Genetik Yatkınlık: Buna aileden alınan miras diyebiliriz. Psikolojik altyapıda genetik yatkınlık varsa çevresel uyarımlar ile ruh sağlığının bozulması tetiklenebilir.
Travma ve Stres: Erken yaşta yaşanan travmatik olaylar, şiddet, istismar veya uzun süreli stres, ruh sağlığını olumsuz etkileyebilir. Bu etki kronik olarak devam eder. Çünkü hafızalarda yer alır ve en ufak hatırlatıcı faktör ile gün yüzüne çıkar.
İlişkiler ve Sosyal Destek: Güçlü sosyal destek ağları ve sağlıklı ilişkiler ruh sağlığını olumlu etkiler. Ancak bu kadar ağ düşkünü (network) olmak da odak noktasını şaşırtır. Bunun yanında yalnızlık ve sosyal izolasyon da ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir.
Yaşam Koşulları: Belki de yüzyıllardır uyum sağlamaya çalıştığımız yaşam koşulları, ekonomik sıkıntılar, işsizlik ve yaşamı bir başkası ile karşılaştırmalı kabullenme, ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir.
Beslenme ve Egzersiz: İşte bu en önemlilerinden ve en kolay düzeltilebilenlerden. Hadi biraz sağlıklı beslenme, hadi biraz hareket.
Uyku Kalitesi: Zor tabi günlük profesyonel hayatımızda yaşananları eve, hatta uykuya taşıyamamak. Buna beslenme alışkanlıklarını da eklemek lazım.
Karşılaştırma ve Benlik Saygısı: Sosyal medyada sürekli olarak başkalarının hayatlarıyla kendi hayatımızı karşılaştırmak, benlik saygısını ve genel yaşamda kendimizden memnuniyeti düşürür.
Sosyal Medya Bağımlılığı: Aşırı sosyal medya kullanımı, bağımlılık benzeri davranışlara ve gerçek hayattan kopmaya neden olabilir, bu da depresyon ve anksiyete gibi ruh sağlığı sorunlarını tetikleyebilir. Sosyal medya bağımlığı bir nevi hipnoz etkisi yaratırken kimseyi zekileştirmiyor, olanı da beynimizden alıyor.
Yukarıda saydığımız her bir madde ruh sağlığımız açısında bir durum tespiti ve kesinlikte stress faktörü.
Stress bağışıklık sistemimiz üzerinde ciddi baskılayıcı rol oynar. Hücresel yaşlanmadaki etkisi çok yüksek. Hem fiziki hem de ruhsal izler bırakır.
Alındaki yaş çizgileri yaşanmışlıkların D-100 karayolu desek yeridir. Ancak ne yazık ki bu izler H-100 ile silinmiyor.
Bunlardan tamamen kurtulabilmek gerçekçi değil. Olanı unutmak ve yola devam etmek de gerçekçi değil.
Diyelim ki, gençlik aşısına bir 'çip' ekleniyor ve bu çip, ruhumuzu da gençleştirebiliyor. Bu çip sayesinde, tüm eski korkularımız, endişelerimiz ve yaşlılıkla gelen o hafif melankoli silinip gidiyor. Artık yalnızca bedenen değil, ruhen de genç hissediyoruz. Sabahları aynaya baktığımızda, cildimizin tazeliği kadar, gözlerimizin içindeki neşeyi de görebiliyoruz.
Ancak, şimdilik böyle bir çip yok. Yaşlanmanın korkutucu yüzüne karşı savaşmak için silahlarımız, sadece kozmetik ürünler ve estetik müdahaleler. Gerçek şu ki, fiziksel güzelliği koruma çabası, bazen yaşlanmanın getirdiği ruhsal değişiklikleri maskelemenin bir yoluna dönüşebiliyor. Gözlerimizin altındaki torbaları gizleyebiliriz, ama gözlerimizin içindeki yılları saklamak o kadar kolay değil.
Bu 'çip' fikri aslında bizlere bir şeyi hatırlatıyor: Yaşlanmak sadece bedensel bir süreç değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuk. Belki de gerçek gençlik, cildimizin altında değil, kalbimizin derinliklerinde gizli. Gerçek gençlik, yaşamın her evresini kabullenmek, geçmişin ağırlıklarını hafifletmek ve her yeni günü, içindeki tüm olasılıklarla kucaklamak demek.
Sonuç olarak, 'gençlik aşısına çip takmışlar' meselesi, belki de bize yaşlanmanın sadece bir sayı olmadığını, asıl önemli olanın iç dünyamızın genç ve dinamik kalması olduğunu hatırlatıyor.
Unutmayalım, gerçek gençlik, ruhumuzun derinliklerinde saklı.
Instagram
Linkedln
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio