Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Mandela’ya verilmek istenen “Uluslararası Atatürk Barış Ödülü” ve Türkiye - Güney Afrika İlişkilerindeki “Kürt Sorunu” algısı…
Mandela’ya verilmek istenen “Uluslararası Atatürk Barış Ödülü” ve Türkiye - Güney Afrika İlişkilerindeki “Kürt Sorunu” algısı…
Hacı Mehmet BOYRAZ
Gediz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
2.sınıf, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Çift Ana Dal öğrencisi
boyrazhacimehmet@gmail.com
Mandela’ya
verilmek istenen “Uluslararası Atatürk Barış Ödülü” ve Türkiye - Güney Afrika İlişkilerindeki
“Kürt Sorunu” algısı…
Afrika kıtasını araştırmaya başladığım
bugünlerde fark ettiğim ilk hususlardan biri Güney Afrika Cumhuriyeti’nin
Türkiye Cumhuriyeti ile olan ilişkilerinde var olan yanlış “Kürt Sorunu” algısı
oldu. Bu sorunun temel sebebi yıllarca ırkçı apartheid rejimine (1948 - 1991) karşı
savaşan Mandela ve onun partisi Afrika Ulusal Kongresi’nin (AUK) Türkiye’yi
çoğunlukla Kürt Sorunu üzerinden okuması ve incelemeleridir. “Baskıcı ve zorba”
(!) Türk hükümetlerinin Kürtlere karşı uyguladıkları zulüm ile ırkçı apartheid
rejiminin siyahlara karşı uyguladığı zulüm arasında kurulan paralellik algısı
zihinlerde kalıcı bir hasar bırakmakla beraber olumsuz bir Türkiye algısı da
yaratmıştır.
“Bu gerginliğin farkında olmayan dönemin
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1993’teki Davos Zirvesi’nde karşılaştığı ve
samimi bir ortamda geçen muhabbet sonrasında Mandela’ya ‘Atatürk Uluslararası
Barış Ödülü’ nün verilmesi gerektiği kanaati daha sonra diplomatik bir krize
sebebiyet verdi. Bunun sebebi ne yukarıda bahsedilen Kürt sorununun o dönemki
küresel etkilerinden ne de Mandela’nın avukatının milliyetçi bir Yunanlı
olduğunu bilen dönemin yöneticileri Mandela’ya sormadan bu ödülü vermiş
olmalarıdır. Ancak Mandela’nın ofisinden gelen ret ve sert açıklama ile hem
Türkiye’nin onurunu kırılmış hem de devlet refleksi gösterildiği için bir anda
Güney Afrika ve Mandela Türkiye gündemine giremeden hayatımızdan çıkmıştır.” (1)
Bu sebepten 2011’de Başbakan Erdoğan’ın ziyaretine kadar iki ülke arasında neredeyse
hiç sıcak temas bulunmamıştı.
1980’lerde baskıcı darbe yönetiminin
etkisiyle etnik bir sorundan çıkıp silahlı bir mücadeleye dönüşen Kürt Sorunu
1990’larda hız kazanmış ve küreselleşmenin de etkisiyle dünyanın birçok
bölgesinde konuşulur hale gelmişti. Aşağı yukarı aynı zamana denk gelen süreçte
özgürlük savaşçısı Mandela hapishaneden çıkmış ve kısa bir süre sonra da
ülkesinin ilk siyasi Cumhurbaşkanı olmuştur. Ancak göreve gelmeden kısa bir
süre önce Nobel Barış Ödülü’nü almasına rağmen Türk Hükümeti tarafından
kendisine verilen “Atatürk Uluslararası Barış Ödülü” nü aşağıdaki sebepten
reddetti.
Afrika Ulusal Konseyi: “Mandela tüm hayatını demokrasiye ve insan
haklarına baskıların kaldırılması hizmet ederek geçirmiştir. Afrika Ulusal
Konseyi Mandela’nın Atatürk Barış Ödülü’nü kabul etmediğini ve Türkiye’yi
ziyaret etmeyi düşünmediğini açıkça beyan eder. Afrika Ulusal Konseyi’nin bu
kararı modern Türkiye’nin kurucusu reformcu Mustafa Kemal Atatürk’e karşı
hiçbir olumsuz görüşü yansıtmamaktadır”.
Mandela ise yaptığı ilk açıklamada “dünyadan ırkçılık karşıtı çevrelerden, hatta
Türkiye’den çok tepki geldi, kayıtsız kalamazdım” dedi. Hürriyet’e de “Afrika’da milyonlarca kişi sadece
derilerinin renginden ötürü köle muamelesi görüyor. Bu nedenle Kürtlerin
çektikleri eziyeti görmezden gelmemiz mümkün değildir” demiştir.
