Görüş Bildir
Haberler
"Neden Böyle Acaba?" Diye Sık Sık Aklınıza Takılan 12 Soruyu İncelikle Cevaplıyoruz!

"Neden Böyle Acaba?" Diye Sık Sık Aklınıza Takılan 12 Soruyu İncelikle Cevaplıyoruz!

Cevabı öğrenilecek o kadar çok soru var ki, bu içerikteki cevaplar koca evren içinde yalnızca bir kırıntı niteliğinde kalıyor; ama evrende bir kırıntılık bilginin dahi önemi yadsınamaz. O halde öğrenmeye devam... 👊

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

1. Deneylerde Neden Fare Kullanılır?

1. Deneylerde Neden Fare Kullanılır?

Laboratuvar fareleri, deneylerde kullanılmak üzere özel olarak üretilir ve bu süreç oldukça kısadır. Yani çok kısa süre içerisinde, oldukça fazla sayıda fare üretilebilir. Dolayısıyla, laboratuvarda kullanılmak için üretilebilecek en ucuz canlılardan birisidir. Hızlı ve sık üremeleri araştırmalar için de oldukça faydalıdır. Farelerin birkaç yıl olan yaşamları, bilim insanlarının farklı jenerasyonları kolaylıkla çalışabilmesine olanak tanır. En önemlisi de; insanların ve farelerin %90’dan fazla geni ortaktır. Bu durum, insan genlerinin faktörlere nasıl tepki vereceğinin anlaşılabilmesi için mükemmel bir çalışma alanı yaratır. Genetiğin de ötesine, farenin biyolojik sistemleri (organlar gibi) de insanlarınkine oldukça benzer çalışır.

Farelerin deneylerde tercih sebebi olmasının bir diğer nedeni de farelerin kolaylıkla genetiğinin değiştirilebilmesidir. Yani bilim insanları farelerdeki belirli genleri inaktif hale getirebilir yani kapatabilir. Bilim insanları bu ayarlanmış fareleri ‘’knockout mice’’ yani nakavt fareler olarak adlandırırlar. Bu fareler sayesinde bilim insanları belirli genlerin hastalıklara sebep olması durumunu çalışabilirler. Yani, belirli bir geni inaktif hale getirilmiş bir fare, o geni inaktif hale getirilmemiş farelerle beraber incelenirse bu genin hastalığa nasıl katkı sağladığı gözlemlenebilir.

Kaynak

2. Evcil Hayvanlar, Sahipleri Öldüğünde Neden Onları Yer?

2. Evcil Hayvanlar, Sahipleri Öldüğünde Neden Onları Yer?

Köpekler hakkında kitap yazan psikolog Stanley Coren, “Köpekler kurtlarla akrabadır.” diyor ve ekliyor: “Eğer yemek bulamayacak durumdalarsa ne yapacaklar? Tabii ki en yakın protein deposu olan insan bedenine yöneleceklerdir.” diyor. Ancak bu, Almanya’da yaşanan sahibini yeme davranışında bulunan bir köpeğin, bu iç ürpertici davranışı bir kap dolusu maması varken yaptığı gerçeğini açıklamıyor.

Bilim insanlarının, ölü sahibini yiyen köpekler konusunda kafası çok karışık. Köpeklerin %73’ü sahiplerinin yüzünü, %15’i ise karın bölgesini yiyorlar. Adli tıp antropolojisi alanında uzman olan Carolyn Rando ise bu durumu köpeklerin isteyerek yapmadığını ileri sürüyor. İlk olarak sahibini hareketsiz olarak gören köpekler yüzlerini yalayarak onları uyandırmaya çalışıyor. Sahipleri hareket etmeyince panikleyen köpekler, küçük ısırıklar alıyorlar. Isırmaktan yemeğe geçmek ise çok zor olmuyor, sonuçta hayvanlar. Rando’nun açıklamaları mantıklı bir zemine oturuyor. Bilim insanları ise insanın en kadim dostunun bu tuhaf davranışı hakkında araştırmalarını sürdürüyorlar.

