Mesela çocuklar taklitle öğrenirler. Taklit yetisi öğrenmede depo işlevi görür. Anlamaz ama taklit eder programdır. Maymun, papağan, robot gibi mukallitlerin akılları çocuk aklı gibidir. Taklitten talim ve tahkike geçtikçe yani fark ettikçe bilmekten anlamaya, anlamaktan sezgiye geçer.
Aklı baliğ olur. İnsan derin planda kendini arar. Çünkü tüm yetiler ancak bilen ile anlam kazanır ve kişi tatmin olur. İnsan bilgi yolu ile iletişime ve tecrübe etmeye programlanmıştır. Nihayetinde yolculuğu hep kendinden kendine yani O’ndan O’nadır.
Tabi insan bu yolculuğa hadi kendimi arayayım diye başlamıyor ancak yaptığı her şey bilincine yani biz-zat kendisine konu oluyor. Aile, kültür, yaşadığın coğrafya bunlar hep kendini bilmenin yani kaderin alt zeminidir.
Mesela demir çağındaki insan aklını kullanıyor, kılınç gibi, bıçak gibi bazı aletler yapıyor. Demiri işliyor; demir insan aklı ile işleniyor. Doğada bıçak, balta, mızrak yok. Doğada traktör de yok. İnsan aklının motor olarak açığa çıkması traktördür. Demiri, yağı, suyu, tuzu, doğayı kullanıyor ve alete işliyor ve onu kendisi için kullanıyor. Kendine konu ediniyor. Taş devrinde taşı kullanıyordu ve bilgi ve bilinç devrinde ışığın parçacık ve dalgacık etkilerini kullanarak yeni teknolojiler icat ediyor. Kısaca doğayı ve aklın yasalarını kullanarak aklımıza ve bilincimize şekil veriyoruz. Bunlar zaten akla yüklenen programların dış doğal uzantısı gibi icat ve keşif ediliyor. Kapılar ancak o konuda çalışanlara açılıyor. Bilimsel keşif ve icatlar insan aklının sınırlarını görebilme kendini tanıma bilme yöntemleridir. Aşk ve çaba ile olur. Rabbi onu o konu hakkında sıkıştırır cebr eder tecelli bilinmek görülmek ister. Dua kişinin aşkı ve çabasıdır.
Hz Muhammed (as) “Ey Rabbim bana eşyanın hakikatini göster” demiştir. Ve şeyler, onlarla kurduğun derinlik ölçeğinde sana bildirir bilirsin. Bir yasa altında kendini öyle bilirsin başka bir yasa altında böyle bilirsin.
Her hissedişin yetinin doğada temsil ettiği bir kanun, bir yasa vardır. Atomun cazibesi aşk olarak çıkar, itmesi ise nefret olarak tezahür eder. Kuvveyi şeheviye ve kuvveti gadabiye itme ve çekme kuvvetidir. Anlama ve kullanma arzusu ve insana özgü bir durumdur, bir çabadır. Hayvanın böyle bir derdi yok. İnsan demir çağında demiri belli bir sıcaklıkta eritiyor ve ona şekil veriyor. Bilgi çağında ise bilinci anlamak için fotonları eğip büküyor ve bilincin nesne ile olan bağında dirençleri fark ediyor yasaları kavrıyor ve ona şekil kıvam veriyor. Makine insan, insan makine birliği ve ayrımı bu asırda Hakk ve batılın birbirinden ayrılması gibi kesin ve net olacak. İrade ve bilincin yüksek etkilerine şahit olacağız. Sanal simülasyona girmekle bildiği dünyadaki beden zihin yapısını ve dahi nesneleri aşıyor ve onları kaynağı olan bilinci gözlemlemeye doğru seyir ediyorsun.
Doğadaki kuvvetler enerji seviyeleri, insan aklında kavramlara, duyularında ise duyumsamalara beden de ise organlara denk gelir. Bir insanda her hayvan seviyesinde huy ve karakter her element seviyesinde molekül ve dizilimleri vardır. Kainat ağacının meyvesiyiz. Akılı kullanma yetisi doğadaki kuvvetlerin en zirve nihai noktasıdır.
Doğanın aklı insan aklı tarafından işleniyor. İnsan kendi doğal doğasının aklını kullanıyor.
Mesela Mısır piramitleri, mabetler aklın içinde yaşamayı temsil eder. Rüyada mabet içinde gezmek aklın içinde gezmektir. Her sembolün simgenin bir anlamı vardır. Doğa malzemesi akıl ile işlenmiş ve insan aklının içine girmiş olur. Ve piramitlerde aklın üst düzey bilgi ve tecrübeleri vardır. Taşlar özellikle öyle ince açı ve hesaplarla işlenmiştir ki bu şekil verme doğanın değil insan aklının bir ürünüdür. İnsan doğadan, doğa da ilahi olandan ayrı değildir. Piramitler insan aklının, akıl üretme noktasında serimlendiği insan üretim laboratuvarlarıdır.
Günümüzde de sanal simülasyonlar, kuantum keşif ve araştırmalar yeni insan modeli üretme amacı ile kullanılmaktadır. Konu yine insandır. Çalışanlar farkında olsa da olmasa da.
