Kimse kendine gelen mantıksız emiri sorgulamıyor; çünkü çoğunun ya öyle bir kapasitesi yok ya da bulunduğu makama hakkıyla gelmediği için suyu bulandırmaya cesareti yok.
Büyük bir zincir mağazasında müdürüsünüz ve elinize bir emir geliyor: “Şu günlerde bazı ürünleri satmayacaksınız?” Şimdi sağ duyu sahibi bir müdürün hemen genel merkeze “Bu çok mantıksız, siz gelen emri yanlış anlamışsınızdır, mantığa ters, tüketicilerimizin en temel haklarına saygısızlık, bunu iyice araştıralım” diye baskı yapması gerekmez mi? Arkasında muhtemelen büyük bir holdingin olduğu genel merkez, hemen ilgili devlet kurumuyla iletişime geçip durumu düzeltmeye çalışmaz mı? Ama bizde bu olmadı, belli başlı mağazalar hemen hijyenik ped satışını yasakladı. Çünkü gelen emiri sorgulamak bizim genlerimizde yok.
Sağ duyumuz yok, fakat Avrupa ülkelerinde yaşayanlara göre daha kıvrak zekalıyızdır mesela. Yasakların sağından, solundan, altından, üstünden dolaşmanın milyon yolunu biliriz. Ama yasakları kaldırtmak için uğraşmayız.
İki liralık çakmak almak pazar günleri yasaksa yasak, ilerideki büfede satılır nasıl olsa der geçeriz. İleride bir sebepten “Pazar günleri ekmek almak yasak” denirse de “Aman el altından satılıyor zaten” ya da “Ay ben zaten ekmek yemiyorum” diye hayatımıza devam ederiz. Hiç huzursuzluk çıkarmayız. Ülkecek adeta Yaprak Dökümü eserinin içinde yaşıyoruz, sürekli bir “Aman Ali Rıza Bey tadımız kaçmasın” hali...
Anne-babası kavga etmesin diye sürekli evde espri yapan çocuk misali ülkecek karşımıza çıkan her mantıksızlığın, skandalın özünden çok mizahıyla ilgileniyoruz. İzin verilen ürünleri belirli günlerde satın alabiliyoruz, açık hava dahil çoğu yere izin verilen zamanlarda gidebiliyoruz, akşam eve dönüş saatimiz belli, koca bir ülke ergen misali yaşıyoruz ve bunu değiştirebilecek bir mekanizmanın yokluğunu dert etmiyoruz. Pardon, dert ediyoruz; dertli dertli gündelik yaşamımıza devam ediyor, tıpkı bir ergenin yapacağı gibi kendimizi “gıcık olduğumuz” şeylerden izole edip günü kurtarmaya çalışıyoruz.
Muasır medeniyetler seviyesindeki ülkelere erişebilmemiz için siyasi ideolojiler etrafında dönüp durmak yerine önce olgun, sorumluluklarının farkında, insan olarak haklarının bilincinde, mantıklı, yetişkin bireyler olabilmenin yolunu bulmamız gerekiyor.
Bir kesimin sürekli “okumak lazım” demesinin altında da işte bu sebep yatıyor. Ergenlikten sağlıklı birer yetişkin olarak çıkabilmemiz için okumamız şart. Demokrasi, insan hakları nedir; birey devlet ilişkisinin zemininde ne olmalıdır, tüketici hakları, serbest piyasa ekonomisi, bankacılık ve borçlandırma sistemi hakkında okumalıyız.
Okumalıyız ki kurumlarım aslında kime, nasıl hizmet etmesi gerektiğini bilelim. Müsilajın boruyla temizlenecek bir şey olmadığını anlayalım mesela, hangi kurumun ne yapması gerektiğini bilelim ve bunun hesabını doğru yerden soralım. Hesap sormanın cesaretle ilgili olmadığını, vergisini veren her vatandaşın temel hakkı olduğunu öğrenelim.
Genel kültürümüzü, bilim bilgimizi tarihe “aptal kutusu” olarak geçmiş televizyon gibi bir ucubenin insafına bırakmayalım. Veya doğru bilgiye ulaşması ayrı bir uzmanlık gerektiren internet sitelerine bel bağlamayalım. Okuyalım! Alanında uzman kişiler tarafından yazılmış siyaset, felsefe, ekonomi, tarih kitaplarını okuyalım. Böylece okumuş ana babaların çocuklarına bırakalım bayrağı.
Çocuklar evlerinde sadece roman kitapları görerek büyümesinler. Devlet nedir, birey nedir, küçük yaşta okuyup sorgulasınlar. Öğretmeni yanlış bir bilgi verdiğinde “Hayır öğretmenim, onun doğrusu şu, ben şu kitapta okudum” diyebilecek çocuklar yetiştirelim. Tabak, çanak, çakmak, hijyenik ped yasağını kabul etmeyecek market sahipleri ve müdürleri; devlet kurumlarında çalışacak -ideolojisi ne olursa olsun- mantık ve sağ duyu sahibi çocuklar yetiştirelim. Yetiştirelim ki bundan sonra kimse ihtiyaçlarını devletin müsaade ettiği zamanlarda, müsaade ettiği kadar karşılamak zorunda olduğu bir hayatı yaşamasın. Bizden sonrası tufan demeyelim. İnsanca yaşamak neymiş tekrar hatırlamak için okuyalım, okutalım. Bugün, hemen, şimdi!
Twitter
Instagram
Yorum Yazın