onedio
Görüş Bildir

Grev Haberleri

Grev ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Grev ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Kaymakamı Karşılamak Yerine Tuvalete Giden Aile Hekimine Uyarı Cezası Geldi
Aile Hekimleri'nin sorunları bitmiyor. Geçtiğimiz ay yürürlüğe giren 'Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği' sebebiyle hekimler grev kararı almıştı. Bugün sosyal medyada yer alan bir paylaşımda ise bir Aile Hekimi'nin Kaymakamı karşılamak yerine tuvalete gitmesi sebebiyle uyarı cezası aldığı belge yayınlandı. Detaylar haberimizde 👇
Marmara İletişim'de İki Asistan Okuldan Atıldı
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki iki araştırma görevlisi, Gezi eylemleri sırasında yasal sendikal haklarını kullanarak iş bırakma eylemine katıldıkları için açılan soruşturma sonrasında okuldan atıldı. 8 araştırma görevlisine de kıdem durdurma cezası verildi. Fakültenin dekanı Yusuf Devran, daha önce de öğrencilerin fişlenmesi, öğretim üyelerinin tehdit edilmesi ile gündeme gelmişti. Geçtiğimiz Haziran ayında KESK'in iş bırakma kararına uyarak Gezi Protestolarına destek veren Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden 2 Araştırma Görevlisi okuldan atıldı. Marmara Üniversitesi'nde haftalardır öğretim görevlileri ve öğrenciler Dekan Prof. Yusuf Devran'ın keyfi uygulamalar içinde olduğunu iddia ederek protesto eylemleri düzenliyorlardı. Marmara İletişim Fakültesi Dekanlığı, Gezi olaylarına katılan 8 asistana 2 yıl kıdem durdurma cezası verdirmişti. Son olarak dün çıkan karara göre Dr. Figen Algül ve Araştırma Görevlisi Can Özbaşaran okuldan atıldılar. Yasal sendikal eylemi 'cumhuriyeti ortadan kaldırmak' olarak gösterdi İki hocanın okuldan atılma gerekçeleri dilekçede şöyle ifade edildi. 'Cumhuriyetin niteliklerinden herhangi birini değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya yönelik eylem yapmak; ideolojik, siyasi, yıkıcı, bölücü amaçlarla eylemlerde bulunmak veya bu eylemleri desteklemek suretiyle kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak; boykot işgal, engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak ya da bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek, yardımda bulunmak.' Kararı YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya verecek Şimdi Gözler YÖK'e çevrildi. Araştırma Görevlileri bir hafta içinde YÖK'e itiraz edebilecek. Son kararı YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya verecek. Son yıllarda hep fişleme ve tehditler ile gündeme geldi Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, son yıllarda, dekanı Yusuf Devran'ın öğrenci fişlemeleri, bazı öğretim üyelerine yönelik tehdit ve baskı uygulamalarıyla da sürekli gündemde olan bir okul. Devran daha önce de yüksek lisans mülakatına girecek olan öğrencilere yönelik yaptığı fişleme ile gündeme gelmişti. Yüksek lisans mülakatına giren bir öğrenci listesinde Kürt kökenli öğrencilerin isimlerinin yanına 'PKK'lı' anlamına gelen 'P' harfi ile işaretlenmişti. Devran, fişleme listesiyle ilgili 'bu resmi bir evrak değil' diyerek daha önce suçlamaları reddetmişti. Yusuf Devran daha sonra Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gözde Yılmaz'ın savcılığa yaptığı başvuru ile yeniden gündeme geldi. Okula alınacak yüksek lisans ve doktora öğrencileri için verdiği listeyi jüri üyesi olarak kabul etmeyen Doç. Dr. Gözde Yılmaz'ı tehdit eden Devran, Yılmaz'ı hedef de göstermişti. Doç. Dr. Yılmaz, bu tehditler üzerine savcılığa suç duyurusu yaparak, koruma talep etmişti. Doktora jürisi üyesi doçenti tehdit etmişti Dekan Devran'ın hedef tahtasına oturttuğu hocalar ve araştırma görevlileri sosyal medya üzerinden bazı öğrencilerin tehditlerine maruz kalmışlardı. Doç. Dr. Yılmaz'ı da koruma talep etmeye yönelten bu durumdu. Sosyal medyada ve çeşitli mecralarda Devran'ın 'ülkücü' öğrenciler ile