Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Sınır Aşan Kutuplaşma: Men Dakka Dukka | Kadri Gürsel | Milliyet
Bu köşeyi takip edenler bilir; yeri geldikçe AKP iktidarının Türk dış politikasını kendi iç politikasının bir uzantısı haline getirdiğinden vahim bir sorun olarak bahsederim.
AKP, iç ve dış politika arasındaki ayrım çizgisini ortadan kaldırmıştır. Bu durum ülke için son derece tehlikeli ve sakıncalıdır.
Vahamet tablosu, hükümetin “Şah Fırat” adını verdiği operasyonun iktidar ve muhalefet arasında yol açtığı karşıtlık vesilesiyle bir kez daha ortaya çıktı.
Aslında olan şuydu:
İktidar, bir milli felakete dönüşmüş olan Suriye politikasının kendisini sürüklediği açmazın karşısında çareyi, savunamadığı Süleyman Şah Türbesi’ni tahliye etmekte buldu.
Her yönüyle irrasyonel olan Suriye politikasının çöküşü iktidarı sonunda rasyonel davranmaya mecbur bırakmıştır.
Meskika Usulü Başkanlık | Nilgün Cerrahoğlu | Cumhuriyet
Mexico City’de “Burası bize asla uzak değil. Kendimi hiç yabancı hissetmiyorum” demeçleri veren Cumhurbaşkanı Erdoğan yurda dönünce ayağının tozuyla, gönlündeki aslanın “Meksika usulü başkanlık modeli” olduğunu açık etti.
“Google”a İspanyolca “Meksika başkanlık sistemi” yazınca, çok fazla açıklama gerektirmeyen yandaki karikatür önünüze geliyor…
Karikatürün yanı başında Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto için “750 milyon dolara” alınan yeni cumhurbaşkanlığı uçağı dikkat çekiyor.
Başkanın “sığınağı” olarak da kullanılabilen uçağın havasının “nem oranı” çok yüksek olacakmış, pencereleri büyük, perdeleri elektrokromatikmiş. Mexico City’den kalkan uçak ayrıca durmadan Kahire’ye de uçabilecekmiş.
Hükümet Konuttan Başka Yatırım Aracı Bırakmadı | Süleyman Yaşar | Taraf
Hükümetin birinci önceliği inşaat sektörü oldu. Hükümetin gözü inşaattan başka hiçbir şey görmüyor. Hattâ bu nedenle inşaat sektörünün adı inşaat sanayiine çevrildi. Güya bu sayede inşaat sektörü önemli gösterilecek. Sanki inşaat sektörü döviz kazandıran bir hava yaratılacak.
Oysa uygulamada durum farklı. İnşaata ağırlık verildikçe Türkiye’nin ihracatı azalıyor ve büyüme hızı geriliyor. Hattâ işsizlik hızla artıyor. Çünkü pek çok sanayici artık fabrikasını kapatıp kentsel dönüşüm yatırımına giriyor. İşte bu nedenle sanayi istihdamı hızla azalıyor. Böylece uzun süreli istihdam da azalıyor. En son açıklanan TÜİK verilerine göre sanayi sektörü istihdamı beş ayda 81 bin kişi azaldı. Tabii girişimci fabrikasını kapatılıp inşaat alanına yönelince fabrikada istihdam ettiği 300 kişiyi işten çıkartıyor. Onların yerine 15 kişiyle inşaat şirketi yönetmeye başlıyor.
Nükleer Santralin Zemini Çürük mü? | Melis Alphan | Hürriyet
Başımızda iki tane nükleer santral belası var. Mersin ve Sinop'ta kurulmak istenen santraller.
Oldu bittiye getirilmeye çalışılan 'Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci'nden burnumuza tuhaf kokular geliyor.
Birgün gazetesinden Doğu Eroğlu'nun haberine göre TMMOB, Mersin'e kurulmak istenen Akkuyu Nükleer Santrali'ne ait ÇED raporundaki mühendislerin imzalarının sahte olduğunu kriminal incelemeyle ortaya koydu.
