Köprübaşı'ndaki Uranyum Skandalında Ne Oldu?
Köprübaşı'ndaki Uranyum Skandalında Ne Oldu?
Manisa’da Köprübaşı bölgesindeki eski uranyum madeninin yaydığı radyoaktif kirlilik haberinin üstünden iki hafta geçti, fakat yetkililer halen bir önlem almış değil. Haberin ayrıntısı bu sayfalarda da yer almıştı fakat kısaca bu skandal ortaya çıktıktan sonra neler olduğunu özet geçelim:
Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül ve EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi Jeoloji Mühendisi Erhan İçöz , 16 Ocak tarihinde Manisa’nın Köprübaşı ilçesinde 1970 yılından itibaren on sene boyunca faaliyet göstermiş olan uranyum cevher alanlarında ve işletme tesisinde radyasyon ölçümü yaptılar. Kamuoyunun Evrensel Gazetesi muhabiri Özer Akdemir ’ in haberiyle öğrendiği bu ölçümlerde, bölgede radyasyon seviyesinin 16 mikrosiveret’e , yani normal değerin 140 katına çıktığı tespit edildi. Konunun yankı bulmasının ardından Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) ile ETİ Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü uzmanları bölgeye gidip inceleme yaptılar. İncelemenin sonucunda “uranyum yatağı olan bölgede doğada olması gereken değerlere rastladıklarını, sağlığa herhangi bir zararı olmadığını, ölçüm sonuçlarının çok yüksek olmadığını” iddia ettiler ve TAEK bu iddiayı savunan bir basın açıklaması yaptı.
Herkesin bildiği bir sır
Fakat tüm bunlar olurken anlaşıldı ki, bölgedeki altı köyü etkileyen radyasyon miktarı bir süredir sır değildi. Fırat Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Şaşmaz , 2008 yılında uranyum madeninin olduğu bölgeye giderek ölçümlerde bulunmuş, ayrıntılı bir rapor hazırlamış, bu rapor da TUBİTAK tarafından yayınlanmıştı. Şaşmaz, yörede toprak, yer altı, yer üstü sularının yanı sıra Gediz nehri ve Demirköprü Barajı ve bitkilerin kirlendiğini belirterek sonuç kısmında “Acil önlem alınmalı” demişti. Resmi makamlarca beş sene boyunca hiçbir işlem yapılmadı.
Günümüzden devam edelim, skandal ortaya çıktıktan sonra konu meclis gündemine taşındı; 22 Ocak’ta CHP milletvekili Özgür Özel konunun araştırılmasını talep etti, HDP milletvekili Levent Tüzel ise verdiği soru önergesinde uranyum kirliliğinin boyutu, halk sağlığı ve canlı yaşamına etkileri, alınan, alınması düşünülen önlemler ve tesiste üretilen “sarı pasta”nın akıbeti sordu. Meclis’te bu konuşulurken Köprübaşı’nın AKP’li Belediye Başkanı Zafer Mergen ’in “seçim öncesi bu haberler ilçeye zarar verir” açıklaması yapıyordu.
Kılıç: “İnsan müdahalesiyle oluşan radyoaktif kirlilik ve doğal afetler farklıdır”
Sonra.. sonrası yok. TAEK’in ikinci basın açıklaması dışında konuyla ilgili resmi yetkililer cenahında bir gelişme yok. Bugün Yeşil Gazete’nin “yorum” köşesinde yayınlanan nükleer fizikçi Prof. Dr. Hayrettin Kılıç ’ın konuyla ilgili kapsamlı makalesini okuyabilirsiniz. Buraya, Kılıç’ın makaledeki çarpıcı tespitlerinden birini almakla yetinelim: TAEK’in söz konusu açıklamasına istinaden Manisa’da yerin altından yüzeye çıkarılmış, yani insan müdahalesi sonucunda radyoaktif kirliliğin oluştuğu bölgedeki durumu, doğal afetler neticesinde kirlenmenin olduğu dünyanın bazı özel bölgeleriyle aynı kefeye koyup “endişelenecek birşey olmadığı” açıklamasını yapmanın tehlikelerini vurguluyor Kılıç.
Öktem: “Maden kaynaklı kontaminasyonla nükleer patlamayı karıştırmamak gerekir”
Fukuşima’ya giderek ölçümler yapmış radyoloji uzmanı Dr. Alper Öktem de Köprübaşı’nda ölçülen radyasyon ve Fukuşima’nın karşılaştırılmaması gerektiğini vurguluyor: “eğer izotoplar madenden çıkartılırken etrafa yayılmışsa bu nükleer kazada ortaya çıkan nükleer serpinti gibi bir şey. Prof.Şaşmaz 2008 yılındaki araştırmasında madenden uzaktaki yeraltı sularında, toprakta uranyum bulduğunu belirtiyor. Fakat madenden etrafa kontaminasyonla nükleer patlamayı karıştırmamak gerekir. Madenin cevreye etkisine yol acan izotoplar ile Çernobil ya da Fukuşima’da cevreye yayilan radyoaktif izotoplar farklidir. Bunlar biz yüksek doz da desek, düşük doz sınıfına giriyor”. Tek bir aletle dar bir alanda yapılan araştırmanın ipuclari vereceği, ama cevrede toprakta, suda, bitkide uranium ve baskaca radyoaktif izotoplari tesbit etmek icin çok daha kapsamlı bir araştırma yapmak gerektiğini belirtiyor Öktem.
