Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Ülkücülerin ‘Devletle’ İmtihanı | Murat Sabuncu | Cumhuriyet
Sabahın erken saatleri... 7’yi geçiyor biraz... MHP’de muhaliflerin olağanüstü kurultay için adres gösterdikleri Büyük Anadolu Oteli’nin önü... Saat erken ama kalabalık toplanmaya başlamış. İlk dikkatimi çeken pankartlar.
Üstünlük Meral Akşener’de...
“Ülkücüye moral MHP’ye Meral gerek”... “Seninleyiz Hayme Ana”... (Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin büyükannesi)... Alanda 8 pankart saydım. Bir tane de Koray Aydın pankartı: Dava nöbetinde bir ömür.
Diğer adayları destekleyen pankart yok... Bir görevli elindeki torbadan çıkardığı Akşener’in fotoğraflarını dağıtıyor: Başbakanı yakamıza takalım arkadaşlar... İlk izlenimim gün boyu değişmiyor: Dört aday arasında en organize Akşenerciler.
Davul zurna çalınıyor: Ölürüm Türkiyem ile mehter marşı. Bir o, bir o. Bir ara müdahale edenler oluyor: Şehitler var, çalmayın.
Etrafta tezgâhlar kurulmuş. Tamamı üç hilalli bilumum ürün. Tespihten tişörte ne ararsan... Bu arada kalabalığın çoğu takım elbiseli. Ve parmaklarında gümüş üzerlerinde kurt başı ya da hilal olan yüzükler.
Başbakanlıkta İbre Kimden Yana? | Abdülkadir Selvi | Hürriyet
AK Parti'de kongre için geri sayım başladı.
Bugün il başkanlarıyla, yarın milletvekilleriyle temayül yoklaması yapılacak. Belediye başkanlarından ise temayüllerini yazılı olarak bildirmeleri istenecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra yapılan temayül yoklamasında üç isim ön plana çıkmıştı: Abdullah Gül, Binali Yıldırım ve Ahmet Davutoğlu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan o zaman yaptığı istişareler sonucunda tercihini Davutoğlu yönünde yapmıştı.
İslam dünyası konusundaki duyarlılığı, temiz ve başarılı bir geçmişe sahip olması, Paralel Yapı’yla mücadele konusundaki kararlılığı ile kitleler karşısındaki hitabeti Davutoğlu tercihinin yapılmasını sağlamıştı. Bu kez konjonktür farklı. Bu kez Cumhurbaşkanı ile uyum en önemli faktör haline geldi.
‘Cumhurbaşkanı-Başbakan’ dengesi yeniden inşa edilecek. İlişkilerde, ‘Güçlü Cumhurbaşkanı-Uyumlu Başbakan’ formatı geçerli olacak. Cumhurbaşkanı ile yarışan değil, Cumhurbaşkanı ile uyumlu çalışan başbakan modeli kurulacak. Onu başkanlık sistemi konusundaki samimi çabalar izleyecek.
Kadınlar mı Öldürsün? | Asu Maro | Milliyet
Ne kadar tehlikeli bir yere gittiğimizin farkındasınız, değil mi? Kadına şiddet arttıkça, tecavüzcüleri, katilleri cezalarını bulmadıkça, faturalar kadınlara kesildikçe toplumdaki öfke bileniyor. Sağduyu da giderek mumla aranır hale geldi. Bulunduğumuz noktada, bir kadın bir erkeği öldürdüğünde alkışlamaya başladık. O kadar ürkütücü ki.
Geçtiğimiz hafta, Altınordu’da 60 yaşında bir kadın, 75 yaşındaki kocasını öldürdü. Polisler tarafından götürülürken de kelepçeli ellerini kaldırarak gazetecilere “Çekin gardaşım çekin”, dedi; “Hep erkekler mi öldürecek? Bir de karı öldürsün.”
Baktığın zaman çok anlamlı görünen bir cümle, bir isyan. Aralarında şiddetli geçimsizlik olduğunu söylüyor, o gün de kavga ediyorlarmış, Semra Ö. önce elindeki cam sürahiyi kocası Recep Ö.’nün kafasında parçalamış, sonra da adamı
15 yerinden bıçaklamış. Yetmemiş, cam parçalarıyla ellerini ve kulaklarını kesmiş. Diyor ki, “Ben onu öldürmesem o beni öldürecekti.”
Tabii, bu da mümkün. Ama henüz bir iddiadan ibaret ve ortada kayıtsız şartsız ‘öz savunma’ diyebilmek için fazla şiddetli bir tablo var.
