onedio
Görüş Bildir
article/comments
article/share
Haberler
Dostoyevski'nin Ayrıntılı Hayatı

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video

Dostoyevski'nin Ayrıntılı Hayatı

Gelişim Yeri
28.07.2015 - 17:14 Son Güncelleme: 30.07.2015 - 02:16

Dostoyevsk'i denildiğinde aklınıza ne geliyor?

DOSTOYEVSKİ

‘’Zalim Rus Çarını Ağlatan Adam’’

Ayyaş, merhametsiz, zalim bir baba… Ona katlanmak zorunda kalan zavallı, çaresiz bir anne… Aile geçimsizliğinin müthiş ızdırabı… Milletinin bağımsızlık ve refahını düşündüğü için aylarca hapislerde yattı. Çocukluğunda yaşadığı çileleri gençliğinde de yaşadı. Kurşuna dizilmek üzere götürülürken son anda affedildiği haberi geldi. Kürek mahkumu olarak 4 yıl boyunca insanlık onuru zedelendi. Kurşuna dizilmekten kurtulmuştu; ama 10 yıl hapis cezası aldı. Tartaklandı, aşağılandı. Adi suçlu gibi kafası usturayla kazandı, kolları damgalandı. Taş kırdı, eksi 40 derece soğukta tuğla taşıdı. Suç ve Ceza üzerin düşünmeye başladı.

‘’Küçük bir otel odasında ne yemek, ne su, ne de sıcak bir çay içebildim. Aç yattım aç kalktım, meteliksizdim. Bir parça ekmek buldum mu Yaradan’a şükrediyordum. ‘’Suç ve Ceza’’yı bu şartlar altında yazmaya başladım. Aile geçimsizliğinin en iğrencini ben yaşadım, huzurlu bir gün görmedim. ‘’Karamazov Kardeşler’’i böyle yaşantımdan düşündüm, yazdım. Toplumun vicdansızlığını ve merhametsizliğini yaşadım, peygamberleri örnek almamız gerektiğini söyledim ve ‘’Budala’’yı yazdım.’’

13 yaşında ilahi dinler okudu. 15 yaşında Walter Scott, Binbir Gece Masalları ve İslam Filozoflarını okumaya daldı. 17 yaşında Puşkin, Gogol, Dickens, Victor Hugo, Schiller ve Gothe elinden düşmedi. ‘’İyilik, sabır ve adalet timsali olan peygamberleri örnek almamız gerekir’’ diye Dostoyevski 1821′de Moskovo’da doğdu.

Dostoyevski’nin babası eşini döven, çocuklarına karagün yaşatan, merhametsiz, zalim ve ayyaş bir adamdı. ‘’Karamazov Kardeşler’’de canlandırdığı korkunç baba tiplemesi Dostoyevski’nin kendi öz babasıydı. Onun yaşadığı dönemler Çar Nikola’nın istibdat yani, baskıcı dönemleriydl. Söven söveneydi, kimin gücü kime yetiyorsa… İnsanlar arasındaki dayanışma gitmişl, acımasızlık, kuşku, eziyet, her yeri sarmıştı. 25 yaşında ‘’İnsancıklar’’ adlı kitabını çıkardı. Dönemin ünlü şairi Nerasov ‘’Yeni bir Gogol doğdu.’’ demişti. Kitabını ünlü eleştirmen Biyelinski de övdü. Çeşitli dergilerde yazıları çıktı.

Dostoyevski, Fransız düşünür Saint Simon’dan etkilenmiş bir yazardı. 1789 Fransız İhtila’i diğer uluslara çok büyük etkiler yaptı ama güzel, insancıl bir ihtilal miydi, yoksa kralcı türü baskılar güden cumhuriyet karşıtı bir olay mıydı? Bu ihtilal her ne kadar Dostoyevski’yi de etkilemiş olsa da, zannederim o da Sain Simon’un şu sözlerini okumuştur, ‘’Fransız İhitali, kişinin meşru daireler içerisinde istediğini yapabildiği özgür ortam değil, istenilen her şeyin kişi üzerinde uygulandığı karanlık ortamı getirmiştir. Saint Simon, Fransız ihtilali’nin çakıl taşlarından güçlü bir ihtilal öncüsüdür. Ama kral zamanını mumla aramıştır. Öyle ki o, Voltaire, J.J Rousseau neredeyse idam edilecekti.

