Ankara Palas’ın balo salonuna girince, bir de baktım, ezilmiş domates renginde, çok koyu kırmızı görkemli bir suare elbisesi giyen Şefika, Mustafa Kemal ile konuşmakta. Hemen Ruşen Eşreflerin elinden koptum, anneme koştum, bir şey söylemeden yanında durdum. Şefika fena bozuldu; beni görmemezlikten geldi. Ama Mustafa Kemal durumun farkına varmıştı. “Hanımefendi, bu çocuk kim?” diye sordu. Annem de “kızım, efendim” demek zorunda kaldı. Mustafa Kemal, karşıma geldi, elini uzattı. Ben de elini öpeceğime, sıkı sıkı tutup, salladım. Annem, “öp” dercesine, belli belirsiz bir hareket yaptı. Mustafa Kemal, bunun da farkına vardı. “Hanımefendi, o benim arkadaşım, elimi neden öpsün ki?” dedi. Sonra, “yiyecekmiş gibi, neden öyle bakıyorsun bana?” diye sordu. “Efendim, sizi daha önce hiç görmemiştim de ondan” dedim. Mustafa Kemal, “görmedinse senin kabahatin. Çankaya’daki evimi bilmiyor musun? Oraya pekâlâ gelebilirdin. Artık beni tanıyorsun. Canın istediği vakit oraya gel, beni görmek istediğini söyle” dedikten sonra, yaşım, gittiğim okul, hangi oyunları sevdiğim, kitap okumaktan hoşlanıp hoşlanmadığım, büyüyünce ne olmak istediğim konusunda bir sürü soru sordu. Derken orkestra bir vals çaldı. “Gel, seninle dans edelim” dedi. Benim vals filan bildiğim yok. Bana öğretmek için, biraz çaba gösterdi; ama gene de beceremiyordum. “Sen bu işi yapamayacaksın” diyeceğine, “ben senin için fazla ihtiyar bir kavalyeyim. Yaşıma uygun genç bir kavalye bulalım sana” dedi. Çevresini gözden geçirdi; on dört on beş yaşlarında bir oğlan buldu. Hızla boy attığı için pantolon paçalarıyla ceket kolları kısa kalmış, sivilceler içinde, en nankör yaştaydı zavallı oğlan. Ona dans etmesini bilmediğimi söyleyip, Mustafa Kemal’in peşinden büfeye gittim. “Oğlanı pek beğenmedin galiba” dedi ve bana bir kadeh şampanya verdi. İlk alkollü içkimi Mustafa Kemal’in elinden içtim böylece. Şampanya hoşuma gitmişti. Büfenin arkasındaki garsondan tam ikinci kadehi istiyordum ki, annemle üvey babam tepeme dikildi. Vaktin geç olduğunu, uyumam gerektiğini söyleyerek, beni oradan aldılar. Ankara Palas’ın kapıcılarından birine teslim edip, bir otomobile bindirdiler. Ama ben götürülmeden önce Mustafa Kemal o güzel elini kaldırmış, “seni Çankaya’da beklerim, unutma” demişti.
Yorum Yazın
Çağının ötesinde bir lider Türk ırkı içinden böyle bir cevher çıkardığı için gurur duymalı.
Mina'nin iki kitabi (Anilar-Geziler) da cok degerlidir,ozellikle Necip Fazil'i cok guzel anlatir :)