Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
İktidarı Koruma Planında Büyük Adım! | Tarhan Erdem | Radikal
Bağımsız Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın listesi, AK Parti Kongresi seçimlerini kazandı. Böylece, 2011 seçiminden sonra uygulamaya başlanan “İktidarı koruma planı” hedefine daha da yaklaşmış oldu.
Demokratik siyaset içinde bulunan her kişi küçük-büyük, az-çok iktidar sahibidir. Siyasal bir partinin üyeliği, muhtarlık, parti yönetim kurulu üyeliği, belediye başkanlığı, milletvekilliği bakanlık gibi görevler de, “demokratik iktidarın bir parçası” sayılır. Erdoğan’ın korumak istediği “iktidar”, demokratik siyasal hayatın herhangi bir yerindeki güç değildir; ülkenin hükümetini kontrol eden “siyasal iktidardır”.
Sayın Erdoğan’ın planı, ülke iktidarını korumaktır.
Planı anlatmaya çalışayım:
Sayın Erdoğan siyasal iktidarını AK Parti Tüzüğü’ndeki üç dönem kuralına göre kaybedeceğini, 2011 seçimi öncesinde görmüştü.
Üç dönem kuralını değiştirmeyi, delikanlılığına yakıştıramıyordu ama 2015’te milletvekilliğine veda ederse ne olacaktı? Evine mi çekilecekti!
Eskimiş Bir Şarkısın Sen | Kadri Gürsel | Diken
Uzunca bir süredir AKP’nin elinde ve dilinde, Türkiye’nin tamamına anlatabileceği sadece bir hikaye kalmıştı… Adı ‘Çözüm Süreci’ydi.
“Anaların gözyaşlarını dindirmek, acıyı sonlandırmak, akan kanı durdurmak için çözüm sürecini başlattık” diyorlardı.
24 Temmuz’da hava kuvvetlerini Kandil’e taarruz ettirerek son hikayeyi de bitirdiler. Bu, verdikleri erken seçim kararıyla ilişkili bir siyasi tercihti.
AKP’nin tek başına iktidar olduğu 12 yıl boyunca bu ülke dokuz kez sandık başına gitmiş, bunların hiçbirinin öncesinde ne terörle mücadele ne de ‘acil ulusal güvenlik tehditleri’, PKK’yla varılmış ateşkesleri sona erdirmenin gerekçesi ya da ateşkeslere varılmasının engeli olmuştu.
Ancak bu kez iktidar, 7 Haziran’da yitirdiği meclis çoğunluğunu geri alabilmek için çatışmasızlık durumunu sona erdirmeyi seçti; sürdüregeldiği tek olumlu gündemi böylece olumsuza çevirdi.
PKK da 22 Temmuz’da iki polis memurunu uykularında katlederek, akılsız ve erdemsiz seçimini fiile geçirebilmesi için AKP’ye benzer biçimde epeyi yardımcı oldu.
Hepimiz ‘Kardeş’ miyiz!.. | Belma Akçura | Milliyet
Türkiye’de gerek siyaset gerekse medya; her on yılda bir gerçekleşen darbelere rağmen hiç bir zaman uzlaşmacı bir kimliğe sahip olmadı. Bu ülkeyi kâbusa çeviren acı deneyimleri iyileştirici tecrübelere dönüştüremedi... Toplumu kutuplaştıran ve geren baskıcı uygulamalardan fayda sağlanamayacağını, halkın barış ve huzur içinde yaşaması için sorumlu davranması gerektiğini öğrenemedi. Aksine siyaset ve medya daima çatışmacı ortamlardan beslendi, sokaktaki vatandaşı da linç kültüründen...
Yıllar önce nefretle, öfkeyle, kinle hedef göstererek atılan manşetlerin sonuçlarını hep birlikte yaşadık... O manşetler hepimizi vurdu... Fakat görünen o ki; yine aynı oyunlar, benzer manşetlerle sürdürülüyor. Sonuçta ‘tarihin tekeri döner döner aynı yerde durur’ misali yine başa döndük.
Son dönemde özellikle Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan çatışmacı ortamı fırsat bilip linç kültürüyle beslenerek yolunu bulmaya çalışanlar, şiddeti onaylayanlar ve bu şiddetin bir parçası olanlar bazı siyasetçileri ve gazetecileri ve hatta vatandaşı hedef göstermekle kalmadı bir gazetebinasına da taşlarla sopalarla saldırdılar...
'Yeni' AKP | Taha Akyol | Hürriyet
Kongre hakkında yandaş medyanın da yazdığı gerçek şu: Kongrede Erdoğan damgası!
Yeni AKP, önceki dönemlere göre çok daha fazla Erdoğan'ın kontrolü altındadır.
Partinin önde gelen isimlerinden eski bir bakan dün telefonda şunu söyledi:
'Davutoğlu'nun ısrarla istediği isimlerden bir teki listeye giremedi. Kesinlikle istemediği belirli isimlerin ise tamamı listeye girdi.'
Milletvekili aday listesinin de böyle olacağı bellidir.
