçüncü kitabı yazdığım dönemde Hollywood’dan teklifler almaya başladım. Bu ilgi, Yüzüklerin Efendisi beyaz perdede büyük bir başarıya ulaşınca, daha da arttı. Filmler, izleyicinin dragonlara ve o tarz yaratıklara açık olduğunu gösteriyordu. Oysa ben, yazmaya başladığım ilk günden beri, hikayenin televizyona uyarlanabileceğini bir an olsun düşünmemiştim. Bunun imkansız olduğunu düşünüyordum. Yüzüklerin Efendisi üçlemesi, benim Kılıçların Fırtınası kitabım kadar ediyor. Çok daha fazla karakter var, daha fazla şehir var, herşeyden daha fazla var, onun için filmi çekilemez dedim. Bazı insanlar hikayenin özüne odaklanmamız gerektiğini söylüyordu. Hangi karakter daha önemli? Bazıları Dany’nin asıl karakter olduğunu, diğerlerini bir kenara bırakıp onun hikayesini anlatmamız gerektiğini söyledi. Ya da Jon Snow. Bu iki karakter, herşeyin etraflarında inşa edilebileceği ana karakterler ama o zaman hikayenin yüzde 90′ını kaybediyorsunuz. Bir başkası “O zaman birinci kitabı film olarak yapalım, eğer başarılı olursak cevabını çekeriz” dedi. Ama film başarısız olursa kimse devamını seyredemeyecek ve yarıda kalmış bir hikaye olmuş olacak. Şanslıydım çünkü evimin kredisini vermekte zorluk çekmiyordum. Bütün teklifleri geri çevirdim. Uyarlanacaksa, ancak televizyon için yapılabilir diye düşündüm. Ama CBS ya da NBC için değil çünkü çok fazla cinsellik ve şiddet var. Bana göre ancak HBO için yapılabilirdi. Hikayedeki ilk şok edici olay, Jaime Lannister’ın Bran Stark’ı, Jamie’nin kardeşi Cersei’yle ensest ilişkiye girdiğini gördüğü için camdan itmesiyle yaşanıyor. İzleyiciyi çok etkileyen bir sahne oldu. Bir çok kişi, “Daha önce binlerce kez okuduğumuz hikayelerden farklı” diyerek bana bu sahnenin kendilerini diziye bağlayan sahne olduğunu söyledi. Dizi, Bran’in gözünden başlıyor. Herkes bir anda Bran’in hikayenin kahramanı olduğunu düşündü. Genç Kral Arthur. Tam bu küçük çocuğun yaşadıklarını takip etmeye çalışırken, baam! Kimse böyle bir şeyin Bran’in başına gelebileceğini beklemiyordu. O açıdan çok başarılıydık. (gülüyor) Jaime ve Cersei’nin yaptıkları çok alçakça bir davranış. Ancak çok daha sonra, Jaime’nin düşmanı olan bir kadını tecavüzden kurtardığına tanık oluyoruz. Haliyle hakkında ne düşüneceğimizi bilemiyoruz. Jaime ve daha bir çok karakterle, değinmek istediğim, geliştirmek istediğim konulardan biri de hataların telafisi, affetmek ve affedilmekti. Yaptığımız şeyin bedelini nasıl ödeyebiliriz? Telafi mümkün müdür? Gerçekten bir cevabım yok. Peki insanları ne zaman affederiz? Bunu toplumumuzda sıklıkla görebiliyoruz. Michael Vick’i affetmeli miyiz (yasadışı köpek dövüşlerine düşkün ve güçsüz köpekleri öldürdüğünü itiraf eden NFL oyuncusu)? Köpekleri çok seven arkadaşlarım var ve Vick’i hiçbir zaman affetmeyeceklerdir. Oysa Vick bir kaç senesini hapiste geçirdi ve devletin gözünde cezasını çekti, affedildi. Peki yeterince özür diledi mi? Ya da Woody Allen. Woody Allen, alkışlamamız ve övmemiz gereken biri mi, yoksa toplumun dışlaması gereken biri mi? Peki ya Roman Polanski, ya da Paula Deen. Toplumumuz, öyle ya da böyle hayatlarının bir anında yanlış yapmış insanlarla dolu ve biz bu insanlarla ne yapıyoruz? Bir kötü hareketi telafi etmek için kaç tane iyi hareket yapmamız lazım? Bir Nazi suçlusuysan ve hayatının 40 yılını sadece hayır işleri yaparak, fakirlere yardım ederek geçiriyorsan, bu senin Nazi kamplarında yaptıklarını telafi eder mi? Ben bu soruların cevaplarını bilmiyorum ama soruların üzerinde kafa yorulmaya değer olduğunu düşünüyorum. Ben bir noktada, telafinin, affın olmasını istiyorum çünkü hepimiz hayatımızda yanlışlar yapıyoruz. Onun için de herkesin affedilebilmesi gerekir. Af dediğimiz şey olmasaydı… o zaman ceza vermenin manası ne?  