Abla ile Kardeşi Yarıştıranlardan Yemekte Tablet Verenlere Kadar Türkiye'de Anne-Baba Olmak Üzerine Ağır Bir Eleştiri
Bu yazı, annemisin.com yazarlarından Sema Aydoğan'a aittir.
Neden yazıma bu başlığı seçtim biliyor musunuz? Anne babaları görüyorum hemen hemen her yerde… Alışveriş merkezinde, restoranda, okul yolunda, otobüs ya da dolmuşta, bazen sinema ya da tiyatroda, parkta, oyun alanlarında her yerde ve çocukları ile beraber…
Anne babalık yaklaşımlarını, iletişim şekillerini, çocuklarına ne kadar uzak ya da yakın durduklarını, sevecen ya da sinirli yanlarını, aşırı serbest ya da baskıcı olup olmadıklarını, sorunlarla baş etmeyi öğretenleri ya da küçücük bedenlere kaldıramayacakları sorunları yükleyenleri görüyorum.
Anne babalar görüyorum…
Elbette koşmalarında herhangi bir sakınca yok ama koşunun sonunda ablasının gerisinde kalan küçük kız ağlamaya başladı.
Mesela… Kızları ile beraber bir restoranda yemek yiyen anne baba görüyorum.
Galiba iş çıkışı. Küçük kızlarını okuldan almışlar, keyifli bir akşam geçirme düşüncesi ile gelmişler. Yemekler sipariş edilmiş. Çok güzel sıcacık bir görüntü. Birbirlerinden ayrı geçirdikleri koca bir günü ve yaşadıklarını paylaşacaklar tatlı tatlı sohbet ederek akşam yemeklerini yiyecekler. Tam yemeğe başlayacakları sırada anne garsona “Bize de tablet getirir misiniz?” diyor. Ve garson gülümseyerek elinde tablet ile masaya dönüyor.
Küçük kızın tabağının yanına tablet açılıyor ve bir çizgi film seçiliyor.
Yemek bitene kadar çocuk büyülenmiş gibi tabletten film izliyor, anne ve baba da kendi cep telefonları ile ilgileniyorlar. Yemek bitiyor, hesap ödeniyor ve restorandan ayrılıyorlar. Muhtemelen evlerine gidip ertesi güne hazırlanmak için uyuyacaklar. Güzel bir akşam birbirleri ile konuşmadan, gözlerinin içine bakarak anlatılanları dinlemeden, dertleşmeden, sorunları ya da güzellikleri konuşmadan yani iletişim kurmadan geçip gitti.
Mesela… Beş yaşındaki Ayşe’yi anaokuluna getiren babayı görüyorum.
Ayşe okula yeni başladığı ya da öğretmenine daha alışamadığı için belki de cesareti olmadığından söylemek istediklerini babasına söyletiyor. Baba “Öğretmeni Ayşe bugün ….arkadaşı ile oynamak istiyor. Lütfen oyun esnasında onların bir arada olmalarını sağlayın” diyor. Çünkü Ayşe o arkadaşını çok seviyor onunla oyun oynarken çok eğleniyordu. Ayşe öğretmenin karşısında son derece rahat çünkü yapmaya çekindiği bir işi babası aracılığı ile halletti. Baba da mutlu çünkü kızını zorlandığı bir durum karşısında yalnız bırakmadı ve sorunu halletti. Peki, Ayşe bu durumda ne kazandı? Tabii ki hiçbir şey. Hatta biraz kaybetmiş bile olabilir. Cesaretini, kendi işini yapabilme becerisini, iletişim becerilerini, kendini toplum önünde ifade edebilme yetisini…
Mesela… Alışveriş merkezinde çocuğu ile gezen anneyi görüyorum.
Amaç bir hafta sonu gezisi yapmak, biraz içine alışveriş ilave etmek ve yemek yemek, bazen soğuk havadan bazen de sıcaktan etkilenmeden gezip eve dönmek. Hem eğlence hem de gereksinimleri karşılamak için güzel bir fikir. Aslında eğlenceli gibi gözüken faaliyetin eğlence olmadığını; bir süre sonra anneyi ve çocuğunu yıprattığını, çatışmalarına neden olduğunu, hatta çocuğun avaz avaz ağladığını annenin de kan ter içinde “Dur, sus, az kaldı, şuraya da bakalım, şimdi işim bitiyor, çıkacağız” dediğini görürüz. Sonuçta eve dönüldüğü zaman o günden geriye kalanlar kızgın bir anne, mutsuz bir çocuk, boşa harcanmış bir gün, kızgınlıklar, hiçbir işi yapamamış olmanın getirdiği pişmanlıklardır.
Neden bunları yaşarız?
Belki dışarı çıkarken çocuğa gerçekleştiremeyeceğimiz sözler verdiğimizden ('Bak alışveriş merkezinde nasıl da eğleneceksin' gibi). Belki çocukların zamanı tam bilememesinden kaynaklı sabırsızlık ('İşimiz bitince hamburger yiyeceğiz' gibi) (ama ne kadar sonra işimiz bitecek çocuk bunu bilemez), belki o gün annesinin sadece kendisine zaman ayıracağını düşünmesinden ('Bugün seninle çok güzel eğleneceğiz' diyorsak, yanlış hayaller kurmasına neden olabiliriz). Belki…
Aslında çocuğun ihtiyacı olan kısa ve basit cümleler ve olay sıralamasına göre o günkü planların anlatılması ve kendini o akışa göre hazırlaması. Çünkü çocuklar bilmek isterler.