sıcak ilişkiler içinde olduğu ve onun hedef haline getirdiği kişilerin bu kesimlerin tehditlerine maruz kaldığı da sıkça yer aldı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde son yıllarda sıklaşan ülkücü öğrenciler ile solcu ve Kürt öğrencilerin örgütlenmeleri arasında çıkan kavgaların sonrasında da dekanın, öğrencilerin bir kesimine yönelik bu yakınlığı dile getirilmiş ve eleştirilmişti. Fakültesini dünyanın gündemine taşıdı ama nasıl? Gezi Parkı eylemleri sonrasında da hızını kesmeyip sendikalı araştırma görevlilerinin hakkında yasal sendikal haklarını hiçe sayıp soruşturma başlatan ve cezalar yağdıran Devran, bu uygulamaları ile TBMM gündemine de dünya akadami çevrelerinin en saygın isimlerinin de aralarında yer aldığı karşı imza kampanyalarına da neden olmuştu. 24 ülkede yüzlerce üniversitede görev yapan 1431 akademisyenin imza attığı 'Akademinin özgürlüğü, bizim özgürlüğümüz' adlı protesto metninde Noam Chomsky, Judith Butler ve Nancy Fraser gibi dünyanın tanıdığı isimler de vardı. Akademik alanda her hangi bir başarı yerine, bir dönemin 'kışla' eleştirilerini hatırlara getiren uygulamaları ile fakültesini sürekli gündemde tutan Yusuf Devran'a yönelik bu protesto metninde imzası bulunan Chomsky, Butler gibi isimlerin araştırmaları ve kimi teorileri İletişim Fakültelerinde verilen derslerde okutuluyor. CNN Türk
8 Mart Gününün Anlamı Nedir?
Bir 8 Mart Dünya Kadınlar Günü daha geldi çaldı kapımızı. Gerçekte neyi kutladığımızı anımsamak için, 8 Mart’ın dünü ve bugününe ışık tutalım. Simone De Beauvoir’un ”Kadın olarak doğulmaz, kadın olunur” sözünü hep bir ağızdan haykırıyoruz! Çünkü yine geldi bir 8 Mart Dünya Kadınlar Günü… Hepimize kutlu olsun! Kutladığımız bu özel günün anlamına biraz yakından bakıp onu daha iyi tanımaya çalışalım. Bunun için 8 Mart’ın doğuş hikayesine kadar gitmemiz gerekiyor. Zira uluslararası bir gün olarak kutladığımız Kadınlar Günü, Amerika’da 1857 yılında başlayan bir kadın hareketi aslında. 8 Mart 1857’de New York’ta iplik dokuma işçisi kadınların daha iyi çalışma koşulları istedikleri için tekstil fabrikasında başlattıkları grev, polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda, 129 ’unun hayatını kaybetmesiyle atıldı Dünya Kadınlar Günü’nün tohumu. Ancak hemen bu olayın ardından başlamadı 8 Mart hareketi. Bunun için 1910 yılına kadar beklemek gerekti. Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal’e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin , 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Internationaler Frauentag” , yani “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını önerdi. Bu önerinin oybirliğiyle kabul edilmesi üzerine dünya kadınları, kadın hakları mücadelesini simgeleyen uluslararası bir güne kavuştu. Tabii Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nın başlattığı Dünya Kadınlar Günü’nün dünya çapında kabul görmesi, bir Anneler Günü ya da Sevgililer Günü gibi kolay olmadı. Zaten içerik itibarıyla da oldukça farklıydı. Her ne kadar bir “kutlama” günü gibi benimsense de aslında kadınlar için bir “mücadele”, “hak arama” günüydü 8 Mart. New York’ta ölen işçilerin anısına yapılıyordu kutlamalar. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde ’nin anılması yasaklandı. 1960′lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde anılmaya başlanan 8 Mart 1857, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ’nun 1977 yılında 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabulüyle daha da yaygınlaştı. Türkiye’de ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlanan 8 Mart, 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın kutlandı, sokaklara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984 ‘ten itibarense artık her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Kadınlar Günü” kutlanmaya devam ediliyor. Kadın hakları mücadelesi veren kadınların, 8 Mart kutlamalarının içinin boşaltıldığı eleştirilerini; kadınların erkeklerden çiçek, hediye ya da yüzük bekledikleri bir tüketim günü olarak yaygınlaşmasından rahatsız olduklarını es geçmemek gerekiyor. 