Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Suudi-İran Çatışmasında Türkiye Taraf Olmamalı | Murat Yetkin | Radikal
Suudi Arabistan 25 yıl aradan sonra 1 Ocak Cuma günü Bağdat Büyükelçiliğini yeniden açtı; Büyükelçilik Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın Kuveyt’i işgalinden bu yana kapalıydı.
Bu gelişme, Ortadoğu’da giderek yükselen Sünni-Şii ihtilafında bir yumuşama işareti ümidine yol açtı.
Çünkü Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İslam dünyasını “bir Orta Çağ karanlığına” sürükleme tehlikesi olarak işaret ettiği mezhep çekişmesi son haftalarda Suudi Arabistan-İran çekişmesi görünümünde tırmanıyordu ve ne de olsa Irak yönetimi halen İran etkisi altındaydı.
Daha bir kaç gün önce, 27 Aralık’ta Tahran’da toplanan Uluslararası İslam Birliği Konferansı’nda konuşan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani yerden yere vurduğu Suud yönetimini yoksulluk ve terörizmin kaynağı olarak göstermiş.
Bu eleştiriyi yapan Devrim Muhafızları aracılığıyla silahlı güç ihracatı yapan İran deği başka bir ülke olsa daha anlamlı olurdu gerçi, ama Tahran, Riyad’ın yeni girişiminden rahatsızlığını açığa vuruyordu aslında.
Ortadoğu'da Bir Bu Kriz Eksikti | Nilgün Tekfidan Gümüş | Hürriyet
2016 yılına dair umutlar uzun sürmedi.
İlk ciddi kriz haberi Suudi Arabistan’dan geldi. Riyad’ın İran’a yakın Şii din adamı Şeyh Nimr’i diğer 46 kişiyle birlikte idam etmesi Ortadoğu’da barış umutlarına hizmet etmeyecek nitelikte.
İRAN
Tahran; Irak, Suriye, Lübnan ve diğer ülkelerdeki Şiilerin hamisi durumunda. Yaz aylarında BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya ile nükleer anlaşma yapan İran, geçen hafta zenginleştirilmiş uranyumunun büyük bir kısmını Rusya’ya teslim ederek anlaşmanın önemli maddelerinden birini yerine getirdi.
Nükleer programının sınırlanmasına izin veren Tahran, yakında uluslararası yaptırımların da kalkmasıyla hem doğalgaz hem de petrol üreticisi olarak piyasalarda arzı endam edecek. Hem de bu ülkeye yönelik yaptırım yasakları kalkacak. Bu da İran’ın ekonomik anlamda elinin rahatlayacağı anlamına geliyor.
CHP Yine Çırak Çıkmasın da! | Mehmet Tezkan | Milliyet
Başlıktaki ‘çırak’ kelimesinin önündeki ‘yine’yi görenleri şu soruyu soracaktır..
CHP daha önce ne zaman çırak çıktı?
Koalisyon görüşmelerinde..
Şimdiki ihtimal?
Anayasa görüşmeleri..
*
Başbakan, CHP lideriyle heyetler halinde 2 saat 15 dakika yeni anayasa üzerine konuştu..
Bu hafta MHP lideriyle de buluşacak..
Siyaset adına olumlu gelişmeler.. Olması gereken görüşmeler..
Zaten herkes çok olumlu karşıladı.. Neredeyse iki partinin anlaştığı yolunda yayınlar yapıldı..
AKİT’in Arkasından Konuşabilir miyiz? | Ayşenur Arslan | BirGün
AKİT’in arkasından konuşabilir miyiz?
Ölünün arkasından konuşulur muymuş? Bazı ifadeler bazılarını ne kadar incitmişmiş! Hatta nasıl da kanını dondurmuşmuş!
Hasan Karakaya’dan söz ediyorum. O, Türkan Saylan ve Meral Okay için dünyanın en ayıp manşetlerini atsa da… Gezicilere, cinsiyetlerine göre “pezevenk” ya da “kaltak” sıfatlarını yakıştırsa da… Bu, “imanının öfkesinden” kaynaklanıyormuş! İman deyince akan sular duracağı için, öfkesi mazur görülmeliymiş. Bizlere ise “susmak” düşermiş!
Aslında mesele ölünün arkasından konuşmak değil. Kaldı ki, ne Karakaya ne de Akit, uzun uzun konuşup yazmayı hak ediyor.
