Oscar Tarihindeki En Politik 8 An
88. Akademi Ödülleri, nam-ı diğer Oscar’lar bu pazar sahiplerini bulacak. Lakin pek çok kişi, Oscar’ı asıl hak edenlerin, etnik kimlikleri, cinsel yönelimleri ya da toplumsal cinsiyetleri nedeniyle görmezden gelindiğini düşünüyor. İki sene üst üste büyük ödüllerin hepsine beyazların aday gösterilmesi, bu sene siyahları anlatan filmlerin neredeyse hiç adaylık alamaması, iki kadının aşkını anlatan “Carol”ın en iyi film dalında aday gösterilmemesi ve daha nice gelişmenin sonucu, Oscar tarihinin en ateşli kavgaları yaşanıyor. Akademi’nin, çoğunlukla beyaz erkeklerden oluşan üyelerini çeşitlendirmeye yönelik ciddi adımlar atacağını açıklaması bile sinemaseverlerin sakinleşmesi için yeterli olmadı. Sadece Oscar’lar değil, BAFTA Ödülleri de bu sene ırkçı seçimleri nedeniyle protesto edildi. Pazar günkü töreni kimlerin boykot edeceği hâlâ belirsiz ancak tartışmaların törenden sonra da devam edeceğine hiç şüphe yok.
Öte yandan, Akademi Ödülleri ilk kez siyasi tartışmalara, protestolara, açıklamalara sahne olmuyor. Geçmişte de bunun pek çok örneği yaşandı. İşte Oscar ödülleri tarihinin en politik anları!
1. Bir siyah ilk kez Oscar kazanıyor | 1940
12. Akademi Ödülleri’ne şüphesiz 8 dalda ödül kazanan “Rüzgar Gibi Geçti” damgasını vurmuştu. Filmde “Mammy” karakterini canlandıran Hattie McDaniel, en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü kazanarak, tarihte Oscar kazanan ilk siyah kişi oldu. Özgürleşmiş köle bir ailenin kızı olan ve filmde de bir ev işi kölesini canlandıran McDaniel’ın beraber rol aldığı beyaz oyuncularla birlikte oturmasına izin verilmemiş, eşlikçisiyle birlikte iki kişilik bir masada oturarak töreni izlemişti. Ödülü alırken, hayatının en güzel anlarından birini yaşadığını söylüyor ve herkese teşekkür ediyordu: “İçten bir şekilde umuyorum ki her zaman ırkım ve sinema endüstrisi için örnek olacağım.” McDaniel Oscar kazandıktan sonra tam 74 kez daha hizmetçi rolünü canlandırdı.
Bundan tam 62 yıl sonra, Halle Berry “Kesişen Yollar” filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan ilk siyah oyuncu oldu. Ödülü kabul ederken gözyaşları içerisinde şöyle demişti: “Bu an benden çok daha büyük. İsimsiz, yüzsüz tüm beyaz olmayan kadınların artık bir şansı var çünkü bir kapı aralandı.”
2. Charlie Chaplin’in Amerika’ya dönüşü muhteşem oldu | 1972
“Modern Zamanlar” (1936) ve “Büyük Diktatör” (1940) gibi kapitalizm karşıtı filmlerin yaratıcısı Charlie Chaplin, elbette “Amerikan iktidarı”nı rahatsız ediyordu. Filmlerinde, Amerikan rüyasının kofluğunu ortaya koyuyor, yoksulluğu, yozlaşmayı ve ezilenleri anlatıyordu. Sessiz sinemada diretmesinde bile bu vardı: “Sessiz sinemayı herkes anlıyor. Dünya Amerika’dan ibaret değil” diyordu. Haliyle Chaplin’i sinema dehasına karşın hedefe koymaktan çekinmediler. Hatta bir süre sonra Amerika’nın nefret ettiği adam haline geldi. Filmlerindeki kimi sahnelerin komünizm propagandası olduğuna hükmedilince, Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’nde sorgulandı. Bu sırada basında hakkında ciddi bir itibarsızlaştırma kampanyası yürütülüyordu. Öte yandan da film yapması engellenmeye çalışıyordu. Hiçbir zaman Amerikan vatandaşlığına geçmeyen Chaplin en sonunda, 1952 yılında ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Sonraki yıl da ülkeye dönüş hakkından vazgeçtiğini açıkladı.
