Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Meydan yoksa, demokrasi de yok!
'Concorde Meydanı meydan değil, aydınlıktır.'
Curzio Malaparte
Geçmişin ideal kurgularının yaşatılması sadece geçmişi yeniden canlandırmak değil, esasında geçmişi bugün içinden idealleştirmek yoluyla ideal bir gelecek yaratmaktır. Tarihi dokuya, meydanlara, meydanları yaşatan yapılara sahip çıkmak taşa, sanata, mimariye saygı duymaktan öte geçmişin kültürüne, düşüncelerine, mücadelelerine değer vermektir.
Bugün, üzerinden tam bir yıl geçti ama etkisinin hala devam ettiğini dile getirmem gerekir. Ahmet Ümit ile yaptığımız röportaj öncesinde Ahmet Ümit'in yaşadığı, gezdiği, ilham aldığı, hayran kaldığı sokaklar için Taksim Meydanı'na çıkmıştık. Bu yolculuk, Paris'in İstanbul'dan neden daha değerli olduğunu sorgulatarak aklımıza şu soruyu yerleştirdi o gün; ‘Bizim kalabalığımız nasıl bir meydandan geçtiğinin, nasıl bir sokağa girdiğinin tam anlamıyla farkında mı?’ Bu düşüncelerle İstiklal Caddesi üzerinde Tünel’e doğru ilerlerken, Galatasaray Lisesi hizasından St. Antuan Katolik Kilisesi, hoşgörü ile tarihi dokuya ve o dokunun oluştuğu meydana sahip çıkılmasını hatırlatan güzel bir! örnek olarak çıkmıştı karşımıza...
Tarihi süreç içerisinde geleceğe atılan adımlara baktığımızda ise en değerli adımlar meydanlarda atıldı. Meydanlarda toplanıldı, yine o meydanlarda düşünceler dile getirildi, gerçekler açıklandı, kararlar alındı, yeri geldi kavga edildi, mücadele verildi. Meydanlar insanları bir araya getirdi. O kentin neler yaşadığına tanıklık etti. Kültürünü, geleneklerini, insanlarını, yönetim şeklini yansıttı. Tüm bunlara karşılık kentsel yapının en belirgin bileşeni olmakla birlikte, binaların mekân etrafında oluşturdukları süreklilik ile biçimlendi. Berlin'de Potsdam Meydanı, Roma'da Aziz Peter Meydanı, New York'ta Times Meydanı, Londra'da Trafalgar Meydanı, Moskova'da Kızıl Meydan, Paris'te Concorde Meydanı, İsfehan'da Nakş-ı Cihan Meydanı....
TEMELLERİ MEYDAN DA ATILDI!
Meydanların isimleri yanında bazılarını incelemek gerekirse eğer Moskova’nın temellerinin atıldığı rivayet edilen Kızıl Meydan'dan başlamak gerekir. Tarihe yön veren devlet adamlarının, sayısız edebiyatçının, filozofun, düşünürün içinden geçtiği, ilham aldığı, dünyanın en önemli meydanlarından biri. Tam ortasında durduğunuzda arkanızda kırmızı tuğla duvarları ile Kremlin sarayı, sağınızda renkli kuleleri ile Aziz Vasili katedrali, karşınızda rustik taş işçiliği, çelik ve cam ile inşa edilen 120 yıllık alışveriş merkezi GUM ve solunuzda yine kırmızı renkli Moskova Tarih Müzesi... Basil Kilisesi, Saat Kulesi ve Lenin’in Mozalesi ise sayılabilecek diğer tarihi yapılar. Bu yapılar ve meydan tarih boyunca idamlara, gösterilere, geçit törenlerine, olimpiyat meşalesinin getirilişine ve mitinglere sahne oldu. Önemli olan nokta ise alışveriş merkezlerine, gökdelenlere, tarihi yapıya zarar veren binalara yer vermek kimsenin aklına bile gelmedi.
