Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
11 Maddede Bir Osmanlı Esirinin Hatıraları, Eyüp Sabri Bey: "Mısır'da Nasıl Kör Edildik"
1. Dünya Savaşı sonrasında Mısır'daki 'Seydibeşir Kuveysna Osmani Usareyn Harbiye Kampı”nda 15 bin askerimizin krizollu havuzda kör edildiği haberi medyada geniş yankı uyandırmıştı. Ve konuyla ilgili açıklamalar yapan birçok araştırmacı farklı görüşler bildirmişti. Çünkü olayın toplu bir biçimde yapıldığına dair kanıtlar mevcut değildi.
Kimi tarihçilere göre; 1917 yılı Kasım ayı başlarında Gazze-Birüssebi savaşında savunma hatları harita ve fotoğraflarının casuslar tarafından düşmana verilmesi sonucunda Osmanlı ordusu ağır bir yenilgi aldı ve 150 bin asker esir düştü. Bugünlerde İngilizlerin tarafından 'kör edildiği iddia edilen' Mısır'da esir bulunan Türklerin sayısı, 1000'lerle başlamakta ve 15.000'lere kadar varmaktadır.
Bu iddiaların dayandığı iki esaslı belge var. Bunlardan biri, 28 Haziran 1921 tarihli bir TBMM Hükümeti kararıdır. Kararda TBMM başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın ve onbir bakanın imzaları yer almaktadır. Bu belge, TBMM Hükümetinin, Mısır'daki esir kamplarında 15.000 esiri kasten malûl bırakan İngiliz tabipleriyle, garnizon kumandan ve zabitleri hakkında siyasi takibatın başlatılması için harekete geçilmesinin kararlaştırdığına ilişkindir.
Diğer bir belge ise, Meclis'in 28 Mayıs 1921 cumartesi günü yapılan 37, oturumunda Edirne milletvekilleri Faik ve Şeref beylerin verdikleri yazılı önergedir. Bu önergenin baş kısmı Malta'da esir bulunan Türklerin iadesi çalışmalarıyla ilgiliyse de, son kısmında Mısır'daki kamplarda 'kasten kör edilen' Türk esirlerinden bahsedilmektedir.
Son bölüm şöyle: '... Mısır'da bilintizam, İngiliz'in tathirat-ı fenniye (ilaçla temizleme) bahanesiyle miktar-ı muayenininden (yeterli miktardan) fazla 'krîzol' banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri 15.000 vatan evlâdının üzerinde irtikab edilen (yapılan) bu cinayetin müteammit (önceden tasarlayan) failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kumandan ve zabitlerinin tecrim (suçlu ilan) edilmesini de ilave eyleriz...Yukarıda sözü edilen hükümet kararı, bu önerge üzerine alınmış olmalıdır.
Mısır'daki Türk esirlerin kasten kör edildiklerinden emin olamıyoruz.Çünkü elimizde somut belgeler yok. Ancak, özellikle Mısır'daki esirlerden birçoğunun kamplardan kör olarak döndüklerine dair kanıtlar var. Meclis’in 28 Mayıs 1921 Cumartesi günü yaptığı 37. oturumunda Edirne Milletvekili Faik ve Şeref Beylerin verdikleri yazılı önergede şu ifadeler yer aldı:
“..Mısır’da bilintizam, İngiliz’in tathiratı fenniye (ilâçla temizleme) bahanesiyle, miktar-ı muayyeninden (yeterli miktardan fazla) ’krizol’banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri, 15.000 vatan evlâdının üzerinde irtikab edilen (yapılan) bu cinayetin müteammit (önceden tasarlayan) failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kurmandan ve zabitlerinin tecrim (suçlu ilan) edilmesini de ilave eyleriz...”
Not: Bu Galeri olaylara bizzat tanıklık eden Eyüp Sabri Bey'in, Mısır'da Heliopolis Esir Kampı'nda yaşadıklarını anlattığı 'Bir Esirin Hatıraları' adlı kitabından derlenmiştir.