Ancak…
Karakaya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yol arkadaşım” dediği bir isim…
Akit de, damat Berat Albayrak’ın bakanlıktan sonra ziyaret ettiği ilk gazete.
Dahası, Akit, SARAY’IN AYNASI gibi. Aynı dili konuşuyorlar. Hayata aynı yerden bakıyorlar. “Hedefte” buluşuyorlar.
Dolayısıyla, konuşmamız gerekiyor Marjinal bir ideolojinin, nasıl olup da -bu yazının “özneleri” aracılığıyla- hegemonya kurduğunu anlamamız gerekiyor.
Anlamak için de, zaman zaman bugünkü Türkiye ile koşutluk kurduran Hitler Almayasına gitmemiz gerekiyor.
Dokunulmazlıkların Kaldırılması Kime Yarar | Abdülkadir Selvi | Yeni Şafak
Fitili Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ateşlemişti:
“Eşkıyayı Bekaa'da aramaya gerek yok. Bunların bir kısmı yüce Meclis'in çatısı altındadır. Biz dağda PKK'yla savaşıyoruz. Ancak asıl PKK Meclis'te”.
Başbakan Tansu Çiller'in ”Meclis'te PKK'nın barındığı bir gölge vardır, bunu Meclis'in üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz”sözleriyle DEP'lilere karşı harekete geçildi.
2 Mart 1994 tarihinde aralarında Leyla Zana, Hatip Dicle, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Mahmut Alınak ve Orhan Doğan'ın da yer aldığı DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı.
O gün Meclis'in en ağır günlerinden biriydi.
Tansu Çiller'in, asker parkası giydiği, ”Mehmetçik Başbakan”lığa soyunduğu günlerdi. İktidar kulisine geçip DYP'lilerin, muhalefet kulisine gelip DEP'lilerin nabzını tutmaya çalışıyorduk. İktidar kulisinde bir tek Mehter Marşları çalmıyordu. PKK'yı Meclis'ten atmak gibi ulvi bir vazifeyi yerine getirmenin coşkusu yaşanıyordu. DEP'lilerin cephesinde ise buruk bir hava hakimdi.
'Ölümden Kaçtık' | Pınar Öğünç | Cumhuriyet
Ev malzemeleri satan züccaciyemsi dükkânın önünde dallı güllü kumaşlarla kaplı sünger yataklardan koca bir tepe vardı. “Bizim döşekler, yorganlar yün olur. Bu sünger olanlar Sur’dan gelenler için. 20 liraya yatak işte...” dedi. Adına Yaşar diyelim. Bütün yün yorganları Sur’da şu an.
Huzurevleri, Sur’daki evlerini bırakıp çıkmak zorunda kalan çok sayıda ailenin, yakınlarının yanına taşındığı Diyarbakır mahallelerinden. Esnaf da bu hakikate uydurmuş demek kendini. Şu anda üç ailenin birlikte kaldığı eve götürüyor bizi Yaşar. Koltuklara çöktüğümüzde, elimdeki defteri görüp “Bir anlatsak senin böyle kaç defterin dolar” diyor dokunan bir gülümsemeyle. Tam o sırada telefonu çalıyor. Telaşla sesini kısıyor; melodi yaptığı ağıt yarıda kalmış haliyle odanın loşluğunda asılı, 1991 Lice’sinden başlayacak anlatmaya. Sonra Sur’a, Sur’dan çıkışlarına gelecek sıra. Hikâye böyle tamamlanacak, ancak böyle anlaşılacak.
Damlayla Verdi Kepçeyle Alıyor! | Necati Doğru | Sözcü
Sayıp yazmışlar. Not edip bağırmışlardı. Başbakan yandaş TV kanallarında “2016 yılı için tamı tamına 216 gelir artırıcı paket açıklanacağı” sözünü vermişti. Asgari ücret: 1300 TL olacak. İşçi emekli aylığı: 1200 TL’ye çıkacak. Öğrencilere cep harçlığı 400 TL’ye çıkacak. Gelinlik kızlara çeyiz desteği, üçüncü çocuğunu doğuracak anaya maşallah katkısı verilecekti…(!)
Arkası şöyle geldi:
Pasaport bedeline zam.
Sürücü belgesine zam.
Motor hacmine zam.