Charlie Chaplin, 20 yıl boyunca İsviçre’de yaşadıktan sonra, Akademi’nin “bu yüzyılın sanat formu olarak sinemaya yaptığı tarifsiz etkiden ötürü” sözleriyle verdiği onur ödülünü kabul etmek için Amerika’ya geri döndü. Chaplin sahneye çıktığında, seyirciler tam 12 dakika boyunca kendisini alkışladı. Oscar tarihinde bir daha böyle bir an yaşanmadı.
3. Marlon Brando ödülü almayı reddediyor | 1973
Marlon Brando ilk kez 1955 yılında “Rıhtımlar Üstünde” filmindeki rolüyle kazandığı Oscar ödülünü alırken işler yolunda gitmiş, şakalarıyla izleyici güldürmüş, neşe içerisinde teşekkür etmişti. 1973 yılında “Baba” filmiyle aynı ödülü alırken ise bu kadar uyumlu değildi. Akademi tarihinde sonsuza kadar hatırlanan bir ödül kabul konuşması yaşandı, üstelik Brando törene katılmamıştı bile.
Ödülü onun yerine kabul eden Amerikan yerlisi oyuncu ve eylemci arkadaşı Sacheen Littlefeather, geleneksel giysileri içerisinde sahneye yöneldiğinde herkes şaşkına döndü. Törenin yapımcısı konuşmasını durdurmaya çalışana kadarki kısa vaktinde, Brando’nun yazdığı mektubu basına aktaracağını söylemişti: “Bugün film ve sinema endüstrisinin Amerikan yerlilerine -[yuhalamalar] izninizle- yaptığı muamele ve yakın zamanda Wounded Knee’de yaşananlar nedeniyle töreni boykot ediyor.”
Marlon Brando’nun basına yazdığı mektupta şu ifadeler yer alıyordu:
“Teslim olduklarında, onları öldürdük. Onlara yalan söyledik. Topraklarını terk etmeleri için onları kandırdık. Hiçbir zaman uymadığımız, sözde antlaşma dediğimiz hileli sözleşmeleri imzalamaları için onları aç bıraktık. [...] Ve tarihin tüm yorumlarına göre, ne kadar çarpıtırsak çarpıtalım, yanlış yaptık.”
4. Sahneye çıplak bir adam fırlıyor | 1974
70’ler, şüphesiz Akademi tarihinin en politik anlarının yaşandığı yıllar oldu. 46. Oscar Ödülleri’nde, Julia Phillips en iyi film ödülünü kazanan ilk kadın yapımcı olmuş, 10 yaşındaki Tatum O’Neil ise Oscar kazanan gelmiş geçmiş en genç kişi olmuştu (bu rekor daha sonra da kırılmadı). Ancak 1974 yılındaki törenle ilgili en çok konuşulan şey, çırılçıplak sahneye fırlayan ve zafer işareti yaparak seyirciyi selamlayan adamdı.
Fotoğrafçı ve LGBT eylemcisi Robert Opel’in sahne arkasına nasıl sızdığı ve bu eylemi nasıl gerçekleştirdiği hâlâ şaibeli. Opel, dönemin meşhur LGBT dergisi The Advocate için fotoğrafçılık yapıyor ve töreni diğer gazetecilerle birlikte izliyordu. Söylenene göre törenin yapımcısı Jack Haley, Jr. kendisine yardımcı olmuştu.
Bu olay Robert Opel’e ufak çaplı bir şöhret kazandırmış, 1978 yılında erkek eşcinselliği üzerine işlerin sergilendiği bir galeri açmıştı. Opel, 1979 yılında bir soygun esnasında öldürüldüğünde henüz 40 yaşındaydı.
5. Vanessa Redgrave Filistin’i destekliyor | 1978
50. Akademi Ödülleri’nde en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü kazanan Vanessa Redgrave’in sosyalist faaliyetleri halihazırda tüm Hollywood’un malumuydu. Redgrave ayrıca Filistin Kurtuluş Örgütü’nü destekliyordu. Bir 2. Dünya Savaşı draması olan “Julia”daki rolüyle kazandığı en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü alırken, öncelikle kendisi gibi politik bir yıldız olan rol arkadaşı Jane Fonda’ya ve yönetmenine teşekkür etti; ardından Nazi Almanyası faşizmine karşı direnenleri selamladı. Anti-semitizme karşı daima savaşta olacağını da sözlerine ekleyen Redgrave, Siyonizmi eleştiren sözlerine başladığında ortalık karıştı.