8 Mart’ı ‘vitrinlerde’ kutlayanların yanında, bugün hala, erkek egemen zihniyete karşı örgütlü mücadele eden, kendi kurtuluşunu hemcinsleriyle dayanışarak elde edeceğine inanan kadınlar mevcut. Evet, kadınlar hala haklarını arıyorlar. Çünkü hala eşit iş yaptıkları halde erkeklerle eşit ücreti alamıyorlar. Hala şiddet görüyorlar ve gidecek sığınma evi bile bulmakta güçlük çekiyorlar. Psikolojik şiddet görenlerse yüzlerinde morluk taşımamanın verdiği geçici rahatlıkla yaşadıklarını sineye çekip, kederli hayatlarına devam ediyorlar. Kadınlar hala eğitim hakkından yoksun bırakılıyorlar. “Çocuk gelin” oluveriyorlar… Hala siyasette yok kadınlar, her ne kadar varmış gibi görünseler de… Eşit olarak başlamadıkları hayatta, sanki siyasette eşit yarışma şansına sahiplermiş gibi “kota” uygulamalarından yoksun bırakılmalarına rağmen mücadelelerine devam ediyorlar. Kadınlar hala medyada konunun sadece “malzemesi” olabiliyorlar. Dayak yediklerinde, tecavüze uğradıklarında bir kez daha medyanın şiddetine maruz kalıyorlar. Medyada kadınlara da söz hakkı veriliyor tabii… Ama sadece 8 Mart’larda… Geri kalan 364 günde hep erkekler konuşuyor. (Bkz. tartışma programları. Konu kadın değilse çoğunluğu erkek. Zira ‘kadın’ konusu dışında kalan ‘ciddi’ konular erkeklerin ağzına yakışır(!) en çok.) Virginia Woolf’un dediği gibi “kendimize ait odalarımızda” üreterek, hemcinslerimizle dayanışma göstererek hayatı yeniden şekillendirebiliriz. Çünkü her şeye rağmen hayatı biz başlatıyoruz, onu şekillendirmek de elimizde. Gelin, bu 8 Mart’ı çiçekle ya da kuru bir hediyeyle geçiştirmeyin. Sokaklar ve kadınlar sizi bekliyor!
Lenovo Anlaşmasından İsyan Çıktı!
PC dünyasının iki dev şirketi arasındaki anlaşma, beraberinde büyük de bir isyan getirdi!Başta Uzak Doğu olmak üzere, teknoloji işçilerinin tabiri caizse, köle gibi çalıştırıldığı bir dünyada yaşadığımızı hemen herkes biliyor. Zor koşullar altında çalışan insanlara dair geçen zaman içerisinde aldığımız intihar ve benzeri tüyler ürpertici haberin ardından, bu sefer çok daha siyasi bir hareket ile karşı karşıyayız...IBM'in Çin'de bulunan fabrikasında yakın zamanda çok büyük bir grev başladı. 1.000 işçinin başlattığı grevin amacıysa, IBM'in, Ocak ayında Lenovo ile yaptığı anlaşma şartlarına dayanarak, işçileri Lenovo tarafında ter dökmeye zorlaması. Aslında işçilerin bu duruma bir itirazı yok; onların istediği, bu transfer sırasında maaşlarının artması ve daha insani koşullarda çalışmanın garanti altına alınması.Grev o kadar ciddi şekilde ilerliyor ki tam tamına dört gündür fabrikada üretim durmuş durumda. Konu hakkında konuşan ve aynı zamanda eylemin başında bulunanlardan birisi olan 10 yıllık deneyimli fabrika çalışanı Hou Hongbo; 'Geçen dört gün içerisinde, ne hükümet ne de müdüriyet tarafından isteklerimize herhangi bir cevap verilmedi. Firmanın an itibarıyla takındığı tavır, bizleri görmezden gelmekten başka bir şey değil. Fakat onlar bu tavrı sergiledikçe, fabrikada hiçbir şekilde üretim yapılamayacak' şeklinde bir açıklamada bulundu.IBM tarafından yapılan açıklamaya göreyse, işçiler tarafından ortaya atılan anlaşma maddelerin incelendiği ve şu anda aldıklarına kıyasla bir değişime gidileceğine değinilirken, aynı zamanda işten çıkmak isteyen işçilere kıdem tazminatı verileceği de belirtiliyor.
Lufthansa Tarihinin En Büyük Grevi
Almanya'nın en büyük havayolu şirketi Lufthansa, pilotların yapacağı grev nedeniyle yarından itibaren üç günlüğüne neredeyse tüm uçuşlarını durduruyor. 3800 sefer iptal edildi Havayollarından yapılan açıklamada, yaklaşık 3800 seferin iptal edildiği, 425 bin yolcunun durumdan etkilendiği bildirildi.
