“Sabır” kelimesinin anlamını, yedi kiremit (dalya) oyunu oynadığımızda, taşların yıkılmasını beklerken öğrendik.
Annemizin oyun oynarken “en geç ezan okununca eve gel” demesiyle, ‘’sorumluluk’’ kavramını öğrendik.
Yenilsek bile güle oynaya “bir dahakine siz görürsünüz” dedikten sonra da “umut etmeyi” öğrendik.
Arkadaşımız yere düşüp dizini kanattıktan sonra koluna girerek çeşmeye götürdüğümüzde öğrendik “yardımlaşmayı”.
“Paylaşmayı” oyun arasında annemiz ismimizi seslenip, elimize tutuşturduğu salçalı ekmeğin yarısını arkadaşımıza verdiğimizde öğrendik.
Kazandıktan sonra olimpiyatları almış gibi birbirimizi kucaklayıp, sarıldığımızda öğrendik “sevgiyi”.
Futbol oynarken sert vurmak yoktu. Burada “şefkat” duygusunu öğrendik.
“Adaleti” iki taş arasını aynı kişinin ayaklarıyla ölçüp iki kaleyi kurduğumuzda öğrendik.
Saklambaç oynarken sobelenen arkadaşımıza diğerlerinin nerede olduğunu sorup, bilse bile söylemediğinde öğrendik “dürüstlüğü”.
Evcilik oynarken anne ya da baba olduğumuzda “sahiplik, birbirimize kol kanat germek” kavramlarını öğrendik.
Meğer fark etmeden oyunlar ne çok şey öğretmiş bize. Bilişsel kazanımların yanında bilmeden hangi değerleri kazanmışız. Salçalı ekmek tadında ne çok mutluluk paylaşmışız. Ezan vaktine kadar ne çok sevgi barındırmışız. Hele de yere düşen arkadaşımıza pansuman yapan nice gönüllü doktor olmuşuz.
Okumanın da yaşı yoktur, oyun oynamanın da. İçinizdeki çocuğu özgürleştirin, bırakın eşikten adım atarak hayat ile tanışsın. Üstümüz kirlenecek diye korkmadan, kimseden utanmadan yaşayın, yaşatın. Değerlerine, geleneklerine, örf ve adetlerine bağlı, özgüvenli, iletişim becerisi yüksek, hayata sıkı sıkı tutunan, merhametli bir nesil yaratmak tamamen bizim elimizde. Onların minik yüreklerine belki bir oyunla belki bir tebessümle dokunabiliriz. Haydi çok geç olmadan…
Yorum Yazın
Toprakla oynamayı özledik, göz göze muhabbet etmeyi çıkarsızca, teknoloji uzakları yakın ederken samimiyetle kurulan bağları da çekti aldı sanki. Kalabalık i... Devamını Gör