Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Seçimlerde Eşitliğin Zerresi Var mıydı? | Tarhan Erdem | Radikal
Pazartesi günü HDP’nin seçimlerin iptal edilmesi ile ilgili itiraz ettiği haberi açıklandı. Açıklamada, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Kanun (298 sayılı Kanun) 130’uncu maddesine göre hazırlanmış olduğu bildiriliyordu.
YSK ertesi gün, bu itirazın oybirliğiyle reddedildiği internette yayımlandı.
Okuyucularım hatırlayacaklardır, önceki hafta “Seçimin temel ilkelerine saygı gösterilmedi” başlıklı yazımda, 1 Kasım seçimlerinin bütünüyle, yasal seçim ilkelerine ters düşen ve bütün yurdu kapsayan eylem ve işlemlerle geçtiğini, bu nedenle 298 Sayılı Kanunun 130’uncu maddesine uygun itiraz hazırlanarak iptali talep edilebileceğini yazmıştım. (9 Kasım, radikal.com.tr)
Üzerinde durduğum başlıca yasa dışı eylemler şunlardı:
1950 yılından beri, seçimin temel ilkesi, 'serbest, eşit, tek dereceli genel oy esaslarına göre yapılması'dır. Seçmen oyunu kendisi kullanır, oy gizli verilir, oyların sayımı, dökümü ve tutanaklara bağlanması açık olarak yapılır.
Biz Aslında Hiçbir Zaman Gerçekten 'Biz' Olamadık | Kadri Gürsel | Diken
IŞİD 10 Ekim’de Ankara’yı, 13 Kasım’da Paris’i kana buladı. Terör örgütü aynıydı ama saldırıların arka planı, iç bağlantıları ve siyasi amacı elbette ki farklı olabilirdi. Farksız olan ise IŞİD’in barbarlığıydı. Türkiye ve Fransa’da bir ve aynı olan, IŞİD’in rastgele katlettiği masum insanların cansız bedenleriydi.
Ve hepsi bu.
Sonra, ölülerin ardından yapılanlar, hikayelerimizi faklı kılıyor.
Nasıl farklılaştığımızdan bahsederken söze ‘biz’ diyerek başlayacağım ama bu imkansız. Çünkü Türkiye’de kendimizi, nüfusun bütünü içinde anlamlandırabileceğimiz ‘biz’ diye bir toplumsal varlık yok. Biz aslında hiçbir zaman gerçekten ‘Biz’ olamadık.
Kelime oyunu yapmıyorum; söylemek istediğim tam da şu: Biz olmayı beceremeyen bizler, nüfusun toplamından küçük ‘biz’ lerin toplamıyız. Nüfusumuz toplumu değil bir ‘toplam’ ı ifade ediyor.
Türkiye, tarihinin en büyük terör katliamından sadece üç gün sonra, öldürülenlerin mensup olduğu bir kesimin acıları henüz çok taze iken, kendisini o kesime düşman hisseden başka bir kesimin Konya’daki o milli maçta, kurbanlar için bir dakikalık saygı duruşuna bile tahammül edemediği bir ülke.
Yol Haritasındaki Üç Kritik Başlık | Serpil Çevikcan | Milliyet
Başbakan Ahmet Davutoğlu, hükümeti kurma görevini aldı.
Kabine açıklandıktan sonra artık Meclis takvimi işlemeye başlayacak.
Önce TBMM Başkanlığı seçimi, ardından hükümet programının okunması ve güven oylaması süreci.
7 Haziran seçiminin ardından her bir aşaması için, “Ne olacak?” diye beklenen bu süreçler, 1 Kasım seçiminin ardından, “yerine getirilmesi zorunlu” hale geldi.
Bütün bu süreçlerde artık tek merak edilen, kimin, hangi koltuğa oturacağı.
Anayasa’ya göre geçilmesi zorunlu bu takvim bittikten sonra ise yeni bir dönem başlayacak.
1 Kasım seçimine, “2002 ruhunu” esas alarak giren Ak Parti, ilk iktidar dönemine benzer bir reform çalışmasına başlamayı tasarlıyor.
Seçim beyannamesi aslında yapılacaklar konusunda önemli ipuçları veriyor.
Ancak neyin nasıl yapılacağı ve hangi takvimde gerçekleştirileceği mühim.
Yemin Töreninde Çift Taraflı Komedi | Mehmet Y. Yılmaz | Hürriyet
HDP milletvekili Leyla Zana, bir kez daha milletvekili yeminini 'doğru' olarak okumadı.
Bunu niye yapıyor, biliyoruz.
Milletvekili yemininde “Büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim” diye bir cümle var ve Zana da Türkiye’de, Türklerden başka milletlerin de olduğuna dikkat çekmek istiyor olmalı.
