Algılamak, tamamen duyusaldır. Yani biyolojik yapımız gereği duyarız, görürüz ya da tat alırız vs. Felsefe ise; algılama sonrasında devreye girer. Felsefe, beyni aktif hale getirmeyi ve düşünmeyi talep eder, oysa algılamada düşünme yoktur. Karşımdaki kişi, öfkeli bir anından bana “senden nefret ediyorum” diyebilir; eğer kulaklarımda fizyolojik bir bozukluk yoksa bunu duyarım, algılarım. Ama onun bu sözünde samimi olup olmadığı, ona inanıp inanmadığım ya da onun bu sözüne karşılık nasıl hissedeceğim ve davranacağım konusu düşünmeyle yani felsefeyle ilgilidir.
- Düşünmenin felsefe için ne kadar önemli olduğundan bahsettiniz, “felsefe olmadan düşünmek mümkün mü?” diye sormadan geçemeyeceğiz.
Düşünmek evet ama doğru düşünmek hayır. Felsefe olmadan düşünmek işte o annemin benim bunalıma girmemden korktuğu gibi bir düşünmedir. Yani kara kara düşünmek, Karadeniz’de gemilerin batmış gibi düşünmek. Oysa felsefe çözüme yönelik, anlamaya yönelik, aydınlık bir düşünmedir. Felsefesiz bir düşünme, bir labirentin içinde oradan oraya koşup duran ama çıkışa ulaşamayan bir düşünmedir. Çıkış yolunu ancak felsefe ile bulabiliriz.
- İnsanların kendilerini veya olayları sorgulaması için konunun derinine inmeye başladığımızda ve çok soru sorduğumuzda çoğu zaman 'felsefe yapma' cümlesiyle karşılıyoruz. Halk nazarında felsefe yapmanın olumsuz çağrışımları var, diyebiliriz. Sizce bu durumun sebebi nedir ve ne yapılmalı?
Bence bunun en önemli nedeni, felsefenin aslında ne olduğunu, ne öğrettiğini ve yaşamımızla ilgisini kuramamak var. Felsefe sanki, bizden uzun uzun yıllar önce yaşamış insanların, bizimle hiçbir ilgisi olmayan konularda söyledikleri bir dolu sözden ibaretmiş gibi düşünülüyor. Ve okullarda verilen felsefe eğitimi de bu anlayışın yaygınlaşmasına neden oluyor. Şu, şunu yaptı; bu, bunu söyledi. Oysa okullarda felsefe yapmak değil felsefe tarihi öğretiliyor ve üstelik felsefe tarihi de yaşamımızla bağlantısı gözden kaçırılarak anlatılıyor. Oysa bütün bir felsefe tarihi boyunca söylenen her şey, insana ve onun yaşamına dair ve bizim yaşamlarımızla derinden ilgili.
Felsefe tarihi dediğimiz şey nedir? İki bin yıl önce yaşayan insanlarda mutluluğun, özgürlüğün, dostluğun ya da adaletin ne olduğunu düşünmüştü, biz de düşünüyoruz, hatta iki bin yıl sonra yaşayanlar da düşünecek. Bizim yaşadığımız kaygıları, acıları, mutlulukları, umutları, umutsuzlukları bizden önce yaşayanların tecrübelerini dinlemeye, onların buldukları çözümleri hayatımıza katmaya ihtiyacımız var. Yani aslında felsefe yapmak zorundayız. İnsanlık var olduğu sürece “Felsefe yapma” diyenlere inat felsefe yapılacak, hatta böyle diyenlerin kendileri bile hayatta öyle bir an gelecek ki kendilerini, hayatlarını ve varoluşlarını sorgularken bulacaklar, yani ister istemez felsefe yapacaklar.
- Akademik anlamda Türkiye’de felsefenin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye' de felsefeye olan ilgiyi, felsefenin gelişimini nasıl buluyorsunuz?
