Ortadoğu Satrancı ve Türkiye
Son günlerdeki gelişmeler Ortadoğu'daki satranç oyununda Türkiye-eksenli hamlelerin ağırlık taşımaya başladığını göstermektedir. İncirlik Üssü'nden Irak'a yönelik askeri operasyonların hız kazanması, Tarık Aziz'in Ankara ziyareti ve bunun doğurduğu diplomatik hareketlenme ve nihayet Apo'nun yakalanarak Türkiye'ye getirilmesi gerek uluslararası, gerekse bölgesel dengeler açısından biribirinden kopuk ve bağımsız gelişmeler olarak görülemez. Dolayısıyla onbeş yıldır Türkiye'yi kasıp kavuran bir terör hareketinin elebaşısının ele geçirilmesi bir rehavet doğurmamalıdır. Aksine, yeni konjunktür çok daha dikkatli ve temkinli sürecek satranç hamlelerinin izlerini barındırmaktadır.
ABD, Avrupa ve belirsizlik alanları
Bölgesel dengeler ve olayların gelişimindeki zamanlama açısından bakıldığında önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da artık kronikleşen iki belirsizlik alanının netleşmesi gündeme kaçınılmaz olarak gelecektir. Bunlardan birincisi mayıs ayında sona erecek olan Filistin Özerklik Anlaşması ile Filistin'in yeni niteliğinin ne olacağı meselesi, diğeri de egemenlik alanı ile bölünmüşlük arasında hassas bir dengede gidip gelen Irak'ın statüsü ile birlikte Güney ve Kuzey Irak'ta bu belirsizlik döneminde ortaya çıkan statüsüz yapıların geleceğinin netleşmesi. Özellikle haziran ayında Kuzey Irak'ta yapılacak seçimlerle ortaya çıkacak yeni yapının devletleşme sürecinin bir parçası olarak görülmesi, üzerinde dikkatle durulması gereken bir olaydır. Ürdün Kralı Hüseyin'in vefatının doğurduğu olağanüstü ilgi önemli ölçüde bu iki belirsizlik alanı ortasında bulunan Ürdün'ün jeopolitik konumunun taşıdığı kritik önemin bir sonucudur.
Son günlerde ABD ve İngiltere'nın Irak üzerindeki askeri baskılarını artırması da, Irak'ta kontrollü gerginlik politikaları ile bugüne kadar süregelen belirsizliğin genelde Ortadoğu, özelde Filistin ile ilgili bağlantılı bir şekilde doğurabileceği sonuçlarla doğrudan ilgilidir. Kürt meselesini bu eksende temelde Irak probleminin bir unsuru olarak gören ABD en azından meselenin bu safhasında Kürt meselesini temelde Türkiye ile ilişkilerdeki problem alanlarından biri olarak gören Avrupa'dan farklılaşmaktadır. ABD ile Avrupa'nın Kürt meselesine bakıştaki farkı özetle vurgulamak gerekirse ABD Kürt meselesini ilk safhada temelde Irak probleminin bir parçası olarak görürken, Avrupa aynı meseleyi temelde Türkiye meselesi olarak görmektedir. Kürt meselesinin Irak sınırları içinde ele alınması Avrupa'nın, Türkiye sınırları içinde ele alınması da ABD'nin bu meseledeki çıkarlarını bütünüyle tanımlayamamaktadır.
Türkiye ise her iki tavırdan da ciddi bir tedirginlik hissetmeyi sürdürmüştür. Avrupa'nın Kürt meselesini Türkiye'nin AB müracaatının bir unsuru yapma yanında başta Yunanistan ve Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri ile yürütülen ikili ilişkileri de etkileyen bir temel problem alanı olarak görmesi Türkiye'de hemen ve doğrudan tepkiler doğurmaktadır. ABD'nin Kürt meselesini Irak ekseninde çözmeye yönelmesi ise ilk raundda doğrudan bir çatışma doğurmuyor görünse de ikinci raundda Kuzey Irak'taki oluşumun Türkiye içinde yapacağı etkiler dolayısıyla Türkiye'nin ABD'nin tavrına da şüphe ile yaklaşmasına yol açmaktadır. Özellikle ABD'nin Kuzey Iraklı liderleri Türkiye'yi bilgilendirmeksizin Washington'da biraraya getirmesi bu konuda kuşkuları daha da artırmıştır.