Düşündüğü şeyi bizlere aktarmasının yolu bu değildir elbette.
Yeminin nasıl yapılacağı Anayasa’da yazılı ve o yazılı metni herkesin kafasına göre değiştirmesi kabul edilebilir
bir şey değildir.
Yemini Anayasa’da yazıldığı gibi okumadığı sürece milletvekili görevine başlayamayacağını biliyor olmalı.
Seçime girmeden önce, seçilirse o Anayasa’ya göre yemin edip göreve başlamak durumunda olduğunu da biliyordu.
Madem bunu yapmayacaktı, neden seçime girdi?
Zana’ya düşen de yemin edip görevine başladıktan sonra bu yemin metninde uygun görmediği bölümü değiştirmek için TBMM içinde çalışmaktır.
Siyaset, sorunları çözmek için yapılır, bunu milletvekillerinin hepsinin aklında tutması gerekir.
Kitap Küllerinden Doğan Bir Direniş | Pınar Öğünç | Cumhuriyet
Biri Barbie desenli bir çantayı tutuşturmaya çalışıyor, diğeri çıkartmaların durduğu rafı devirip üzerinde tepiniyor. Bir genç, onun da sevdikleri, onu sevenler var hayatta, hasır bir tabureyi kitaplara hınçla vuruyor, vuruyor. Kırşehir’in en büyük, hatta tek kitapçısı Gül Kitabevi’nin 8 Eylül’de yıkılıp yakılışının görüntüleri, insan cinsinin alçalabileceği zaviyelere dair belgesel gibi aynı zamanda. İrkiliyorsunuz.
Neredeyse üç ay geçti, bulunduğu altı katlı apartman boylu boyunca duman karası; Gül Kitabevi ise simsiyah bir oyuk gibi, bir utanç anıtı olarak duruyor öyle. Az ilerideki, beşte biri kadar dükkâna asılan bez afişse bir inadın bayrağı gibi: “2. şubemizle hizmetinizdeyiz”. İçeride önlüklü kız çocukları kuş gibi ötüşerek kokulu silgi seçiyor, köşede kitaplara bakan bir genç, bir rafta da üzerinde “Umuda ateş neylesin” yazan bir saksı... Yangından sağ çıkmış bir saksı bu; kader ortağı.
8 Eylül’de “Teröre lanet” mitinginden çıkıp yürüyüş güzergâhından sapan bir grup HDP binasını ve otuzun üzerinde iş yerini taşladı, yıktı, yaktı.
Başkanlık Sistemini Hak Etmek | Etyen Mahçupyan | Akşam
Seçimin hemen ertesinde başkanlık konusunun tartışmaya açılması AKP açısından epeyce talihsiz bir durum. Çünkü bu konunun henüz toplumsal düzlemde olgunlaşmadan gündeme gelmesi, AKP karşıtlarının propaganda malzemesi haline gelmekten öte bir işlev görmüyor. Belki bazı AKP’liler konuyu gündemde tutmanın toplumsal tartışmayı sağlayacağını sanıyorlar ama yanılıyorlar. Zamansız olarak bu konunun gündeme gelmesi, sistem meselesini tamamen çarpık bir zemine oturtuyor ve tartışma özellikle yüzeysel ve manipülatif hale geliyor. Baştan bir uyarı yapmakta yarar var… Başkanlık meselesi AKP karşıtlarının en sevdikleri konu! AKP’nin ‘kötü’ niyetli olduğunu iddia etme fırsatını en fazla mümkün kılan konu… Dolayısıyla eğer gelecekte Türkiye başkanlık sistemine geçmezse, bilinsin ki bunun esas sorumlusu bizzat AKP’liler olacak.
Çünkü süreç doğru bir şekilde yönetilirse toplumun başkanlığa ‘evet’ deme ihtimali epeyce yüksek. Bugün bakıldığında desteğin sadece üçte bir olması ise son derece rasyonel ve AKP’ye uyarıcı bir anlam taşıyor.
Ucuz ve Zararlı ‘Kahramanlık’… | Ali Saydam | Yeni Şafak
Bir süre önce yaptığı açıklama kendilerine Türkiye Partisi olacakları umuduyla bel bağlamış pek çok iyi niyetli sol eğilimli seçmeni düş kırıklığına uğratan ünlü açıklaması hâlâ akıllardadır. HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ Hanım baklayı ağzından çıkarmış ve demişti ki: “Biz sırtımızı YPG, YPJ ve PYD'ye yaslıyoruz”… Bazıları hariç bu söylediklerini herkes “PKK'ya yaslıyoruz!” diye okumuştu…
Aslında kendilerine yakın olan fakat sadece bu nedenle “Ben teröristlere, katillere oy vermem!” diye huzursuz olup oyunu esirgemiş bu kitle, bir kez daha düş kırıklığına uğratıldı. Hani tribünlere oynadığı bilinmeyen Yüksekdağ bu kez ikinci bir bakla çıkarmış ağzından ve anayasal bir görev olan milletvekili yeminini biraz (!) çarpıtan Leyla Zana Hanım'ın “Demokratik bir tutum içinde olduğunu” iddia etmiş.