Arjantin'de Genel Grev
Arjantin’de muhalif sendikaların yaptığı bir günlük genel grev çağrısı ülkede hayatı durdurdu. Yüzde 30′luk enflasyon, su ve gaz faturalarındaki sübvansiyonların kaldırılması ve emlak vergilerinde yeni düzenleme çalışmalarını protesto etmek için yapılan grev çağrısına toplu taşıma sektörü de uyunca günlük hayat felce uğradı. Genel İşçi Sendikası (CGT) muhalif kanadı ve taşımacılık sendikası başkanı Hugo Moyano ve gastronomi sendikası lideri Luis Barrionuevo’nun çağrısına son dönemde birçok sendikanın yönetimine gelen Troçkist partiler ana arterlerde barikatlar kurarak destek verdi. Kirchnerler hükümetine iktidara geldikleri 2003 yılından beri destek veren Hugo Moyano, Nestor Kirchner’in 2010′da ölümünden sonra Cristina Kirchner’le arası açılmış ve muhalefete geçmişti. Geçen yıl yapılan ara seçimlerde sağcı lider Fransisco de Narvaez’in partisinden milletvekili adaylığını koymuştu. Arjantin meclisinde bir koltuk kazanmayı başaramayan Moyano, daha sonra seçimlerin Buenos Aires eyaleti galibi yine eski Kirchnerci Sergio Massa’nın ittifakı olma yolunu seçti. Hükümet sözcüsü Jorge Capitanich, ülkeyi felç eden grevin tamamen hükümeti yıpratma ve Sergio Massa’yı desteklemek için planlandığını söylüyor. Capitanich eylemi “taşımacılık greviyle desteklenen ülkeye kurulmuş büyük barikat” olarak nitelendirerek amacının tamamen politik olduğunu yineledi. Moyano ise Capitanich’in iddialarını sert dille yalanlıyor. Mart ayında maaş artışları için yaklaşık bir ay grev yapan öğretmenler yüzde 31′lik artış almışlardı. Ülkede ücret artışlarında öğretmen maaşlarındaki artış yüzdesi temel parite olarak kabul görüyor. Özel sektörde özellikle son üç aydır metalurji ve otomotiv sektöründeki durgunluk tensikat endişelerini beraberinde getirdi. Kirchnerler hükümeti iktidarlarının ilk 9 yılında kilit sektörlerde işten çıkarmaların yaşanmaması için işçi maaşlarının bir kısmını ödemek için bütçe ayırmıştı. Ancak 2011′de yaşanan yüzde 8′lik büyümeyle desteklerin birçoğu kaldırıldı. Arjantin 2013′te yüzde 6,4′le son otuz yılın en düşük işsizlik oranına erişerek Uruguayla birlikte Latin Amerika’nın en düşük işsizlik oranına sahip ülkesi olmuştu. Buna rağmen, ekonomi ikinci yarıda hız kazanmazsa bu oranı korumak Kirchner hükümetini oldukça zorlayacağa benziyor. Geçen hafta bağıtlanan sözleşmelerde metalurji ve inşaat sektörü yüzde 26 ila yüzde 29′luk artış elde etti. Ancak hükümetin 2014 için belirlediği yüzde 25′lik enflasyon rakamını yakalayamaması durumundu bu sektörlerde de önemli sorunların yaşanması bekleniyor. Yapılan anketler Arjantinlilerin yüzde 52′sinin genel greve destek vermediği yönünde. Yüzde 32′si ise grevin amacını ve nedenini bilmiyor. İş durdurma, grev ve yollara barikat kurulması gibi eylemlere alışık Arjantinliler tüm işlerini iptal ederek evde kalma yolunu tercih ediyorlar. Metalurji sendikası başkanı Antonio Calo “eğer tam olarak amacını bilselerdi” kendilerinin de greve destek verebileceklerini böylelikle eylemin taşımacılık grevi olmaktan çıkıp gerçek bir genel grev olacağı imalı sözleriyle Moyano’yu suçlayan açıklamalarda bulundu. CGT hükümet yanlısı kanat başkanı Hugo Yasky ise grevin tek amacının 2015 başkanlık seçimleri için Sergio Massa’ya avantaj sağlamak olduğunu söylüyor. Cristina Kirchner ise grev öncesi yaptığı ulusa sesleniş programında “herkesin grev yapmaya hakkı vardır” açıklamasında bulundu. Güney Amerika’nın Venezüela’dan sonra en yüksek enflasyonuna sahip Arjantin’de hükümet geçtiğimiz