Tehlike tüm Gediz Havzasına yayılmış olabilir
2004 yılında Ege üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Kumru’nun yaptığı bir araştırma, tehlikenin tahmin edilenden büyük olabileceğini ortaya koyuyor. Kütahya, Uşak, Manisa ve İzmir’deki sanayi kuruluşlarının kirlettiği Gediz’in İzmir Körfezi’ne döküldüğü bölgede radyoaktiviterde yükselmeler görüldüğü ortaya koyuyor. Uranyum, toryum, radyoaktif potasyum, radyum gibi radyoaktif maddelerde yer yer artışlar tespit edilmiş ve kurşun, krom ve bakır elementlerinin ölçüldüğü araştırmada, ağır metallerin toksin özelliğinin körfezdeki canlılar için tehdit oluşturduğu vurgulanmış. Öktem’e gore Körfezde radyoaktivite artışlarının yeniden araştırılarak güncelleştirilmesi ve Köprübaşı maden işletmesiyle baglantısının tartışılmasi gerekiyor.
Hayvanların otladığı radyoaktif alan
Peki Manisa Köprübaşı’ndaki radyoaktif kirliliğe karşı alınmış herhangi bir önlem var mı? 16 Ocak 2014 tarihinde uranyum alanına giderek araştırma yapan Enver Yaser Küçükgül’in Açk Radyo’da yayınlanan “Açık Yeşil” programının geçen haftaki bölümünde aktardıkları, alınmadığının en açık kanıtı: bölgenin etrafında herhangi bir tel örgü,tabela bile yok, etrafta hayvanlar otlatılıyor. “Radyoaktif madencilik için özel önlemler alınmalı. Manisa’da vahşi madenciliğin bir örneği yaşanmıştır” diyor Kürkçügil.
NKP: “yörede sağlık taraması yapıldı mı?”
Yeşil Gazete’nin görüştüğü çevre avukatı Arif Ali Cangı, konuyla ilgili sorumlular hakkında soruşturma açmak için Manisa Valiliği’yle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı göreve çağırdıklarını belirtiyor. Köylerde yaşayanların bir kısmının tedirgin olduğunu, çilek ekerek geçimini sağlayan çiftçilerin “bu mevzuyu kışkırtmayın” gibi bir tavır içinde olduklarını aktaran Cangı,“ama çoğunluk, kendini çocuklarının sağlığından sorumlu hissedenler yine de direnecek” diyor. Soruşturma dilekçelerine bir hafta içinde yanıt verilmesi lazım. Fakat hukuki süreç devam ederken 21 örgütten oluşan “Nükleer Karşıtı Platform” boş durmuyor; 30 Ocak tarihinde bir basın açıklaması yapıp “ekosistemin tüm unsurları açısından yörede bugüne kadar önlem almayanların sorumluluğunun tespit edilmesini” talep etti. Açıklamada “Burada, olağanın üzerinde zihinsel ve bedensel engelli olduğu, kanserli hasta sayısının fazla olduğu söylenmektedir. Bu iddialar doğru mudur? Yörede sağlık taraması yapılmış mıdır? Yapılmış ise nasıl bir sonuç alınmıştır?” sorularını yönelten platform bir nükleer santral macerasına sürüklenmekte olan Türkiye’de, radyasyon riskinin böylesine hafife alınmasının son derece kaygı verici olduğunun altını çiziyor.
Radyoaktif bölgelerde önlem alınmazken yeni madenler açmak mı?
Platform meclisi bir komisyon kurup uranyuma karşı önlem almaya çağırıyor. Peki yıllar önce vahşi madencilik faaliyetleriyle açılan uranyum madenleri hiç bir önlem alınmadan terk edilip gidilirken,bugün devlet kurumlarının konuya bakış açısı nedir? 1 Temmuz 2013 tarihinde çıkan bir haber bir ipucu veriyor gibi: MTA Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan 2012 yılına ait Temel Ekonomik Göstergeler Raporunda son sekiz yılda madencilik ve taş ocaklarından 21 milyon 103 bin lira gelir edildiği müjdeleniyor. 9 bin 129 ton uranyum rezervi de dahil pek çok maden cevheri bulunan bulunan “cevher” ülkemizle ilgili öngörüleri eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız açıklıyor: “Türkiye’deki 40 bölgede sıcak nokta var. Bunları enerjiye dönüştürmemiz lazım”.
(Yeşil Gazete)