Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
PKK, Zor Günler, Değişen Roller ve Seçimler | Murat Yetkin | Radikal
Önümüzdeki 55 günün ne getireceğini tahmin etmek artık mümkün değil. Bakın altı ay önce ne konuşuyorduk, şimdi ne konuşuyoruz?
Bu yazı yazılıp bittiğinde henüz Dağlıca saldırısını bilmiyorduk.
Yasadışı PKK, daha önce defalarca saldırdığı Dağlıca karakolu yakınlarına bu defa pusu kurmuş, devriye gezen askerleri katletmişti.
PKK’nın terör eylemlerini neye mal olursa, sonucu ne olursa, kaç can yakarsa yaksın devam etmeye kararlı olduğu anlaşılıyor; önce cinayeti kınamak şart.
Sonra kendi adıma bir hesaplaşmayı paylaşacağım.
Bizler haber merkezlerinde bu saldırıyı olduğu sırada öğrenemedik. Şu anda gece yarısı ve hâlâ resmi açıklama yapılmış değil; kimilerinin iddia ettiği gibi dün akşam üzeri olduysa ve yerel düzeyde habercilere ulaşması engellendiyse bunu bilemezdik.
Eğer Türkiye’nin Hollanda’yı üç sıfır yendiği futbol maçı sırasında bu cinayeti öğrenip, ama resmi kanallardan gelen telefonlar, baskılar sonucu duyurmayan haberciler olmuşsa, ben onlardan değildim, bilinsin isterim.
İnsanları Konuşamayan Bir Ülke Gelişebilir mi? | Melis Alphan | Hürriyet
Yargıtay Başkanı Rüştü Cirit, ilk derece mahkemelerinde 13 milyon dava dosyası olduğunu söyledi. Yani, bu ülkede her 3 kişiden biri devletle veya bir diğeriyle davalık.
Geçimsiziz, uzlaşmayı beceremiyoruz.
Belki yüzyıllarca anlaşmazlıklar kadıların 'höt zöt' demesiyle çözüldüğü için uzlaşma kültürünü geliştirememişiz...
Belki de uzun yıllar tek parti ile yönetildiğimiz, devamında darbelere maruz kaldığımızdan ve baskıcı yönetimlerden demokrasiye bir türlü sıra gelemediğinden.
*
Öyle ya da böyle, demokrasi içselleştirilmediğinde farklı görüşlere de tahammül olmuyor. Bu olmayınca uzlaşmayı öğrenmek zorlaşıyor.
Siyasal olgunluğun olmadığı bir yerde sosyal olgunluktan söz edilemeyeceği gibi, sosyal olgunluğun olmadığı bir yerde de siyasal olgunluk beklemek zor.
Böyle bir kısır döngü.
Bu kısır döngünün kırılmasının tek yolu ise sandığa kilitli olmayan, hayatın her alanına uzanan bir demokrasi kültürü.
*
Batı toplumlarının büyük ölçüde sorgulayan, eleştirel düşünceye sahip, farklılıklara saygılı, kendine güvenen bireylerden oluştuğunu görmeyenler ya kör... Ya da uzlaşmadan değil, çatışmadan besleniyorlar.
Şahinlerin Dönüşü | Can Dündar | Cumhuriyet
Önce Ankara büromuzdan Alican Uludağ verdi haberi:
Hükümetin 5 Ağustos tarihli bir gizli genelgeyle tüm kurum ve kişileri izlemeye aldığını bildirdi.
Bu, bütün ülkenin fişlenmesi demekti. Başbakanlık genelgeyi yalanlayamadı, ama “fişlemediklerini” iddia etti.
Ama iktidardaki sertleşme eğilimini zaten yeni İçişleri Bakanı’nın ağzından “Kafalarını ezeceğiz” başlığıyla vermiştik.
Ankara Temsilcimiz Erdem Gül, bu demecin, kabinenin HDP’li üyelerince hiç hoş karşılanmadığını onların demeciyle verdi. Ardından da yine Alican’ın bugün manşetimizde gördüğünüz haberi geldi. Bu kez de polisin başındaki isim,
“Tereddüt etmeyin, silah kullanın” diyordu.
İktidar ülkeyi seçime böyle götürmeyi -ya da böyle götürmemeyi- planlamış görünüyor.
Bize düşen, bu şiddet tırmanışına alet olmadan -ve tabii “kafa eziciler”e prim vermeden bu yeni dalgayı belgelemek...
İlkeli tutum
Geçen hafta iki konuda Cumhuriyet, bir ilke tartışması yaşadı:
İlki Koza İpek Grubu’na yapılan baskındı.