Çok değerli akademisyenlerimiz, hocalarımız var. Ancak her şeyde olduğu gibi bu konuda da yabancı ülke hayranlığımız yüzünden onların değerini göremiyoruz, gözden kaçırıyoruz. Oysa ki yurtdışında eğitim almak ya da yabancı olmak, sizin daha iyi felsefe bildiğiniz anlamına gelmez. Bu sadece başka bir dilde felsefe çalıştığınızı gösterir. Bence felsefe bir eğitim işi olduğu kadar aynı zamanda tıpkı sanat gibi bir yetenek işidir de. Ne kadar eğitim alırsanız alın, eğiliminiz yoksa felsefede eskiden beri tekrarlanan her şeyi bir kez daha söyleyen ama özgün bir fikir üretemeyen biri olarak kalırsınız.
Bizim çok iyi eğitimli ve yetenekli felsefecilerimiz var. Bir İoanna Kuçuradi, bir Betül Çotuksöken gibi kendi kavramlarını ortaya koyan ve bu kavramlarla felsefe yapan dünya çapında hocalarımız var. Felsefe uzunca bir süre, son derece elit bir uğraş olarak görüldü, sıradan insanın hayatından uzak birtakım kuramsal tartışmalar olarak düşünüldü ancak şimdilerde felsefi danışmanlık, çocuklar için felsefe gibi başlıklar altında biraz daha hayatlarımızda yer almaya başladı. Felsefe akademinin dışına çıktı ve bu da son derece sevindirici. Tabii, bu çalışmaları kimlerin yaptığına ve onların felsefi birikimlerinin ne olduğuna dikkat etmek gerek aksi takdirde hekim olmadan hekimlik yapan kişilerin eline düşmüş hastalar gibi bu kez zihinlerimizi felsefe bilmeyenlerin ellerine teslim etmiş oluruz.
- Hocam sizin aşk konusunda da akademik çalışmalarınız var. Her şeyin dijitalleştiği dünyamızda aşkın geleceğiyle alakalı 'Eros’un oklarının yerini ‘internet ağı, kablosuz bağlantı sinyali’ aldı. Eros, işlerini internet ağı üzerinden yürütüyor.' dediniz. Aşkın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Adına ister dostluk diyelim, ister aşk, insan ilişkileri son derece karmaşık ve incelemeye değer. Benim de en çok ilgilendiğim konulardan biri aşk. Antik Yunan’da Eros oklarını atıp insanları birbirlerine aşık ederdi. Günümüzde ise artık insanlar internet ağları aracılığıyla sosyal medya üzerinden birbirini görüyor, tanıyor hatta aşık oluyor. Eros ok kullanmıyor, internet sinyalleri gönderiyor, bu sinyaller sayesinde gönderilen fotoğraflar ve yazışmalar aracılığıyla işlerini yürütüyor.
Ama bence insanlar, ister internet üzerinde tanışsınlar, ister okulda, işte, ister köşedeki kahvecide ya da bir arkadaş sohbetinde, aşk her zaman aşktır. Belki şimdi sosyal medya üzerinde çok daha fazla sayıda insanla karşılaşma olanağımız olduğu için aynı zamanda yanılma ihtimalimiz de artıyor ama ben gerçek aşkın bir şekilde yolunu bulacağını düşünenlerdenim. Tıpkı suyun akıp yolunu bulması gibi. Gerçek aşk ve gerçekten aşık olanlar her zaman var olacak ama aynı zamanda aşk sanısına kapılanlar ve aşık olduğunu sananlar da her zaman olacak.
Yorum Yazın
Biraz uzun bir yazı olacak ama fizik okurken ben de "felsefeye mi geçsem acaba?" diye düşünmüştüm, zira üniversitemizin sorgulamak ve hevesten ziyade itaat v... Devamını Gör
Binlerce yıl halktan felsefeyi kopararak felsefeyi kendilerine özgü bir şeymiş gibi lanse edenler. Binlerce yıl insanlar gerçeğin peşinde koşuyor da filozof ... Devamını Gör