Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Okuyanların %89'unun Öldürülen Kişiyi Doğru Bilemediği Ürpertici Bir Cinayet: Baltaya Sap Olmak!
Sherlock Holmes hikayelerini hepimiz severiz, değil mi?
Özellikle de cinayet hikayeleri, katili tahmin etme gibi üzerine düşünülmesi gereken ürpertici hikayeler herkesin favorisidir.
İşte size gerçek bir cinayet hikayesi.
Bakalım, katilin beyninin derinliklerine sızıp, sırlarını yakalayıp, öldürdüğü kişiyi tahmin edebilecek misiniz?
Alın, çayınızı kahvenizi gelin. Bu uzun cinayet hikayesini hep birlikte aydınlatmaya çalışalım!
Sessizliğin kuş cıvıltılarıyla parçalandığı Yıldız Parkı’nda O’nu bekliyordum.
Buraya üniversitedeyken daha sık gelirdim.
Katil, ilk cinayetini işliyor.
Acelesi var gibiydi.
O kadar soğukkanlılık ve titizlikle yaptım ki sadece hareketime odaklanmıştım.
Olası Maktul Adaylarını Tanıyalım:
Karşımdan gelen kalabalıklar yüzüme bakınca sanki babamın saçmalıklarını duyuyorlar zannedip utanıyordum.
Babama yalan söylememiştim. Babama hayatımda hiç yalan söylememiştim.
Kız Kulesi’nin önüne vardım.
Arkadaşım henüz gelmemişti. Akşam olmak üzereydi. Beklemeye koyuldum. Göğe dilek feneri salan sersem aşıkları, manzaraya birazdan kaldırılacak panayır muamelesi yaparak acele acele fotoğraf çektiren turistleri izledim. Derken hava kararmıştı. Saatte baktım. Tam bir buçuk saat geçmiş ben geleli. Arkadaşı aradım. Bir işinin çıktığını, tam bana haber vermek için aramak üzere olduğunu söyledi. Telefonu kulağımdan alıp ekranı avcumda yüzüme çevirdim ve yüksek sesle haykırdım:
“Kardeş, senin yapacağın işi…”
Her Katilde Olduğu Gibi Sorunlu Bir İlişki.
Ertesi gün Şule geldi eve. O’nu özlemiştim. Daha doğrusu sadece gözlerini ve dudaklarını… Bu kıza aşık değildim. Belki de anneme çok benzediği için O’na katlanıyordum. Gözleri aynı anneminki gibi zümrüt yeşili. Saçları her zaman fönlü, kumral. Bıktım şu senin düz ve uzun saçlarından, dedikçe her seferinde inatla aynı surette karşımda beliriyordu.
Özel bir üniversitede işletme okuyordu. Babasının ne iş yaptığını hala bilmiyorum, annesinin de. Kodaman oldukları belliydi. Uzun zamandır tanışıyorduk ancak üç aydır sevgiliydik. Yani O’na göre. Bana göre sevgili olmak saçmaydı. Evlilik mantıklı. Loş ışıklı bir odada tam hararet yükselmişken gecenin bir vakti kadının “bizimkiler bekler” deyip kalkıp gitmesi sinir bozucuydu ve bunu defalarca yapmıştı. Bunu yapan kadın sevgilim olamazdı. Belki de O’na yeterince ilgi alaka göstermediğimi düşünüp beni cezalandırıyordu.
Aptal Şule!
Beraber yemek yapmaya koyulduk.
O ara muhabbet etmeye başlamıştık. Bana her zamanki gibi saçma sapan kız muhabbetleri anlatıyordu. Tanrım! Bu kadınla edebiyat, felsefe, müzik, estetik, tarih gibi şeyler konuşulmuyor. O ciddiyetle dedikodu yaptıkça ben fena derecede dalga geçiyordum. Sonra bozulup yüzünü ekşitiyordu. Bir ara mevzu benim işsizliğime geldi:
“Umut, ne zaman işe gireceksin? Bir yıldan fazla oldu mezun olalı.”
“Müneccim miyim ben? Ne bileyim! İmkan var da biz mi işe girmiyoruz Şule? Özel sektörün hali ortada. Özelde çalışan arkadaşlarım illallah etmişler. Memuriyet istemiyorum, biliyorsun.”
“Akademisyenlik memuriyete girmiyor mu?”
Bu zeka özürlü kızdan böyle zekice bir kapak beklemiyordum. Kıvırmaya hacet yoktu:
“Giriyor ama başka türlü memurluk işte. Ben sosyal bilimci olmak istiyorum. İyi bir sosyolog olup bu toplumun başta asalaklarını, zayıflıklarını, saçmalıklarını ve dahası her şeyini inceleyip bu topluma ve bilime hizmet etmek istiyorum. Ancak düzen, ben ne istediysem tuzak kuruyor. Hayallerime engel olanlar yalnızca belli başlı kişiler, durumlar değil Şule, sistem! Anlıyor musun? Sistem! Bugün Avrupa’nın en kallavi üniversitelerinde en yüksek burslar hangi bölüm öğrencilerine veriliyor biliyor musun?”
“Bilmiyorum. Neymiş?”
Merakla dinlemiyordu, belliydi.
Sabırla konuşmayı bitirmemi bekliyordu. Ellerini birleştirip ön dişiyle alt dudağını ısırıyordu. Burada ciddi bir şeylerden bahsederken aynı zamanda tahrik oluyordum.