günlerde bazı kamu harcamalarına verdiği desteği durdurmuştu. Hükümetin Ocak ayında toplu taşımaya verdiği sübvansiyonları yüzde 46 oranıyla kesmesiyle en düşük otobüs bileti 2,5 peso (70 krş) olmuştu. Hükümet geçtiğimiz günlerde de su ve doğalgaza verdiği desteği durdurdu. Arjantin’de 1999′dan beri doğal gaza zam gelmiyordu. Dört kişilik bir ailenin iki aylık doğal gaz faturasının 130 peso (35 TL) olduğu ülkede, sübvansiyonların kesilmesiyle birlikte tüketim miktarına göre yüzde 400′e varan bir artış bekleniyor.  DHA
Taksim'i Yasaklayan Zihniyet 11 Yıldır İşçiye De Hayatı Zehir Etti
Umut Oran: ​1 Mayıs’ı, Bayramı, Taksim’i yasaklayan zihniyet, 11 yıldır işçiye hayatı da zehir ettiCHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, son olarak Taksim'i işçilere ve yurttaşlara yasaklayan AKP hükümetinin iki yüzlü bir politika izlediğini belirterek, çalışma hayatı, kıdem tazminatı ve taşeron işçi çalıştırılmasında her geçen gün koşulların geriye götürüldüğüne dikkat çekti. Umut Oran, '1 Mayıs’ı, Bayramı, Taksim’i yasaklayan zihniyet, 11 yıldır işçiye hayatı da zehir etti' dedi.Konuyla ilgili olarak yazılı açıklama yapan CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran şunları kaydetti:·        AKP, bu 1 Mayıs’ta da Taksim’i emekçilere vermedi, halka yine eşi görülmemiş şiddet ve terör uygulayıp bayramı cehenneme çevirdi. AKP, bu 1 Mayıs’taki tavrıyla emek karşıtı yüzünü bir kez daha göstermiş oldu. AKP’nin 11 yıllık iktidarında çalışma hayatına yönelik dayatmaları ve emek kesimine karşı tavrı da zaten bunu gösteriyor. AKP,emekçiye açlık sınırında bir ücret, güvencesiz ve kuralsız çalışma, iş kazalarında ölüm ve kıdem tazminatsızmezarda emekliliği reva görüyor.·        2002 yılında 3 milyona yaklaşan sendikalı işçi sayısı yeni kayıtlara göre 2014 itibariyle 1.1 milyon dolayına geriledi. OECD ülkelerinde yüzde 20’ye yaklaşan sendikalaşma oranı, resmi istatistiklere göre Türkiye’de yüzde 9,5. Ancak kayıt dışı ve taşeron yanında tüm ücretli çalışanlar dikkate alındığında bu oran yüzde 6.6’ya düşüyor. YaniTürkiye’de her 15 çalışandan sadece biri sendikalı.·        2002’de 358 bin olan taşeron işçi sayısı bugün 2.5 milyona ulaşmış durumda. Taşeron sistemi; güvencesiz, kuralsız çalışma, iş cinayetleri, sendikasızlaştırma, yasaları ve işçi haklarını yok sayma demektir…·        AKP iktidarı döneminde iş kazalarına 14 bine yakın kurban verildi. İş cinayetlerindeki artışın nedeni AKP’nin bu konudaki ihmal ve duyarsızlığı... İş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin mevzuattaki koruyucu önlemler, denetimler ve cezalar yetersiz. AKP, iş kazalarını önlemek için etkili düzenlemelerle gerekli önlemleri uygulamak yerine bu olaylara “kader” deyip geçiyor.·        Uzun süredir çalışanların kıdem tazminatlarını “fon” uygulaması ile iç etmeyi hedefleyen AKP, bunu ilk önce taşeron işçilere uygulamaya yönelik hazırladığı yeni bir paketle konuyu yeniden gündeme getirmeye hazırlanıyor. Türk-İş Genel Başkanı, kıdem tazminatının fona devrinin “kırmızı çizgileri” olduğunu söylüyor ve bunu “Genel grev” nedeni sayacaklarını bildiriyor. Çalışanların haklarına ve emek kesiminin bu konudaki hassasiyetine saygılı olunmalıdır.