Dostoyevski, 23 Nisan 1845′te Rusya’da tutuklandı.8 ay hapiste yattıktan sonra hakkındaki idam kararının uygulanması için zincirleri çözülüp bir adaya götürüldü. Fakat arkasından affedildiği haberi geldi. Ölüm cezası 4 yıl kürek, 6 yıl adi hapis cezası olarak Sibirya’daki Omsk kalesine sürüldü. Ayaklarına pranga geçirildi, kafası usturayla kazındı, kollarına sığır damgası vuruldu. 36 yıl süren yazarlık hayatının 10 yılı hapislerde ‘’Ölü Ev’’ dediği sürgünlerde geçti. 4 yıllık kürek mahkümluğunda insani haysiyetini yitirdi. Gururu ve onuru ayaklar altına alındı. Tek söylediği ahlaklı, adaletli ve insani bir toplumdu. Adi suçlular gibi iki kolu damgalandı, kafası sıfıra vuruldu, kamçılı nöbetçilerin önünde gözetiminde sıcak sıcak tuğlaları, çıplak elleriyle taşıdı, taş kırıd, iki ayağına da pıranga yedi. Geleceğin koskoca yazarı her türlü alçaltıcı eziyetleri çekti. İşte, Suç ve Ceza’nın ne olduğunu bu sıralar düşünmeye başladı. Kürek zinciri, zavallı adamı bir hayli de yıpratmıştı; ruhu yıpranmış, gönlü yıpranmış, bedeni yıpranmıştı.

25 yaşında girdiği ağır hapis cezasının çilesini çekip bitirdiğinde 36 yaşındaydı. Maria adında bir kadınla evlendi. Petersburg’a yerleştiler. ‘’Ölü Bir Evden Hatıralar’’ adlı eserini yayımladı. Bu kitap öyle içli yazılmıştı ki, Rusya’da büyük bir heyecan yarattı, Çar Aleksandr bile Sibirya gününün dehşetini canlandıran bu kitabı gözyaşları dökerek okudu.

Dostoyevski’ye hayranlık duymaya başladı. Rus Çarı’nı bile ağlatan Sibirya sürgünlerinin dehşet gerçek hikayelerinin içinde zavallı Kırım Türkleri’de vardı. Rusların zulmünden çekmedikleri eziyet kalmadı, gelen vurdu, giden vurdu. Çar gitti, yıllar sonra Stalin başladı zulümlere. Dostoyevski zayıf düşmüş, sar’a nöbetleri geçiren bir insandı. Sibirya’da yaşadığı, gördüğü, tanık olduğu başka milletlerin zulümlerini de ‘’Ölü Bir Evden Hatıralar’’ kitabında yazdı.

Sıkıntılarını üzerinden atmak için 41 yaşında Avrupa ülkelerine seyahate çıktı. İstanbul’u, Berlin’i, Paris’i, Londra’yı, Cenevre’yi, Fransa’yı, Viyana’yı, bir bir gezdi. Bu arada eşi Maria hastalandı, öldü.

‘’Yeraltından Notlar’’ kitabından kumarın, alkolün, bozuk toplum düzeninin ne kadar bozuk bir nesil ortaya çıkaracağını yansıttı.

‘’Suç ve Ceza’’ isimli eserine başladığında yayın evleri dört gözle bitirmesini beklediler. Hatta kendisine yardımcı bulmasını söylediler. Anna adında güzel olmayan ama ahlakı iyi, ağırbaşlı bir kız Dostoyevski’nin yardımcısı oldu. Aralarındaki iş ilişkisi zamanla dostluğa dönüştü, derken ikinci evliliğini yaptı. Kitabını bitirdikten sonra ikinci karısı Anna ile beraber Almanya, İtalya ve İsveç’e gittiler. Bu arada sar’a nöbetleri de devam ediyordu. Hastalığından dolayı arada bir bayılan Dostoyevski meşhur kitabı ‘’Budala’’yı bu şartlarda yazdı. Tabii sağlıklı olup da orada burada gayrimeşru işler yapan, işi gücü onu bunu kandırmak olanlara da küpeli bir derstir Dostoyevski’nin hayatı.

