Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Eski Türkiye | Murat Belge | Taraf
AKP 2002’den beri iktidarda. Bu durum yakın bir zamanda değişeceğe benzemiyor. Değişmemesinde kendi çabalarının yanısıra muhalefetin de payı var. Özellikle CHP’yi kastediyorum. CHP, tarihinin hemen hemen hiçbir aşamasında “popüler” bir parti olmamıştır. Ecevit zamanında “sosyal- demokrat” değil, ama popülist bir parti oldu; “popüler”liği de yakalamış gibiydi o dönem. Sonra, adım adım, eskisine döndü. Bu, “geleneksel” diyebileceğimiz “antipatik” duruşuna, partinin şimdiki yönetici kadrolarının beceriksizliği de eklenince, daha sittin sene muhalefetten başka bir şey olacağı yok.
MHP de parti olarak varacağı yere varmış durumda. Ayrıca, yeni politik çizgisiyle Erdoğan “Memlekete faşizm gerekirse onu da biz getiririz,” dediği için, MHP tarzı milliyetçiliğe öyle fazla bir ihtiyaç da kalmıyor.
“Yeni Türkiye” kalıbını durmadan tekrarlayan AKP kendisi ne kadar “yeni”? Bence hiç öyle değil, ama muhalefetteki iki partiye bakınca, evet, onlara kıyasla “yeni”. Kazanmasının asıl nedeni de bu.
Muhalefette bir parti daha var: yeni adıyla HDP. HDP’nin “yeni” olmasına imkân verecek potansiyelleri var; hattâ, bunların önü açılabilse, AKP’den çok daha “yeni” olmayı başarabilir.
Libya'daki Vekâlet Savaşı | Fehim Taştekin | Radikal
Geçen hafta Türk Dışişleri tam da yeni patronunu beklerken Libya’da dış müdahaleye karşı olduğunu açıkladı. Bunu, 2011’de Libya’da müdahale planına yönelik ilk reddiyenin ardından İzmir’i NATO saldırılarının kumanda merkezi haline getiren AKP yönetiminin yanlışlıklarından dönmeye başladığına yoranlar çıkabilir. Hiç acele etmeyin, lakin bu devenin başka bir tarifi daha var. Aslında olan şu: Libya üzerinde bir süredir demlenen ve sonunda fiili müdahaleye varan bölgesel vekâlet savaşında Türkiye de pozisyonu belli etmiş oldu. Şöyle ki bu açıklama Katar-Türkiye ortaklığına cephe alan Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Libya’da İslamcıların ağırlıkta olduğu milis güçlerine ait üsleri 18 Ağustos ve 23 Ağustos tarihlerinde kimliksiz uçaklarla vurmasının ardından geldi. İhvan’a (Müslüman Kardeşler) savaş açan Mısır lideri Abdulfettah Sisi’nin 10 Ağustos’ta Riyad ziyaretinde Suudi Arabistan’a sunduğu bir müdahale planının ardından operasyonun Mısır’dan havalanan BAE uçaklarınca gerçekleştiği ortaya çıktı. Mısır-Suud-BAE ortaklığının Libya’da destek sunduğu unsurlarla hedefe koyduğu unsurların gerek bileşenleri gerek siyasal tavırları gerekse tarihi arka planları bizi bir vekalet savaşı yaşandığı sonucuna götürüyor.
Birçok kişi Kaddafi sonrası kaosta ‘devrimci güçler’ arasında depreşen iç çatışmanın taraflarını basitçe ‘laik-liberal’ ve ‘İslamcılar’ olarak kategorize etmeyi tercih ediyor.
Tasmasız Gazetecilik | Ergun Babahan | T 24
Do ğ an Ak ı n ve arkadaşlarının binbir emekle kurduğu t24.com.tr yayın hayatında 5’inci yılını doldurdu. Herşeyin geçici bir heves olarak görüldüğü, farklı sesin bastırılmaya çalışıldığı, denetlenemeyenden korkulduğu bir ülke için büyük başarı.
Gazetelerin değil ama gazetecilerin satıldığı bir dönemden geçiyoruz. Parayı basanın düdüğü çaldığı bir dönem bu. Hırsıza hırsız diyemeyen, diyememek bir yana hırsızlıkta suçüstü yakalanın darbe mağduru ilan edebilen bir kiralık kalemler dönemine tanıklık ediyoruz. Gazetelerini parayla satamayanlar, gazeteciler satın almaya devam ediyor.
Gerçeklerin kitlelerden özenle saklandığı, yalanların başarı diye sunulduğu, erk sahiplerini zora sokacak gerçeklerin yayınlanmasına mahkeme eliyle yasak getirildiği yeni bir Türkiye bu.
Ama gazetecilik herşeye rağmen var olmayı sürdürüyor.
Geleneksel medyanın iktidara tam teslim olduğu, siyasi iktidarın rüşvet havuzlarıyla medyalar oluşturduğu bir dönemde, t24.com.tr yalan ve dolandan, şaklabanlıktan bıkanların sığındığı güvenli bir liman oldu.
