Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Hafta Hafta Gebelik Günlüğüm: Ne Yiyip İçtim, Neler Yaptım, Nasıl Oldu da 9 Kilo Alarak Doğuma Gittim? Hepsi Bu İçerikte!
Anne adaylarına ve merak edenlere dev hizmet! İşte hafta hafta, ay ay hamilelik günlüğüm...
Her hamilelik kendine özel, kendine güzel. Tabii ki herkesin içinden geçtiği süreçler ve yaşadıkları farklı. Burada elimden geldiğince hamileliğim boyunca hafta hafta neler yaşadığımı anlatacağım…
Öncelikle belirteyim, planlı bir şekilde hamile kaldım. Bizim için artık zamanı gelmişti ve ne kadar olabilirse o kadar hazırdık. Bu nedenle, önce jinekoloğuma göründüm ve hamile kalabilmem için her şeyin yolunda olup olmadığını öğrendim.
Reglim gecikince vakit kaybetmeden eczanede satılan gebelik testlerinden aldık. Tabii ki yalnızca o teste güvenemeyeceğimiz için sağlık ocağına da kan verdim.
Çok kısa bir sürede kanımdaki Beta-hCG değerinin yüksekliğiyle hamile olduğumu öğrendik. Doktorumu arayıp randevu almak istediğimde değerlerimin düşük olduğunu ve birkaç gün beklememizi söyledi. Kesenin oluşması için zamana ihtiyaç varmış. Bu biraz sabır zorlayıcı olsa da dayandık elbette.
İşin teknik kısmı bir yana, heyecandan ölmek üzereydim. Kar yağmıştı, yerler buzdu ve dikkat ederek yürümek zorundaydım ama zıplamak, koşmak istiyordum tabii ki.
Kısacık gibi görünen o birkaç günde vücudumda o kadar çok şey değişti ki inanamadım. Erkenden uyanıyordum, gazım vardı ve kasıklarımda belli belirsiz bir acı hissediyordum. Dolayısıyla hamileliğimin ilk haftaları böyle geçti.
Tüm bunların psikolojik olduğunu düşünsem de bir şeyler vardı, farkındaydım. Sonuçta içimde bir şey büyümeye, bana tutunmaya çalışıyordu. Bütün bunlar gayet normal olmalıydı ki sonunda gittiğimiz randevuda doktorum her şeyin normal olduğunu söyledi; kese görünmüştü! Teknik birtakım terimlerden anladığımız kadarıyla 5 hafta 1 günlüktü.
Hemen ilk randevuda daraltmayı istemesem de tabii ki yüzlerce sorum vardı. Aralarından mantıklı olanları seçerek sordum. Uzun zamandır devam ettiğim yogaya gidebileceğimi, sekizinci haftaya kadar düşük riski olduğundan seks konusunda dikkatli olmamızı ve folik asit kullanmam gerektiğini söyledi.
Bu arada ilk tetanos aşımı da sağlık ocağında yaptırdım.
Bu belirtilere çok kısa sürede vajinal akıntı, iştahsızlık ve yorgunluk eklendi. Neredeyse bütün gün uyur hale gelmiştim, adeta kafamı kaldıramıyordum.
Tüm bunlar arasında sosyal olarak aktif olmaya çalışıyordum. Özellikle bol bol tiyatroya gidiyor, yogayı olabildiğince atlamamaya gayret ediyordum. Hormonlarımın değiştiğini ve vücudumun dengesizleşmeye başladığını altıncı ve yedinci haftalarda net bir şekilde fark ettim. Eşime portakal suyunu erken sıktığı için trip attığım zamanlardı, hey gidi!
Sekizinci haftada, doktor randevusundan hemen önce grip oldum ve hayatımda ilk defa vücut sıcaklığım düştü, 35 dereceyle tir tir titriyordum. Bir yandan tabii ki bebeğim için endişeleniyordum, ona bir şey olmasını istemiyordum; bir yanda da ateşimin düşmesine şaşırıyordum. Ateş yükselirdi sonuçta…
Eşim doktoru aradı ve doktor sıcak bir şeyler içip birkaç kat giyinmemi, hatta üzerime de kalın bir şeyler örtmemi tavsiye etti. Tabii ki dinledik ve kısa sürede vücut sıcaklığım normal seviyelere geldi.
