onedio
Görüş Bildir
article/comments
article/share
Haberler
28 Şubat ve AB: Aynı Anda İki Süreç

28 Şubat ve AB: Aynı Anda İki Süreç

Mehmet
03.07.2014 - 23:25 Son Güncelleme: 04.07.2014 - 00:14

28 Şubat ve Avrupa Birliği (AB)

“Aynı anda iki süreç: 28 Şubat ve Avrupa Birliği

**Çalışma Sahibi:**

Hacı

Mehmet BOYRAZ, Gediz Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü & Siyaset

Bilimi ve Kamu Yönetimi (ÇAP)

boyrazhacimehmet@gmail.com

İçerik

1.      Özet

2.      Anahtar

Kelimeler

3.      Kronoloji

4.      28

Şubat öncesi TC-AB ilişkilerindeki durum

5.      28

Şubat sürecine AB’nin bakışı

6.      28

Şubat’tan Helsinki’ye

7.      Sonuç

8.      Kaynakça

 

 

 

 

 

 

 

 

1. Özet

28 Şubat ve Avrupa Birliği’nin (AB) değerlendirildiği

bu çalışmanın amacı 28 Şubat ekseninde AB ile yaşanan sürecin ve 28 Şubat

sonrasında AB ve Türkiye tarafından yapılan hamlelerin kısa ama öz bir şekilde

incelenmesidir. Bu sebepten, 28 Şubat sürecinin oluşum ve uygulama aşamasına detaylı

bir şekilde yer verilmemiştir. Bunun yanı sıra, Şeyma Akın tarafından

hazırlanan ‘28 Şubat ve Batı Medyasındaki Algılanışı’ başlıklı Yüksek Lisans

tezinden edinilen veriler ışığında bazı AB üye ülkelerinin medya organları

üzerinden yapılan alıntılarla üye ülkelerin sürece bakış açılarına da yer

verilmiştir. Kısaca, 28 Şubat öncesi, ekseninde ve sonrasında TC – AB

İlişkileri değerlendirilmiştir.

2. Anahtar Kelimeler:

Avrupa Birliği, Avrupa Birliği Zirvesi, Gümrük

Birliği, Katılım Ortaklığı Belgesi, İlerleme Raporu, Milli Güvenli Kurulu

(MGK), Ortaklık Konseyi, 28 Şubat post-modern darbe.

3. Kronoloji:

·        

14 Nisan 1987:

Özal Hükümeti AET’ye tam üyelik başvurusunda bulundu.

·        

1 Ocak 1996:

TC ve AB arasında Gümrük Birliği yürürlüğe girdi.

·        

28 Şubat 1997:

MGK toplantısı sonrası post-modern darbe sürecinin başlaması.

·        

16 Mart 1997:

Apeldoorn şehrinde yapılan gayri resmi Dışişleri Konseyi toplantısından sonra,

29 Nisan 1997’deki AT-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısında Avrupa Birliği,

Türkiye’nin üyelik ehliyetini bir kez daha teyit etti.

·        

22 Mart 1997:

1997’de Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Pauline Gren başkanlığındaki

bir heyet Org. Çevik Bir ile görüşme sağladı ve bu görüşmede Bir, demokrasi

güvencesi verdi (!).

·        

18 Haziran 1997:

Erbakan istifa edip görevini Çiller’e devretti.

·        

15 Temmuz 1997:

AB tarafından Gündem 2000 kabul edildi. Bu belge ile Türkiye’nin ekonomik ve

politik durumu hakkında da değerlendirmeye yer verilmiştir. Bu belge, aynı

zamanda, Türkiye’nin “bölgedeki bir dizi sorunun çözülmesi ve Kıbrıs sorunun

adil ve kalıcı bir çözümüne aktif şekilde katkıda bulunması yönünde güçlü bir

taahhüt vermesi gerektiğini” ifade etmiştir.

·        

12 – 13 Aralık 1997 Lüksemburg

Zirvesi: TC’ye adaylık statüsünü tanınmadı ama katılım

ehliyetini en yüksek düzeyde olduğu teyit edildi. Bunun üzerine Türk Hükümeti ilişkileri

tek taraflı olarak dondurdu.

·        

1998:

Avrupa Komisyonu Türkiye hakkındaki ilk ilerleme raporunu yayınladı.

·        

10 – 11 Aralık 1999 Helsinki

Zirvesi: TC’ye aday ülke statüsü verildi.