Kaynak

3. Neden Bütün Yıldızlar Kuzey Yıldızı Etrafında Dönüyor?

Gezegenimizin kuzey kutbu, Polaris adı verilen Kuzey Yıldızı’nın gökyüzünde göründüğü noktaya çok yakın olduğu için, bu yıldız Kuzey Yıldızı olarak anılıyor. Kuzey Yıldızı, çok eski çağlardan beri gezginlerin yollarını bulmalarını sağlar. Dünya döndükçe, diğer yıldızların yerleri dairesel bir ritimde değişiyor. Ancak Polaris, kuzey kutup noktasına yakınlığı nedeniyle sabit kalıyor. Yıldızların, Polaris etrafındaki dairesel hareketleri aslında bir göz yanılmasından ibaret. Bu durumun sebebi Dünya’nın hareket ediyor olması. Aslında Polaris bile gökyüzünde küçük daireler çizerek sürekli yer değiştiriyor fakat biz o kadar küçük bir değişimi fark edemediğimiz için, onun sabit durduğu izlenimine kapılıyoruz.

Kaynak

4. İki Gözün Farklı Renkte Olmasının Sebebi Nedir?

4. İki Gözün Farklı Renkte Olmasının Sebebi Nedir?

İnsanlarda nadir olarak görülen gözlerin farklı renkte olması (örneğin bir gözün mavi diğer gözün yeşil olması vb.) durumu heterokromi olarak adlandırılıyor. Saça, deriye ve göze rengini veren melanin pigmentinin iris tabakasındaki yoğunluğu ve dağılımı göz rengini belirliyor. Kahverengi göz melanin miktarının fazla olması, renkli göz ise melanin miktarının az olması anlamına geliyor. Her iki gözün iris tabakasında melanin yoğunluğu ya da miktarı farklı ise gözler de farklı renklerde oluyor, yani heterokromi durumu ortaya çıkıyor.

Göz renginin belirlenmesinden sorumlu genlerin anlatımında (DNA üzerindeki genetik bilgi kullanılarak işlevsel proteinler üretilmesi) meydana gelen değişiklikler, Waardenburg sendromu gibi hastalıklar ve doğum anında ya da yaşamın ileriki dönemlerinde gerçekleşen bir travma sonucunda kişilerde heterokromi görülebiliyor. Embriyo gelişimi sırasında iris tabakasındaki pigmentleşmede oluşan farklılıklar da heterokromiye neden olabiliyor.

Kaynak

5. Termos Nasıl Sıcağı Sıcak, Soğuğu da Soğuk Tutabiliyor?

Termosu bir kimyager ve fizikçi olan James Dewar icat etti. Termoslarda iç içe geçmiş iki bölüm bulunuyor. Dıştaki metal veya seramik kaplamanın haricinde, iç tarafta genellikle camdan üretilmiş olan farklı bir katman daha var. Bu ikisi arasındaki hava tamamen boşaltılmış olduğundan, aradaki boşlukta bir vakum oluşuyor. Vakumlu bir alanda hava molekülleri olmadığı için ısının iletilmesi de mümkün değil. Yani içeriden dışarıya veya dışarıdan içeriye doğru bir ısı geçişi yok. Bu nedenle termosa doldurulan sıvının ısısı uzun bir süre sabit kalabiliyor.

Kaynak

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

6. Yapıştırıcılar Neden Kendi Kaplarına Yapışmaz?

6. Yapıştırıcılar Neden Kendi Kaplarına Yapışmaz?

Kimyasal olarak sertleşen yapıştırıcıların sertleşmesini sağlayan kimyasal tepkime ısı, nem ya da ışık gibi harici bir kaynak gerektirir.

Günlük hayatta en sık kullanılan ve süper yapıştırıcı ya da japon yapıştırıcısı olarak bilinen siyanokakrilat yapıştırıcılar tek bileşenli, çözücü içermeyen ve kısa sürede sertleşen bir yapıştırıcı türü. Siyanoakrilat yapıştırıcılar zayıf bir bazın varlığında (örneğin su) polimerleşerek sertleşir. Havadaki nem oranı %40-60 aralığında olduğunda siyanoakrilatlar için en uygun sertleşme ortamı sağlanmış olur.

Kaynak

7. Kış Uykusuna Yatan Hayvanlar Uyandırılabilir mi?

7. Kış Uykusuna Yatan Hayvanlar Uyandırılabilir mi?

Kış uykusuna yatmış olan bir hayvan dış bir etken yardımı ile rahatlıkla uyandırılabilir. Bu işlem sırasında dikkat edilmesi gereken birkaç detay vardır. Bu detayların başında ise vücut sıcaklığı gelmektedir. Vücut sıcaklığı eğer kontrol altına alınabilirse, hayvan, uykusundan uyandırılabilir. Bunun amacı vücut sıcaklığı düşen hayvanın ısıtılarak normal bir sıcaklık değerine getirilmesidir. Bu değer yakalandığında enerji üretimi artacak ve hayvan uyanacaktır.