Irak diplomasisi ve Apo'nun yakalanması
Gelişmelerin kesişim noktası da işte tam bu çerçevede ortaya çıkıyor gözükmektedir. Türkiye'nin, gerek İncirlik Üssü'nün Irak'a karşı yoğun şekilde kullanılmasının doğurduğu rahatsızlık gerekse Kuzey Irak ile ilgili girişimlerin sonuçları konusunda duyduğu kaygılarla, haklı olarak Irak politikasında bir denge arayışına yönelmesi ve Tarık Aziz'i Ankara'da misafir etmesi Apo'nun yakalanmasında etkili olmuştur. Apo'nun Türkiye'ye getirilmesi süreci bilinmemekteyse de gerek Yunanistan'ın ikna edilmesinde gerekse Kenya operasyonunun yürütülmesinde ABD'nin dolaylı ya da doğrudan bir etkide bulunmuş olması çok yüksek bir ihtimaldir. ABD'nin bu konudaki desteğinin Irak ve Filistin meselelerindeki belirsizliklerin çözülmesine kadar sürmesi de muhtemeldir.
ABD bu yolla Türkiye'ye şu mesajı vermektedir: Apo'nun yakalanması ile artık Türkiye içindeki Kürt meselesi kendi iç alanına ve Türkiye'nin tam denetimine çekilmiş bulunmaktadır; dolayısıyla da Irak'ın statüsünün ve Kuzey Irak'taki gelişmelerin Türkiye'yi tedirgin eden yönleri asgariye inmiştir. ABD, böylece Kuzey Irak'taki gelişmeleri kendi iç bütünlüğünün bir parçası olarak gören Türkiye'nin kaygılarının bittiğini düşünmekte; dolayısıyla da Türkiye'yi Irak ile işbirliğine sevketmesi muhtemel saiklerin etkisini kaybedeceğini öngörmektedir. ABD Irak'la ilgili bundan sonraki hamlelerde Türkiye'nin daha esnek bir tavra yöneleceği kanaatini beslemektedir.
Avrupa ise Türkiye-AB ilişkileri ile Kürt meselesi arasında kurduğu doğrudan bağlantının Kürt meselesini aslında bir Avrupa meselesi haline getirdiğini görmekte ve Irak konusunda ulaşılacak herhangi bir çözümün bu meselenin Avrupa ayağındaki sıkıntıları gidermeyeceğini farketmektedir. Son olarak Türkiye karşısında PKK kartını kullanan Yunanistan'ın düştüğü açmaz, problemli alanlarda doğrudan diplomatik araçlarla dolaylı operatif araçlar arasında denge kuramamanın ne tür sonuçlar doğurabileceğinin en çarpıcı misallerinden biri olmuştur.
Türkiye ve yeni dönem
Apo'nun yakalanması ile ne Ortadoğu denklemi çözülmüş ne de Türkiye'nin bölge ile ilişkilerinden kaynaklanan satranç oyununun hamleleri sona ermiştir. Çok daha dikkatle yürütülmesi gereken yeni ve belki de riski daha yüksek bir oyun başlamaktadır. PKK konusunda Türkiye'ye destek verdiğini her fırsatta deklare eden ABD bundan sonra Ortadoğu'ya yönelik hamlelerinde Türkiye'nin kendi tercihlerine yakın bir politika benimsemesini talep edecektir. Bu taleplerin özellikle Irak ve Filistin'deki belirsizliklerin sona erdirilmesine doğru daha da yoğunlaşacağı unutulmamalıdır. Öte yandan terörist bir örgütle aynı safa düşmeme kaygısıyla Türkiye'ye yönelik baskılarda dikkatli davranmak zorunda kalan Avrupa ülkeleri de aslında Apo'nun yakalanması ile önemli bir ayakbağından kurtulmanın verdiği rahatlık içinde taleplerini artıracaktır.
Böylesi bir dönemde Türkiye bir taraftan kendi içinde ülke bütünlüğünü gerçek bir siyasi meşruiyyet anlayışı ile pekiştiren bir restorasyon sürecine girmek, diğer taraftan da Ortadoğu üzerindeki küresel ve bölgesel dengeleri gözeten ve kapsamlı bir uygulama planına oturtulan bir dış politika stratejisine yönelmek zorundadır. Yoksa içerde ve dışarda yeni kutuplaşmalar ve düşmanlar üretmeye dayalı bir söylem Apo'dan daha yıkıcı ve bölücü sonuçlar doğurabilir. Toplumun bütün kesimlerini ve ülkenin bütün bölgelerini aynı vatandaşlık bağı ile kuşatan bir siyasi kültür geliştirmeksizin dış faktörlerin iç yapımızı etkilemesinin önüne geçebilmek mümkün değildir. (Alıntıdır)
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!