'Şimdi alışveriş merkezine gideceğiz, önce yemek yiyelim, sonra benim birkaç mağazaya bakmam gerekiyor. Kendime ... almak istiyorum, hatta seçim yapmamda bana yardım eder ve fikir verirsen işimi çok kolaylaştırırsın, sonra da seninle dondurma yiyip eve döneceğiz' demek iyi gelecektir.
Mesela… Anaokulu seçimi yaparken “Nasıl bu okulu beğendin mi?” ya da “Hangi öğretmenin sınıfında olmak istersin?” diye soran anne babaları görüyorum.
Küçücük omuzlara yaşından büyük yaşından ağır yükler yüklüyorlar demokratik anne baba olma uğruna. Çocuklara; “Parka giderken hangi kazağını giymek istersin?” ya da 'Bahçede topla mı yoksa kamyonla mı oynamak istesin?” ya da “Yaptığımız resimdeki güneşi hangi renge boyamak istersin?” gibi yaşına uygun, kolay karar verebileceği ve kararından dolayı pişmanlık yaşamayacağı ya da yaşasa bile hayatını etkilemeyecek sorular sorabiliriz, hatta sormalıyız. Kararlar verebildiğini görsün ve kararlarının sonuçlarına katlanabilmeyi öğrensin diye. Ama eğitim hayatı ya da öğretmen seçimi gibi konularda soru soramayız. Bu anne ve babanın karar vereceği bir konudur.
Belli bir yaşa gelene kadar ev kuralları, o gün hangi yemeğin pişirileceği, hangi kıyafetin giyileceği, eve saat kaçta dönmesi gerektiği gibi kararlar anne babaya ait olmalıdır.
Mesela… Çocuğunu dudaklarından öpen, ona aşkım, sevgilim diye hitap eden, çocuğuna lakap takan ve bunu yabancıların yanında dile getiren ('Bizim oğlan az biraz sakardır' gibi), severken poposundan sıkan, oğlunun saçına toka takan ya da kızının erkek çocuğu gibi davranması ile övünen, o daha küçük çocuk düşüncesi ile çıplak fotoğraflarını çeken ve bunu da albümün en özel yerinde sergileyen, hatta eve gelen misafirlere ilk bu fotoğrafı gösteren, toplum içinde, kalabalık yerlerde ve yanlarında başkaları varken çocuğunu azarlayan…
Anne babalar görüyorum.
Aslında çocuğunu seven ama yaptığı davranışlar ile onun kendilik algısına zarar verdiğinin farkında olmayan anne babalara rastlıyorum. Çocuğumuz bizim aşkımız değil çocuğumuzdur, severken yanaklarından öpebiliriz, bedenini korumak bizim sorumluluğumuz, duygularını incitemeyiz, onu toplum içinde azarlayamaz, küçük düşüremeyiz, çünkü o geleceğin yetişkini olacak.
Anne babalar görüyorum…
Mesela… Çocuğu ile gerçekten ama gerçekten ilgilenen, gözlerinin içine bakarak anlattıklarını dinleyen, ona bol bol hem de sıkıca sarılan. Gereksinimlerini karşılayan, karşılarken aşırıya kaçıp şımartmayan ama yoksunluk içinde de bırakmayan, ayakları yere basan, sorumluluklarını bilen, kendine güvenen, kendilik algısı gelişmiş çocuklar yetiştiren. Başarısızlığı karşısında çocuğunu azarlamayan, başarısız olsa bile başarabilme konusunda onu güçlendiren, sırf iyi şeyler yaptı diye ya da sınavlardan yüksek not aldığında onunla gurur duymayan, her daim onunla gurur duyan. Çocuğunu kayıtsız, şartsız ve koşulsuz seven, çocuğu ile dertleşen, onun da dertlerini dinleyen, sorunların çözüm sürecinde yanında olup destek veren. 'Seni seviyorum, iyi ki varsın, iyi ki benim yavrumsun' diyen, kendisi mutlu ve mutlu çocuklar yetiştiren bir dolu anne baba görüyorum.
İyi ki varsınız.
Yorum Yazın
Öfff vallahi bıktım bu mükemmel annelerden. Devir öyle bir devir ki anneler sürekli diğer annelerle yarış halinde. Habire bir eleştiri bir kınama. Ya sen ken... Devamını Gör
şu avm gezen annelerin çoğuna ben de sinir oluyorum hafta içi rahat rahat gezeceğine hafta sonu kalabalığında elinde bebek arabası ağzı bir karış açık gezmiy... Devamını Gör
Öncelikle Merhaba ; şuana kadar kimseye yorumda bulunmadım ancak yazınız ve tarzınız dikkatimi çekti. 2 yaşında bir oğlum var ve çalışıyorum. Haftaiçi saat 1... Devamını Gör
çocuğa bu okulu beğendin mi demenin nesi yanlış.Bir yeri gerçekten istemiyor olabilir kalkıp ilk götürdüğüne yazdırmak ne kadar doğru.Şu tablet mevzusuna ger... Devamını Gör
gayet guzel aciklanmis aslinda.çocuga altinda kalkamayacagi sorumluluklar yüklememek gerekli.bir çocuk kazagini secebilir ama okulunu secme yetisine sahip de... Devamını Gör