Sinemaları, tiyatroları, kitapçıları, meyhaneleri ile İstiklal Caddesi ne kadar üst kültürün bir vitriniyse, caddeyi diklemesine kesen ara ve arka sokaklar tam bir viraneydi. Üst ve alt sosyoekonomik statülerin bu kadar birbirine yakın, bu kadar iç içe olup da birbirini rahatsız etmeden yaşadığı başka bir mekân olduğunu zannetmiyorum. Sınırları sanal olarak çizilmiş olan bu semtte, sanki sınır boyu gümrükler vardı; ara sokaklardakiler İstiklal Caddesine, caddedekiler ise ara sokaklara çok fazla girmezlerdi.
İstiklal Caddesi’nin 90’lı yılların başında, araç trafiğine kapanmasıyla birlikte, Beyoğlu’nda yeni bir değişim başladı. Yaya trafiğinin artması, alışverişin artması demekti. Alışverişin artması ise ünlü giyim markalarının dikkatinin bu caddeye çevrilmesine neden oldu. Beymen ile başlayan, büyük markaların caddeye akını sonrasında, dükkân kiraları yükselmeye başladı. İstiklal Caddesi esnafının büyük bir kısmı yükselen kiraları ödeyemez oldu. Önce birahaneler ve meyhaneler terk etti caddeyi. Neyse ki fazla uzağa gitmediler, arka sokaklara doğru kaçtılar.
Arka sokakların pavyonları ve batakhaneleri ise, caddeden kaçıp, bu sokakları işgal eden yeni esnafa dayanamayıp, mekânı terk etmeye başladılar. Sonraki yıllarda, öğrencilerin ve entelektüellerin ilgisinin artması üzerine, arka sokaklar büyük ölçüde ‘temizlendi’ ve korkmadan yaşanabilir yerler haline geldi.
Caddeye tekrar dönelim; Birahane ve meyhanelerden sonra çiçekçi, ayakkabıcı, terzi gibi küçük esnaf ile meşhur Bonmarşe oyuncakçısı da caddeyi terk ettiler; kimi iflas etti, kimi ise başka semtlere taşındılar. ‘İstilacı’ büyük giyim markalarının Caddedeki saltanatı da çok uzun sürmedi. Şehrin değişik semtlerinde kurulan AVM’ler, İstiklal Caddesi gibi pek çok caddenin cazibe merkezi olmaktan çıkmasına neden oldu. Bu yeni alışveriş merkezleri tüketicilerin satın alma alışkanlıklarını değiştirince, sadece İstiklal Caddesinde değil, Osmanbey, Harbiye, Eminönü gibi pek çok ünlü caddedeki esnaf da kepenk kapatmak zorunda kaldı.
Bu yıllar öğrencilerin, sanatçıların ve entelektüellerin bölgeye ilgisinin artarak sürdüğü dönemdir. Kültür hayatı henüz caddede ve çevresinde bitmemiştir. Ara ve arka sokaklarda, kızlı erkekli gidilebilen kafeler, birahaneler, nargile dükkanları vs. bu kesim için yeni çekim merkezleri olmuştur. Ancak Cadde’de durum farklıdır; artan kiralar karşısında çaresiz kalan kitapçılar, sinemalar ve tiyatrolar da fazla direnemez ve teker teker kapanırlar.
***
2000’li yıllar, devlet yardımıyla yaratılan yeni zengin sınıfı, komprador burjuvazinin ortaya çıktığı dönemdir. Bu yeni sınıfın mensupları klasik burjuvazinin kültürüne sahip olmadıklarından, tüm zenginliklerine rağmen kendilerini ‘eksik’ hissediyorlardı. Haklı olarak ‘Beyaz Türkler’ tarafından dışlanmalarını kabul etmiyorlar ve bizzat Beyaz Türklerin yaşam alanlarının olduğu mekanlara takılarak, bir tür meydan okuma başlatıyorlardı. Bu mekanlardan biri de Beyoğlu semti idi.
Beyoğlu profilindeki bu değişim, bir anda bölgeyi kebapçı ve dönerci cenneti haline getirdi. Ağaca ve yeşile tahammülü olmayan Beyoğlu belediyesinin kesip yok ettiği ıhlamur ağaçlarının mis gibi kokusunun yerini, et kokusu aldı. Bu koku, ülke turizminin ana gelir kaynağı olmaya aday Arap turistlerin de burnuna gitmiş olmalı ki, eskilerde Tarabya ve Sarıyer’de mekân tutmaktayken, yönlerini Beyoğlu’na çevirdiler.
Zengin Arap turistlerin bölgeye ilgisi, esnaf profilini de tamamen değiştirdi. Bölge tamamen yeni ziyaretçilere göre dizayn edilmeye başladı. Zengin Arap turistleri ziyadesiyle mutlu eden kebapçı ve tatlıcılar İstiklal Caddesini ele geçirmeye başladı. Tabelalarında 1800’lü yıllardan beri faaliyette olduğunu yazan pek çok tatlıcı türedi. Tarihi Hacı Bekir Lokumcusu, yeni açılan tatlıcı dükkanlarının yanında, mahalle bakkalı gibi kaldı.
Yorum Yazın
Bu daha iyi günlerimiz. Her yıl daha da kötüye gidecek. Ülkeyi Araplardan gelecek 3 kuruşa mahrum bıraktılar o yüzden de tüm kültürel değerlerimizi kaybettik... Devamını Gör