“Sizleri selamlıyorum, sizlere saygılarımı sunuyorum ve ayrıca geçtiğimiz haftalarda olanlara karşı direndiğiniz, bir avuç Siyonist kabadayıdan ve onların tüm dünyadaki Yahudilere ve onların faşizme ve baskıya karşı kahramanca direnen tarihine hakaret niteliği taşıyan davranışlarından korkmadığınız için gurur duymalısınız.“
Redgrave daha sözlerini tamamlayamadan yuhalamalar başlamıştı. Bir süre sonra sahneye çıkan senarist Paddy Chayefsky “Oscar’ı politik gündemine alet ettiği için” kendisini katı bir dille kınadı.
Redgrave ilerleyen yıllarda da ayrımcılığa karşı mücadelesini ve Filistin halkıyla dayanışmasını sürdürdü.
6. Elia Kazan Onur Ödülü’nü kazanıyor (ama geçmişi silemiyor) | 1999
Şayet siyasi görüşleriniz yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kaldıysanız ve günün birinde onur ödülü almak için dönerseniz, Chaplin gibi 12 dakikalık bir iade-i itibar şöleniyle karşılanabilirsiniz. Peki ya büyük bir sinemacıysanız ve bir zamanlar beraber çalıştığınız arkadaşlarınızı politik bir cadı avı esnasında ihbar ettiyseniz? O zaman da onur ödülünü benzer bir coşkuyla alabilir misiniz?
Elia Kazan’ın onur ödülünü alacağı 71. Akademi Ödülleri’nin yapıldığı salonun önü, tören gecesi “Kara Listeyi Aklamayın” yazılı pankartlar taşıyan protestocuların akınına uğramıştı. Elia Kazan, 1952 yılında Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi tarafından sorgulanırken, sekiz meslektaşının ismini vermiş ve komünist olmakla suçlamıştı. Bu dönem işini kaybeden sinemacılardan biri de Dalton Trumbo’ydu.
Elia Kazan, 1952’den sonra yaptığı pek çok filmde ve verdiği röportajda, kendisini aklamaya çalıştı. Komünizmden hiçbir zaman hoşlanmadığını, inanmadığı bir dava için sinema kariyerini çöpe atmak istemediğini söylemişti ancak meslektaşlarına yönelik bu ihaneti hiç unutulmadı. Kazan ödülünü almak için sahneye giderken, pek çok Hollywood ünlüsü adeti yerine getirerek ayakta alkışladı ancak Nick Nolte, Ed Harris, Ian McKellen ve Amy Madigan ayağa kalkmayı da, alkışlamayı da reddetti.
7. ‘Utan Bush! Utan!’ | 2003
75. Akademi Ödülleri’nin verildiği günlerde Amerikalıların gündemi yaklaşan Irak işgali ve seçimlerle doluydu. ABD vatandaşlarının önemli bir kısmının savaşa girmekle ilgili tereddütleri vardı ve yine kayda değer bir kısmı da George W. Bush’un tekrar seçilmesine endişeyle yaklaşıyordu.
ABD’nin bireysel silahlanma politikalarını sert ve alaycı bir dille eleştiren “Benim Cici Silahım”, tarihin en iyi gişe hasılatı yakalamış belgeseli konumundaydı, Cannes’da da ödüllendirilmişti ve doğrusu herkesin dilindeydi. Moore en iyi belgesel dalında ödülünü alırken herkes ne söyleyeceğini merak ediyordu. Beklendiği üzere sert bir savaş karşıtı konuşma yaptı ve “Utan Bush! Utan!” diye haykırırken salon hem alkışlar hem de yuhalamalarla inliyordu.
Michael Moore ertesi yıl 11 Eylül saldırısının, Afganistan ve Irak’ı işgal etmek için Bush hükümeti tarafından bilinçli bir biçimde planlandığına yönelik bir komplo teorisini anlattığı “Fahrenheit 9/11” isimli bir belgesel hazırladı. Bu belgeselle birlikte kendi gişe rekorunu da kıran Moore’un başarısını geçen bir belgesel bugün bile yapılmadı. Ancak Bush, 2004 seçimlerinde bir kez daha başkanlık koltuğuna oturdu ve tüm dünyada bir nefret figürü olarak anılmaya devam etti. Ki, halen öyle anılıyor.
8. Homo-sevici komünistlerin yüzü gülüyor | 2009
2006 yılında herkesin en çok konuştuğu film, Ang Lee’nin iki kovboyun aşkını anlattığı “Brokeback Dağı”ydı. Film sadece Amerika’nın erkeksilikle özdeşleşen kovboy imajını yerle bir etmiyordu, sinemasal olarak da son derece başarılıydı. Akademi adaylıkları açıklandığında da çoğu kişi “Brokeback Dağı”nın en iyi film ödülünü kazanacağını düşünüyordu. Ödülü açıklayan Jack Nicholson da aynı şeyi düşünmüş olacak ki, zarfı açıp “Çarpışma” ismini gördüğünde şaşkına dönerek “Vay canına” dedi. “Çarpışma” halen Oscar tarihinde ödül kazanmış en kötü film olarak bilinir ve Akademi’nin bu kararı açık bir homofobi olarak anılır.