Jaime ve Cersei gibilerinin affedilebileceğini sanmıyorum. Cersei’nin çok sağlam bir karakteri var, Lady Macbeth gibi. Affedilme, kimin için? Bazılarının gözünde hiçbir zaman affedilmeyecek. Çocuklarına gelince, inanılmaz koruyucu bir yapısı var. Tartışabilirsin, çocuklarını gerçekten seviyor mu, yoksa kendi çocukları oldukları için mi seviyor? Cersei’de gerçek bir narsisizm var. Dünya ve toplum hakkında neredeyse sosyopatlığa varan bir görüşü var. Diğer yandan da Jaime’nin yaptıkları oldukça ilginç. Benim çocuğum yok ama olan arkadaşlarımla konuştum. Unutmayın ki, Jaime, Bran’i sıkıcı küçük bir çocuk olduğu için öldürmeye çalışmıyor. Bran’in gördükleri aslında, Jaime, Cersei ve bu ensest ilişkiden doğan üç çocukları için ölüm fermanı anlamına geliyor. Onun için de çocuğu olan arkadaşlarıma sordum “Jaime’nin yerinde olsanız ne yapardınız?”. Dediler ki “Ben kötü biri değilim, öldürmezdim”. Emin misin? Asla mı? Eğer Bran, Kral Robert’a gördüklerini anlatırsa, sen, çok sevdiğin kız kardeşin ve üç çocuğunuz öldürülecek… O aşamada bir çoğu kararsız kaldı. Muhtemelen bir çok insan “Evet, kendi çocuklarımı ve ailemi kurtarmak için, masum da olsa başkasının çocuğunu öldürmeye hazırım” derdi. Bunlar insanların zor durumlarda verebileceği kararlar ve incelenmesinin uygun olacağını düşündüm.  Konuştuklarımıza kontrast olarak, dizinin ilk sezonunda Ned Stark, ‘Night Watchman’in kellesini uçurduğunda, ya da daha sonra oğlu Robb aynı şeyi yaptığında, bu infazların ikisini de çok etkilediğini ve kayıtsız kalmadıklarını görüyoruz. Omuzlarında ağır bir yük oluşuyor. Haliyle öyle, olması gereken de bu zaten. İnsan hayatına son vermek oldukça ciddi bir iş. Orta Çağ’a yakın bir durum söz konusu. Keskin bir demir parçasıyla birinin kafasını kopartıyorsunuz, kanı üzerinize sıçrıyor ve çığlıklıklarını duyuyorsunuz. Kendimizi bundan soyutlamamız belki daha da feci bir durum doğuruyor. Bugün artık insanları, oturduğun yerden bir düğmeye basarak, dronlarla, füzelerle öldürebildiğimiz teknolojiler yaratıyoruz. Artık hiçbir zaman çığlıklarını duymayacağız, annelerini çağırarak can vermelerine tanık olmayacağız. Bunun iyi bir şey olduğundan emin değilim. Bu moral ve etik konularını tarih boyunca görebilmek mümkün. Soru her zaman bu olmuştur, savaş sırasında kazanmak için herşeyi yapmaya hazır mısın yoksa herşeye rağmen belli bir etik seviyesini ve ideallerini koruyabilir misin? İnsanlara ‘waterboarding’ (CIA’in, insanlara boğulma hissi veren, su kullanarak uyguladığı bir işkence) uygulamalı mıyız? Ya hayatlarımızı kurtaracak önemli bilgilere sahip olursak? Peki böyle bir durumda aslında kendimize ihanet etmiş olmuyor muyuz? Peki ya ikinci bir 11 Eylül’ü önleyebilecekse, işkence uygun mudur? Hayatta kalabilmek ve savaşı kazanabilmek için, korkunç cinayetler işlemeye hazır mısın? Ben bilmiyorum ama bu soruları ele almak kanımca önemli. ‘Buz ve Ateşin Şarkısı’ ve ‘Game of Thrones’ların önemli bir noktası da güç ve iktidar. Neredeyse herkesin, belki denizin diğer tarafındaki Daenerys dışında herkesin, gücünü, iktidarını kötüye kullandığını görüyoruz. Hükmetmek zordur. Her ne kadar saygı duysam da, Tolkien’e cevabım budur. Yüzüklerin Efendisi, Orta Çağ düşünce yapısına sahip, öyle ki eğer kral iyi bir adamsa, o zaman topraklar bereketli olur ve herkes refah içinde yaşar. Gerçek tarihe baktığımızda bunun bu kadar basit olmadığını görüyoruz. Tolkien kitaplarında, Aragorn’un kral olup yüzlerce yıl saltanat sürdüğünü, ne kadar iyi kalpli ve güçlü bir kral olduğunu söyleyebilir. Ama Tolkien bazı soruları sormayı unutuyor: Aragorn’un vergi politikası neydi? Daimi bir ordusu var mıydı? Kıtlık ve sel dönemlerinde ne yapıyordu? Peki ya orklar? Savaşın sonunda Sauron’dan kurtuluyoruz ama orklar pek de uzağa gitmiyorlar, dağlarda yaşamlarına devam ediyorlar. Peki Aragorn, orkların kökünü kazımak için sistematik olarak soykırıma başvuruyor mu? Peki ya küçük bebek orklar, onları da öldürüyor mu? Gerçek hayatta, gerçek kralların, ilgilenmeleri gereken gerçek sorunları vardır. Sadece iyi bir adam olmak sorunu çözmez. Çok çok zor kararlar almanız gerekir. Bazen iyi olduğunu düşünürek aldığınız kararlar, ileride tersine dönerek size karşı işleyebilir. Bu tarz durumları kitaplarımda kullanmak istedim. Benim hikayelerimde iktidar olmak hiç de kolay bir şey değil, zor bir hayata sahipler. Sadece iyi kalpli olmak, sizden iyi bir kral yapmaz. Rolling Stone'dan Çeviren: Cem Gelgün Zete