Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Acemi Casus | Can Dündar | Cumhuriyet
Erdem’le Silivri’ye getirildiğimiz gece, ilk kayıtta hangi suçtan tutuklandığımızı sordular:
“Terör mü, adi mi?”
Arkama yaslanıp derin bir nefes aldım:
“Casusum ben” dedim, ciddi bir edayla...
Muhataplarımda yarattığı hayretle karışık hayranlığın keyfini sürdüm.
İyi de... Sorsalar hangi ülkenin casusu olduğumu, bilmiyordum. Bilsem, oranın bir casusuyla bir köprü üzerinde takas edilmemi isteyeceğim; ama söylemediler.
İşin kötüsü, elde casus olduğumu gösterebileceğim bir kanıt da yok.
Hâkimin kararına bakılırsa, acemi bir casus olduğum için, ele geçirdiğim belgeyi hemen alıp gazetede manşetten vermiştim. O da yakaladı tabii...
Eldeki tek kanıt bu...
Adalet biraz ağır işlediği için, 6 ay sonra fark etti bu durumu...
Paris Konferansı ve Türkiye | Gila Benmayor | Hürriyet
Paris İklim Konferansı öncesi dünyanın çeşitli çoğrafyalarında büyük çapta 'İklim Adaleti' gösterileri yapıldı.
“İklim Adaleti” son yıllarda ortaya çıkan bir kavram.
İklim değişikliği sorununu yaratan üretim, tüketim ve ticaret biçimlerinin üzerine gidilmesini talep ediyor.
Avustralya, Japonya, Bangladeş, Filipinler “iklim adaleti” diye sokaklara inen on binlerce kişinin gösterilerine sahne olan ülkeler.
Bangladeş’te 2050 yıllına kadar kıyılarda yaşayan 30 milyon kişinin iklim değişikliğine bağlı seller, erozyon ve içme sularının tuzlanması nedeniyle evlerini, topraklarını bırakmak zorunda kalacakları hesaplanmış.
Kuraklıktan en fazla etkilenecek ülkelerden biri olan Türkiye, her gün dünden daha kara bir güne uyandığı için iklim değişikliğini filan düşünecek durumda değil.
AB'yle Yalancı Bahar | Kadri Gürsel | Diken
30 Kasım Pazartesi tarihli gazetede ‘AB ile 2016 umudu’ başlığını görünce meraka kapıldım.
Nedeni, içinde ‘AB’ ve ‘umut’ sözcüklerinin geçtiği bir gazete başlığının aklıma getirdiği üçüncü sözcüğün ‘üyelik’olmasıydı.
Yoksa, AB’ye üyelik umutları mı yeşermişti?
Bir de tabii üyelik kadar, üyeliğe götüren müzakere sürecinin ülkeye yapacağı katkıları bildiğimden meraka kapıldım.
Umut, insani gelişme miydi acaba, sürdürülebilir kalkınma mı? İyi yönetişim mi, hukuk devleti mi? Yoksa demokrasi, özgürlükler ve laiklik miydi?
2016’da AB vesilesiyle Türkiye’ye gelmesi umuduna kapıldığımız güzellikler bunlar mıydı?
‘AB ile 2016 umudu’ başlığını attıran neydi? Gazeteci olarak atladığım bir şeyler mi vardı?
Onu Anladık da, Türkan Elçi'ye Yapılana Ne Demeli? | Ezgi Başaran | Radikal
“Hemen devleti katil ilan ediyorlar”, “Hem her yere hendek kazıyorlar hem de cinayeti üstlenmiyorlar”, “Şerefsizler”, “Katiller”…
“Halbuki” diyorlar, “Tahir Elçi’yi öldüren kurşun hendeklerin kazıldığı taraftan geldi, işte kazdığınız hendeklere düştünüz.”
“Bu cinayet terörle mücadelenin ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha gösterdi.”
Yaklaşık 8 gazetede, o gazetelerin ikişerden bilmem kaç yazarında, yani onlarca kağıt parçasında bu ifadeler yer alıyor. Tahir Elçi cinayeti bu şekliyle paketleniyor.
Tamam anladık, ezberledik bu süreçleri.
**
Zaten yani, neyi tartışacağız?