Ölü Çocuklar Bahçesi | Enver Aysever | BirGün
Bir çocuk cesedi bu biçimde hiç görülmemişti bu güne dek. İsyanımız, öfkemiz, gözyaşımız bundandı. Sabah kalkıp, güzelce bir kahvaltı ardından indiğimiz sahilde çocuğun ölü bedenini bulduk. Tüm bir insanlık bu dehşet veren gerçek karşısında dilini yuttu sanki. Evet, bu noktaya geldik işte. Denizden kıyıya çocuk ölüleri vuruyor…
Bu acı fotoğraf karşısında her birimiz, eğer biraz kalp/beyin taşıyorsak, irkildik elbet. İnsan ölüm karşısında, hangi biçimde olursa olsun, bambaşka bir sorguya girer kendiyle. Çocuk ölümü ayrı kederlidir. Yaşam bize sunulmuş bir armağansa eğer, daha doyasıya sürülemeden, üstelik belki anlam bulmanın çok uzağındayken böyle sonlanıyorsa, bu yazıyı yazana, hadi bir de inançlılar için söyleyelim, bu kaderi çizene öfkeleniriz.
Elbet çocuklara ilk kez kıyılmıyor. Dünyanın dört yanında şu dakika, tecavüze uğruyor, şiddet görüyor, savaş kurbanı oluyor çocuklar. O kadar yalın bir gerçekle karşı karşıyayız işte; varsıllık/yoksulluk denklemi işliyor yine. Karşımızda tastamam ideolojik bir sorun duruyor. Hamasetle aşamayacağımız, üzünç sözleriyle kurtulamayacağımız bir sorun. Birileri çocukların öldüğü dünyadan şikâyetçi değil, mesele budur!
Özkes'ten Yola Çıkıp Genelleme Yapmayalım | Ahmet Hakan | Hürriyet
Dikkat: Aşağıdaki yazı, yeni bir 'İhsan Özkes yazısı' değildir.
İhsan Özkes'in dindar siyasetçilerle ilgili oluşturduğu algı tahribatını düzeltme yazısıdır. Özkes, bu yazıda sadece bir prototip olarak yer almaktadır. Bunun dışında bu yazı açısından zerre kadar değeri yoktur.
İhsan Özkes denilen şahıs çok bariz bir kaypaklık yaptı.
Hiçbir ahlaki tutarlılığa, hiçbir ilkeye uymayan bir kaypaklık...
Hesabı verilmiş tedrici bir siyasi değişimle uzaktan yakından alakası olmayan açık ve bariz bir kaypaklık...
*
Bu kaypaklığı temel alan bazı tipler...
Bu kaypaklıktan yola çıkarak...
İslami hassasiyetleriyle siyaset sahnesinde var olan hemen herkesle ilgili haksız, hakkaniyetsiz ve toptancı genellemeler yapmaya başladılar.
*
Neymiş?
Aslında bu İslamcıların alayı Özkes gibiymiş.
Aslında bu İslamcılardan uzak durulmalıymış.
Aslında CHP, bu İslamcılara kapılarını tamamen kapatmalıymış.
Aslında bu İslamcılardan kimseye yarar gelmezmiş.
İki Bahçeli | Abdülkadir Selvi | Yeni Şafak
İki tarz-ı siyaseti var.
İki Bahçeli var.
Birinin adı Devlet, diğerinin adı Bahçeli.
Siyahla beyaz, geceyle gündüz, sıcakla soğuk ayna şahısta nasıl toplanır derseniz onun adı da MHP lideri Devlet Bahçeli.
Bahçeli hem çözümün adresi hem çözümsüzlüğün.
Türk siyasetine çok önemli katkıları oldu MHP liderinin.
Ayı zamanda siyaseti kilitleyen lider denilince de akla ilk gelen isim, Bahçeli oldu.
Ülkücü hareketin lideri Alparslan Türkeş'in ardından MHP Genel Başkanı oldu Bahçeli.
Türkeş'ten sonra MHP'nin başına geçmesi kolay olmadı.
Kavgalı bir kongrede seçildi.
Ülkü Ocakları Genel Başkanı Azmi Karamahmutoğulları'nın, “İllegalite ilan ediyorum” diyerek kürsüyü devirdiği kongrenin enkazından çıktı.
Meğerse PKK Barışı ve Uzlaşmayı Temsil Ediyormuş | Mehmet Barlas | Sabah
Türkiye'de gerçekleri çarpıtmayı amaçlayan 'Algı operasyonları'nın dayandığı mantık çizgisini biliyoruz... Buna göre insanlar gördüklerine değil görmek istediklerine, duyduklarına değil duymak istediklerine inanırlar.
Eğer bu bakış açısı doğru ise Güneydoğu kentlerini ölümlere bombalara, kan ve ateşe mahkûm eden, bu kentteki insanların hayatlarını cehenneme çeviren PKK terörü 'Barış'ı temsil ediyor... Ya da devletin yargısını, emniyetini ele geçirmeye çalışan, imamları ile siyasetten pay isteyen FETÖ Örgütü de 'Hizmet'i temsil ediyor. Buna karşı başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere seçilmiş iktidar ise, uzlaşmazlığın ve şiddetin temsilcileri...
