Beyin, şimdiye kadar evrimsel süreçte gördüğümüz ve bildiğimiz en pahalı organdır. Bu pahası, sadece harcadığı enerji sebebiyle değildir (en başta o olsa da). Beyin, canlıların aldıkları günlük enerjinin genellikle 5'te 1'ine yakınını tüketir; ancak bunun haricinde, beyni korumak çok zor bir iştir. Nöronlar ağı, sert bir yapıdan oluşmamaktadır ve kolayca hasar görebilmektedirler. Bütün vücudu kontrol eden yapıyı bir arada tutmak iyi bir şey gibi gelebilir kulağa; ancak bu kadar önemli bir organa sahip olmanın çok ciddi bir dezavantajı da vardır: avcıların bu organın varlığını bilmesi ve ona yönelik saldırılar geliştirmesi. Beyne sahip olan bir canlı, aynı zamanda onu korumak için yöntemler evrimleştirmek durumundadır. Bu, aşırı masraflı bir iştir. Kafatası dediğimiz kemik, son derece sert bir yapıdır ve öyle olmalıdır da. Beyin ve kafatasının kütlesi, genellikle canlı için büyük bir yüktür. Üstelik bütün duyu organlarının burada toplanması, bütün kontrol mekanizmalarının burada olması, bu organı, dediğimiz gibi açık hedef haline getirmektedir. Bunlar yetmezmiş gibi, yapılardaki merkezileşmenin enerji tasarrufu açısından faydasından ötürü (yani bir organa sahip olmak, dağınık hücrelere sahip olmaya göre enerji açısından daha tasarrufludur), duyu organlarına ait bütün sinirler de beyinde toplanmaktadır ve hatta bu duyu organları da, beyne yakın bölgelerde bulunur; bu sayede iletişim hızı arttırılır. Dolayısıyla, duyu organlarını kullanarak yeni bir ortama girecek olan hayvan, beynini de ortaya koyarak riske atmaktadır.
Tüm bunlar ve pek çok daha fazlası, beyni son derece masraflı ve riskli bir organ haline getirmektedir. Dolayısıyla beyin, evrimin çok net bir takas ilkesi (trade-off) örneğidir. Büyük beyin iyidir, çok daha fazla fonksiyonel işlem yapabilmemizi sağlar, dolayısıyla zekanın, düşüncenin, duyguların evrimleşebilmesine yol açar; ancak öte yandan çok masraflıdır, besin tüketiminin çok daha fazla olmasına sebep olur, ölme riskini çok daha arttırır ve beyinde meydana gelebilecek hasarlar canlıya çok daha fazla zarar verebilir. Bu sebeple doğada asla ihtiyaçtan fazla işleve sahip bir beyne rastlamak mümkün değildir. Gördüğümüz 'ortalamadan büyük olan' beyinlerin tamamı, iyi bir sebeple evrimleşmiştir ve genellikle ortalamayı pek aşmaz. Sadece bazı spesifik türlerde bu beyin evriminin ciddi anlamda ileri boyutlara vardığını görürüz ki işte asıl incelediğimiz soru da budur. Neden bazı hayvanlarca (özellikle de insanda) bu kadar masraflı bir organ bu kadar şiddetli bir şekilde desteklenmiş ve evrimsel süreçte oluşmuştur? Hangi şartlar bu evrimin önünü açmıştır?
Biz, yapabildiğimiz için uçaklar yapmanın, binalar inşa etmenin, şehirler yaratmanın ve hatta düşünmenin çok önemli bir olay olduğunu sanır, bununla avunuruz ve kendimizi överiz. Halbuki sürekli olarak aklımızdan çıkardığımız, en temel doğa gerçeği olarak karşımıza çıkan bir gerçek vardır: Canlıların iki adet biyolojik varlık amacı vardır: hayatta kalmak ve üremek. Dolayısıyla sadece buna katkı sağlayan özellikler evrim tarafından
desteklenir, diğer hepsi elenir. Eğer ki bir canlının ihtiyacından fazla beyin evrimeştirmesi, ona çok daha büyük riskler getirecekse (büyük beyin, çok enerji, çok risk demektir), öyleyse bu canlı elenecektir. Sırf bir Mona Lisa çizme şansı olduğu için, Empire State binasını inşa edebilme potansiyeline
sahip olabileceği için, Kuantum Fiziği ve Evrimsel Biyoloji gibi ileri bilimleri keşfedebilme şansı olduğu için vahşi doğanın beyin evrimini destekleyeceğini düşünmek hatalıdır. Bunlar beyin evriminin bir yan ürünü olarak ortaya çıkmaktadır, hepsi zeka ile doğrudan ilişkilidir ve zeka olmazsa, hiçbirinin varlığı hayal bile edilemez. Dolayısıyla incelenmesi gereken, beynin nasıl ve neden evrimleştiğidir, bu yan ürünlerin değil.
'Neden diğer hayvanlar daha büyük beyinler evrimleştirmemişlerdir?' sorusunun en basit (ve ilk bakışta tatmin edici olmayan) cevabı
şudur: çünkü ihtiyaçları yoktur. Ancak sebep gerçekten budur. Söz konusu bazı canlılar haricinde hiçbir türün evrimsel tarihinde beyin gibi masraflı bir organın büyümesi yönünde bir seçilim baskısı görmemekteyiz. Üstelik az sonra değineceğimiz gibi, bu evrimi tetikleyecek koşulları da aşırı sınırlı sayıdaki birkaç canlıda görüyoruz; ki insan bunların başında geliyor. Tabii ki bu şartlar 'özellikle ayarlanmış' şartlar değildir. Nasıl ki çitanın hızlı ve güçlü
bacaklarını oluşturan bazı koşullar varsa ve insan evrimsel süreci boyunca bu koşulların etkisi altında kalmadığı için çita gibi koşamıyorsa; diğer hayvanlar da insanın (ve bazı diğer türlerin) içerisindeki koşulları evrimsel geçmişinde yaşamamıştır. İşte bu noktada, şu soru kaçınılmaz olarak sorulmalıdır:Hangi Koşullar/Faktörler İnsanın Beyin Evrimini Mümkün Kılmıştır?
Yorum Yazın