Türkiye Bu Masrafa Daha Ne Kadar Dayanabilir? | Mehmet Çetingüleç | Al-Monitor
Suriyeli mültecilerin dramını görmezden gelmek, onları sorunlarıyla baş başa bırakmak mümkün değil. Ancak “en fazla mülteci barındıran ülke” konumundaki Türkiye’ye sığınanların sayısı ile birlikte külfeti de artıyor. Turizm, ihracat gibi gelir kaynaklarının azaldığı bir dönemde mülteci harcamalarının katlanması “Bu yük daha ne kadar taşınabilir?” sorusunu gündeme getiriyor. Çünkü Suriyelilerin aylık masrafı 500 milyon dolara yükseldi ve bu yüksek harcama periyodu birkaç ayla sınırlı olmaktan çıkıp kalıcı hale gelmeye başladı. Temmuz 2015-Şubat 2016 dönemini kapsayan 8 aylık sürede her ay ortalama 500 milyon dolar harcama gerçekleşti.
Rakamlar Cumhurbaşkanı ve Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanı’nın açıklamalarından elde edildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 9 Temmuz 2015 tarihinde Türkiye’nin mülteciler için 6 milyar dolar harcadığını söylemişti.
YÖK'ün Haliç'e Yanlışlığı | Atilla Yayla | Yeni Yüzyıl
Türkiye’de kamu idaresinin şeffaflık ve etkinlik bakımından iyi durumda olmadığı hepimizin malûmu. Böyle bir idarenin yozlaşmaya uğramaması ve haksızlıklara yol açmaması imkânsız. Bundan dolayı halk arasında en çok şikâyet edilen şeylerden biri idarenin ayrımcılık, haksızlık yapması ve bazen vatandaşa tahakküm etmesi.
Türkiye’deki yükseköğretim rejimi son derece merkeziyetçi. 12 Eylül döneminde yaratılan ve yükseköğretimi demir yumrukla her bakımdan belirlemeyi ve kontrol etmeyi amaçlayan YÖK aleyhindeki tüm söylemlere ve politik vaatlere rağmen hâlâ ayakta. Bu kurumun hangi niyetle yapılırsa yapılsın birçok icraatının zararlı sonuçları oluyor. Yükseköğretim bu yüzden rekabetten, çeşitlilikten, kaynak kullanımında etkinlikten uzak kalıyor. Aslında politikacılar da bunun farkında. Bu yüzden YÖK reformu tartışmaları ve planları gündemden hiç düşmüyor.
YÖK Vakıf Yükseköğretim Kurumlarına karşı özellikle kuşkucu bir bakışa sahip. Vakıf okullarının mütevelli heyetlerinin ve başkanlarının çoğuna potansiyel kabahatliler gözüyle bakıyor.
Spor Bakanlığı’nda İnternete Neden Yasak Geldi? | Zeynep Gürcanlı | Sözcü
Bu aralar Ankara'da gündemde Gençlik ve Spor Bakanlığı var.
Hani şu Hürriyet Gazetesi'ne yönelik saldırının en önünde yer alan, gazetecilere tehditler savuran AKP'li eski vekil Abdurrahim Boynukalın'ın, “Bakan Yardımcısı” olarak atandığı bakanlık…
Bugünlerde, Gençlik ve Spor Bakanlığı'ndan pek çok bilgi sızıyor.
İlki, bir federasyon başkanının karıştığı tacizle ilgili… Federasyon başkanının, bir sekretere önce tacizde, ardından da tecavüzde bulunduğuna ilişkin iddialar var.
Mağdur sekreter hastaneye yatırılmış durumda… Olay bakanlığa da aksetmiş, soruşturma başlatılmış.
Ama bu kadar değil…
İkinci iddia da vahim:
Gençlik ve Spor Bakanlığı daire başkanlarından birinin odasında porno izlerken yakalandığı, bu nedenle tüm bakanlıkta “internet erişiminin izne bağlandığı” bilgileri geliyor.
Bakanlık personelinin Google, Yahoo gibi arama motorlarını kullanmak için bile “izin almak” zorunda kaldıkları konuşuluyor.
"Ver Bilal'i, Al İktidarı" Sözü, "Koltuğumu Koru Al Başkanlığı"na Döndü | Ergun Babahan | Özgür Düşünce
7 Haziran sonrası çıkan parçalı Meclis yapısında MHP lideri Devlet Bahçeli, AKP ile koalisyon ortaklığı dahil, tüm hükümet modellerine kapıyı kapadı ve AKP'nin yeniden tek başına iktidarına yolu açtı. Ne diyordu Bahçeli, AKP ile koalisyon yapmasına isteyenlere:
‘‘AKP ile koalisyon kurmamızı istiyorlar. 17-25 Aralık yolsuzluk olaylarını nereye koyacağız. Meydanlar, hırsızlardan hesap soracağız dedi. Her bir oyun vicdani sorumluluğu var diye halka seslendik. Öteki dünyada hesabı sorulur dedik. Hırsızları nereye koyacağız? Gece yarısı torba kanunlarla kimler zengin edildi, bunlardan hesap sorulmayacak mı? 17-25 yolsuzluk soruşturmasına ilişkin hassasiyetlerimiz belli. Operasyonun üstü örtülmeye çalışılıyor. Bunu göz ardı edemeyiz. Ucu nereye dayanırsa dayansın oraya gider. TÜRGEV'e yapılan bağışları, verilen ayrıcalıkları ne yapacağız? Bilal'in içinde olacağı sıfırlanan paraların hesabını sormayacak mıyız? Bu sürecin bir tarafında Bilal var. Versin Bilal'i alsın iktidarı.''