Dostoyevski 60 yaşında geldiğinde Moskova’daki Puşkin Anıtı’nın önündeki koca meydanda binlerce kişiye öyle bir konuşma yaptı ki, insanlığın düzelmesi gerektiğiyle ilgili, ahlak ve erdemle ilgili, sevgi ve eğitim ile ilgili, anne baba ve çocuklarla ilgili, kutsal değerlerle ilgili, Yaradan’ın insanlığı imtihan ettiği ile ilgili… Binlerce kişi ‘’Sağol’’, ‘’Varol’’ diye meydanı çınlattı. O zamanın ünlü yazarı Turgenyev, Dostoyevski ile küs olmasına rağmen, ‘’Sen bir dahisin, dahi!’’ diyerek kucağına sarıldı.

Dostoyevski, 1881′in ilk ayında mide kanaması geçirmiştir. Maalesef kurtarılamadı. Ölürken son sözleri ‘’Alıkoyma Beni’’ olmuştur. Dostoyevski ve Tolstoy yaşamlarının sonlarına doğru İslami araştırmışlar ve bu doğrultuda yaşamaya çalışmışlardır. Onları İslama çeken en büyük etken İslam bilginleri ve bilgeleri olmuştur. Tolstoy ulaşabildiği insanlara yaşamın ilahi bilgilerini taşımaya çalışmıştır. Dostoyevski Paris’te aç susuz, yersiz yurtsuz kaldığı dönemlerde Moskova’daki bir yakınına yazdığı bir mektupta şunları söylemiştir. ‘’Bana bir miktar para ve bir Kur’an gönderebilir misin? Senden rica ediyorum.’’ (Bayram Yılmaz. Goethe ve İslamiyet. Dostoyevski Bahsi)

Stefan Zweig, Dostoyevski’nin dışa yansıyan görüntüsünü şöyle tarif etmiştir. ‘’Dostoyevski’nin yüzü bir köylününkini andırmaktadır. Çökmüş ve adeta kirli sarı bir renk almış solgun yanakları, uzun yılların verdiği acılarla karışmış, buruşmuştur. Derisi kuru bir toprak gibi çatlak çatlaktır ve renksizdir; yirmi yıl boyunca çektiği hastalık, yüzünde bir damla kan bırakmamıştır. İki yanda sivri bir kaya gibi çıkıntılı, Slavlara has elmacık kemikleri, sımsıkı kapanmış bir ağzı daha belirgin hale gelmektedir. Toprak, kaya ve orman… İlkel ve içler acısı bir manzara… İşte Dostoyevski’nin yüzü! Bir köylünün, hatta bir fukaranın, bir dilencinin yüzünü andıran bu yüzde her şey karanlıktır ve güzellikten eser yoktur, her şey toprağı hatırlatır bize; yavan, donuk ve renksiz toprağı… Tıpkı taşlık bir zemin üzerindeki Rus bozkırlarını andıran bir manzara gibi Dostoyevski’nin asıl büyüklüğü ruhunun derinliklerindedir. 