25 Aralık Darbe Miydi? | Nazlı Ilıcak | Bugün
25 Aralık yolsuzluk dosyası hakkında takipsizlik kararı verildiği gün, operasyonu gerçekleştiren polisler gözaltına alındı. Beni hayrete düşüren gelişme İsmail Uçar, İrfan Fidan ve Fuzuli Aydoğan isimli Cumhuriyet savcılarının “Başbakan ‘örgüt lideri’ ve ‘dönemin Başbakanı’ olarak gösterilmiştir” demeleri, buradan yola çıkarak, “hukuki bir soruşturma görünümü altında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiler” şeklinde bir iddiayı benimsemeleri.
Polis fezlekesinin tamamını biliyorum. Burada, “Dönemin Başbakanı; örgüt lideri” gibi tanımlamalar mevcut değil ama polis, ihaleye fesat dosyasını takip ederken, Bilal Erdoğan’ın Bosphorus 360’ın gizli ortağı olduğu şüphesine kapılmışsa, ne yapmalıydı?
Kısa bir hatırlatma:
Jandarma 2011/2323 sayısına istinaden yürütülen hafriyat soruşturması kapsamında ele geçirilen delilleri, ihale yolsuzluğuyla ilgili görüp, başka bir soruşturmanın konusu olduğu için tefrik ederek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. Cumhuriyet Başsavcılığı dinleme tapelerini Mali Şube’ye intikal ettirdi ve UYAP’a 2012/656 sayılıyla kaydedilen soruşturma başlamış oldu.
Genelkurmay Başkanı'na Kulak Vermeli | Nuriye Akman | Zaman
30 Ağustos resepsiyonu, önemli bir gerçeği ortaya çıkardı: Adı on yıllar boyunca “terörle mücadele” olarak telaffuz edilen, sonra biraz yumuşatılarak “Kürt meselesine” evrilen, bir dönem “açılım” ve nihayet “çözüm süreci” tanımına ulaşan 30 yıllık savaşı bitirecek çalışmalardan ordumuzun haberi yok!
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’e bu yönde bir soru soruldu da öğrendik. “Hükümetin bir politikası var, o politika yürüyor. Çözüm sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, o çalışmanın içinde yokuz. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, çalışmanın kamu kuruluşlarına gönderileceğini söylemişti, henüz bir şey gönderilmedi.” dedi Özel.
Bu sözler bayram kutlaması atmosferinde değil de doğrudan Genelkurmay’ın sitesine konularak veya basın toplantısı ile söylenseydi yer yerinden oynar ve askeri vesayet hortladı yorumları yapılırdı. Oysa şimdi açıklamanın içeriğine daha serinkanlı bir şekilde eğilebiliriz. Mekân ve söylem farkı durumun vahametini ortadan kaldırmıyor. Türkiye’nin kaderini değiştirecek bir dizi karar alınırken, ordu dışlanıyorsa buna hepimizin “hoop ne oluyor orada?” diye sesimizi yükseltmemiz lazım.
Salılardan Kurtulacak Mıyız | Fatih Altaylı | Habertürk
CUMHURBAŞKANLIĞI seçiminden önce Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığımız Teke Tek’te, Kemal Bey’e nu sormuştum.
Salı sendromu dediğim, salı günleri partilerin grup toplantılarında genel başkanların kürsüye çıkıp toplumu geren, kamplaşmayı besleyen, düşmanlıkları körükleyen “sert” hatta “hakaret dolu” konuşmalar yapmasıydı.
Kılıçdaroğlu bu konudaki soruma, “Haklısınız. Ama ne yazık ki, medya muhalefet partilerinin söylediklerine yer vermiyor. Kendimizi ifade etmemizin tek yolu bu. Başka türlü medyada yer bulamıyoruz. Ama eğer tüm liderler ortak karar alırsa, biz seve seve bu alışkanlıktan vazgeçeriz” yanıtını vermişti.
Çünkü
Daha sakin, daha “öğretmen” havasıyla konuşan, öfkesini değil, bilgisini konuşturan birisi.
Eğer genel başkanlık ve Başbakanlık Davutoğlu ’nun karakterinde bir değişikliğe neden olmaz ise AK Parti grup toplantıları daha sakin, daha makul bir tonda geçecektir diye umuyorum.
Vurun CHP'ye | Emre Kongar | Cumhuriyet
Artık tümüyle iktidara bağımlı hale gelen medyamızın son sporu CHP’ye vurmak...
İktidarı eleştirmek riskli, CHP’yi eleştirmek ödüllü...
Elbette maaşlı olan “troller” de sosyal medyada boş durmuyor...
İddialara göre sayıları binleri, hatta on binleri aşan bu maaşlı Twitter ve Facebook kullanıcıları ( “trol” diye bunlara deniyor, kimileri de “AKtroller” diyor) durmadan CHP’ye yükleniyorlar...
Bir bölümü açık tavırlarıyla, bir bölümü ise sözde Atatürkçü, küreselleşmeci, solcu ya da demokrat maskelerle.
Aslında CHP’nin içerden de dışardan da eleştirilmesi çok doğal...
Sağda asla görülmeyen eleştiri kültürü, solda ve özellikle de CHP’de yerleşik bir gelenek...