·        

8 Mart 2001:

Avrupa Konseyi Türkiye’nin AB katılım sürecinin yol haritası olan Katılım

Ortaklığı Belgesini kabul etti.

·        

17 Aralık 2004:

Avrupa Birliği Konseyi, Türkiye ile üyelik görüşmelerini başlatma kararı

almasıyla 3 Ekim 2005’te Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri başlatıldı.

4. 28 Şubat öncesi TC-AB ilişkilerindeki

durum

14 Nisan 1987’de Turgut Özal’ın AET’ye yapmış olduğu

tam üyelik başvurusundan sonra uzun süre ilerleme kaydedilemeyen

ilişkilerimizin önemli dönüm noktalarından olan ve Türkiye açısından erken

bahar havası yaratan 1995’teki Gümrük Birliği Antlaşması ile Türkiye’ye

muhtemel üyeliği öncesi Avrupa entegrasyonun önemli bir parçası eklemlenmiştir.

Bu antlaşma ile Türk ve Avrupa mallarının bazı sektörler hariç karşılıklı

olarak gümrüksüz dolaşması amaçlanmıştır.

Gümrük Birliği’nden sonra 1998’deki İlerleme

Raporu’na kadar önemli bir ilerleme de yaşanmamıştır. Bu sebepten 1995-1997

arasında göze çarpan tek durum Gümrük Birliği’nden ibaret olmakla beraber

hükümetler arası çalışma grupları, AB tarafından Türkiye sunulan teknik

hizmetler ve irili ufaklı diplomatik ilişkiler de vuku bulmuştur.

5. 28 Şubat sürecine AB’nin bakışı

28 Şubat 1997’deki MGK

Toplantısı sonrası hükümete uyarı niteliğinde alınan kararlar sonrası başlayan

“28 Şubat post-modern darbe” senaryosunun etkileri siyasi tarihimizde önemli

bir yer tutmaktadır. Bunun sebebi askerin direkt müdahale anlayışı yerine “birtakım

sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra basın-yayın kuruluşlarının,

üniversitelerin, sendikaların, sermaye çevrelerinin, sivil bürokrasinin, yargı

mensuplarının desteği alınarak baskı, tehdit, şantaj ve ikbal vaadiyle

hükümetin işlevsiz hale getirilerek, istifaya zorlanmasıdır. Sürecin bir diğer

dikkat çekici noktası ise ABD ve AB’nin, 28 Şubat MGK kararlarına karşı ciddi

bir eleştiride bulunmamalarıdır. ABD ve AB gibi liberal demokratik

mekanizmaların efektif bir şekilde kullanıldığı ülkelerin hukuksuz ve

anti-demokratik bir uygulamaya ses çıkarmamalarının altında araştırılması

gereken üstü kapalı sebepler olmalıdır. Bu çalışmanın ekseriyeti nedeniyle yapılan

araştırma ve inceleme faaliyetleri sonucunda 1998 yılında Avrupa Komisyonu

tarafından yayımlanan Türkiye İlerleme Raporunda da 28 Şubat süreci hakkında direkt

olarak herhangi bir yorum yer almaması dikkat çekicidir. Direkt yorum yerine,

üstü kapalı bir takım eleştiriler yapılmıştır. MGK Kararlarına verilmeyen tepki

kadar AB’nin, 16 Ocak 1998 tarihinde Refah Partisinin Anayasa Mahkemesi

tarafından ‘laiklik karşıtı odak’ olma gerekçesiyle kapatılması konusundaki

tutumu da o dönem bazı kesimlerce eleştiriye maruz kalmıştır.

Genel hava itibariyle tarihi akışa bakıldığında AB’nin

kurumsal olarak 28 Şubat sürecine bakış açısı ne yazık ki net değildir. Biz de

bu sebepten 28 Şubat post-modern darbenin AB’deki kurumsal algısını

anlayabilmek için üye devletlerden bazılarının 29 Şubat’taki (28 Şubat MGK

Toplantısı sonrası) haber başlıkların bakmakta yarar gördük; çünkü sürecin bir

darbe olup olmadığı ilk etapta anlaşılamamıştır. Hatta AB’den de öte ülke

içerisinde dahi 28 Şubat’ın darbe olduğu çok sonra anlaşılabilmiştir.

Bunun yanı sıra, Türkiye üye bir ülke olmadığı için herhangi

bir yaptırım da söz konusu olmamıştır. Ancak yaptırım söz konusu olmasa da

AB’nin kurumsal olarak anti-demokratik post-modern askeri müdahaleye daha sonra

karşı bir hamle yapması kaçınılmazdı ve bunu 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde

TC’ye aday ülke statüsü vermeyerek göstermiş oldu. Görevdeki hükümetin ise

buna cevabı tek taraflı olarak sürecin durdurulması gibi yanlış bir adım

olmuştur. Yanlış olarak addedilmesinin sebebi zaten süreç boyunca demokrasi

karşıtı birçok sahne yaşanmış, akabinde bir hükümet modern yollarla devrilmiş

ve toplumsal bir bölünme yaşanmıştır. İşte tam da bu demokrasi eksikliğinin

hissedildiği dönemde Türkiye’yi az da olsa demokrasi limanına itebilecek tek

itici güç olabilecek Avrupa Birliği ile ilişkilerin durdurulmasının akıl ve

mantıkla izah edilmesi söz konusu değildir. Bir başka ifade ile zaten ‘Kopenhag

– Siyasi Kriteri’nin bütünüyle çiğnendiği bir süreçte AB’nin en azından bunu

yapması anormal değildir. Buradaki mühim nokta AB’nin süreci geç okuması ve

kurumsal hamlelerin geç gelmesidir. Böyle bir ifade metnin yazarı olarak beni

AB taraftarı olarak gösterebilir ama burada kastedilen AB’nin kurumsal olarak

yapması gerekeni geç yapmasıdır; çünkü halk tarafından iktidara getirilen bir

hükümete karşı sivil bir darbe yapılmıştır ve bunun temel AB normları ile

bağdaşır bir tarafı bulunmamaktadır.

28 Şubat’tan sonraki günler içerisinde AB ile TC

arasındaki ilişkide de bir kopukluk yaşanmıştır. Ancak 22 Mart 1997’de Avrupa

Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Pauline Gren başkanlığındaki bir heyet Org.

Çevik Bir ile bir görüşme sağlayarak bu kopukluğu kısmen gidererek mevcut durum

hakkında karşılıklı bilgi alış verişinde bulunmuşlardır. Bu görüşmede Çevik Bir

de heyete demokrasi güvencesi vermiştir (!). Burada üzerinde durulması gereken

husus AB’nin post-modern darbecileri direkt eleştirmedikleri gibi siyasi

muhatap olarak da Dışişleri Bakanlığı yetkilileri yerine askeri yetkililerle

irtibat kurmaları AB’nin var olan hukuksuzluğu görmezden geldiği gibi

diplomatik sınırları da ihlal ettiğinin göstergesidir.

Yukarıda belirtildiği gibi AB’nin kurumsal olarak 28

Şubat’a karşı net bir tutumu olmadı gibi üstü kapalı olarak da darbecileri

kendilerine muhatap almışlardır. Ancak kısa bir süre sonra 1997’deki Lüksemburg

Zirvesi’nde TC’ye aday ülke statüsü verilmeyerek gecikmiş kurumsal cevap

verilmiş oldu.

Şimdi İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa

Birliği içerisinde ağırlığı olan bazı üye ülkelerin sürece bakışlarını haber

sayfalarından inceleyerek kurumsal kimlik kadar üye ülkelerin bakış açılarına

da göz atabiliriz.

İtalya – Corriere

Della Sera:

Askerler Erbakan’ı yargılıyor. 1974 Kıbrıs

çıkarması öncesinde bile MGK toplantısı bu kadar uzun sürmedi. Şeriatı getirmek

isteyen RP liderinin laikliği tehlikeye sokacak macerasına dur denildi ve

askerler laikliği korumak için yemin etti.” (1)

Fransa – AFP:

MGK, devletin laik kurumlarını savunacağını ve

İslami radikallere göz açtırmayacağını vurguladı ki, bu gelişme Erbakan

Hükümeti’ne son uyarı olarak değerlendiriliyor. Konsey, 9 saati aşan toplantı

sonunda, TC’nin demokratik sistemde de çağdaş uygarlık yolunda gelişmesini

güvence altına alan yasalardan ve anayasanın uygulamasından ödün verilmeyeceği

bildirisini yayınladı.” (2)

Almanya

– Die Welt:

Laikliğin bekçisi olan Demirel ve generallerin,

İslamcı Başbakan Erbakan’a karşı sabırları artık tükendi. Bugüne kadar el

altından yaydıkları düşüncelerini şimdi açıkça söylediler.” (3)

İngiltere

– Reuters:

