İşte tam bu noktada kurgu, hikaye yani edebiyat; toplanan bilginin bünyede sindirilebilmesini, toplanan verinin beyinde işlenebilmesini ve nihayetinde gerçek öğrenmenin gerçekleşebilmesini sağlayan araçtır.
Bir seferinde sevgili Prof. Dr. Beliz Güçbilmez’den bu noktada güzel bir açıklama dinlemiştim. “Komşunu kınarsın ama Anna Karanina’yı anlarsın” demişti. Aynı eylem içinde iki kadından gerçek olanın kınanmasına karşın kurgu olanın anlaşılmasının sebebi; herkesin sahip olduğu kendine has ahlaki değerlerinin, -meli -malı’larının, kurgu karşısında devre dışı kalması. Kişinin özüyle baş başa, çıplak empati şansına sahip olması. Zira kurgu karşısında birey kendini de, değerlerini de tehdit altında hissetmez. Kurgu kurgudur. Ertesi sabah komşunu hala kınıyorsundur ama dün okuduğun Anna Karanina, insanlık halleri üzerine yüreğinde bir taşı oynatmıştır. Bunu kurgu yapmıştır.
Edebiyatçılar; damıttıkları Felsefeyi, Psikoloji ve Sosyoloji Bilimlerine dair ögeleri, anlatmak istedikleri dertlerini, Edebiyat üzerinden anlatmaktan başka bir yol bilmeyen insanlardır. İyi ki de öyleler. Şükür ki öyleler.
Haydi Bizim Zamanımız’dan bir paragrafa dönelim ve mesela AŞK kurgu içinde anlatıldığında her birinizin gözlerinde neonlarla ‘ANLADIM’ tabelasının nasıl parladığını bir görelim:
“Âşık olduğumdan ben her yere koşuyorum. Bakkala bile koşarak gidiyorum. Hatta inanmazsınız, dükkâna giderken tırmandığım yokuşu bile bir koşuda bitiriyorum artık. İçimde engel olamadığım bir fırtına var. Ama ne güzel fırtına… Hani bazen çok şiddetli yağmurlar yağınca ‘Off, şimdi evde olmak vardı…’ diye içinden geçirirsin ya, heh öyle! Fırtına var ve ben evimdeyim.”
Yandı mı gözlerde neonlu tabelalar? As bayrakları as as!
Ve yine Bizim Zamanımız’dan cümlelerle devam ediyorum. Siz söyleyin, aşağıdaki edebi çıkarımı, okur; kaç psikoterapi seansı sonrasında elde eder?
“Sırf terk etmesin diye mutfağa gidip mandalina istemiştim annemden. Babama soymuştum. Bileklerimden mandalinanın suyu akıyordu. Ben babama yeterince hizmet edersem, babam beni sever, beni severse, bizi terk etmez gibi gelmişti. Yıllardır mandalinayı ağzıma almayışımın gizli sebebini geçen sene çözmüştüm ve bir tabak mandalinayla kutlamıştım. Ben anladığımda hafifliyor. Hafiflemesi için anlamam gerekiyor.”
Bu bağlamda;
Bir sade/peynirli poğaça sahnesi var, ne siz sorun ne ben söyleyeyim, ben çok sarsıldım. Sosyo-ekonomik dengesizlikler üzerine beş oturumlu seminer düzenlensin bende o etkiyi yaratamaz. Bunu yaparsa kurgu yapar.
Bir Füsun var, Mihrap’ın ‘Ben sonunda delirmeyen güzel görmedim’ dediği. Kendi işlerimde, atladığım ve üzerinde düşünmediğimi fark ettiğim bir karakter. Füsun önemli. Not ettim.
Son söz;
Jüli’nin annesinin bir sözü vardır, “Edebiyat, dünyanın ağrısını alır”.
Çünkü perde kapanırken son sözü hep Jüli’nin annesi söyler.
Bizim Zamanımız’ı okuduğunuzda Jüli’ye benden selam söyleyin.
Instagram
Yorum Yazın