Stefan Zweig, Dostoyevski’nin çektiği acıları Hz Eyüb’ün acılarına benzetmiştir. ‘’ Dostoyevski’nin ki, kahramanlara yaraşır bir kaderdir. O, kendini Eyüp gibi her ızdırap çekişinde tanrının önünde küçültür, alçaltır. Tembellik onun harcı değildir. Kendisini sevdiği için cezalandırdığına inandığı Tanrı’nın elini her zaman üzerinde hisseder. Mutluluk içerisinde bir an olsun gevşemesine, dinlenmesine imkan yoktur, çünkü yolu sonsuza uzanmaktadır. Kaderine yön veren esrarlı kuvvetin bir zaman için yatışmış gibi görünmesi ve ona hayatın normal yollarında yürüme imkanı vermesi, korkunç yumruğunu yeniden indirmek ve onu acı veren dikenlerin, çalılıkların içerinde yeniden itmek içindir. Yükseklere çıkartması, tekrar daha derin bir uçuruma yuvarlanmak, ona coşkunluğun ve umutsuzluğun sonsuzluğuna tattırmak içindir. Başkaları rahat ve gevşek bir şekilde kendilerini şehvetin hazlarına bırakırken, kaderi onu umudun zirvelerine tırmanmak zorunda bırakmıştır; başkaları sadece acı çekerken, kaderi, onu en derin ızdırapların uçurumuna itmiştir. Tıpkı Eyüp gibi tam bir güvenliğe ulaştığını sandığı anda yıkılmış, çökmüştür; karısını ve çocuğunu kaybetmiş, hastalıklara yakalanmış, ezilmiş, hor görüşmüştür. İçerisinde bulunduğumuz şu kayıtsızlık çağında Dostoyevski, son derece büyük bir ızdırabın ve sevincin günümüz dünyasında hala var olabileceğini gösteren bir örnektir. Dostoyevski bu güçlü iradeyi hissetmiştir. Hiçbir zaman kaderine baş kaldırmamış, yumruk sallamamıştır.

Dostoyevsk’inin yazdığı ‘’Yoksullar’’ adlı romanında gözyaşlarının damlaları vardır. Bu romanı yazarken onun büyük dayanağı kendi yoksulluğu ve yalnızlığıydı. Bu romanı Şair Nekrasov’a ulaştırdıktan sonra, küçük odasında bir başına anılarına daldı. Gecenin bir vaktinde kapısı çalındığında şaşırmıştı. İçeri hızla dalan Nekrasov, Dostoyevski’nin kollarına sarıldı. ‘’Sen bir bilgesin, seni kucaklayıp öpmek istiyorum.’’ demiştir. Birlikte ağladılar.

‘’Ben edebiyatın kürek mahkümuyum’’ diyen Dostoyevski, hep okudu. Hep yazdı. ‘’Beyaz Geceler’den sonra geçimi için yazmaya başladı. Daha kitap bitmeden ona kitabın parasını veriyorlardı. Böylece kendini hep çalışmak zorunda hissetti. 

‘’Kahrolası mahcubiyetim, kahrolası boynu büküklüğüm, kahrolası yanlış anlaşılır evhamlarım, kahrolası saflığım, alıngan hassasiyetim… Verirken sevinçle verip, mahrum zamanlarımda isteyememe hassasiyetim’’ demiştir. 

‘’İnsan bu acı hayatı düşünmeğe bile cesaret edemez. Dresken, acaba burada mı oturuyordu? Saksonyalı şu küçük esnafların ve işçilerin arasında, tek başına, kendisi için yabancı olan bütün dağdağanın içinde mi yaşıyordu diye kendi kendime sorduğum zaman içim ürperiyordu. Bütün bu yıllar boyunca hiçbir tanıdığı olmamıştı. Oysa az ötede Naumburg’da, onu anlayabilecek biricik insan olan Nietzche yaşamaktaydı.

Çektiği ızdıraplar, ve bir hapishane köşesinde karanlık gecelerin aydınlığa dönüşmesini bekleyen ümitsiz bir can… Çektiği acılar onda müthiş bir tahlil gücü yaratmış, dünyanın en güçlü yazarı olmuştur. 

‘’Sizler sağlıklı insanlar, saralı bir insanın sara nöbetinden bir an duyduğu o sonsuz haz duygusunu hiçbir zaman tahmin edemezsiniz.’’