1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusu:
2-) Eyüp Sabri'nin Hatıraları: Hayfa'dan Hareket -7 Mart 1919 (Fotoğraf Hayfa - Kantara Treni )
3-) Kantara'dan Hareket - 10 Mart 1919 (Fotoğraf Kantara -Kahire Treni)
4-) Esaret mi, Hapislik mi? (Fotoğraf Heliopolis Kampı)
(Fotoğraf Heliopolis Kampı)
5-) Tel Örgüye Giriş ve Kaydımız - 23 Mart 1919 (Fotoğraf Heliopolis Kampı)
1 Ağustos 1919 tarihinden itibaren İngilizler, bütün Osmanlı esirlerine beygir ve katır eti de vermeye başlamışlardı. Askerler bunu bir kaç defa iade etti ve yememek istedilerse de daha sonra yemek mecburiyetinde kaldılar. Çünkü kendilerine verilen bir avuç bakla ile açlığı gidermek mümkün değildi. İşte, Ağustos'un o müthiş sıcaklarında Mısır gibi son derece sıcak bir muhitte kokmuş beygir ve katır etlerini yemek mecburiyetinde kalmış olan zavallı askerlerimizin bir çokları bu yüzden dizanteriye ve birtakımları da bir çeşit uyuza benzeyen ve İngiliz doktorları tarafından 'Palağra' diye adlandırılmış olan müthiş bir illete yakalanarak telef olup gitmişlerdir
6-) Göz Oyucu Ermeni Doktorlar
Burada, biraz da Mısır'da gördüğümüz Ermeni tabiblerinden bahsedeceğim. Ve onlara şu tabiri kullanmaktan kendimi men edemiyeceğim: 'Göz oyucuları!'
Evet, bu alçaklar insanlardan her halde başka bir tıynette yaratılmış ve başka bir yürek taşıyan mahlukdur- lar. Çünkü onların işlemiş oldukları bu kadar feci ve ağır cinâyetleri insan olan, insan yüreği taşıyan bir mahluk katiyen yapamaz. Ancak, onlar yapmışlardır Mısır'ın Abbasiye lıastahanesiııde ve teller içindeki feci manzarayı tarif ve tasavvur edebilmek benim iktidârım dışındadır.
Abbasiye hastahanesinde Ermeni doktorlarının ellerinde miller ve kolları dirseklerine kadar sıvalı olduğu halde sabahtan akşama kadar işleri güçleri Türk askerlerine ameliyat yapmak ve onların gözlerini oyup çıkarmak olmuştur. Bir çok Mısırlı dindaşlarımızın ve bütün esirlerin ifâdelerine nazaran bu göz ameliyatı evvelce de vukubulur ise de, mütârekeden biraz evvel ve bilhassa sonra, yani İngilizlere galibiyet gururu geldikten sonra, pek ziyâde ilerlemiş olduğu anlaşıldığı gibi, bizim oraya gittiğimiz zamanlarda şiddetle devam etmekte olduğu bizzat müşâhade edilmiştir.
Bu alçakça fâcia, Mustafa Kemâl Paşa Hazretlerinin Anadolu'daki faaliyetlerinin Mısır gazeteleri vasıtasiyle oralarda duyulmaya başladığı ve Mısırlıların tam o zamanda asil başkaldırmalarının şiddetle ilerlediği zamana kadar devam etmiş, ondan sonra biraz hafiflemiş ve bir gün birden bire Abbasiye hastahanesinde göz ameliyatının icrası hastanın arzusuna terkedilmiş ve artık hiç bir askerin gözü çıkarılmamıştır.
7-) Gözü Çıkarılan Ödemişli Ali Dayı
Bu zavallı ihtiyarın âh ve inlemelerine dayanamayıp çok ağladım. Bir gün Ali Dayı bana tesâdüf ederek koğuşuna gidemediğinden dolayı yardım istemişti. Ali Dayı’nın elinden tutarak koğuşa götürürken derdini açmaya başladı.
Biçâre elli yaşında olduğu halde seferberlikte silah altına çağırılmış. Ödemiş kasabasının Belediyesi karşısında kendisinin ufacık bir attar dükkânı varmış. Dükkânın eşyasını tamamen satarak bedelini kimsesiz kalan ailesinin geçimi için bırakıp derhal davete uyarak muharebeye katılmış. Bir kaç cephede düşmanla döğiiştükten sonra bedbahtlığından dolayı esir düşmüş.