'1930 yılında tüm taşları yenilenen meydanda bugün Rusya’nın en önemli iki kutlaması yapılıyor: 1 Mayıs İşçi Bayramı ve 7 Kasım 'Ekim Devrimi*''
*Ekim Devrimi, Petrograd'daki Kışlık Saray'ın Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin eline geçmesiyle başlayan ve Sovyetler Birliği'nin kurulmasına yol açan olaylar dizisidir. Çarlık Rusyası'nda Gregoryen takvimine göre 25 Ekim 1917'de gerçekleşse de Miladi takvime göre 7 Kasım 1917'ye denk gelir.
Küba'daki Devrim Meydanı ise Che’nin mozalesini, Che’nin Fidel’e yazdığı ve dikili taş sütun üzerinde sergilenen son mektubunu, yine bu mozalenin olduğu yerde bulunan Devrim Tarihi Müzesi'ni ve Che ile birlikte hayatını yitiren gerillaların anısına saygıyı ifade eden bir salonu hala korumaktadır. Devrim Meydanı sadece o günün tarihini yaşatmaz, duygularını da taze tutar.
'Meydanlar biçimsel temsilcilik işlevini üstlenirler ve bu nedenle kent yaşamının odak noktasıdır.'
2000 YIL ÖNCE!
Anlatmak istediğim; meydan kavramının bir macerası vardır. Medeniyet ailelerinde farklı anlam ve iz düşümleri görülür. Her meydan bulunduğu kent içinde ayrı kimlik, karakter ve kişilik kazanır ve ayrı bir ruhu temsil eder. Meydanlar toplumsallığın pratik olarak yaşandığı geniş mekanlardır. Bu kapsamdaki en temel bilgiyi ise Romalı mimar Vitruvius (Marcus Vitruvius Pollio) bundan tam 2000 yıl önce 'De Architectura' adlı kitabında yazdı. Başarılı bir mimarlık için 'Utilitas, Firmitas, Venustas' (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu söyledi. Bir mimar için sağlamlık, kullanışlılık gibi gerekçelerin bir anlamı olabilir belki ama peki güzellik kavramının? Vitruvius'un o gün söyledikleri 1800 yıl sonra bile yarattığı geleneği devam ettirdi. Rönesans’ta. Bizim için tüm bunlardan öte Vitruvius, meydan ölçülerinin mekân içinde gerçekleştirilecek eylemlerle ve kullanıcı sayısıyla ilişkilendirilmesi gerektiğini söyledi. Bundan tam 2000 yıl önce! Meydan ne insanların dağılmasına neden olacak kadar büyük, ne de mekân içindeki nesnelerin rahatça algılanmasını önleyecek kadar küçük olmalıydı. Bugün Kızıl Meydan tam olarak 73 bin metrekare... Ne dersiniz? Tarihe yaptığı katkı ile doğru orantılı değil mi? Küba'daki Devrim Meydanı ise Che Guevara ve arkadaşlarının o günlerde yaşadıklarını rahatça anlatabilecek kadar düzenli ve geniştir.
O halde Vitruvius neyi keşfetmişti...? Yapılar neden sanatsal olmalıydı ya da o meydanlar neden geleceğe geçmişi anlatmalıydı? Meydanlar neden eylem ve kişi sayısı dikkate alınarak yapılmalıydı? Çevresindeki binalar bir meydan için neden bu kadar önemliydi? Özgürlük, eşitlik, adalet ve insan için, gelecek için verilen mücadeleler unutulmasın diye olabilir mi! Çarpık kentleşmenin hüküm sürdüğü bölgelerde, meydanlara yer kalmayan ya da çirkin çıplaklıklar oluşan yerleşimlerde adaletin yer bulamayacağını taaa o zamandan mı keşfetmişti yoksa? Kentlerimizin yada dünya kentlerinin diye genelleyelim, bir çoğu neden Vitruvius'un bundan tam 2000 yıl önce öngördüklerini dikkate alamıyor.... Neden her bulduğumuz araziden otoban geçiriyor, neden tarihi değerlerin üzerine binalar dikiyoruz, neden meydanları alışveriş merkezine dönüştürmeye çalışıyoruz. Ancak soru sorarak bir yere varamayız. Sorular gerçekleri değil, cevapları doğurur. Gerçekleri biz buluruz.
Bu noktada en güzel cevabı, Fransa'daki Concorde Meydanı için bir yazar olan Curzio Malaparte vermiştir; 'Concorde Meydanı meydan değil, aydınlıktır.'
Çok sevdiğim bir kitaptan da alıntı yapmam gerekirse karakter şehrin mimarisi için şu kelimeleri kullanır; 'Yapısal olarak paydadan mahrum bir muhitte insanların aşkları kısa sürer, kavgaları uzun'
Özetlemek gerekirse: meydanlara zarar vermek, çevresini korumamak, değerine saygı göstermemek, olayları hatırlatacak eserlere yer vermemek şehir hayatının tadını kaçırır. Kanlı Pazar'ı unutmak, Taksim Meydanı'ndaki Kanlı 1 Mayıs'ı unutmak, Gezi Parkı protestolarını unutturmak vicdansızlıktır, meydanlarda yaşananları unutmanın haksızlık olduğu kadar. Meydanlara sahip çıkmamak geleceğimizi hiçe saymaktır. Demokrasi meydanlarda yeşermiştir, kentleri meydansız bırakmak demokrasiyi kökünden söküp atmaktır!
Dip not: Vitruvius'u duyduğunuzda eminim bu ismi farklı bir yerden hatırladığınızı düşündüğünüz olmuştur. Hafızanızın size bir şeyler hatırlatmak istediği ortada ama ben size yardımcı olabilirim. Leonardo Da Vinci kitaptaki oranlardan ve düşüncelerden etkilenerek defterine Vitruvius Adamı eskizini çizer. Vitruvius mimariden öteye gidememiştir, alanı mimari olan bir adam neden bu kadar geniş düşünür demek büyük haksızlık olur. Vitruvius 'un etkileri ortada. Antik Çağ’dan Ortaçağ’a, özellikle Rönesans’a hükmeden bu şahsiyet, Leonardo Da Vinci başta olmak üzere, İtalyan hümanist Francesco Petrarca ve Bramante, Sebastiano Serlio, Andrea Palladio, Leon Battista Alberti gibi mimarları da etkilemeyi başarmıştır.
Dibinde dibi not: Vitruvius kitabı ve anlatmak istedikleri için şöyle diyor; “Kuşkusuz sanatsal mükemmelliğin bilinmemesi nedeniyle doğal olarak fark edilmeyişine de şaşmamamız gerekir; ancak iyi hakemler, sosyal ilişkilerin __etkisiyle sık sık göstermelik bir beğeniye yönlendikleri zaman en büyük kızgınlığın gösterilmesi zorunludur. Şimdi, Sokrates’in arzuladığı gibi duygularımız, düşüncelerimiz ve öğrenimle kazandığımız bilgiler açık seçik görülebilseydi, tanınmış olmanın ve aşırı övgünün bir etkisi kalmayacak, doğru ve sağlam bir öğrenimden geçerek bilginin doruğuna erişenler, kendileri hiç uğraşmaksızın görev alabileceklerdi. Ancak bu gibi şeyler, olmaları gerektiğini düşündüğümüz gibi açık ve belirgin görünmedikleri için ve öğrenim görenlerden çok cahillerin kayırıldığını izlediğimden ve şeref kazanma uğraşında cahillerle uğraşmayı kendime yakıştıramadığımdan bilgi alanımızın mükemmelliğini bu bilimsel yapıtı yayınlayarak göstermeyi yeğliyorum.”
Onur Özdemir
Yorum Yazın