Onun kahramanlar dünyası, akıl hastahanesini içi gibidir. Çekilen ızdıraplar en derin mutluluklardır. Acık çekmekten duyulan derin mutluluk… Mutluluk peşinde koşmazlar, peşinde koştukları tekbir şey yoktur. Onlar her şeyin peşinde koşarlar. Dostoyevski’nin eserlerinde parayı ve mutluluğu yakalayıp bir köşeye çekilmiş huzur içinde yaşayan birini göremezsiniz. İşte Dostoyevski budur. Onun kahramanları böyledir, hep farklılıklar yakalamaya çalışırlar, çünkü başka yapacak bir şey yoktur. Tuzağa düşmemek gerekir. ‘’Suç ve Ceza’’nın Raskolnikov’u kendi rahat ve mutluluğu için hiçbir şey yapmamıştır. Başkalarının mutluluğu için suçtan kaçmamıştır. 

Burada dertlerin, sıkıntıların ve hatta suçun, tanrıya yanaşıldığı taktirde belki bir anlam kazanacağı, karanlık tüneldeyken aydınlık gökyüzünü gören adam misali, suçla ve çileyle birlikle Yaradana’a yanaşım hissi de verilmeye çalışılmıştır. ‘’Yaradan’a şiddetle ihtiyacım var, çünkü her zaman sevebileceğimiz biricik varlık O’dur. İnsan için önünde saygı ile eğilebileceği, bir şey aramaktan daha sürekli ve daha azap verici hiçbir kaygı yoktur. Bu da Yaradandır. Yaradanı bilmek onu tanımak çiledir, sıkıntıdır, gözyaşıdır. Bir suçun altında bile masum tanrısallık yatar.’’

Nurlu bir coşkunluğa erişmek istediğini söyleyen Dostoyevski kendisini şöyle anlatır. ‘’Ben, içerisinde yaşadığımız bu çağın, bu yüzyılın çocuğuyum. İnançsızlık ve şüphe içinde kıvranan bir çocuk. Ve öyle görünüyor ki, hatta kesinlikle söyleyebilirim ki, hayatımın sonuna kadar böyle kalacağım. Benim inançsızlık dediğim, çok daha sağlam inançtır. Şüphe dediğim, inanç için duyulan şiddetli arzu yine sağlam temelli inanç. Beni inançsızlığa sevkeden kanıtlar ne kadar çok artarsa Yaradan’a olan inancım da o oranda artar. İşte benim inançsızlık ve şüphe dediğim bu. (Tercüme 81.1965.)

Avrupa’nın mezarlıktan başka bir şey olmadığını söyleyen Dostoyevski bunu şöyle betimliyor. ‘’ Belki de değerli mezarların bulunduğu, ama pis kokulu bir çürümenin dört bir yanı sardığı bir mezarlık. Fransızlar, kendini beğenmiş gülünç yaratıkları; Almanlar, bayağı suçlulardan meydana gelmiş bir millet; İngilizler, rasyonalizm tezgahtarları; Yahudiler pis pis kokan kendini beğenmiş insanlar; Katoliklik, İsa ile alay eden, onu çarpıtan şeytani bir doktrin; Protestanlık, rasyonalist bir fitne; Papa, başına papalık tacını geçirmiş, gerçekleri fark edemeyen bir şeytan; Avrupa şehirleri, o büyük fahişenin, Babil’in bir eşi; bilimimiz boş bir yanılgı; Demokrasi, gevşek beyinlerin salgısı; İhtilal, çılgınlardan ve aldatılmışlardan meydana gelmiş aşağılık bir grubun eseri; Barışçılık, kocakarıların boş gevezeliği; Hümanizm, gerçek bir insan katliamı.’’ (Ruh ve Madde.5.1959)

Meydana toplanmış bin bir çeşit, yüz binlerce insan, çağının maskelerle ve taşkınlıklarda dolu zıt topluluklarını bir araya getirme mücadelesi veren bu adamın cenazesinin ardından gözyaşı dökmüşlerdi. Öğrenciler, öğretmenler, subaylar, dilenciler, hizmetçiler, papazlar, işçiler, yoksullar, zenginler, prensler, yöneticiler… Dostoyevski’nin ardından ağlamışlardı. Vasiyetinde dini törenle gömülmek istediğini söylemişti. 1881′de ölüm anında söylediği son sözleri, ilahi kitaplardan okuduğu, ‘’Alıkoyma Beni’’ oldu.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
2
1
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın