Hiçbir ziraat eğitimi almayan hatta çiftçilikle, hayvancılıkla ilgili hiçbir kitap bile okumayan babam, tohuma bakar bakmaz kalitesinin ne kadar olduğunu anlardı, sürüye baktığında hangi koyunun ne tür bir hastalık geçirdiğini bilirdi, hamile bir koyunu görse ne zaman yavrulayacağını, daha yeni filizlenmiş bir ekin tarlasına baksa rekoltenin ne kadar olacağını tahmin ederdi.
Şimdi düşünüyorum: Biz dört-beş sene üniversitelerde eğitim alıp uzmanlaşıyoruz ve nasıl oluyorsa hangi öğrencimizin nesi var, nesi yok bir türlü anlamıyoruz? Hatta bize muhteşem bir öğrenme hevesiyle gelen, meraklı, kurcalayan, didikleyen sonra ve sürekli öğrenmek isteyen o harika beyinleri nasıl oluyor da çok kısa sayılabilecek bir zaman zarfında okuldan bıkmış bir hale getiriyoruz?
Bu durumun bir çözümü yok mu?
Kendi penceremden baktığımda şunları önermek geliyor içimden:
1. Okullarda yazılı veya sözlü hiçbir sınav yapılmasın. Sınav ne getiriyor bir düşünsene? Öğretmen hem soruyu soruyor hem de gözünü öğrencinin üzerinden bir an olsun ayırmıyor. Neden? Çünkü yetiştirdiği öğrencisine güvenmiyor, onun kopya çekeceğini düşünüyor. Bu durum öğrenciye “Sen güvenilmezsin, her an hırsızlık yapabilir, sana ait olmayan bir şeyi çalabilirsin.” mesajını veriyor. İlkokulda kopya nedir bilmeyen yavrularımız ortaokul, lisede hatta üniversitede büyük oranda kopya çekiyor.
2. Okullarda yoklama yapılmasın. Ben, yoklamayı kendine, birikimine ve ders anlatım biçimine güveni olmayan bir öğretmen çıkarmıştır diye düşünüyorum. Biz de sanırım körü körüne onu taklit ediyoruz.
Bir keresinde derste yoklama yapıyordum. Bir öğrenci sordu:
“Hocam, ne yapıyorsunuz?”
“Yoklama yapıyorum.”
“Yoklama mı? Neyi yokluyorsunuz?”
“Seni.”
“Neyimi yokluyorsunuz?”
“Burada olup olmadığını.”
“Ben burada mıyım?”
“Evet.”
“Emin misiniz?”
Durdum, gözlerine baktım, neyi kastettiğini anlamaya çalıştım. Devam etti:
“Siz bedenimizi yokluyorsunuz Hocam. Bedenim burada ama aklım, ruhum burada değil.”
“Nerde?”
“Sevdiğim başka yerlerde.”
Haklıydı.
“Hocam hem dersi aklımıza anlatıyorsunuz hem de sadece bedenimizin burada olup olmamasıyla ilgileniyorsunuz. Aklımızın ve ruhumuzun burada olup olmadığını bilemezsiniz ki nasıl bileceksiniz?”
Doğru söylüyordu. Bilemezdim.
3. Öğretmenler seçmeli olmalı. Okullarda ilk hafta öğretmen defilesi yapılmalı; öğretmenler bir hafta örnek dersler anlatmalı. Öğrenci hangi öğretmenden ders alacağını kendisi seçmeli.
Çorap alırken seçiyoruz, taze fasulye, domates ve lahana alırken seçiyoruz, evleneceğimiz kişiyi seçiyoruz, alacağımız arabayı, evi, telefonu seçiyoruz da haftada beş gün boyunca birlikte eğitim yolculuğu yapacağımız öğretmenimizi neden seçemiyoruz?
Hem öğrenci öğretmenini seçebilmeli hem de öğretmen öğrencisini. Seçilemeyen öğretmen ne mi olacak? E onu da kendi düşünecek!.. Ya kendini sevdirmeyi bilecek ya da sevdiği başka bir iş yapacak.
4. Dersler de seçmeli olmalı, zorunlu değil. Örneğin; lisede geçen dört yıl boyunca günümüz koşullarına hitap eden 100 çeşit ders seçilmeli ve öğrenci bu yüz dersten ihtiyaç hissettiği otuzunu dört senede görmeli.
Düşün şimdi; ben, kendini çok iyi yetiştirmiş, branşında deneyimli, iletişim becerilerini geliştirmiş ve öz güvenim de çok yüksek matematik öğretmeniyim. Okulların açıldığı ilk hafta defileye çıkmışım. Sen bütün öğretmenleri dinledin ve beni seçmek istedin. Sana diyorum ki; “Hedefin var mı?” “Evet, makine mühendisi olmak istiyorum, bunun için de matematiği çok iyi öğrenmem lazım.” diye cevap veriyorsun. Ben de sana “Bende yoklama, devam mecburiyeti, sözlü hatta yazılı bile yok, şimdi ciddiysen hadi gel sana öğrenme arkadaşı olayım. Ne kadar öğrendiğini belirlemek için sen kendi kendine sınav yaparsın” desem, sahi, derslerden kaçar mıydın, kopya çeker miydin?
Bugün bazı öğrenciler özel okullara, özel dershanelere, özel hocalara gidip “Şu dersi bana öğretir misin?” diye adeta yalvarmıyorlar mı? Onlar da büyük paralar karşılığında bu eğitimleri vermiyorlar mı?
Evet, büyük paralar karşılığında veriyorlar.
Sen bana cep telefonunu veriyor musun? Hayır.
Sen bana bilgisayarını veriyor musun? Hayır.
Sen bana arabanı veriyor musun? Hayır.
Sen bana evini veriyor musun? Hayır.
Hayır vermiyorsun. Neden? Çünkü bunlar senin için çok değerli.
Hiç kimseye vermeye kıyamadığın bu değerli şeylerden çok daha kıymetli ve önemli olan bir şeyini veriyorsun bana: Çocuğunu.
Sapasağlam, pırıl pırıl, işlenmemiş bir elmas, cevher gibi getirip bana teslim ettiğin evladını bozup arızalandırarak sana iade etme hakkım var mı?
Uyanık, hareketli ve cıvıl cıvıl olan güzeli peki benim uyutmaya hakkım var mı?
Hani güzel prensesin peşine düşüp elindeki büyülü elmayı yedirerek onu uyutan cadı var ya, işte ben eğitim sistemimizin de çocukların beynine doldurduğu gereksiz bilgilerle onları uyuyan güzele dönüştüren bir cadı olduğunu düşünmekteyim…
Facebook
Instagram
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Yorum Yazın
Hep düşündüğüm şeydir acaba insanlara zorla bişey dayatılmasa çoğu insan zaten sevdiği alanda kendini geliştirip daha iyi Bi düzeye mi gelir yoksa tembellik ... Devamını Gör
Ben işin uzmanı değilim. Ama şu an eğitim sistemi gerçekten bizi geri götürüyor sadece. Bu konuya çok iyi el atılıp kapsamlı araştırmalar yapılıp Finlandiya ... Devamını Gör