Başka bir iddiaya göre Mandela’nın ödülü
reddetmesinin sebebi “Afrika’daki iç savaşlara İsrail yapımı silahların Türkiye
üzerinden satılmasına hükümetin göz yummasıydı. Hatta partinin iki numaralı
ismi Mbeki’yi buna dur demek için Ankara’ya göndermiş, ama sonra Güney Afrika
lideri olacak olan Mbeki, havalimanından ülkesine geri gönderilmişti.” (2)
Ancak Mandela’nın avukatı Essa Moosa ile
yapılan bir söyleşide Moosa şunları ifade etmiştir: “Mandela Kürtleri çok iyi anlıyor ve mücadelesini tanıyor ve sempati
duyuyor. Mandela cezaevinden bırakıldığında Türkiye O’na Atatürk barış
ödülünü vermek üzere Türkiye’ye davet etmişlerdi. Fakat Mandela, Türk
devletinin Kürt sorunu karşısındaki uzlaşmaz ve inkarcı tavrından dolayı
Türkiye’ye gelmedi ve ödülü de ret etti. Türkiye’de ciddi rahatsızlıklar olmuş
hatta Mandela’yı karalayan yazılar yazılmıştı. Sanırım Mandela’nın bu tavrı
bile Kürtlere ve davalarına olan sempati ve saygınlığını gösteriyor. Ayrıca
Uluslararası Avukatlar Birliği tarafından oluşturulan bir komite önerisi
vardı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Mandela, Öcalan’ı temsilen diğer
avukatlara liderlik yapmak da istiyordu. Ama Mandela 93 yaşında maalesef artık sıhhati
el vermiyor.” (3)
1999’a
gelindiğinde ise değişen Türkiye algısı Mandela’nın fikrini değiştirdi ve Mandela ödülü
almak istediğini söylediyse de bu sefer Türkiye vermedi.
Bunun
yanı sıra PKK lideri Öcalan’ın da Mandela’ya beslediği olumlu düşünceler 2010
yılında kâğıda dökülmüştür. İşte Öcalan’ın Mandela’ya gönderdiği o mektup: (4)
“Güney Afrika’da önderliğini yaptığınız
mücadele sonucunda, çatışmalara yol açan apartheid rejimi ve zihniyeti ortadan
kalkmış, özgürlük, eşitlik ve demokrasi anlayışı temelinde barış içinde bir
arada yaşamayı başaran örnek bir demokrasi modeli yaratılmıştır. Bu demokrasi
modeli, tüm halkların olduğu gibi Kürt halkının da esin kaynağıdır. Bizim de
amacımız, bir çözümsüzlük ve çatışma kaynağı haline getirilen Kürt sorununun
demokratik ve barışçıl çözümünü sağlamak, Ortadoğu toplumuna demokrasi
kültürünü egemen kılmak, devletleri de demokrasiye duyarlı hale getirmektir.
Yıllardır bunun için çabalıyorum. Ancak çözüm çabalarımıza karşı çözümsüzlük
dayatan uluslararası hegemon güçler, demokratik çözüm ve barış çabalarımızı
boşa çıkarmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar, yapıyorlar. Dönemin
dünya hegemon gücü İngiltere’nin öncülüğünde 1920’lerde Kahire Konferansında
alınan kararlarla uygulamaya konulan bu politikalarla amaçlanan, Kürt sorununun
çözümsüz bırakılarak bu yolla Kürtlerin sınırları içinde yaşadığı Türkiye,
İran, Irak, Suriye devletlerini dolayısıyla Ortadoğu’yu denetim altına
almaktır. Bu plana daha sonra ABD dâhil olmuştur.
Benim başını İngiltere, ABD ve
İsrail istihbarat örgütlerinin çektiği uluslararası takip sonucu, korsanca
kaçırılarak Türkiye’ye teslim edilmem ve İmralı Adası’nda bir cezaevinde
tutulmam, bugüne kadarki bütün çözüm girişimlerinin engellenmesi, bu
politikaların günümüzdeki sonucudur. Bu politikaların dayattığı çözümsüzlüğe
son vermek, halkımızın benden beklediği demokratik çözüm, onurlu barış ve
özgürlük umudunu gerçekleştirmek için Avrupa’ya çıkmıştım. Ancak bu güçler,
Avrupa ülkelerine baskı uygulayarak, beni Avrupa sınırları dışına çıkmaya
zorladılar. Bana Avrupa’nın havaalanlarını kapattılar.