Oysa ünlü halk deyişi vardır: “Az hamilelik olmaz!” derler… Yemini çarpıtmanın azı çoğu olmaz milletin gözünden. İttifakları bozar. İttifaklar bozulursa da HDP tiğteber şâh-ı merdan (Kubbealtı'na göre: Elinde avucunda bir şey kalmamış, her şeyini kaybetmiş bir şekilde) ortada kalıverir…
Yemin | L. Doğan Tılıç | BirGün
İnsanların gelecekte yapacakları ya da yapmayacakları şeylere dair en güçlü ve bağlayıcı sözü vermeleri olan yemin her kültürde var. Verilen sözün bağlayıcılığının, bozulduğunda karşılaşılacak yaptırımın altını çizmek için, yemin eden için en kıymetli varlığın tanıklığına başvuruluyor.
Yemini yemin yapan onun içten gelmesi, samimiyeti. Zorla edilen bir yeminin zerre değeri yok.
İnsana bir yemin dayatmanın kötücüllüğü, hem zorlayan hem zorlanan açısından aşağılayıcılığı ile, bir dostluk maçında Yunan milli marşını ıslıklamak aynı damardan besleniyor. Fatih Terim’in “Ne oldu bize?” sorusunu, sıradan insanların doldurduğu stadyumlar için de, seçilmişlerin doldurduğu Büyük Millet Meclisi için de sormak gerek.
O “Büyük Millet Meclisi” ki başında “Türk” değil, “Türkiye” var!
Stadyumlarda, Ankara ve Paris’te katledilenleri nefretle ananlar varsa, bu kadar kötülük sarmışsa toplumsal bünyemizi, bir yeminin ancak inanılarak, içten gelerek edilebileceğini kime nasıl anlatacaksınız?
Batı-Doğu İkileminin Türkiye’deki Fay Hattı | Sezin Öney | Taraf
IŞİD, bir saldırı gerçekleştirdiği zaman, o şiddet eylemi sadece can kaybına neden olmuyor; gerçekleştirildiği ülkenin sosyal ve siyasi fay hatlarını da bombalamış oluyor.
Türkiye’deki Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırıları, ülkenin siyasi rotasını sarsacak derece ciddi dönüm noktalarıydı; her biri farklı biçimlerde, ülkenin politik kaderini etkiledi, sosyal ve siyasi hatları gerdi ve bana kalırsa, onulması güç “güven yaraları” açtı. Sadece Suruç saldırısı ertesinde zembereğin yayının kırılması gibi Kürt Sorusu’nun şiddetle yanıtlanmaya çalışılması sürecinin dönüşü bile, tek başına Türkiye’nin siyasetini son dönemde en derinden etkileyen dönüm noktalarındandı.
Önceki Paris saldırıları, Charlie Hebdo üzerinden, Batı dünyası genelinde “ifade özgürlüğü” tartışmalarını tetiklemişti. Bu Paris saldırıları ise, Avrupa’nın yumuşak karnı “mülteciler” konusuna saplanan bir hançer gibi oldu. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, tüm Avrupa’da ayrımcılık ve “yabancı korkusu”; tabii özellikle de İslamofobi müthiş bir patlama yaşayacağa benzer.
Z'analar Ağlamasın | Yılmaz Özdil | Sözcü
Ortalama zekaya sahip her Türk vatandaşının kendisine şu makul soruyu sorması lazım… Leyla Zana, bu yemin şovunu neden 7 Haziran seçiminden sonra yapmadı da, 1 Kasım seçiminden sonra yaptı? 7 Haziran’da da milletvekili seçilmişti. Neden o yemin töreninde Tayyip Erdoğan’a bakarak Kürtçe mesaj vermedi? Neden o yemin töreninde “Türkiye milleti” demedi de… Şimdi dedi? Çünkü.
Bir…
New York, Londra finans çevrelerine kulak kabartan herkes gayet iyi biliyordu ki, uluslararası sermaye “HDP’nin barajı geçtiği, AKP’nin tek başına iktidarda kaldığı bir Türkiye” istiyordu. 7 Haziran’da bunun bir ayağı gerçekleşti, bir ayağı eksik kaldı. Seçimin tekrar edileceği daha 7 Haziran gecesi belliydi. Dolayısıyla, en başta Leyla Zana, HDP milletvekilleri yemin töreninde hiç toz kaldırmadı.