“Sosyal bilimlerde okuyanlara. Yani tarih, iktisat, felsefe, sosyoloji, edebiyat gibi alanlara! Bir de bize bak! Eğitim, İİBF, Fen –Edebiyat mezunlarının haline bak!”
Bıkkınla sözümü kesti:
“Of Umut, yeter! Her zaman aynı muhabbet ya! Sıkıldım. Sen bu gidişle bir baltaya sap olamazsın!”
O’nu evden kovdum. Apar topar, iğrenç babetini adamakıllı giymeye fırsat vermeden…
Takıntılı Bir Sosyopat
İki gün sonra saç tıraşı olmak için mahalle berberinin dükkânına girdim. İsmet ağabey gazete okuyordu. Müşteri yoktu.
”Geç otur kardeşim,” dedi.
Özenle makası, makineyi, tarağı hazırlardı ve işini ustalıkla icra etmeye koyuldu.
“Ulan çok yakışıklısın maşallah! Şu ateş eden gözler, şu boy pos bende olacak var ya!”
“Bana mı yürüyorsun ağabey?” dedim. Kızdı. Hemen bozulurdu. Kendi katlanılmaz espriler yapar, karşıdaki bir şaka yapmayagörsün, hemen ciddiye alırdı.
“Sana da laf söylenmiyor. Ee, iş buldun mu?”
“Bakıyoruz ağabey.”
“Bir şey diyeyim mi?” dedi bıyık altından gülerek. Aynadan merakla ne diyecek diye yüzüne baktım. Kafamı sallayarak O’nu sabırsızlıkla beklediğimi belli ettim.
“Bir baltaya sap olamazsın sen!”
Eve hışımla gelmiştim.
Fatih’in kadim caddelerinde koşuştururken esnaf kötü kötü bana bakmıştı. Duş alıp Bebek’e gitmek için evden çıktım. Okula varıp Selim Hoca’yı görecektim. Engin bilgisine, entelektüel zekâsına hayrandım. Kırklı yaşlarda başarılı bir akademisyendi orta boylu ve yakışıklıydı. Hafif kır düşmüş siyah dalgalı saçlarına tav olmayacak kadın yoktu. Odasının önüne geldiğimde dizlerimin titrediğini fark ettim. Kapıyı tıklatarak içeri girdim.
Selim Hoca beni çok kibar karşıladı. Halimi hatırımı sorup yakından ilgilendiğini belli ediyordu. Uzun uzun lafladık. Çiçeği burnunda doçent sayılırdı. Ben öğrenciyken yardımcı doçentti. Meramımı daha evvel defalarca dinlemişti. Yine o vakur tavrıyla telkinde bulunacaktı:
“Ah be evlat, hiç sabırlı değilsin. Bu işler ha deyince olmuyor. Ben elimden geleni yaparım. Referans mektubun şimdiden hazır bil. Tamam, birikimlisin; yaşıtlarına göre olgun ve zekisin. Ancak ülke şartları daha fazla çaba gerektiriyor.”
Öyle deyince sinirim bozulmuştu. Bir anda parladım:
“Hoca ne anlatıyorsun sen ya?”
Şaşırmıştı. Benden böyle bir çıkış beklemiyordu. Gülümsedi, ardından kahkaha attı. Bu kahkaha hor görme, kızgınlık yahut ciddiye almamadan mülhem değildi.
“Seni adam edeceğim” kahkahasıydı.
Saniyeler içinde böyle olduğunu düşünüp kabullenince huzur hissetmiştim. Gevşemiş, rahatlamıştım ki iki elini döner sandalyenin kenarlarına koyup arkasına yaslanarak:
“Bir baltaya sap olamadın ama olacaksın!” dedi.
O gün, yani cinayeti işlediğim gün erkenden kalktım.
Evde kendime şahane bir kahvaltı hazırladım. Yüksek sesle Eric Clapton ve Frank Sinatra dinledim. Sonra hazırlanıp çıktım. Aşağı kattaki ev sahibim Köse Mehmet’e uğrayıp O’ndan bir balta istedim.
Ne yapacağımı sordu. “Lazım,” dedim.
Pis pis sırıttı:
“Kirayı geciktirme. Lütfü Alkan yollasın paranı. Ah be, ne işler karıştırıyorsun sen? Bir baltaya sap olamadın!”
Ben ne Raskolnikov’um ne Meursalt’um ne de Poe’nun ‘Kara Kedi’sindeki o cani adamım! Ben ölümü içselleştiremeyen insanlara yardımcı olacak olan bir hayırseverim. Ben Umut Özgür Alkan’ım…
Peki, tüm bu anlatılanlardan sonra maktul sence kim? Katil, kimi öldürdü?
Not: Bu hikaye, Ayarsız dergisinin Şubat sayısında yer almıştır ve yazarı Timur Ali AYKA'nın izniyle yayımlanmaktadır.
Kabul ediyorum ki gerçekten zor bir cinayet bulmacası.
Ama sürükleyiciliği sayesinde insanı Umut Özgür Alkan'ın zihnine sokuveriyor!
Yorum Yazın
Bu hayatta bir annem, bir de O bana iki ismimle hitap ederdi dediğinde babası ve sevgilisi elendi zaten geriye kardeşi ve hocası kaldı. Babası Ozan ve Yiğit’... Devamını Gör
o kadar dikkatli okudum sonunda cevap yokmuş !!
Hayal kırıklığı sonucu verdiği bir tepkiyle öldürdü. Hikayede onu hayal kırıklığına ugratabilecek tek kişi selim hoca.