En son geldiğim Yunanistan’a Güney Afrika’ya gitme isteğimi belirtmiştim. Bana
Kenya’da geçici süre kalacağım ve oradan Güney Afrika’ya götürüleceğim vaat
edilmişti. Bunun için bir ara durak olarak, Kenya’ya gitmeyi kabul etmiştim.
Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliğindeyken Yunan Elçisi, Güney Afrika’ya gitmem
konusunda girişimlerinin sonucunu beklediklerini söylüyordu. Ancak Yunan
Hükümeti ve Elçiliğinin Güney Afrika Hükümeti’ne bu konuda resmi bir
başvurularının olmadığı, bunun bir oyun olduğu daha sonra ortaya çıkacaktı.
Beni bu şekilde yanıltıp oyalayarak, sonra da Yunanistan’ın Kenya
büyükelçiliğinden çıkarıp, Kenya havaalanında önceden bekletilen Türkiye
uçağına zorla bindirdiler.
Benim Afrika yolculuğum; Güney
Afrika’ya ulaşmak ve sizinle görüşmek, yüksek değer biçtiğim mücadele
deneyimlerinizi paylaşmak amaçlıydı. Ancak Kenya oyunuyla bu imkânı elimizden
aldılar. Güney Afrika’ya dostluk duygularımla gitmek isteğim bu nedenle yarım
kaldı.
Güney Afrika yolculuğum, sizlerle bir araya gelme isteğim ve çabam yarım kalmış
olsa da hala burada; İmralı Ada Cezaevi’nde de size ve Güney Afrika halkına
karşı saygı, sevgi ve dostluğumu sürdürüyorum. Sizlerin de demokratik çözüm ve
barış mücadelemizi yakından takip ettiğinize ve Kürt sorunun demokratik
barışçıl çözümüne katkı sunacağınıza olan inancım tamdır. Bu duygu ve
düşüncelerle başta siz Sayın Nelson Mandela olmak üzere bütün Güney Afrika
halkına selam ve saygılarımı sunuyorum.”
Yakın
zamana kadar Güney Afrika’nın Kürt Sorununun çözümünde bir örnek teşkil
edebileceği tartışılmışsa da Güney Afrika’daki ırkçı apartheid sorunu ile
Türkiye’deki Kürt ya PKK sorununu bir arada düşünmek de oldukça yanıltıcıdır;
çünkü “ne Türkiye’deki asimilasyon ve kimlik inkârı politikası ile Güney
Afrika’daki “apartheid” politikası aynı şeydir, ne de Türkiye’de Güney
Afrika’daki gibi azınlığın çoğunluğa hükmettiği bir rejim söz konusudur. Yani
biri demokrasi içinde bir kimlik ve kültürel haklar sorunuyken, diğeri çoğunluktaki
bir halkın yabancı azınlıkça gasp edilmiş self-determinasyon hakkını elde etme
sorunudur. Dolayısıyla bu iki sorunun niteliği de, doğası da birbirinden
tamamen farklıdır”. (5) Ya da bir bakışla ifadeyle “Türkiye’deki
Kürt sorunu ise etnik kimlik inkâr ve asimilasyonundan kaynaklanan hak ihlali
ve hak talebi ekseninde ortaya çıkan, yani özünde egemenlik arayışı olmayan,
geneli itibarıyla topluluklar arası çatışma niteliği hiç göstermemiş, yani
henüz güven eşiğini bile aşmamış bir etnik sorundur. Ve PKK Kürtlerin büyük bir
kısmının desteğini alabilmiş değildir. O nedenle K. İrlanda sorununun çözüm
yöntemini Türkiye’ye uyarlamak zordur.” (6) Yani, Türkiye’nin Güney Afrika ile Erdoğan’ın Klerk
ile PKK’nın ANC ile Öcalan’ın Mandela ile ve Robben Adası’nın İmralı Adası ile
karşılaştırılması maksadını aşan imalar taşımakta ve gerçeği hiç de
yansıtmamaktadır. Çünkü gerçek şu ki, ne Kürt sorunu bir ırkçılık sorunudur ve
ne de Öcalan Mandela’dır.
Kaynakça:
1. http://setav.org/tr/mandelanin-mirasi/yorum/14264
2. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/577157.aspx
3. http://rojpress.com/?p=14069
4. http://www.ajansafirat.com/news/guncel/ocalan-mandela-esin-kaynagimiz.htm
5. http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-erol-kurubas/guney-afrika-dan-kurt-sorununa-bakmak/
6. http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-erol-kurubas/guney-afrika-dan-kurt-sorununa-bakmak/