Yahu ortada mermi çekirdeği yokken, ölümcül kurşunun hendeklerin olduğu Sur tarafından mı, yoksa Balıkçılarbaşı tarafından mı geldiğini hemen nasıl anladınız? Ne bu panik?
Hasan Ağabey | Melih Aşık | Milliyet
Dostumuzu, ağabeyimizi, Milliyet’i Milliyet yapan isimlerden Hasan Pulur’u kaybettik...
Ailesinin, basın camiasının, okurlarının, hepimizin başı sağ olsun...
Yıllarca birlikte çalıştığımız Hasan Ağabey’in gazeteciliği bizim için ulaşılması gereken bir zirve, bir eşsiz örnekti. O bizler için bir deniz feneriydi. Halk gazeteciliğinde bir okuldu.
Gazeteler, uzun yıllar elite hitap etmiş, halkı ıskalamıştır.
Hasan Ağabey gazete sütunlarına o ihmal edilen halkı, o halkın duygularını ve düşüncelerini taşımıştır. Halkın aynası olmuştur.
O yüzden halk ile gazete sütunları arasında bir kopya kâğıdı olduğunu söylerdi.
Yazılarını halkın anlayacağı kelimeler, seveceği üslupla yazdı.
İnsanı savundu... Yozlaşan toplumda kaybolmaya yüz tutan erdemleri, insancıl duyguları anımsattı.
Can’ı Verdik, 3 Milyar Aldık, Peki Kârda mıyız? | Aslı Aydıntaşbaş | Cumhuriyet
Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasının hemen ardından yapılan Avrupa Birliği zirvesi, görünüşte Ankara açısından büyük bir başarı.
Brüksel, şu zamana kadar Türkiye ile ilişkilerini belirleyen “Kopenhag Kriterleri”ni bir kenara bıraktı, insan hakları ve ifade özgürlüğü meselesini görmezden geldi ve mültecileri Avrupa’dan uzak tutması karşılığında Ankara’ya 3 milyar Avro vaat etti!
Daha da önemlisi, AB ile ikinci bahar havası esiyor. Müzakere süreci yeniden başlıyor, fasıllar açılıyor.
Kısacası Can’ı verdik ama 3 milyar kazandık. Peki, kârda mıyız?
Hayır, hiçbir koşulda değiliz. Ne biz ne de Avrupa. Ne zirve iddia edildiği gibi Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecini yeniden başlatıyor, ne de mülteci sorununa gerçek bir çözüm getiriyor.
Brüksel, şimdilik mülteci sorununu Türkiye’yi koskoca bir mülteci kampına, kendi sınırında devasa bir tampon bölgeye çevirerek halletmek peşinde. Ancak bu, 3 milyara da, 5 milyara da mümkün değil.
Üstelik bizim için pek iyi de değil.
AB'nin Gardiyanı | Hayri Kozanoğlu | BirGün
24 Kasım’da Türkiye’nin Rus bombardıman uçağını düşürmesinin ardından, “angajman kuralları” uzmanı, elde cetvel neredeyse santimetrelerle hava sahası ihlalini ispatlamaya çalışan uzmanlar türedi. Sanki uluslar, “hava saham bir nevi namusumdur” diyerek, leblebi gibi birbirlerinin uçağını düşürürmüş, sıradan bir olay yaşanmış gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. En basitinden Yunanistan’la on yıllarla Ege hava sahası üzerinden tartışmalar sürer, geçmişte hükümetler “Kardak krizinde” olduğu gibi iç politika malzemesi yapmak için gerilimleri tırmandırırken bile, hiç tetiğe basılmadığını hatırlatmak gerekiyor.
24 Kasım’ın sade Türkiye açısından değil, küresel dengeler göze alınarak da önemli bir dönüm noktası olabileceği varsayımından hareketle, tabiri caizse “büyük resme” bir bakalım.
ABD tüm gerileyen hegemonlar gibi küresel ölçekte ekonomik ağırlığı azaldıkça, ideolojik ikna kabiliyeti ve politik etkisi zayıfladıkça, devasa askeri gücüne daha fazla sarılıyor. Obama’nın seçilmesinden beri özellikle Asya-Pasifik’te Çin’i kıstırmayı stratejisinin ana unsuru haline getirdi. Adeta, yükselen güçle (Çin), egemen emperyal gücün (ABD) kaçınılmaz biçimde çatışmaya gireceği tezine sarılarak Çin’i askeri mindere davet ediyor.