Bakanlık topu şirkete attı. Şirket, mühendislerin açıklamalarını öne sürdü. Her iki mühendis de şirketten erken ayrılmış, 'Gerekirse dışarıdan destek veririz' demiş, sonra gidip rapora imza atmışlar.
Tuhaf haller.
***
Gelin geriye, Akkuyu'nun ÇED sürecinin başlangıcına gidelim.
Filiz Yavuz'un Can Yayınları'ndan çıkan 'Beni 'Akkuyu'larda Merdivensiz Bıraktın' kitabında süreç anlatılıyor.
Başkanlık Tartışması | Etyen Mahçupyan | Akşam
Siyasi anlamda geçmişten kopuş doğal olarak bir tür ihtilali akla getirir. Genellikle eski düzen yıkılır ve yeni düzen geçmiş referanslardan bağımsız olarak tanımlanır. Türkiye’de görünüşte böyle bir durum yok. Anayasal düzen aynı yasal ve kurumsal çerçeve korunarak devam ediyor. Ama aslında bu sadece bir yanılsama. AKP iktidarı altında bu ülke radikal bir dönüşümü toplumsaldan siyasala doğru taşıyor. Ortada ihtilal duygusunu hatırlatacak sokak gösterileri, silah ve şiddet yok… Çünkü AKP her seçimi yüzde elliye yakın oranla ve rakiplerine büyük fark atarak kazanıyor. İhtilal kendiliğinden sandıkta oluyor… Her seçim başarısı AKP’nin önündeki yolu açıyor, yeniden tanımlıyor ve uzatıyor. Bu sürecin demokrasi açısından son derece olumlu bir yönü var. Herhangi bir ‘keskin’ ihtilalde, gücü elinde tutanların niyetine, basiretine ve zihniyetine mahkûmsunuz.
İç Güvenlik | Taha Akyol | Hürriyet
Molotof kokteyli silah sayılıp cezalandırılmasın mı? Sapan silah sayılıp cezalandırılmasın mı? Hatta şemsiye de silah sayılıp cezalandırılmasın mı?!
Şemsiyeden bahsetmemin sebebi var: Değil molotof, yerine göre şemsiye bile hukukta 'silah' sayılıp cezalandırılmaktadır.
Molotofun suç sayılmadığı, yeni yasayla suç sayılacağı propagandası yanlıştır.
Ceza Kanunu'nda molotof da suçtur, şiddet için kullanılması halinde şemsiye de sapan da bardak da suçtur.
VAR OLAN KANUN
TCK'nın 6. maddesinde 'silah' kavramı tanımlanmıştır. Bildiğimiz ateşli silahlardan başka, aşağıdaki aletler de silah gibi kullanılırsa aynen silah gibi cezalandırılır:
'Saldırı ve savunmada kullanılmak amacıyla yapılmış her türlü kesici, yaralayıcı, bereleyici alet.
Saldırı ve savunma amacıyla yapılmamış olsa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler.' (Madde 6/f)
Buyurun, Nasıl Yardımcı Olabilirim..? | Ümit Kıvanç | Radikal
17 senedir, ayrı bir mevzu olan Taraf macerası dışında, bana 'gel, yaz' diyen olmamıştı. Şimdi işte yeniden köşeyazarlığına terfi etmiş bulunuyorum. Bu köşede, güncel felaketler izin verdiği ölçüde, bakış açımızı, ufkumuzu genişletecek mevzuları da araştırıp aktarabilirsem, kendimi marifet yapmış sayacağım.