2009 yılında ise, suikasta kurban giden eşcinsel politikacı Harvey Milk’in hayatını anlatan Gus Van Sant imzalı “Milk”in başarısı, LGBT haklarının 81. Akademi Ödülleri’ne damga vurmasını sağladı. En iyi erkek ödülünü kazanan Sean Penn, konuşmasına “sizi homo-sevici komünist keratalar” diyerek başlamış, herkesin eşit haklara sahip olması gerektiğini vurgulamıştı. Aynı dönemde, Kaliforniya’da eşcinsel evlilikleri mümkün kılan yasanın iptali için bir kampanya sürüyordu.
Yine “Milk” ile en iyi senaryo ödülünü kabul eden Dustin Lance Black, herkesi gözyaşlarına boğdu: “13 yaşımdayken ailemle birlikte muhafazakâr bir Mormon şehri olan San Antonio, Teksas’tan Kaliforniya’ya taşındık ve orada Harvey Milk’in hikâyesini duydum. Bana umut verdi. Bana hayatımı yaşamam için, günün birinde kim olduğumla ilgili açık olabilmem için ve hatta âşık olup günün birinde evlenebilmem için umut verdi. [...] Eğer Harvey 30 yıl önce bizden alınmasaydı şunu söylememi isterdi: Bu gece beni izleyen, kiliseleri, hükümetleri ya da aileleri tarafından değersiz olduğu söylenen tüm gey ve lezbiyen çocuklar; sizler güzel, muazzam yaratıklarsınız ve başkaları ne derse desin çok değerlisiniz. Tanrı sizi seviyor ve çok yakında, size söz veriyorum, diğer insanlarla eşit haklara sahip olacaksınız.”
9. Patricia Arquette erkeklerle eşit ücret istiyor | 2015
Patricia Arquette 87. Akademi Ödülleri’nde “Çocukluk” filmiyle en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar’ını kazanmış ve belki de tarihte bu ödülü en çok hak eden kişi olmuştu. “Çocukluk”un çekimleri aralıklarla toplam 12 sene sürdü, bir oğlan çocuğunun büyüme hikayesini kaydediyordu ve Arquette de, iki çocuğu büyütme sorumluluğunu tek başına üstlenen, kimi zaman yanlış kararlar veren, her zaman iyi bir anne olamayan ama hem çocuklarının iyi birer insan olmasını sağlayan, hem de kendi hayallerini gerçekleştiren anne rolündeydi. Arquette’in zaferiyle ilgili, yaşı ilerleyen kadın oyuncuların yan rollere itilmesi ve giderek gözden kaybolmasına ithafen şu şaka çok sık yapılıyordu: “45 yaşından büyük bir kadının ödül kazanabilmesi için ya Meryl Streep olması ya da filmi çekmeye 30’larında başlaması gerekiyor.”
Ödül töreninden kısa bir süre önce Sony’nin sitesinin korsanlarca saldırıya uğraması sonucu bir skandal patlak verdi. Saldırı sonrası, Hollywood’da kadın oyuncuların, eşit rol aldıkları erkek meslektaşlarından çok daha az, hatta kimi zaman yarısı ücret aldıkları ortaya çıktı. Hollywood yıldızı kadınlar öfkeliydi. Arquette ise feminist bir konuşma yaparak tarihe geçti: “Doğum yapan, vergi veren ve bu milletin bir vatandaşı olan tüm kadınlara sesleniyorum. Herkesin eşit haklara sahip olması için savaştık. Şimdi erkeklerle eşit ücret almamızın ve ABD’de yaşayan kadınlar olarak kesin bir biçimde eşit haklara sahip olmamızın zamanı geldi.”
Yorum Yazın
Marlon baba senin gibisi gelmez.
Patricia Arquette kesinlikle bence de o ödülü en çok hak eden oyuncuydu. iyi ki kazandı, iyi ki konuştu.
Öncelikle Marlon ve Charlie oscar'ın nasıl birşey olduğunu göstermişlerdir.Ayrıca sosyalist ve komünistlerin ABD'de bile Filistin'i açıktan desteklemeleri b... Devamını Gör