Medya Şişirmeseydi Trump Başarılı Olabilir miydi? | Aslı Tunç | P24
Donald Trump 16 Haziran 2015’te adaylığını ilan edip başkanlık seçim kampanyasına başlamasından bu yana tam bir medya fenomeni oldu. Seçim yarışına dahil olduğu daha ilk dakikadan itibaren özellikle ABD’deki kablolu televizyon kanalları adeta reyting hesaplarını Trump’ın konuşmalarına bağladı.
The New York Times gazetesine göre, Trump televizyon görünürlüğünden tam 1.9 milyar dolar kazandı, bunun yanında reklam gelirleri için ise sadece 10 milyon dolar ödedi. Cumhuriyetçi adaylar arasındaki ön seçim kampanyasında Trump televizyon ekranlarında açık ara öndeydi. Haber kanallarının yüzde 62’sinde Trump boy göstermekteydi.
Öte yandan, çoğu insan Trump’ın sadece televizyon kanallarında görünür olduğunu sanıyordu. Oysa bu, büyük bir yanılgıydı. Radyolardan, gazetelere, dergilerden sosyal medyaya kadar Trump tüm iletişim kanallarında boy gösterdi. Aralık ayında yapılan bir araştırmaya göre, gazetelerin tüm Cumhuriyetçi adaylara ayırdığı alan içinde Trump yüzde 54 yer kaplamaktaydı. Şimdi rakiplerinin birer birer yarıştan çekildiğini düşünürsek bu oran çok daha artmış olmalı.
Gel de Katil Olma! | Nedim Şener | Posta
Benim çocukluğumda şimdiki gibi insanı dehşete düşüren, psikolojisini alt üst eden korku filmleri yoktu. TRT’nin haftanın bir iki günü televizyon yayını yaptığı günlerde beni en korkutan şey televizyonda siyah beyaz görüntüsünü izlediğim o adamdı. 1 Şubat 1979 günü gazeteci Abdi İpekçi’yi öldürmüş, 25 Haziran 1979 günü yakalanmıştı. TRT’ye çıkarılmış gazetecilerin karşısında cinayeti nasıl işlediğini şu cümlelerle anlatıyordu: “Abdi İpekçi’yi resimlerinden tanıyorum. Ben bağımsız ve tek başına bir teröristim. Tek başıma düşündüm ve yaptım.”
Mehmet Ali Ağca altı ay Maltepe Askeri Cezaevi’nde kaldıktan sonra askeri üniforma giydirilerek kaçırıldı. Susurluk kazasında ölen ülkücü Abdullah Çatlı tarafından saklandı ve ardından tetikçi olarak kariyer basamaklarını tırmanmak için yollara düştü; Bulgaristan’a geçti.
13 Mayıs 1981 günü kendisini dünyaya tanıtacak eylemini gerçekleştirdi. Vatikan’ın ortasında Papa II. Jean Paul’e suikast düzenledi.
100 Yaşında Bir Sykes-Picot | Sezin Öney | Yarına Bakış
Resmi adıyla “Küçük Asya Anlaşması”, yani “Sykes-Picot” 100 yıl önce bugün yürürlüğe girmişti.
Ve bir asırdır, Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda ile Fransız Üçüncü Cumhuriyeti arasında imzalanan, Rus Çarlığı’nın rıza verdiği bu gizli anlaşmanın hayaleti, Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasının zihninde dolaşıp duruyor.
Yapılanın gizli bir anlaşma olması, bahsettiğimiz “düşman” Üçlü İtilaf devletlerinin arasında gerçekleşmesi, Sykes Picot’nun bugüne kadar süren “psikolojik” etkisinin ardında yatan nedenler. Coğrafyamızda, “gizli anlaşma”, “bölünme” anahtar kelimelerini duyan herhangi biri, Sykes Picot’nun ne olduğunu bilmese de, komplo teorileri ile bu anlaşmayı lanetlemeden duramıyor.
Elbette, orta seviyeli iki diplomat olan İngiliz Sir Mark Sykes ve Fransız François Georges-Picot arasında beş ay süren pazarlıklar sonucu ortaya çıkan bu anlaşmanın ahlaki hiçbir bir tarafı yok. Anlaşma, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesi halinde, topraklarında kimin, nerede, nasıl bir nüfuza sahip olacağını kararlaştırıyordu.
Yorum Yazın