Kongreye ilişkin ayrıntılar, 900 delegeye peşinen imzalattırılan üstü boş önerge gibi 'görülmedik' uygulamalar TV'lerde anlatıldı, basında yazıldı...
Bu tablodan nasıl bir parti ve ülke yönetimi çıkar, hepimiz asıl bunun üzerine kafa yormalıyız.
EKONOMİ ALANINDA
Evvela 'gidenlere', yani kimlerin istenmediğine bir bakalım. Abdullah Gül'den sonra Bülent Arınç da tasfiye edildi, 'başlangıçtaki üçlü' ve partinin kurucu kadroları etkisizleştirildi. Sayın Arınç bunu 'Biz idik, ben olduk' diye ifade etti. Artık farklı ses çıkaracak, uyaracak, toplumsal çeşitliliği partiye yansıtacak isimler hayli azalmıştır.
'Gidenler'den Ali Babacan ve Mehmet Şimşek Merkez Bankası'nın bağımsızlığını, iktisadi rasyonalizmi ve Avrupa normlarını savunan isimlerdi. Merkez Bankası 'vatana ihanet'le suçlanırken onlar bu haksız hücumlara göğüs gerdiler, ekonomi dünyasına 'kurumlarımıza güvenin' mesajını verdiler.
İncirlik’e Karşı Lazkiye | Ceyda Karan | Cumhuriyet
Türkiye’yi yönetenlerin siyasi hırslarıyla memlekete taşıdıkları iç savaş manzaraları, bize Suriye’yi unutturmasın. Suriye krizi siyasal İslamcı aklının “düzenleyici ülke” kibrini çoktan gömmekle kalmadı, memleketi “düzenlenecek ülke” konumuna soktu. Rusya’nın Ortadoğu’daki son hamleleri, bu “düzenlenme sürecinin” henüz sonuçlarının kestirilmesi zor olduğu yeni dönemine işaret...
4.5 yıl boyunca olduğu gibi kısa süre önce dolaşıma sokulan “Rusya, İran ile birlikte Esad yönetimini terk edeceğinin işaretini verdi” safsatalarının ömrü uzun sürmedi. ABD’ye İncirlik’i verip, Suriye’nin kuzeyinde arzuladıkları “tampon bölgelerini” alıp “Halep’i fethedeceklerini” düşünenler, şimdi Lazkiye’de kurulan üsse bakıp ağlasalar yeridir. Zira satranççı Ruslar, diplomatik ve askeri cephede atağa geçmiş vaziyette.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, en son Esad’ın istifası yolundaki “gerçek dışı ve mantıksız” çağrılara son verilmesini istedi. Bir Rus diplomatın ifadesiyle tutumları net: “Ortaklarımızın Şam’da rejim değişikliği önerileri gayri meşrudur. Sadece Esad’a gitmesini söylüyorlar, peki sonra? Hiçbir fikirleri olduğunu sanmıyorum.
AK Parti Kucaklaşmalı | Abdülkadir Selvi | Yeni Şafak
AK Parti kongresi, seçimlere giderken kritik bir eşikte toplandı.
Kongreye Cumhurbaşkanı Erdoğan damgasını vurdu.
Başbakan Davutoğlu, 9 Eylül gecesinden itibaren yaşanan dalgalanmada ülkenin kritik bir dönemeçten geçtiği düşüncesiyle sorumluluk bilinciyle hareket etti.
Şehit cenazelerinin geldiği, ekonomide küresel kriz beklentisinin piyasalarımız üzerinde etkili olmaya başladığı ve Türkiye'nin erken seçime gittiği bir konjonktürde, Davutoğlu farklı bir tercihte bulunsa, bugün başka şeyleri konuşuyor olabilirdik.
10 Eylül Perşembe günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasında varılan uzlaşma, Türkiye'nin Sezer-Ecevit restleşmesinde benzer bir tabloyu yaşamasını engellemiş oldu.
Eğer uzlaşma sağlanamasaydı AK Parti büyük bir yara alırdı.
Türkiye sırat köprüsünden geçiyor. Böylesine kritik bir süreçte liste krizi yaşanması seçim öncesinde AK Parti'nin birkaç puan kaybetmesine yol açabilirdi.
Faili Meçhul Yok, Direkt Katliam Var! Cizre, Cizre, Cizre… | Nazım Alpman | BirGün
Türkiye tam sekiz gün yutkunarak sessizce Cizre’yi uzaktan izledi. Devlet bütün gücüyle bu köklü yerleşimi kuşattı. İlçede yaşayanları “esir” aldı!
Kendini savunamayacak konumda olanları da katletti!
Bu haliyle tam olarak Filistin yerleşimlerine baskınlar düzenleyen İsrail birliklerini anımsattı.
İşin ilginç yanı iktidarda İslamcı vurgusu ağır olan bir partinin bulunmasıydı. Ağızlarını her açtıklarında “Benim Filistinli Kardeşlerim” cümlelerini sakız edenlerin, Filistinlilerden çok İsrail komandolarıyla bire bir aynı zalim metotları uygulamalarıydı.