Normalde de pek ilaç kullanmayı seven biri değilimdir. O yüzden hep ilk çarem çaylar ve dinlenmedir ama gebelikte içilemeyen bitki çayları sıkıntı veriyordu. Sıcak içecek bulmak imkansıza yakındı. Kahve bir taneyle sınırlıydı, çay da olabildiğince az… Bitki çaylarının büyük bir kısmı rahmi harekete geçirdiği için erken doğumlara ya da düşüklere neden olabiliyordu. Dikkat etmek zorundaydım.
Ve gebeliğimin sekizinci haftasındaki randevuda bebeğimizin ilk kez kalp sesini duyduk. Yaklaşık 2 santim boyunda ve 5 gram ağırlıktaydı.
Yorgunluğum ve iştahsızlığım devam ediyordu ama yürüyüş yapmayı, yogaya gitmeyi, sosyal etkinliklere katılmayı ihmal etmiyordum. Sırf hamile olduğum için kendimi her şeyden soyutlamayı istemiyordum. Hasta değildim neticede. Ferhan Şensoy'un Ferhangi Şeyler'ini izlemeyi çok istiyordum, tam da bu döneme denk geldiği için çok mutluydum. Çok tatlı bir imzayla gösteriden ayrılmıştık.
Bu randevuda doktorum smear testi için örnek de aldı. Genel bir prosedür olmadığını düşünüyorum, ben yılda bir tekrarlattığım için muhtemelen zamanı gelmişti ve örneği aldı.
Dokuzuncu ve onuncu haftalarda iştahsızlık ve yorgunluk, uyku hali sürüyordu. Doktorum bir önceki randevuda on dördüncü haftaya kadar devam edebileceğini söylemişti ama artık çok zorlayıcı olmaya başlamıştı. Yirmi dakikalık çıtır çerez dizilerin bile sonunu göremiyordum. Evden çalışmak bu açıdan elbette ki avantajlıydı.
Uzun süredir zaten sağlıklı besleniyordum. Protein ve sebze ağırlıklı gidiyor, karbonhidratı olabildiğince minimumda tutmaya gayret ediyordum. Bol bol meyve ve yeşillik tüketiyor, üç litre su içiyordum. Zaten normalde de çok içtiğim için bu konuda hiç zorlanmadım.
Duygusal taraflarını da es geçmemeliyim elbette. Hormonlarımın değişkenliği nedeniyle duygusallaştığımı söylemiştim. Onun dışında içimde bir şeyin varlığı da tuhaf geliyordu. Henüz hiç ‘tekme atmadığı’ için ya da hareketlerini keskin bir şekilde hissetmediğim için varlığıyla ilgili de çok net şeyler hissedemiyordum. Duygusal olarak henüz tam o kıvama gelememiştim.
İşlerimin çok yoğunlaştığı on birinci haftada uyku konusunda çok zorlanıyordum. Bir yandan çalışmaya, bir yandan da kendimi ayık tutmaya çalışıyordum. Yogaya devamdı tabii ki… Bu arada göğüslerim sanki biraz büyümüş müydü acaba?
Evet, farklılık vardı, göğüslerim biraz büyümüştü. Zaman geçtikçe daha da büyüyeceğini biliyordum tabii ama rahatsız olacağım seviyeye geleceğini hiç düşünmemiştim.
Ve hamileliğimin on ikinci haftasındaki doktor randevusunda ikili test, ense sıvısı gibi birtakım teknik terimler havada uçuşuyordu. Biraz telaşlanmıştım ama her şey yolundaydı. Kromozom kaynaklı genetik bazı hastalıkları elemiştik. Miniğim 6 santim olmuştu bile!
Doktor ultrasonda kafasını, göbeğini, kollarını ve bacaklarını gösterdi. Ehe! Kime benziyor tartışmaları da tam bu noktada başladı tabii ki…
Çok üşüdüğüm için doktor birtakım kan testleri istedi ama her şey yolundaydı. Eşim telaşlansa da turp gibiydim ve artık ilk trimesterin sonuna geliyorduk.
On üçüncü haftada akşam saatlerinde gelen kahverengi lekeyle telaşlandık ve apar topar hastaneye gittik. Doktorum şehir dışında olduğu için farklı bir hastaneye yönlendirdi bizi ama neyse ki korkulacak bir şey yoktu; bebeğimizin kalp atışlarını duyduk ve rahatladık.