·        Sosyal kesimlerin sesinin kısıldığı, çalışanların emeğinin karşılığını alamadığı, hukukun işlemediği, basının görevini özgürce ve objektif biçimde yerine getiremediği, hak mücadelesinin kısıtlandığı, işçilerin 1 Mayıs Bayramı’nı dahi gönlünce kutlayamadığı bir toplumda huzur ve barış olmaz, demokrasi gelişmez.AKP, bu 1 Mayıs’ta da Taksim’i emekçilere vermedi. Kolluk güçleri 1 Mayıs’ı İstanbul Taksim’de, Ankara Kızılay’da kutlamak isteyenlere yine tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etti, acımasızca saldırdı. Yurdun başka yerlerinde de bayram kutlamak isteyenlere zorluklar çıkarıldı, eşi görülmemiş şiddet ve terör uygulandı. AKP, bu 1 Mayıs’ta da işçiye bayramı zehir etti, tüm dünyada yüz milyonlarca insanın coşkuyla kutladığı bir günü ülkemizde kâbusa çevirdi.AKP, bu 1 Mayıs’taki baskıcı tavrıyla emek karşıtı yüzünü bir kez daha göstermiş oldu. AKP’nin on bir yıllık iktidarında çalışma hayatına yönelik dayatmaları ve emek kesimine karşı tavrı da zaten bunu gösteriyor. AKP, “özelleştirme” adı altında küresel karteller ve palazlandırdığı yandaş sermaye grupları için örgütsüz bir çalışan kesimi, “ucuz işçilik cenneti” ve bir çeşit post modern “kölelik düzeni” hedefledi.  Örgütlenme ve grev hakkını sık sık yasal olmayan yollarla önlemekten çekinmeyen AKP, emekçiye açlık sınırında bir ücret düzeyi, güvencesiz ve kuralsız çalışma, iş kazalarında ölüm ve kıdem tazminatsız mezarda emekliliği reva gördü.AKP SENDİKAL HAYATI BİTİRDİ…2012’de yürürlüğe giren 6356 sayılı yasa öncesinde sendikalı işçi sayısı 3 milyon dolayında bulunuyordu. Bu sayının fiktif ve yanıltıcı olduğu gerekçesiyle SGK kayıtlarına da bakarak yeniden belirlenme yoluna gidildi. Bu düzenleme sendikaları adeta biçti. Çok sayıda sendika yüzde 1 olan işkolu barajı altında kalırken, bazı sendikalar barajı kıl payı geçebildi. Toplam 92 sendikadan 43’ü işkolu barajını aşarken 49 sendika işkolu barajını aşamadı. 12 Eylül’ün ardından çıkarılan 2821 ve 2822 sayılı yasalar döneminde bile bu kadar çok sendika işkolu barajının altında kalmamıştı. Yaygın kayıt dışı işçilik ve taşeron işçilerin üyeliklerinin sayılmaması da sendikaları zayıflattı.15 ücretliden sadece biri sendikalı!Son istatistiklere göre Türkiye’de 11 milyon 600 bin 554 işçiden sadece 1 milyon 96 bin 540’ı sendikalı. İstatistikler vahim tabloyu ortaya koyuyor. Sadece kayıtlı işçiler dikkate alınarak yapılan hesaplamada yüzde 9.45 olan genel sendikalaşma oranı, bazı işkollarında yüzde 2-3’lere düşüyor. Yüzde 9.45’lik sendikalaşma oranı uluslararası standartlara uygun olarak hesaplandığında ise daha da düşük çıkıyor. Ancak kayıt dışı ve taşeron yanında çalışanlar da dahil toplamda 16.5 milyona ulaşan ücretli (işçi) sayısı esas alınarak yapılan hesaplamada ise sendikalaşma oranı yüzde 6.6’da kalıyor.Yani her 15 ücretliden sadece biri sendikalı… Sendikalaşma oranı, toplam sendikalı işçi sayısının toplam kayıtlı işçiler içindeki payına göre OECD’de yüzde 20’yeyaklaşırken, Türkiye’de yüzde 6 dolayında kalıyor. Toplu iş sözleşmesi kapsamındakilerin oranı ise çok daha düşük düzeyde... Çünkü 115 işçi sendikasından sadece 47’si barajı aşarak toplu iş sözleşmesi yapma yetkisini alabildi. Büyük çaplı sendikasızlaşma tehlikesi kapıda… Yeni düzenlemede işkolu barajı yüzde 1 olarak belirlenirken, gelen tepkiler üzerine bunun uygulaması 2014 başına ertelenmişti. Baraj 2016’da yüzde 2’ye, 2018’de yüzde 3’e yükselecek. Sendikalara üye olmak isteyen işçilere birçok engel çıkarılan bu ortamda eğer 2018’e kadar sendikalar ciddi bir üye artışı sağlayamazsa pek çoğu yetki kaybetmesi gündeme gelecek. İşkolu barajı sendikal hayat için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bir kaç yıl içinde çok sayıda sendikanın yetkisiz kalması ile büyük çaplı bir sendikasızlaşma tehlikesi kapıda.AKP’NİN TAŞERON İŞÇİLİK AYIBIAKP, çalışma yaşamında sendikasızlaştırma ile birlikte ve buna paralel biçimde taşeronlaşmayı yaygınlaştırdı. İşsizlik sorununu çözemeyen AKP, on binlerce insanı devlet ciddiyetine yakışmayacak, hukukla bağdaşmayacak bir istihdam şekliyle taşeronlara mahkûm etti.  