Hepimiz Gazeteci Olalım | Soner Yalçın | Sözcü
Medya…
Toplu ağlama seanslarını gelenek haline getirdi.
Medya…
Ağlamayı ve kendini acındırmayı pek seviyor.
Toplu ayinler yapıyor; “arkadaşlarımızı hapsettiler…”
Başka?
Başka yok…
Medya…
Ezberlenilmiş kavramlarla konuşup, ezberlenmiş ve artık bıkkınlık veren yürüyüşlerle protesto ederek “ayin” yapmanın huzurunda teselli buluyor!
Bak arkadaşım…
Bak meslektaşım...
Bırak bunları başkaları yapsın.
Sen gazetecisin…
Hani diyorsun ya…
“Hepimiz Can Dündarız…”
“Hepimiz Erdem Gülüz…”
“Biz de gazeteciyiz; bizi de Silivri zindanına atın…”
İyi diyorsun. Hoş diyorsun. Ama…
Böyle demekle ve böyle slogan atmakla, yürümekle filan olmaz basın özgürlüğü!
Nasıl olur biliyor musun?
Türkiye IKBY'deki kriz için ne yapabilir? | Osman Ali | Al Jazeera Türk
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), demokrasinin, hızla gelişen ekonominin ve istikrarın kalesi olarak görülüyor, hatta kimileri tarafından 'Diğer Irak' adıyla anılıyordu. George W. Bush ve Barack Obama başkanlığındaki Amerikan hükümetleri, IKBY'nin başarılarından övgüyle bahsediyordu.
“İran'ın arzusu, Barzani'nin bu krizden zayıflamış olarak çıkması; zira böyle olursa, Barzani'nin, IKBY'nin Tahran yanlısı Suriye ve Irak ile işbirliği yapmasını isteyen İran'a boyun eğeceği düşünülüyor.”
Ancak son iki ayda, Mesud Barzani'nin IKBY Başkanı olarak üçüncü kez görev süresinin uzatılması ekseninde yaşanan olaylar krize neden olurken, bölge için ciddi sonuçlar doğuracak bir tehdit oluşturuyor. Bölge, 2005'ten bu yana Türkiye'nin milli güvenlik menfaatleri açısından stratejik bir önem kazanırken, son yaşananlar bu menfaatleri riske atmış durumda.
Krizin arka planı
Kriz, 19 Ağustos 2015'te görev süresi dolan Barzani'nin istifa etmemesi sonucu patlak verdi. Bu meydan okumanın başını çeken ise, belli başlı diğer Kürt grupların da desteğini alan ve bölge meclisinde en yüksek ikinci sandalye sayısına sahip olan Gorran (Değişim Hareketi).
AKP'liler Ölüme Neden Sevinir? | Murat Aksoy | Haberdar
Cumhurbaşkanı Erdoğan, vesateyetindeki AKP'nin Gezi’de iktidarı kaybedeceği korkusuna kapıldı. O tarihten sonra Arap Baharı’yla birlikte dış politikada savrulduğu “mezhepçi kimlik” siyasetini iç politikaya da yansıttı.
“Yüzde 50’yi zor tutuyorum” söylemi bu siyasetin en açık kamusal ifadesidir.
Gezi’de başlayan toplumsal kutuplaşma ve gerginlik söylemi ve bu söylemin ifadesi olan kamu politikaları tüm hızıyla devam ediyor.
Bu söylem ve politikalar ile Türkiye, eskiden var olduğu biçimde sadece etnik olarak Kürt-Türk fay hattında değil farklı ayrışmaları da derinleştirdi.
Kuruluşundan bu yana “toplum” değil “cemaatler toplamı” olan Türkiye’de bu söylem ve politikalar daha etkili oldu.
Kürt-Türk ayrışmasının dışında şimdi yaşam biçimi olarak “laik-antilaik”; kültürel/dinsel kimlik olarak “Alevi-Sünni” ve dinsel kimlik olarak “AKP cemaati-diğer dinsel cemaatler” olmak giderek derinleşen fay hatlarına bölünmüş durumda.