Tabii ki o kısacık zaman çok ama çok yavaş geçti. O kadar üzülmüş, o kadar çok ağlamıştım ki hastaneye ulaşana kadar. Kan olmadığı sürece bir sıkıntı olmayacağını oradaki doktor da belirtince rahat bir nefes alabildim.
Ne kadar dikkat ederseniz edin, hamilelik hassas bir süreç ve kötü durumlar oluşabiliyor. Olabildiğince soğukkanlı ve hızlı bir şekilde hareket etmekte ve en kısa sürede doktora görünmekte yarar var bu tip durumlarda.
On dördüncü ve on beşinci haftalarda ana kucağına, memlekete gittim. Hamilelik esnasında yolculukların sıkıntılı geçtiğini söyleyenler olsa da benim için öyle değildi. Gayet keyifli ve güzeldi. Deniz havası almak tabii ki çok ama çok iyi geldi.
İşte tam bu haftalarda artık iştahım açılmaya başladı. İştahsız olduğum haftalar boyunca 2 kilo vermiştim. Sağlıksız bir şey değildi, o yüzden sorun etmiyordum.
Artık o kadar çok yorulmuyor, uyumuyordum. Biraz daha ferahlamıştı her şey. Demek ki bebeğim vücuduma adapte olmuştu ve artık her şey çok daha güzel olacaktı.
Annemin bol bol yedirmeye çalışması nedeniyle kilo kontrolünü elden bıraksam da sağlıklı ve çok yönlü beslenmeye devam ediyordum. Haftada iki kere balık yiyor, yürüyüşlerimi aksatmıyordum. Günlük on bin adımdan fazlasını atıyordum.
Gebeliğimin on altıncı haftasındaki doktor randevusunda acı gerçeklerle yüzleştim: Bir ayda 4 kilo almıştım! Bu hızla gidersem biraz sıkıntılı olabilirdi. Neyse ki memleketten eve dönmüş ve normal beslenme düzenime geçmiştim. Sorun edecek bir şey olmasa da yürüyüşe ağırlık vermiştim.
Her ne kadar yüzmeyi istesem de doktorum havuzları tavsiye etmiyordu. Yazlığa gitmek için de havaların ısınmasını beklemek zorunda olduğumdan, sabah ve akşam olmak üzere günde iki kere yürümeye başladım. Neredeyse yirmi bin adımı buluyordu ve kendimi çok iyi hissediyordum.
Her hamilenin en büyük sorunu bulantı olsa da ben hiç yaşamadım. Herhangi bir şey aş da ermedim. Doktorum folik asitin yanı sıra iki tane vitamin verdi. Bunları gün aşırı kullanabileceğimi söyledi. Artık karnım iyiden iyiye belli olduğu için çatlakları önlemek amacıyla gliserin ve bebe yağı önerdi. Çok meşhur çatlak kremleri de var elbette ama gliserinin nemlendirici etkisinin kuvvetli olduğunu biliyordum.
On yedi, on sekiz, on dokuz… Ara vermeden çalıştığım ve art arda pek çok kitap okuduğum için zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordum.
Göğüslerim gün geçtikçe büyüyor, emzirmeye hazırlanıyor, karnım iyice belirginleşiyordu. Hatta artık otobüste yer vermeye bile başlamışlardı ama hala minik de olsa bir hareket, bir tekme hissedememiştim. Hormonlardan mı bilinmez ama içten içe üzülüyordum.
Ve on dokuzuncu haftada mucize gerçekleşti! Bebeğim ilk tekmesini attı, daha doğrusu ben ilk kez hissedebildim!
İkinci trimesterin sonlarına doğru hızla ilerlerken yirminci haftadaki doktor kontrolünde bebeğimizin yüzde 70 kız olduğunu öğrendik! Gerçi bize fark etmiyordu, cinsiyetinin hiçbir önemi yoktu.
Üçlü testler de tam olarak bu haftaya denk geldi ve her şey yolundaydı. Farklı genetik testler için araştırmalar yapmıştık ama sonuçların iyi çıkması nedeniyle bu kararımızdan vazgeçtik.
Yirminci hafta itibariyle artık ağırlık merkezim değiştiği için yokuş çıkmakta zorlanıyordum. Bunun dışında çok büyük bir sıkıntı yaşamadım.
Sürpriiiiz! Yirmi ikinci haftada ayrıntılı ultrasonda öğrendik ki bebeğimiz erkek! Yaklaşık 600 gram ağırlığında ve 30 santim boyundaydı.