Mevzuatta “alt işverenlik” şeklinde yer alan taşeronluk uygulaması, geçmişi 1980’li yıllara kadar uzanmakla birlikte, AKP döneminde tam bir patlama yaşadı. 2002’de 358 bin olan taşeron işçi sayısı bugün kamu ve özel sektör toplamı olarak 2.5 milyona ulaşmış durumda. Bunun 1.1 milyonu belediyeler de dâhil kamuda çalışıyor.AKP taşeronluk uygulamasında, kasten hukuku çiğnedi. Mevzuatta; kamu işyerlerinde, belirlenen norm kadrolarla yapılacak asıl işlerin dışında kalan işlerin taşeron aracılığıyla yerine getirilebileceği düzenlenirken, bu kurala uyulmadı. Taşeron eliyle kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirilen işler yasa gereği çalıştırılmaması gereken işlerde çalıştırıldı.AKP mahkeme kararlarını uygulamıyor…Çok zor koşullarda çalışan, haftalık çalışma sürelerine riayet edilmeyen, bırakın yıllık izni, bayram izni dahi olmayan bu işçiler şimdi teker teker dava açıyor. Sadece Karayolları Genel Müdürlüğü bünyesindeki işçilerden 8 bini dava açtı ve davaları kazanmaya başladı. Tahmini olarak bu işçilere verilecek ücretler ve dava masraflarının toplam miktarı 2.5 milyar TL’yi buluyor. Kamu Hastaneleri Kurumu’na bağlı birimlerde 121 bin 846 taşeron işçisi bulunuyor. Diğer kamu kurum ve birimlerinde mevzuata aykırı biçimde çalışmamaları gereken işlerde taşeron aracılığıyla çalıştırılan işçilerin de dava hakkı bulunuyor. AKP ise yaptığı haksızlık ve ayıp yetmezmiş gibi, son yıllarda alışkanlık haline getirdiği “yargıyı dinlememe, hukuku tanımama” pervasızlığını bu konuda da sergiliyor, nihai yargı kararlarını uygulamıyor…Ülkeyi taşeron cumhuriyetine dönüştürmek istiyorlar!Taşeron işçilik; yaygın iş kazaları, eksik ücretler, ödenmeyen maaş ve sigorta primleri, kullandırılmayan ücretli izinler, yasal çalışma sürelerinin çok üzerinde ücretsiz çalıştırma anlamına geliyor. Taşeron uygulaması, sendikal örgütlenmeyi imkânsızlaştırıyor. Uygulama ile hukuk deliniyor; düşük ücretli ve sendikasız bir yapı oluşturma niyetiyle istismar ediliyor. Taşeron işçilerin yıllık izin, kıdem tazminatı, fazla mesai ve sendikal örgütlenme hakları taşeron firmalarca girdi-çıktı oyunları ile gasp ediliyor. İşçi, sık işveren değişikliği nedeniyle yıllık ücretli izne hak kazanamıyor. Taşeron işçileri, ücretlerini tam ve düzenli alamıyor. Kamu makamlarının, alt işverene verdiği belirli işler dışında, alt işverenin işçisinin ücretini ödeyip ödemediğini kontrol etme yükümlülüğü bulunmuyor. Sendikal örgütsüzlüğü, güvencesiz çalışmayı, kayıt dışılığı, kuralsızlığı tetikleyen, insan onuruna yakışır düzgün iş tanımını yok sayan taşeronluk uygulaması, çalışma hayatının dengelerini bozuyor, ekonomik ve sosyal açıdan büyük bir tahribat yaratıyor.Taşeronlar, ekonomik açıdan zayıf olmaları nedeniyle iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmasını ana işverenden bekliyor, iş kazası ve meslek hastalıklarının oluşmasını önleyici önlemlere ve eğitimlere gereken önemi vermiyor. Her yıl yüzlerce işçi, iş kazalarında yaşamını yitiriyor.AKP bununla da yetinmiyor, geçici iş ilişkisi adıyla “kiralık işçilik” uygulaması getirmek istiyor... Bu model, mevcut taşeron sisteminin daha pervasız ve esnek bir uygulamasını oluşturuyor. Bu uygulama ülkeyi tam bir taşeron cumhuriyetine dönüştürebilir. İŞ KAZALARINA 11 YILDA 14 BİN KURBANOn bir yıllık AKP iktidarı döneminde iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısında da patlama yaşandı. İş kazalarında ölen işçilerin sayısı Aralık 2002-Mart 2014 döneminde 13 bin 718’e ulaştı. Başka deyişle AKP döneminde yılda ortalama 1.072 işçi iş cinayetlerine kurban verildi. Bu kazalarda binlerce işçi de sakat kaldı.Yaşanan iş kazaları ve verilen kurbanların sayısındaki artışta AKP’nin bu konudaki ihmalinin büyük payı bulunuyor. 