Mısır'a geldiğinde gözünün birisi birazcık ağrımış, bilmiyerek doktora müracaatla ilaç koydurmak istemiş. Ermeni doktoru Ali Dayı'yı derhal hastahaneye yazmış. Biçâre her ne kadar gözünde bir şey olmadığını söyleyerek hastahaneye gitmemek istemiş ve bu konuda pek çok rica ve niyazda bulunmuş ise de katiyen kabul edilmiyerek hastahaneye yatırılmış. Ertesi gün ameliyat değil kasaphâne tâbirine hakkıyla lâyık olan Abbasiye Hastahanesi'ndeki bu cinâyet odasına götürülerek sağ gözü çıkarılmış.
Bu talihsiz ihtiyar, gözünün birini kaybettiğinden, bu suretle uğramış olduğu bu elim felâketin acısından müteessir olarak ağlamaktan diğer gözünü de kaybetmiş. Nihâyet Ali Dayı iki gözünden mahrum bir biçâre olarak sürünmeye başlamış. Bundan başka beş, altı genç askerimizin aynı şekilde başlarına gelen olayı dinledim.
8-) Urullu Mehmet, Hüseyin Onbaşı ve diğerlerinin anlattıkları
Anteb'in Urul köyünden Şaban oğlu Mehmet, Maraş'ın Küçük Nacar köyünden Mehmet, Aydınlı Ali oğlu Mehmet, Konya'nın Beyşehir kasabasıdan Hüseyin Onbaşı ve Karahisar Bolvadin kasabası Çay nahiyesi Cedid mahallesinden Hacı oğlu Haşan, Manastırlı Rıza, Erzurumlu Süleyman oğlu Ali, bu biçârelerin hepsi de bana cidden mühimce esef verici maceralar anlattılar.
Urullu Mehmet ve Hüseyin Onbaşı ve diğerleri diyorlardı ki; 'Koğuşlara, esirlerin muayenesine geldikleri zaman bizi gözümüzden dolayı ayırıp Abbasiye hastahanesine gönderdiler. Gözlerimizde hiç bir şey ve hattâ ağrı dahi yoktu. Yalız birazcık kan mevcut olup bu kadarcık bir anzadan dolayı hastahaneye düştük.
Orada bir ilaç koydular, bütün gözlerimizi kan istilâ etti. Hemen ame- liyathâneye soktular, gözlerimizi çıkardılar. Çok yalvardık ise de fayda etmedi.
Ameliyat esnasında Ermeni doktorları 'Siz memleketinizde ne kadar Ermeni öldürdünüz? Bu görmekte olduğunuz muamele onun karşılığında sizin için bir cezadır' diyerek, bunun gibi zehirli sözler ve tahriklerle hem gözlerimizi çıkarıyorlar ve hem de kalplerimizi eziyor ve yaralıyorlardı'
9-) Mustafa Kemal ATATÜRK'ün etkisiyle; Vaziyette birden değişiklik ve ferahlı günler
Bu sıralarda kampların nöbetçi subaylarıyla başcânilerin, yani tellerde esirlere nezâret ve kumanda eden Ingiliz subay ve çavuşlannın davranışlan da değişmişti. Bizim telin subayı, altmış yaşlannda kranta bir yahudi olup, güzel Türkçe bilirdi.
Her zaman Türkiye'den, İzmir ve İstanbul'da çok bulunduğundan bahseder ve bizimle konuşmayı severdi. İhtiyar subay evvelce, 'Türklerin hâli çok fenadır, İstanbul'unuz sizde kalmıyacak, Yunanlılar İzmir'i aldılar, sizin için gelecek çok fena görünüyor' diye hezeyanlar ederken, daha sonra dilini değiştirerek 'Mustafa Kemâl Paşa Anadolu'da çalışıyor. Türkler umumiyetle silaha sarılmışlar ve Kemâl Paşa'mn emir ve kumandasına tâbi olmuşlar, aynı zamanda çok fedâkârlık ediyorlar ve önemli başarılar sağlamaktadırlar. İzmir'den Yunan'ı çıkaracaklardır. Aşkolsun Türklere' diye bize öğünülecek haberler veriyordu.