Daha önce de söylediğim gibi cinsiyetinin bizim için hiçbir önemi yoktu. Sonuçta cinsiyeti ne olursa olsun bizim bebeğimizdi.
Bu arada ikinci doz tetanos aşımı da sağlık ocağında yaptırdım.
Yaz tatili, hazırlıklar, doktor randevusu, iş güç derken tabii ki zaman çok çabuk geçmişti. Uzun uzun denizde yüzmek, çok olmamak kaydıyla güneşlenmek ve sakinleşmek çok iyi gelmişti.
Karnım giderek büyüyordu. Diğer herkes için nasıldı bilmiyorum ama benim hamileliğim gerçekten çok rahattı. Yokuş çıkmak dışında hareket konusunda hiçbir sıkıntı yaşamıyordum.
Bir de yatarken, uyurken sağ tarafıma dönemiyordum. Genel olarak tüm hamilelerde görülen bir şey olup olmadığını bilmiyorum ama ben karnım çıktığı ilk andan itibaren hep sol tarafıma yattım.
Bu arada doktorum gerekli görmediği için şeker yüklemesi yaptırmadım.
Ve yirmi yedinci haftada kanamam oldu. İlk gördüğüm an ile doktora gitmemiz arasında kaç dakika vardı, bilmiyorum ama zaman durmuş gibiydi.
Doktor, aradığımızda ilk olarak bir saat içinde bir litre su içmemi ve yatmamı söyledi. Neyse ki bebeğim hareketliydi ve olabildiğince sakin kalmayı başarmıştık. Hızla doktora gittik ve bir sorun olmadığını öğrendik. Doktor bir hafta boyunca, özellikle ilk iki gün zorunlu ihtiyaçlar dışında hiç kıpırdamadan yatmamı tavsiye etti. Ve bir gün içinde mutlaka üç litre su içmeliydim. Benim için çok zorlayıcı bir durum değildi. O hafta sonu mümkün olduğunca yattım ve dinlendim. Bir hafta boyunca da dikkat ederek yavaş yavaş normal tempomuza döndük.
Dedim ya, alışveriş yapmaya başladık diye. Bu parmak kuklalarını da IKEA'dan almıştık. O dönemde beni epey eğlendirmişlerdi.
Son trimesterle birlikte artık hamileliğin ne demek olduğunu anlamaya başlamıştım. On altıncı haftadan otuz ikinci haftaya kadar yalnızca üç kilo almıştım ama yine de hareket kabiliyetim epey azalmıştı.
Otuzuncu ila otuz ikinci haftalar arasında net bir şekilde çarpıntım oluyordu. Karnımın sağ tarafına zaman zaman kramp giriyor ve canım yanıyordu. Saydam vajinal akıntı, çiş kaçırma, mide yanması, birdenbire çöken aşırı yorgunluk, özellikle akşamları iştahsızlık, kaburgamda baskı ve uykusuzluk tam olarak bu döneme denk gelmişti.
Her şey yolundaydı elbette. Kramplar, yalancı kasılmalar, iç organların yer değiştirmesi ve baskıyla oluşan mide yanması, yorgunluk, iştahsızlık, uykusuzluk her şey ama her şey gayet normaldi.
Otuz ikinci haftada artık bebeğimiz 2.100 gramdı.
Hazırlıkları giderek hızlandırmıştık. Her ne kadar ilk zamanlarda orada uyumasa da odasını hazırlamıştık. Bir arkadaşımız duvara Küçük Prens resmi çizmişti ve gerçekten heyecandan kalbimiz durmak üzereydi.
Otuz dördüncü haftayla birlikte bebeğim 2.500 gram olmuştu. Emzirmeye hazırlanan memelerimin uçları kuruduğu ve pul pul döküldüğü için doktorum gliserin ve lanolin önerdi. Çok ama çok işe yaradığını rahatlıkla söyleyebilirim. O bölgeyi doğumdan önce hazırlamak ve nemli tutmak gerçekten çok önemli.
Otuz yedinci haftada 3.100 gram olmuştu, suyu yeterliydi, kafası aşağıdaydı ve doğuma hala zaman vardı.
Normalde de tansiyonum hep düşük olduğu için tansiyonla ilgili bir sorun yaşamadım. Tabii ki bir süre sonra ellerde ve ayaklarda şişmeler, büyümeler, ödemler oluyor ancak yeme içmenize dikkat ettiğiniz, hareketi ihmal etmediğiniz sürece her şey yolunda gidiyor. Karbonhidrat tüketimini sınırlamak işte bu yüzden çok önemli.