2012 yılında çıkardıkları 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri koruyucu önlemlerin alınması konusunda yetersiz kalıyor. Üstelik yasanın en önemli bölümlerinin uygulaması ertelenmiş durumda. İş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin denetimler ve cezalar yetersiz. Gerekli önlemler, bir maliyet unsuru olarak değerlendirilip alınmadığı için iş kazaları yaşanmaya devam ediyor. AKP hükümeti, iş kazalarını önlemek için etkili düzenlemelerle gerekli önlemleri uygulamak yerine bu olayları “kader” deyip geçmeyi yeğliyor.KIDEM TAZMİNATINI İÇ ETME PLANI YENİDEN GÜNDEMDEAKP, çalışanların kazanılmış haklarına her gün yeni bir saldırı düşünüyor ve fırsatını bulduğunda icraata geçiyor. Uzun süredir çalışanların kıdem tazminatlarını kaldırıp yerine bir “fon” kurulması, başka deyişle milyonlarca çalışanın kıdem tazminatı hakkını gaspetmeyi hedefleyen AKP, tarafların itirazları ve uzlaşamaması üzerine bu düzenlemeyi rafa kaldırmak zorunda kalmıştı. AKP, bu uygulamayı taşeron işçilerle sınırlı olarak getirmeye yönelik hazırladığı yeni bir paketi bugünlerde tekrar gündeme getirmeye hazırlanıyor. Taşeron işçilerin durumunu düzelteceği iddiasıyla paket hazırlayan AKP, kıdem tazminatını iç etmeye yönelik fon tuzağını bunun içine yerleştiriyor.Türk-İş Genel Başkanı, kıdem tazminatının fona devrinin “kırmızı çizgileri” olduğunu söylüyor ve bunu “Genel grev” nedeni sayacaklarını bildiriyor. Çalışanların haklarına ve emek kesiminin bu konudaki hassasiyetine saygılı olunmalıdır. TOPLUMDA HUZUR VE BARIŞ OLMAZ11 yılı aşan iktidarı boyunca kuvvetler ayrılığını, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırarak rejimi tek adam diktatörlüğüne dönüştürme gayretinde olan AKP, yolsuzluk, rüşvet, iltimas ve irtikâba dayalı; eş, dost, yakın ve yandaşları kalkındıran bir hırsızlık ve talan ekonomisi oluşturdu. AKP, dış politikada da Türkiye’yi tüm komşularıyla sorunlu hale getirdi ve dünyada yalnızlaştırdı. Bu politikalarıyla paralel biçimde AKP, çalışma hayatında da emekçiye düşman, insan haklarına aykırı biçimde bir modern kölelik, örgütsüz, eli kolu bağlı bir emek kesimi, ucuz iş gücü cenneti yaratmaya çalıştı. AKP bu alanlardaki düzenlemeleri ve dayatmaları ile sosyal barışı dinamitlemeye devam ediyor.Sosyal barışın sağlanamadığı toplumlarda bireyler ve sosyal kesimler, birbirlerine ve toplumun tümüne karşı yabancılaşırlar, birlik ve aidiyet duygusu kalmaz. Emeği ile geçinen milyonların, insanca yaşayacak gelir düzeyi ve diğer haklarına kavuşabilmesinin aracı olan örgütlenme hakkı, hiçbir kısıt ve vesayet olmadan özgürce kullanılmalıdır. Sosyal kesimlerin sesinin kısıldığı, çalışanların emeğinin karşılığını alamadığı, gelir dağılımının bozulduğu, hukukun işlemediği, basının görevini özgürce ve objektif biçimde yerine getiremediği, hak mücadelesinin kısıtlandığı, işçilerin 1 Mayıs Bayramı’nı dahi gönlünce kutlayamadığı bir toplumda huzur ve barış olmaz, demokrasi gelişmez, kalkınma ve ilerleme olamaz.