Hani hep dert yandığım “biz neden böyle işler yapamıyoruz?”un cevabını bir kere daha almış oldum.
Bizde illa ki büyük acılar, bağırmalar, çağırmalar ve sinir krizleri olması gerekiyor yanılgısı var. Son zamanlarda bizim dizi müziklerine bakıyorum sadece bakışmaların altına koyulan müzikler bile psikolojik şiddet eğilimi gösteriyor. Bütün gün birine o müzikleri dinletseniz kendi kendine insanı delirtirsiniz.
Hani bazen duyguları bir bakışa tek bir kelimeye tek bir sarılmaya sığdırırsınız ya, bu dizi de öyle işte. En yakın arkadaşını kaybeden yaşlı bir adamın kaybıyla dalga geçerken söylediği iki kelimeye gözyaşı sığdırırsınız.
Diziyi izlemek belki belli bir yaş üstü izleyici için zor olabilir ama bence özellikle onlar için çekilmiş olduğunu da gözden kaçıramayız. Ölümün yaşla birlikte yaklaştığını yavaş yavaş etrafındaki insanları kaybettiğini gözler önüne serse de aslında en önemli şeyin bazen hayatta başarmak için savaştığımız zaferin kaç yaşında geleceğinin bilinmemesi.
Genel olarak bizim ülkemizde gözlemlediğim bir durum var. Yetmiş yaşına gelen ünlü, ünsüz insanımız bir köşeye çekiliyor. Aslında tam üretmesi, bilgisini aktarması gereken yaşta. Bundan da şu söz anlaşılmasın ama lütfen; ağır hastalıklar geçirmiş ya da yaşı gereği artık eskisi gibi işler yapamayan insanların program yapmasını da doğru bulmuyorum. O bana daha çok ekran önü egosu ve hırsı gibi geliyor. İkisini kıpkırmızı bir çizgiyle ayırmak gerekiyor.
Bu dizide Michael Douglas’ın yaratıcı ekipte olması eminim diziye büyük katkı sağlamıştır. Benzer örnek Grace and Frankie dizisinde Jane Fonda’nın hem oyuncu hem de yürütücü yapımcı olması ve yaşının 82 olması da bu duruma harika bir örnek.
Sonuç olarak iş hep duygulara kalıyor. Ne iş yaparsanız yapın, kaç yaşında olursanız olun işin duygusunu kaybetmeyin ya da en azından bir şeyi sadece yapmış olmak için yapmayın. Bakın ben ölmedim demek için, para için, hırs için yapmayın. Arkanızda güzel eserler bırakmak duygusuyla yapın.
Instagram
Yorum Yazın