Hayvan eğer vücut sıcaklığını daha fazla azaltmış ise bu işlem daha da uzun sürmektedir. Örneğin ayılar kış uykusuna yattıklarında vücut sıcaklıkları çok düşmez, bunun sonucunda uyandırma işlemi kolay bir şekilde yapılmaktadır. Fakat kış uykusuna yatan sürüngenlerin vücut sıcaklıkları 2 dereceye kadar düşebilir, bu nedenle de uykudan uyandırılması uzun bir süre alabilir. Ayrıca kış uykusundan bu tür dış etkenlerle uyandırılan hayvanların vücutlarında bazı olumsuz değişiklikler meydana gelebilir.

Kaynak

8. İsimleri Hatırlamak, Yüzleri Hatırlamaktan Neden Daha Zor?

8. İsimleri Hatırlamak, Yüzleri Hatırlamaktan Neden Daha Zor?

Beynimizde yüz tanıma görevini yerine getiren bir bölüm vardır. Bu bölge herhangi bir hasara maruz kalırsa görmemiz etkilenmese bile insanları yüzlerinden tanıma yeteneğimizi yitiririz. İnsanları sadece seslerinden ve giysilerinden tanıyabilir hale geliriz. Ne ilginçtir ki isimleri hatırlamak için benzer bir alan yoktur beynimizde. Yüzleri tanımak ve isimleri hatırlamak için kullanılan hafıza işlemi birbirinden farklıdır. Yani iki farklı psikolojik işlem devreye girer: Tanımak ve hatırlamak. 

Birini pir partide gördüğünüzde onu 'tanırsınız', daha sonra bir tanıdığınızla konuşurken onu başkalarıyla tanıştırmanız gerektiğinde hafızanın isim hatırlama kısmı devreye girer, gördüğünüz bir şeyi tanımak değil, daha önce öğrenmiş olduğunuz bir şeyi 'hatırlamak' söz konusu olacaktır. Yani şöyle de diyebiliriz: Yüzler verili bir bilgidir; baktığımızda orada görürüz; yapmamız gereken tek şey onları daha önce görmüş olup olmadığımızı bilmektir. Oysa isimler hafızada saklıdır ve onlarla ilgili daha zor bir psikolojik işlem yapmamız, arayıp bulmamız gerekir.

Kaynak

9. Pandalar Neden Çok Tembeldir?

9. Pandalar Neden Çok Tembeldir?

Cevap çok karmaşık değil. Pandanın beslenmesi bunu gerektiriyor. Sindirim sistemi etobur beslenmeye uygun olmasına rağmen, pandalar genellikle bambu yiyerek beslenirler ve bu durum da pandaların verimsiz bir sindirim sürecine sahip olmalarına neden olur. Pandalar ihtiyaçları olan besinleri alabilmek için günlük 9 ila 18 kg bambu yemek zorundadırlar. Bu beslenme şekli az miktarda besin sağladığından, pandalar hareketlerini yavaşlatma ihtiyacı duyarlar. Bu durum çok fazla hareket etmemek anlamına gelmektedir: pandaların beyinleri, böbrekleri ve karaciğerleri az enerji sarfiyatı olması açısından küçüktür ve vücutları az miktarda tiroid hormonu salgılar, bu da metabolizmayı yavaşlatır.

Kaynak

10. Renk Körlüğünün Sebebi Nedir?

10. Renk Körlüğünün Sebebi Nedir?

Renk körlüğünün nasıl ortaya çıktığını anlayabilmek için ilk olarak nasıl gördüğümüz sorusunu cevaplamak yararlı olabilir. Güneş’ten ya da yapay bir ışık kaynağından çıkan ışınlar bir nesneyle etkileştiğinde bazı dalga boyundaki ışınlar soğurulurken bazıları yansıtılabilir. Nesnelerden yansıyan ışınlar göze ulaştıktan sonra korneadan girerek göz merceği tarafından gözün arkasındaki retinaya odaklanır. Retinada ışığa karşı duyarlı olan sinir hücreleri (fotoreseptörler) bulunur. Bu sinir hücrelerinin çubuk ve koni olarak isimlendirilen iki türü bulunur. Bu hücreler ışığı soğurduğunda yapısında kimyasal değişimler olan pigmentler içerir. Bu değişim bir elektrik sinyalinin oluşmasına neden olur. Oluşan bu sinyaller beyne ulaştığında renkler algılanır.