Üstelik eleştiri kültürü, hem eleştirenler hem de eleştirilenler tarafından doğru kullanıldığı takdirde çok da yararlı olabilir...
‘Sizleri Sahih Adınızla Çağırdım…’ | Etyen Mahçupyan | Akşam
Ermeni cemaatinin aydınları etrafında ve arasında yaşanan son tartışmanın özü, hasbelkader bu cemaatin sesi olma imkanını ele geçirmiş olanların sergiledikleri bariz sorumsuzlukla yüzleşmekten kaçınmalarıdır. Özellikle Hrantın öldürülmesinden sonra Ermeni cemaati mağduriyetin merkezine kondu ve pejoratif sol tarafından şefkatle kucaklanarak rehin alınmak istendi. Ermenilerin yeni aydın nesli solculaşırken cemaatin temsil yeteneğini de elinden kaçırdı. Ama Türkiyenin geneli açısından bu aydınlar de facto olarak temsili bir işlevle algılandılar. Mesele söz konusu aydınların kendi sorumluluklarını fark etmeleri, Ermeni cemaatinin bir bütün olarak kamusal alanda var olabilme yeteneğini tırpanlamaktan kaçınmalarıydı. Ama aksine büyük bir sorumsuzluk sergilendi Ermeni cemaatinin kamusal alanda edilgen hale gelmesine, anlamsızlaşmasına neden olacak bir çizgi izlendi. Halil Berktayın deyimiyle birer negatif aydın oldular ve bundan hoşlanıp oraya kapılandılar.
Pejoratif solun parçası haline gelmeleri Ermeni aydınların sahici birer solcu olmalarına da imkan vermedi. Bu geleneğin içinden tarihe ve coğrafyaya bakmaktansa, yüzeysel ve uyduruk bir ideolojik çerçeve içine hapsolup AKP karşıtı oldular.
AKP Alkışlanarak Bitirilir, Bunu Anlamıyorlar | Ezgi Başaran | Radikal
Konuşalım şu işi’ dedim, ‘Kandırıldık ey yoldaşlar, Selo Başkan bizi yarı yolda bıraktı diyorlar.’ ‘Öyle mi diyorlar’ dedi Selahattin Demirtaş gülerek, ‘Tamam öyleyse anlatacağım. Niye TBMM’deki yemin töreninde Erdoğan’ı alkışladığımı, tercümesinin ne olduğunu, bu alkış kıyametini kimin neden kopardığını anlatacağım.’ Bu durumda soru sormak dışında ben aradan çekiliyorum, Selahattin Demirtaş anlatıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM’deki yemin töreninde alkışlamanız çok eleştiriliyor. Niye alkışladınız?
-O genel kurul salonunda yüzlerce milletvekili ve dinleyici arasında Cumhurbaşkanlığı seçimine girmiş iki kişi vardı. Biri yemin eden kişi, diğeri de ben. Dolayısıyla benim durumum o salondaki herkesten farklıydı. Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı adaylarından biriydim. Seçimde rekabet ettiğim kişilerden bir kişi, yanlışlarını bilsek konuşsak da yarışı kazanmış ve yemin ediyordu. Ben Recep Tayyip Erdoğan’ı değil, onu seçen iradeyi alkışladım. Bu benim için önemliydi çünkü o gün o kürsüye çıkma ihtimali olan kişilerden biriydim. Ve eğer o kişi ben olsaydım, isterdim ki rakiplerim beni alkışlasın. Ha Tayyip Bey ben yemin ederken gelip alkışlar mıydı… O benim sorunum değil. Yüzde 52 oy almış bir kişi yemin ederken, onların iradesine duyduğum saygıyı gösterdim.
Yeni Türkiye, Eski Siyaset | Hüseyin Yayman | Vatan
‘Yeni Türkiye’ kavramı etrafında yapılan tartışmalara bakınca insan hayret ediyor. Yeni Türkiye sözcüğü İmparatorluğun yıkılmasıyla kullanılmaya başladı. Kavramı ilk kullananlardan biri de Atatürk oldu. Mustafa Kemal, ‘Yeni Türkiye’nin Eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur’ cümlesini kullanırken net bir tanım yapıyordu.
Yeni Türkiye, İmparatorluğun tarihsel olarak son bulmasını ve kurulan yeni cumhuriyeti betimlemek için kullanıldı. Literatürde, kavramın iki farklı kullanımı var. Birincisi tarihsel/kronolojik, ikincisi ise politik.
‘İkinci Cumhuriyet’ten Yeni Türkiye’ye
Fransız rejiminin etkisiyle Türkiye’de de Cumhuriyet’e anayasalar üzerinden numara verildi. 27 Mayıs darbesi sonrası yapılan 1961 Anayasası’na ikinci cumhuriyet, 1982 Anayasası’na üçüncü cumhuriyet denildi.
Düzen kavramını ilk kullanan isim III. Selim’di. III. Selim’in Fransız Devrimin imparatorluk üzerindeki etkilerini konsolide etmek için ‘Yeni Düzen’ kavramını kullandı. Cumhuriyetin ilanıyla radikal bir düzen değişikliği oldu.