En baştan beri hep normal, yani vajinal doğum istiyordum ve her şey de bu yönde ilerliyordu. Bebeğimin kafası aşağıdaydı. Gayet net bir şekilde doğum pozisyonunu almaya çalışıyordu ki her şey otuz sekizinci haftada tepetaklak oldu.
Otuz sekizinci haftada 3.400 gram olmuştu ve yan dönmüştü. Vajinal doğum yanlısı olan doktorum ilk kez sezaryenden bahsetmişti. Saydam bir akıntı devam ediyordu, uyku ve yorgunluk hali vardı ve zaman zaman el ve ayaklarım şişiyordu.
Doktorum bir hafta beklememizi, ona göre doğumun şekline karar vermemizi söylemişti ama tabii ki umut her zaman vardı. Şimdi dönen bebek haftaya da dönebilirdi.
Bu tip durumlarda bebeğin anne karnında dönmesini sağlamak için çeşitli hareketler vardı ama benim onların hiçbirini yapacak cesaretim yoktu. Her ne kadar yoga yapsam da bu tip şeylerden olabildiğince kaçındım.
Sezaryen olmayı gerçekten istemiyordum. Toplum baskısı ya da korkudan değil, normal normal doğurmak istiyordum. Bebeği döndürmek için gösterilen hareketleri yapmaya cesaretim olmadığı için kendisine bolca ses yapmayı denedik, hatta o kadar ki sinemaya gittik.
Gittiğimiz son film hala bu arada. Bakalım bir daha ne zaman sinema göreceğiz? 😂
İlk fotoğraftan bu son fotoğrafa kadar tam 9 kilo almıştım. Hayatımda hiç bu kadar iri olmamıştım sanırım ama gerçekten güzel bir duyguydu.
Ve dönmedi... Zorunlu ve kısmi olarak acil bir şekilde sezaryene alındım. Bebeğim mekonyum yutmuştu ve solunum sıkıntısı çekiyordu. Zaten birkaç saat sonra da yoğun bakıma alındı.
Sezaryen için spinal anesteziyi tercih etmişti doktorum, benden daha iyi bildiği için tabii ki saygı duydum ve kabul ettim. Operasyon sonrası da hiçbir zorluk çekmediğimden benim için ideal olanın spinal olduğunu anladım.
Hastanedeki ebe, anestezi uzmanları, doktorum... Her şey yolunda gibi görünüyordu ama bebeğim tam çıktığı anda herkesin birdenbire neşesi kaçmıştı. Ne olduğunu anlamamıştım ama sonunda kavuşmuştuk. Hemen oracıkta, operasyon sürerken birkaç damla emzirmiştim bile. Çok büyük bir şanstı anne ile bebeğin ten tene temasına önem veren bir hastanede olmak...
Sonra bebeğimi odaya çıkarmak üzere eşime götürdüler. Kısa süre sonra beni de çıkardılar ama gerçekten bir aksilik vardı. Solunum sıkıntısı çekiyordu ve ebelerin biri geliyor, ötekisi gidiyordu. Emzirme denemelerimin hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştı ve elle sağarak hem kendimi rahatlatmıştım hem de bebeğimi beslemiştim.
İçinde bulunduğumuz o anın telaşında tabii ki hiç böyle bir şey olacağını düşünmemiştim ama birkaç saat sonra bebeğimi aldılar ve yoğun bakıma götürdüler. Ne hissedeceğimi ne yapacağımı hiç bilemiyordum.
Saatlerce ağlamıştım ama bunun bir çözüm olmadığının da farkındaydım. Bir hafta yoğun bakımda kalacaktı ve ben eve dönüp süt sağmak zorundaydım. Öyle de oldu.
Ve bir haftanın sonunda kavuştuğumuzda yaşananları unutmuştuk bile. Yoğun bakımdaki bu fotoğrafı da hiçbir zaman unutamayacağımız travmayı hatırlatacak bize her zaman.
Yorum Yazın
Allah sağlıkla büyütmeyi nasip etsin
Allah bagislasin ne diyelim.
İnşallah sağlıklı ve güzel bir ömrü olur güzel bebeğinizin ve sizin. Allah bağışlasın.