Emlak vergisine zam.
Gelir vergisi tarifesine zam.
Veraset vergisine zam.
İntikal vergisine zam.
Elektriğe yüksek zam.
(Doğalgaz da sırada)
Sigaraya yüksek zam.
Rakıya, şaraba zam.
Ave Caesar | A. Turan Alkan | Zaman
Bazı arkadaşlar, “Başkanlık sistemini tartışsak ne olur sanki; önemli olan güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin korunmasıdır” şeklinde şeyler söylemeye başlayınca, “Âlemin delisi bir ben mi kaldım yahu?” diye üzerime alınıyorum.
Acaba arkadaşlar, “Bu esnada gürültüye getirip güçler ayrılığını, hukuk devletinin üstünlüğünü, temel hakların dokunulmazlığını yeni anayasaya yerleştirebilir miyiz” diye düşünüyorlar galiba...
Parlamento aritmetiği ortada; bu aritmetiğe bütün gövdesiyle destek verecek MHP faktörü elde bir. İkincisi HDP! PKK, Kandil, Öcalan ve ‘Türkiyeli siyâset' arasında hangi kıbleyi secde edeceğini şaşırmış haliyle ‘azz sonra' başkanlık taraftarı görürsek şaşırır mıyız? Siz buna CHP'deki üniter devletçi ve ‘Ergenekoncular zaten masumdu' kanadını da ilâve ediniz; Parlamenter demokrasinin muhtemelen son meclisi, başkanlık sistemi için kıvâmına gelmiştir.
Savaştan Tehcire Adım Adım (I) – 28 Şubat'tan 24 Temmuz'a | Akdoğan Özkan | T24
Hani bazı filmler vardır; birbirinden bağımsız gibi görünen iki hikaye ile başlar. Sanki iki ayrı film seyreder gibiyizdir. Derken o hikayelerin yolları beklenmedik bir anda kesişir. Ve “olaylar gelişir” ya da “çözülür.”
İşte bizlerin de durumu biraz böyle. Biri sınırlarımız ötesinde, biri sınırlarımız içinde iki ayrı “savaş” yaşandığını, birbirinden bağımsız iki ayrı “filme” tanık olduğumuzu zannediyoruz. Birileri de zaten bunu böyle algılamamız için uğraşıyor.
Demem o ki, 2011’de Suriye’de başlayıp zamanla Irak’a yayılan ve bugün hâlâ bütün şiddetiyle süren savaş ile, devletin 24 Temmuz 2015’te Güneydoğu’da başlatıp 1 Kasım 2015 seçimlerinin ardından da vitesini yükselttiği askeri operasyonlar birbirinden bağımsız “hikayeler” değil. Onlar aynı savaşın, “aynı hikayenin” benzer dinamiklerce belirlenen parçaları. Ve “film” yani tarih bize birbiriyle alakasızmış gibi sunulan bu iki “hikayenin” yollarının kesişeceği noktaya doğru hızla ilerliyor.
Kanımca “kesişme noktası” da Cerablus - Azez koridoru!
Diyarbakır'da Gördüğüm O Gözler | Levent Gültekin | Diken
Akademisyen, yazar, sanatçı, gazetecilerden oluşan 106 kişilik bir grupla geçen hafta “Aslolan hayattır. Ölerek, öldürerek değil, sorunu konuşarak çözün” demek için Diyarbakır’daydık.
Çocuklar, gençler, yaşlılar, kadınlar… İnsanlar ölüyor. Şehirler yıkılıyor. Halk; evini, yurdunu, işini terk ediyor. Kalanlar ise büyük bir tedirginlik ve çaresizlik içinde.
Hal böyleyken size “Esasında falan şunu istiyor, filan da şöyle davranıyor” diyerek kimin haklı olduğunu tartışacak kadar soğukkanlı değilim. Kişisel, ideolojik… maddi kazanımlar için vicdanımı, insanlığımı da bir tarafa bırakamadım.
Bana göre esas olan hayattır.
Durum buyken siyasi analiz yapacak değilim
İnsanların öldüğü, şehirlerin yıkıldığı, çaresizliğin had safhada olduğu bir ortamda kimin haklı olduğunu tartışmanın zerre kadar anlamı yok. Böyle bir ortamda kimin haklı olduğunu tartışmak vicdansızlıktır.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!