Çubuk hücrelerinde bir, koni hücrelerinde üç tür pigment bulunur. Koni hücrelerindeki pigmentler ışık tayfının farklı bölgelerindeki (kırmızı, yeşil ve mavi) ışınlara karşı duyarlıdır. Farklı dalga boylarındaki ışık koni hücrelerini farklı derecelerde uyarır. Beyin bu hücrelerden gelen sinyalleri birleştirerek farklı renklerin algılanmasını sağlar. Çubuk hücreleri ise sadece ışığı algılar ve düşük yoğunluktaki ışınlara karşı bile duyarlıdırlar. Renk körlüğü fotoreseptör hücrelerdeki pigment eksikliği ve bu hücrelerin işlevlerini düzgün şekilde yerine getirmemesi nedeniyle ortaya çıkabiliyorlar.

Kaynak

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

11. Bulutları Oluşturan Su Damlacıkları Nasıl Bir Arada Durur?

11. Bulutları Oluşturan Su Damlacıkları Nasıl Bir Arada Durur?

Bulutlar, içlerindeki gaz halindeki su moleküllerinin hava soğudukça havada asılı halde bulunan küçük katı parçacıkların üzerinde yoğunlaşmasıyla oluşur. Hava, atmosferde yükseldikçe basıncı azalır. Bunun sonucunda genleşirken yani hacmi artarken sıcaklığı düşer. Daha düşük sıcaklıklarda havanın tutabileceği su buharı miktarı da azalır. Doygunluk noktasına ulaşıldığında havada küçük su damlacıkları oluşmaya başlar. Havanın, su molekülleri sıvı hale geçmeden taşıyabileceği kadar su buharı taşıdığı noktaya doygunluk noktası denir. Damlacıkların büyüklüğü birkaç mikro metreyi geçtiğinde bulutlar görülebilir hale gelir.

Bulutların gökyüzünde homojen olarak dağılmak yerine yığınlar şeklinde bir arada bulunmasının, atmosferdeki sıcaklık ve nem dengesizliğinden kaynaklandığı düşünülüyor. Güneş’ten gelen enerjinin gün içinde değişmesi atmosferin sıcaklığında kısa mesafelerde farklılar ortaya çıkmasına neden olur. Bulutların oluşmasında belirleyici bir faktör olan doygunluk noktası atmosferin sıcaklığıyla yakından ilişkilidir. Bunun yanı sıra nem, havada homojen dağılmadığı için bulutların oluştuğu bölge ile çevresi arasında bir sınır ortaya çıkar. Bulutların oluştuğu bölge ile çevresi arasındaki bağıl nem farkının büyük olması, bu sınırı belirginleştirirken bulutların çevresindeki bağıl nem miktarının yüksek olması bulutların sınır hattı boyunca yayılmasına neden olur.

Kaynak

12. Cildimiz, Yaşlandıkça Neden Kırışır?

12. Cildimiz, Yaşlandıkça Neden Kırışır?

Cildin en üst tabakası olan epidermisin yapısında keratin miktarı yüksektir. Keratin cilde mekanik direnç kazandıran bileşendir. Epidermisin altındaki dermis tabakası ise daha kalındır ve yapısında sinirler, kan damarları, cildin sıkı ve gergin olmasını sağlayan kolajen ve cilde esneklik kazandıran elastin proteinleri bulunur. Bu proteinlerin üretimi yaşlandıkça azalır. Örneğin yirmi yaşından sonra dermis tabakasındaki kolajen üretimi her yıl yaklaşık %1 oranında düşer. Bunun yanı sıra yaşlandıkça ipliksi yapıdaki bu proteinler kalınlaşmaya ve yumak şeklinde bir yapı oluşturmaya başlar. Elastin ve kolajen proteinlerinin kimyasal yapısındaki bu değişimler cildin esnekliğini kaybetmesine ve kolayca deforme olmasına, dolayısıyla kırışıklıkların ortaya çıkmasına neden olur.

Ayrıca yaşlandıkça ciltteki ölü hücrelerin dökülerek ciltten uzaklaşma süreci yavaşlar. Ölü hücrelerin ciltte birikmesi ve zamanla kalınlaşması kırışıklığa neden olan etkenlerdendir. Cildin gerginliğini kaybetmesine neden olan süreçlerden biri de ciltteki yağ hücrelerinin zamanla küçülmesi ve cilt altındaki yağ tabakasının incelmesidir.

Kaynak

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
Reklam
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
126
31
16
9
5
5
1
Yorumlar Aşağıda
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın
Melih Gürhan

güzel post teşekkürler

doğrudur belki köpeğim biz uyanmayınca deliriyor her sabah zorla yalayarak ya oda da gezinip bizi uyandırmaya calışır karnı acıkmışsa ben acım diye haber ver... Devamını Gör