İngiliz çavuşları dahi sabahları, güler yüzle yanımıza gelerek bu konuda müjdeler veriyorlar ve bizden çay ve sigara alıyorlardı. Evvelce yüzümüze bakmak istemiyen ve daima soğuk ve ekşi bir suratla muamele eden bu Ingiliz çavuşlarının o sıralarda vaziyetleri birden bire değişmişti. Mustafa Kemâl Paşa için 'Sizin bir büyük kumandanınız vardır. Anadolu'da milli teşkilât kuruyor. Çok büyük faydalar sağlamaya muvaffak olmaktadır. Artık Türkler milli varlıklarını göstermekte, medeniyet âlemine kendilerini tanıttırmaktadırlar. Sizin sulhunüzün diğerlerinden daha iyi ve şerefli olması ihtimali vardır' diyorlar ve bunları büyüklerinden bu şekilde işittiklerini ve bazı İngiliz gazetelerinde okuduklarını ilâveten söylüyorlardı.
Bu duruma göre, Ingilizlerin bizim Kuvâ-yı Milliye teşkilâtına daha o zamandan itibaren önem verdikleri anlaşılıyordu. Halbuki, daha önce tellerdeki subayları şöyle dursun, İngiliz gardiyanları bile Türk esirleriyle bir tek kelime bile konuşmaya tenezzül etmezler ve esirlerimize daima kin ve hakâretle bakarlar, yanlarına asla sokulmak istemezlerdi.
10-) Kaçmaya teşebbüs ve kurtuluş günleri -25 Ağustos 1919
Bu tarihte, bütün Türk esirlerinin memleketlerine iâdesi hakkında emir geldiği yolundaki müjdeli haber karargâhı baştan başa yerinden oynattı. Bütün asker ayakta. Geceleri, sabahlara kadar eğlence ve cümbüşler yapılıyor, artık sevkiyata kavuşulmuş bulunuyordu.
Birinci kâfilede binbeşyüz kadar İstanbullu asker ile küçük rütbeli subay beraber sevkedilmişti. Biz de arkadaşlarla birlikte bir yolunu bulup ikinci postaya katılarak sevkiyat teline kadar kendimizi atabilmişken, uğursuz talih bizi orada da buldu. Şimendifere binileceği sırada, evvelce şahıslarımızı tanımış olan Kıbrıslı hain bir tercümanın ihbarı üzerine tekrar İngilizlerin eline yakayı verdik.
Bundan sonra birbuçuk ay kadar daha gayet sıkı bir kontrol altında ayrı bir yerde mevkuf kaldık. Nihayet, her birimizin tek tek kaçmasından başka çâre olmadığı anlaşıldığından bu konuda arkadaşlar arasında görüşme yaparak, birbirimizden ayrılmaya karar verdik. Ben, ikinci fırkanın nöbetçi doktoru Mazlum Bey'in yardım ve aracılığı ile göz hastahanesine naklettim.
Daha sonra hastahanenin nöbetçi doktorlarından Mısırlı bir Katoliğin yardımlarını sağlayarak kendimi üçüncü fırkanın hastahanesine attım. Hastahane çavuşu Arnavut Bahtiyar Ağa'nın vasıtasiyle taburcu olarak tekrar sevkiyat teline geldim. 28 Teşrin-i evvel (Ekim) de memleketine iade edilen ikibin kişilik diğer bir esir kâfilesi arasına karışarak, şekil ve kıyafetimi değiştirerek Cenâb-ı Hakk'ın yardımıyla o zalim düşmanın elinden kurtulmaya ve aziz vatanıma kavuşmaya muvaffak oldum.
11-) RİCA VE ÖZÜR
Zengin ifâdeden mahrum, basit bir üslubla yazılmış olan bu esâret hâtıraları, aslında bir edebi eser değildir. Yazılmasındaki maksat da bu olmayıp, yalnız Haleb ve Mısır'da dokuz ay altı gün süren mezâlim ve esâret hayatımda çektiğim ezâ ve gördüğüm hâdiseleri sigara paketleri üzerine kaydetmiş, bir çok arama ve baskılara rağmen muhafaza eylemiş olduğumdan, bunları olduğu gibi dindaşlarımın gözlerinin önüne sermek iyilikseverliğindendir. Bu itibarla içinde görülecek, istenmeden yapılmış kelime ve diğer hataların bağışlama eteği ile örtülmesini okuyucunun cömertliğinden rica ederim.
Gâzianteb'in Sâbık Defter-i Hakâni Memuru Eyüb Sabri
Yorum Yazın