Çağlar boyunca doğada, mağarada yaşayan avcılık toplayıcılık yapan varlığa da insan demişiz, aklın dizayn ettiği şehirde kültürde teknoloji içinde yaşayan varlığa da insan demişiz. Halbuki nerede yaşarsa yaşasın insan; varoluş gerçeğini bilinçli eylemine bağlayan varlığa denilir. Yani ontolojik gerçeğini bilen doğru eylemlerde bulunur ve kendisi inşa eder. İman eder salih amel işler. İman ontolojik gerçekliğini tecrübe etmektir salih amel ise bununla doğayı ve kendini işlemektir. Kişiye çalıştığından başkası yoktur. Ne mağaranın ne de teknolojinin ne de dışarıdan bir uzaylının inşası ile olur. Çaba, seçim senin iradene bağlanmıştır.
Doğa insan aklının malzemesidir; akıl ise doğanın zirve yaptığı noktadır. Ve insan aklı ile doğayı kullanıyor ve onu yeniden üretiyor farklı bir şekilde işliyor.
Doğada sesler var ama müzik yok ve doğadaki sesler müzisyenin aklında sezgisinde müziğe dönüşüyor. Dünyanın neresinde müzik yaparsan yap aynı sesleri kullanırsın, sesler değişmez ama yorumlanması farklıdır. Duygular sayısınca beste var diyebiliriz.
İnsan doğayı, nesnesi malzemesi olarak kullanıyor ve aslında kendini yine kendi doğası içinde yeniden üretiyor.
İnsan kendinin de yaratıldığı unsurlar olan ateş, hava, su, toprağı kullanıyor, onlara şekil veriyor, var olandan yeni bir form ile üretim yapıyor. İşte bu net denir ağ denir.
Mesela dil, müzik öyledir… Doğadaki sesler müzisyenin sesi kullanma işleme yetisi ile müziğe dönüşüyor. Müziğin ruhu ise sanatsal duyarlılığa ve bilince farkındalığa dönüşüyor.
Dünyanın neresine giderseniz gidin dinlediğiniz müzik doğadaki seslerin türevidir. Doğada ses olmasaydı müzik olmazdı. Müzik doğadaki seslerin ruha hitap eder tarzda işlenmesidir. Sesler duyulur ve akıl tiplerine göre her birimizin içinde çalmakta olan farklı farklı senfoniler var. Ses ve görüntü duygu hepimiz tarafından farklı duyumsanır ve yorumlanır.
Harran’daki evler Mısır Piramitlerinden öncedir. Mağaraların ev olarak kullanılmasından sonraki süreçtir, mağaralardan ilham alınarak inşa edilen yapılardır.
Mağaradan Harran’daki ev yapılarına geçen insan, aklını kullanmış ve bir eşik kırılması yaşamıştır. Avcı ve toplayıcı bilincinden o evi inşa etmeye, sabanı bulup tarım ticaret yapıp medeniyetler kuran insan aklı ile her zaman bir devir kapanmış yeni bir devir başlamıştır. İnsan her devirde aklını farklı şekilde kullanmış evrimi içinde devrim yapmıştır. Evrim otomatik olarak işleyen doğaya, bitkilere, hayvanlara ait yatay miraç iken, akılı ile bilinçli devrim yapan İnsan ise dikey miracı da bilir. İnsan evrim ve devrimin yatay ve dikeyin dengesidir
Ontoloji olarak düşünürsek her devir dönem ve devrimlerin arasında uçurumlar var. Ağaçlardan mağaralara, yıldızlardan cennetlere kadar seyir eden bir yuva özlemi yaşam ve güveni arayışı içinde. Tarım ile hayvancılık ile insan ilk defa kendi emeğine bağlı bir varlık haline geliyor, Traktör ile motor gücü ile aklı ile doğadan öğrendiğini üretiyor, yiyor, doğayı kendisine malzeme yapıyor.
Antik dönemde doğaya Kibele (Tabiat Ana) derlerdi ki doğa bizi besliyor, onun karşısında çocuk gibiyiz. Önce taklit ediyoruz sonra akıl ile devrim ile onu kullanıyor ve anlam yolculuğuna faklı bir pencereden bakıyoruz. Anaerkil toplumlarda asıl olan doğadır, biz onun çocuğu konumundayız. Ataerkil toplumlarda ise tam tersi, doğa bizim çocuğumuz ve biz ona egemen oluyor onu kullanıyoruz.
Burada “işlenen” doğa “işleyen” ise akıldır. İşlenen ve işleyen tanımlamasını pasif-aktif olarak düşünürsek, o zaman doğayı kendi amaçları için dönüştüren insan Küllü irade altında insanı insan ile işliyor. Külli irade insanı insan ile işliyor. Göklere ve yere sığmadım ancak insanın kalbi beni kabul etti.
Kibele doğayı, Afrodit ise onun zıttı olan modernliği yani doğayı kullanmayı temsil eder. Kibele doğanın bedenlenmesi ve doğurmasının simgesi iken Afrodit kendisine biçim veren ve cazibesi ile erkeği kendisine çeken ve işleyen dişil ögeyi tanımlar. Havva ve Lilith gibi. Havva ve Kibele doğayı, Lilith ve Afrodit ise modernliği ve cazibeyi işlemeyi temsil ediyor. İnsan her ikisi arasında berzah varlığıdır.
İnsan doğa eli ile sunulanı doğru işler ve biçim verirse dengeyi bulur.
Bu anlamı ile doğayı işlemek kendini inşa ve keşiftir. Bu işleme edimi yani biçim ve yaratma edimi insana özgü kreatif bir biçim verme sanatıdır. Kısaca insan doğada kendini hazır ve doğaya egemen olarak bulmuyor ve doğayı emeği ile kendine hizmet ettiriyor ve melekler secde ediyor. Belli isimler ilkeler yasalar altında onlara öğretiyor öğreniyor ve kendine uygun hale getiriyor. Sonuçların zahmetini de rahmetini kendisi çekiyor.