Uzuun bir aradan sonra, köşeyazarınız yeniden hizmetinizde. Gerçi bir süredir blog'um Riya Tabirleri 'nde, zaman zaman tek kişilik gazete olmaya heves ediyor, bazen de “köşeyazarı” sıfatına maruz kalmama yolaçacak okkalı ahkâm yazıları yazıyordum. Ama yuvarlak hesap on yedi senedir, başlı başına ayrı mevzu olan Taraf macerası dışında, bana “gel, yaz” diyen olmamış, ben de medya âlemimizin dışında kalmıştım. Şimdi, işte, memleketimizin pek ilginç müesseselerinden biri olan köşeyazarlığına yeniden terfi etmiş bulunuyorum. Üstelik bu makama ilk adım attığım gazetede. ( Radikal yazıişleri, yeniden burada yazacağımı duyururken, “evine döndü” ifadesini kullanmış; beni evden biri görmek istedikleri için onlara teşekkür ederim.)
13 Dakika Ötemizde Asuri-Süryaniler Katlediliyor, Biz İse Seyrediyoruz! | Nurcan Baysal | T24
Geçen Ağustos ayından beri gözyaşımız dinmedi. Az önce evde tam çayımı demlemiş, Selahattin Demirtaş’ı izlemek için kendimi hazırlamışken, Asuri arkadaşlarımdan gelen bir telefon nispeten sakin geçireceğimi umduğum bir akşamı tekrar gözyaşlarına boğdu.
Haseke’nin Habur nehri kıyısındaki 35 Asuri-Süryani köyüne IŞİD saldırmış, 8-10 köyün IŞİD’in eline geçtiği söyleniyor. Gözyaşlarıyla anlatan arkadaşımı sakinleştirerek, bilgileri tek tek almaya çalışıyorum. Uluslararası kanallarda verilen 90 Asuri-Süryani’nin IŞİD’in eline geçtiği rakamının doğru olmadığını, muhtemelen 90 ailenin IŞİD’in eline geçtiğini öğreniyorum. Henüz tüm rakamlar teyitli değil. Haseke’den gelen bilgiler doğrultusunda teyit ettirdiğim rakamlar şunlar:
Bayar'dan Erdoğan'a... | Ali Bayramoğlu | Yeni Şafak
Başkanlık sistemi tartışmaları, bir anda, AK Parti’yle ve Tayyip Erdoğan’la karşımıza çıkan tartışmalar değil.
Başkanlık sisteminin Özal’dan Demirel’e uzanan bir hatta muhafazakâr kesim tarafından sıkça savunulduğu malum.
Özal’ın kişi merkezli sistem isteği, Demirel’in Meclis'i fesih yetkisi arayan başkanlık özlemi ve Erdoğan’ın arzu ettiği yetki konsantrasyonu modeli, bir bakıma aynı sözün değişik ifadeleri olarak görülebilir.
Uygulama açısından da durum böyledir.
Özal’ın bazı kurumları by-pass etmesi, (emekli Org. Kemal Yamak’la yürüttüğü güvenlik politikaları örneğinin işaret ettiği gibi) kimi konularda Çankaya’da fiili bir kurumlaşmaya gitmesi, kurduğu Akbulut modeli ile bugün Erdoğan’a yönelen eleştirilerin arkasındaki uygulamalar arasında öz açısından büyük farklar bulunmaz.
Tüm ‘Cani Ruhlu’ Muhalifler, Birleşin! | Murat Sevinç | Diken
AKP’ye ‘oy isteyen Cumhurbaşkanı’ ile bir Twitter hesabının, kamuoyu huzurunda polemiğe girdiği Türkiye, en sürreal dönemlerinden birini yaşıyor.
Ortalama dürüst yurttaş, yani hırsızlığın, yolsuzluğun, öldürmenin, hukuk dışılığın ‘günah-ayıp-suç’ olduğunu düşünen insanlar, bir yandan ne olup bittiğini izlemeye çalışırken, diğer yandan sürekli bir ‘inanamama’ ruh halini paylaşıyor. İktidar ve çevresindeki dalkavuklar halesi, apaçık gerçekleri çarpıtarak göstermekte ısrarlı ve seçmenin/toplumun bir kısmını ikna etme konusunda başarılı.
Son örnek, TBMM’de iç güvenlik tasarısı tartışılırken sahneye konulan ‘türbe parodisi.’