Cizre doğrudan adıyla bile egemenlerin yüreklerini ağızlara getirecek bir direniş geleneğine sahip bulunuyor. İktidarda kim olursa olsun, Cizreli Kürtler, devletin ağır saldırılarına muhatap oldular.
En eskileri bir yana bırakıp yakın tarihte bizzat tanık olduklarımla sınırlı tutarsam Cizre’nin kaç kez hallaç pamuğu gibi atıldığını unutmuyorum. Başbakan Tansu Çiller’in iktidar yıllarında Cizre yine böylesi bir devlet saldırısına uğramıştı. Cizre Doğru Yol Partisi (DYP) ilçe başkanı beni evine davet etmiş ve delik deşik olmuş duvarları göstermişti:
-Tam 5000 mermi deliği saydık!..
“Emrindeyiz Ya Hüseyin” Afişinin Altında Olan Bitenler... | Yıldıray Oğur | Türkiye
Tam 12 gün geçti. Türkiye’nin gündeminin ağırlığından pek dönüp bakılmadı ama aslında tam da Türkiye’nin o ağır gündemi üzerine çok şey söyleyen bir haberdi bu.
2 Eylül günü Bağdat'ın Şiilerin yaşadığı Sadr semtinde bir stadyum inşaatında çalışan 18 Türk işçi, askeri üniforma giyen maskeli kişilerce kaçırıldı.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç kaçırılan 14 işçi, 3 mühendis ve bir muhasebecinin 'Kaçırılma sırasında şirkette Türk işçilerini diğer ülkelerin vatandaşlarından ayırarak bir seçime tabi tuttuklarını öğrendik' diyerek özel olarak seçildiğini açıkladı.
Geçen hafta mühendis ve işçileri kaçıran “Ölüm Mangaları” adlı adı ilk kez duyulmuş örgüt, rehineleri ve taleplerini gösteren bir videoyla sosyal medyada ortaya çıktı.
Dinle Küçük Faşist | Akdoğan Özkan | T24
O çok övündüğün şanlı Osmanlı’nın 1877 tarihli 1. Meclis-i Umumî’sinde 16 dil konuşuluyor, 11 inanç temsil ediliyordu.
Bugün merkezinde Türkiye’nin ikinci büyük etnik grubunun yer aldığı bir siyasi hareket Meclis’te kendisine 80 vekille temsil imkânı buldu diye kıyameti kopardın. Sokaklara dökülüp linçgirişimlerinde bulundun, gittin bina kundakladın, kitapçı yaktın, sırf sokakta kendi lisanını konuştu diye gencecik bir çocuğuöldürdün!
Aslında sen istiyorsun ki, Türkiye’de herkes tek bir dil konuşsun. Tek bir ümmetin kulu olsun. Tek bir kişiye biat etsin. Ve de sünnetsizler cezasını bulsun!
Bunun için her şeyi yapmaya kararlısın!
Adam senin ana dilini biliyor, sen onunkini bilmiyorsun. Ama bu durum onu hastanelik etmene ve bir heykeli zorla öptürtmeneengel olamıyor. Cesaretini cehaletinden aldığının farkında değilsin.
15’i çok ciddi şekilde yok olma riskiyle karşı karşıya olan 35 dilin konuşulduğu bu ülkede her bir dili Türkiye’yi zengin kılan bir hazine bellememiz gerekirken... Yok olmalarının önüne geçmemiz lazım gelirken... Sen dillerimizin teker teker koparılmasını ve bizi belleksiz bırakmasını tercih edebiliyorsun.
PKK ile Yol Ayrımındaki ‘Demirtaş Hareketi’ | Namık Çınar | Taraf
Oyuna ya gelindi, ya gelinmek üzere.
Zira, 1 Kasım’daki seçimde nasıl bir sonuç alınacak, henüz kestiremiyorum.
7 Haziran’da duvara toslayanlar, önlemlerden biri olarak, allem edip kalem edip; Selahattin Demirtaş’ı itibarsızlaştırmada sanırım epeyi bir mesafe aldılar.
Selahattin Demirtaş çizgisinin, Kürt meselesindeki önemi şurada:
Demokratik bir anlayışa taşımaya çalıştığına dair işaretler verdiği partisi HDP, her ne kadar KCK ve PKK’nın bir organı ve ürünü ise de; Demirtaş âdetâ Kürt sorununun silahlı yöntemden demokratik yönteme evrilebileceğinin temsilcisi gibi imajlar veren bir yol izledi.
Otuz beş senelik savaşçı mücadelenin barışçı siyaset yoluyla da yapılabileceğinin ipuçlarını, bu ölçüde ilk kez o ortaya koydu ve bu yüzden kısa zamanda beğenilen bir sima oluverdi.
Hareket’in Meclis’teki temsil kapasitesi yirmi küsurdan seksen milletvekiline çıkınca, dinci AKP başta olmak üzere MHP, ulusalcılar, Öcalan, Kandil, diasporadakiler, yani ne kadar Türk ve Kürt milliyetçisi varsa hepsinin gözünü korkuttu.
Bu gelişme, hem Erdoğan’ın önünü kesti, hem de savaştan yana olan PKK baronlarını nasıl bir geleceğin beklediğini gösterdi.