Bizi bu yükseklikle beklemediğiniz lezzette ve çeşitlilikte yemekten oluşan harika bir sofra ile karşıladı aşçımız Cemal. Ekipte veganlar ve glütensiz beslenenler olduğunu öğrenince bize özel yemekler de yaptı sonraki günlerde.
İkinci gün 3200’den 3800’e tırmandık. Evet, zorluydu, kayalar ve taşlar ayaklarımızın altından kayıyordu, atlara ve diğer ekiplere yok vermek için kenara çekilip tozu yutarak beklememiz gerekti defalarca ama hepimizin keyfi halen yerindeydi.
Geceyi yine 3200 kampında geçirdik. Bir sonraki gün kayaların üzerine kurulmuş 4000 kampına çıktık. Bu yükseklikte, bu derece kayalık bir patikada kamp olması bile mucizeydi. Doğubeyazıt artık bir ışık seli gibi görünüyordu. Yıldızlara çok daha yakındık. Etrafımızda, bana göre kartallar, Cumhur’a göre kuzgunlar, uçuyordu. Yorgunduk ama halen herkesin iştahı yerindeydi. İrtifaya bağlı olarak baş ve boyun ağrısı, ağırlık hissetmeye başlayanlar vardı. Mehmet sürekli “dağ 4200 metreden sonra başlayacak” diyordu ama orada olmadan neyle karşılaşacağımızı hayal etmek çok zordu.
Zirve tırmanışına hafif bir yemekten sonra, sırt çantamızda kramponlar, eldivenler, yedek kıyafetler, gece 23.00’te başladık. Kafa lambalarından tüm patika ışıl ışıldı. Parkurun bu etabı ağırlıklı olarak iri kayalardan oluşuyordu. Tırmandıkça oksijen daha da azalmaya, hava iyice soğumaya başladı. Geri dönmeye ilk karar verenler Didem, Mehmet Ali ve Sema oldu. Cumhur 4600m’den onlarla birlikte, 4000 kampına doğru inişe geçti. Ben o noktada halen çok iyi hissediyordum. Oldukça odaklı ve temkinli bir biçimde Mehmet’in adımlarını takip ediyordum. Yaklaşık saat geçti bu şekilde. 4750 metre civarında aniden çok yorgun hissetmeye başladım. Uyku bastırdı bir anda, adımlarımın kontrolünü kaybetmeye başladım. Bu durumda ne yapılması gerektiğini Mehmet gayet iyi biliyordu: inmek. Berk’e dönüp, çok kararlı bir biçimde, “Itır’ı indirmen gerekiyor” dedi ve ekip soğumamak için yola devam etti.
Berk ve ben tek kafa lambası ile (benimkinin şarjı bitivermişti) karanlığın ortasındayız. İkimizin de Ağrı’ya ilk tırmanışı, dolayısıyla dönüş yolunu bilmiyoruz. Ben yükseklik çarpmaya başladığı için “ne olur gitmeyelim, uyuyalım” gibi taleplerde bulunuyorum, kayalara bakıp gülüyorum. Berk o anda ne kadar tedirgin olduğunu bana hiç belli etmedi. Lambasını kafama taktı. “Haydi yolu aydınlat” dedi, sonra da bana sarıldı: “Bunu başaracağız”. Böylece üç saat sürecek zorlu iniş başladı. Ben yolu gösteriyordum, o önden gidip ne taraftan devam etmemiz gerektiğine bakıyor, sonra yanıma geliyor ve birlikte iniyorduk. Bu şekilde günün ilk ışıklarına kadar devam ettik. Güneşin doğduğuna bu kadar sevindiğim bir gün olmamıştı sanırım. Bir süre sonra, 4850m civarında dönüş yoluna geçen Tanyar da bize katıldı. 4000 kampına vardığımızda hep birlikte derin bir nefes aldık. Ve ben o noktada Berk’e bir zirve borçlu olduğumu fark ettim.
Yorum Yazın