Düşmek tuhaf bir durum. Elli katlı bir binadan yere düştüğünüzü farz edin, onuncu kat hizasından geçerken “Nasıl gidiyor?” diye bağırsalar “Her şey yolunda.” diyebilirsiniz ve eh, yalan da olmaz. Aşağı düşüş budur, sonunda başınıza gelecek olanı bilirsiniz, onu istemezsiniz ama “kaçınılmaz” gerçekleşene kadar da korkudan başka bir şey hissetmezsiniz aslında. Acı, ancak gerçeklik anında, yani yerle temas edince başlar. Sonu felaket olan bu düşüşün adına “serbest düşüş” deriz. Utanmadan ve farkına varmadan serbestliği ve özgürlüğü lanetleriz.
Yukarı düşüş böyle değildir.
Acıyı, düşmeye başlamadan önce, düşüşün kendisi aklımıza düşünce hissederiz ilk defa. “Düşerek irtifa kazanmaya” başlayınca, yaptıklarımızdan yapmak istediklerimize doğru “yasak düşüşe” ( serbest değil) geçince acı dayanılmaz bir hal alır. İşte orada iki seçenek vardır: Ya korkar ve “düşmekten” vazgeçeriz ya da acıyı yükselişe yakıt eder yola devam ederiz. Karar anı zordur. Aşağı düşüşe devam etmemizi kaçınılmaz kılan yerçekimi, yukarı düşüşün en büyük engelidir. Ondan kurtulmanın tek çaresi safraları atılan bir balon gibi o ana kadar yaptıklarımızdan sıyrılıp hafifleyerek, yukarı doğru süzülmektir. İlk metreleri aşarsak acının giderek azaldığını görürüz ve o zaman düşerek yükselmenin müptelası oluruz. Oksijen sarhoşluğuna benzer bir haz içinde irtifa kazanırız.
Nereye kadar mı?
Unutmayın, bizi yukarı iten temel enerji, yolda duyduğumuz – başlangıçta acıyla karışık- hazdır; aşağı çekense alışkanlıklarımızın ve onların sunduğu belirliliğin verdiği huzurdur.
Yükselirken duyduğumuz hazza alıştıkça ondan huzur da duymaya başlarız ve nihayet aldığımız nefesin içinde huzur ve hazzın eşit olarak bulunduğu bir yüksekliğe gelinceye kadar düşeriz yukarı doğru. Oraya gelince dururuz kendi isteğimizle. Yerçekimiyle gökçekimi eşitlenmiştir.
Yolculuk nereye?
Hayattaki en büyük yanılsama, alışkanlıkların verdiği huzurla yaşamaya devam ederek bulunduğumuz yükseklikte sabit kalacağımıza dair inancımızdır.
O huzur giderek içimizde büyüyen bir taşa dönüşür, artık adı atalettir.
Ağırlaşırız ve serbest düşüşe geçeriz. Giderek hızlansak da farkına varmayız irtifa kaybının. Ancak kafamız betonla temas edince anlarız başımıza geleni ama yeniden yukarı çıkmak kolay değildir. Ne motor kalmıştır, ne kanatlar, ne de bizi “Eski güzel yüksekliğe” çıkaracak enerji.
Sert betonu ve yarılmış kafanızı yükseklik göstergesi olarak kullanmak istemiyorsanız, önce derin bir nefes alın. Aldınız mı? Tamam, şimdi içinize çektiğiniz havadaki haz/huzur karışımını kontrol edin. Nasıl mı? Kolay, gözlerinizi kapayın, nefesinizi ağzınızda dolaştırın, yanaklarınızı şişirin, tadına bakın. Hangisi fazla?
Huzur mu dediniz; atalet olmasın?..
Dikkat, düşeceksiniz. Aşağı...
Ecmel Ayral
Facebook
Twitter
Instagram
Linkedln
YouTube
'Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio'
Yorum Yazın
Kötü yola düştük ama yol nası güzel 😅😅