Aklın çeşitleri
Peki bu algı operasyonları toplum katında etkili mi? Bu noktada Montaigne'in 'Başkalarının bilgileriyle bilgili olabiliriz ama başkalarının aklıyla akıllı olamayız' içerikli gözlemini hatırlamamız gerekiyor... Yani bize algı operasyonları ile sunulan bilgilerin içerikleri ne ölçüde çarpıtılmış gerçekleri yansıtsalar da, sonunda bu bilgileri kendi aklımızla değerlendiririz.
Bu da Oldu: Asker Terörle Mücadele Etmesin! | Ahmet Kekeç | Star
27 Mayıs ve 28 Şubat’ın “ilerici asker”, “gerici polis” edebiyatını yeniden hortlattılar.
HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, terörle mücadele eden güvenlik birimlerini “Saray’ın ordusu” diye tanımlıyor. PKK’nın katlettiği siviller de, bu durumda, Sarayın bendeleri oluyor.
Hayır, henüz “ilerici-gerici” tasnifi yapmıyor. Buna şimdilik aklı kesmiyor.
Bütün derdi, PKK’yı “hukuksuzluklara” karşı savaşan (öyle ya, Erdoğan darbeyle gelip Beştepe’ye kurulmuştu) meşru “halk güçleri” ilan etmek... Doğan Medya Grubu’nun memurları ve kendisine liberal süsü veren çakallar da bu “kabul”ün üzerine balıklama atlıyor.
Demirtaş’ın akledemediğini, eli kanlı terörist Duran Kalkan akletti. Bir beyanatında aynen şöyle dedi: “Bizim sorunumuz Türk polisiyle. Türk ordusu aradan çekilsin. Onlarla bir meselemiz yok.”
Duran Kalkan böyle der de, Ankara Barosu durumdan vazife çıkarmaz mı?
Hemen Danıştay’a koşmuşlar...
Başbakan Ahmet Davutoğlu, “artan terör saldırıları sonrası 81 ilde ‘devlet otoritesini pekiştirmek için’ Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaç duyulan her yerde görevlendirilme” talimatını vermişti.
Baro, bu genelgenin iptal edilmesini istiyor.
Utanç Müzesi | Orhan Kemal Cengiz | Bugün
Bir gün, bu ülke iyileşmeye başladığında, devasa bir “utanç müzesi” kuracağız.
O müzeyi, gözlerimiz yaşararak, kederlenerek, tüylerimiz ürpererek, utanarak gezeceğiz.
Müzeyi gezerken, bu ülkede bazı insanları hemen her zaman güvercin tedirginliğinde yaşattığımızı fark edeceğiz.
Tarihin bazı dönemeçlerinde, o güvercinlerin toplu olarak katledildiğini, bazı dönemlerinde bu ülkede yaşadıklarına bin pişman hale getirildiklerine tanık olacağız.
Utanç müzemizin upuzun koridorlarından bir tanesi de 6-7 Eylül 1955 pogromlarıdır.
Devlet ve vatandaş el ele verip, bu ülkenin gayrimüslimlerinin yaşadıkları caddelere bir nefret seli olarak aktılar o günlerde...
O Bayrak | A. Turan Alkan | Zaman
Bu uygulama yeni olmalı. Şehit er Doğan Acar'ın evine devlet görevlileri (Haberde böyle geçiyor) önce büyük boy bir bayrak asmışlar ve birkaç gün sonra aynı ‘görevliler' eve gelip bayrağın iade edilmesini istemişler.
Anne Fatma Acar'ın yüreği burkulmuş, diyor ki, “Benim çocuğum kanını, canını verdi, hak etmedi mi bir bayrağı?”
Otuz seneden beri teröre bütçeden öyle büyük rakamlar ayırıyoruz ki, şehit başına bir bayrak hediye etmenin lâfı bile olmaz, fakat devletimiz ciddidir; belli usûl ve esaslara göre çalışır. Fatma Acar'ın evine o bayrağı teslim eden devlet görevlisi, bir talimat üzerine o emri yerine getirmiştir ve o bayrak, bir kamu kuruluşunun zimmetindedir; ‘Zimmet, Memet, Nöbet' askerlik bürokrasisinin efsâne üçlüsüdür ve meselâ ‘depocu', terhis evrakını imzalatmak için deponun –varsa- açığını icabında cebinden öder. O bayrak hangi devlet görevlisinin zimmetindeyse, konuya Fatma Hanım'ın baktığı yerden bakmaz. Emaneten şehid erin evine asılan o bayrağın depodaki yerine konulması gerekir, aksi takdirde zimmet çıkarılır ve görevli, bayrağın parasını cebinden öder.