Laik generaller ve koalisyon yönetimi arasında

süregelen gerginliğin ardından toplanan MGK, İslamcıların önderliğindeki

hükümeti demokrasi ve laiklikten ayrılmaması konusunda uyardı. Gece yarısına

kadar süren toplantı sonunda yayınlanan bildiri, ordunun geleneksel yaklaşımını

yansıtıyor.” (4)

İngiltere

– BBC:

Generallerin MGK kararları Türkiye’nin

gerçekleri ile uyuşmayan zorba maddeler içeriyor. %99’u Müslüman olan bir

ülkede bu kararların uygulanması oldukça zordur. Bu kararların uygulanması

demek, Türkiye’nin insan hakları açısından elli yıl geriye gitmesi demek.” (5)

İngiltere

– Daily Telegraph:

İslamcı radikallerin önünü kesme hareketi, Türk

ordusunun rolünü sorgulatıyor” başlıklı yazı, ordunun Türk siyasetindeki

ağırlığından bahsederken, 1997’de ilk İslamcı Başbakan olan Erbakan’ın görevden

alındığını dile getiriyor. Yazıda ön plana çıkarılan husus ise AB’nin

Türkiye’ye bir takım şartlar öne sürmüş olduğudur. Bu şartlar arasında ordunun

siyasetten uzak durması da vardır. (6)

Ordu müdahalesi, Türkiye’nin AB şansını tehdit

ediyor” başlıklı bir diğer yazıda ise, Avrupa Birliği’nin Türk ordusunun

siyasete müdahale etmemesi gerektiği yoksa ülkenin AB’ye giriş şansının

azalacağını belirtiyor. Ayrıca Olli Rehn’in sözlerine de yer verilmiş; buna

göre Avrupa, özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı,

hukuk devleti, demokratik sivil iktidarın ordu üzerindeki üstünlüğü ilkelerine

dayanmaktadır ve Türkiye de bunlara saygı duymalıdır.  (7)

İtalyan, Fransız, Alman ve İngiliz medya

organlarının 29 Şubatta gazetelerindeki haberlerin analizleri yapıldığında ortaya

çıkan sonuç 28 Şubat’ın Batı medyasında doğrudan bir darbe olarak algılanmamış

olmasıdır. Diğer sonuçlar ise şu şekildedir:

·        

İtalyan haber ajansı anti-demokratik

darbe sürecinden ziyade laiklik vurgusunu ön plana çıkartarak Erbakan

Hükümeti’ni eleştirmiştir.

·        

Fransız haber ajansı 28 Şubat’ın darbe

olduğunun farkında olmadığından eleştirisini dinci Erbakan Hükümeti’ne

yöneltmiştir.

·        

Alman haber ajansı da İtalyan ve Fransız

ajansları gibi darbe vurgusu yerine laikliğe vurgu yapmıştır.

·        

İngiliz Reuters ve Daily Telegraph haber

ajansları İtalyan ve Fransız haber ajanslarına nazaran geleneksel darbeci

tutumu ön plana çıkarmışlardır. 28 Şubat’ın bir darbe olduğunu kavrayabilen tek

ajans muhtemelen BBC olmuştur. Özellikle haberin son ifadesinde belirtildiği

gibi bu kararların uygulanması demokrasi ve insan hakları açısından ilerleme

değil gerileme sebebidir.

Avrupa Birliği Komisyonu’nun o dönemki Genişlemeden

Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in sözleri ise aslında AB’nin kurumsal olarak

veremediği tepkinin açığa vurulmasıdır. Avrupa Birliği’nin özgürlük, demokrasi,

insan hakları ve temel özgürlüklere saygı, hukuk devleti gibi kavramlar

üzerindeki hassasiyetine vurgu yapan Rehn, demokratik sivil iktidarın ordu

üzerindeki hâkimiyetine de atıfta bulunarak 28 Şubat’ta askerin sivil otorite

üzerinde baskı kurduğunu üstü kapalı olarak ifade etmiştir.

Kısaca, Batı demokrasilerinde asla kabul görülmeyen

bir yöntem olan darbenin, İslamcılara karşı yapıldığında müdafaa edilebilecek

bir durum olması göze çarpmaktadır.

6. 28 Şubat’tan Helsinki’ye

Post-modern darbe süreci boyunca AB üye ülkelerinden

bazılarının ve AB’nin kurumsal olarak sürece bakışını (!) yukarıda inceledik. AB’nin

kurumsal olarak 28 Şubat’a en sert tepkisi 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde

TC’ye aday ülke statüsü verilmemesi oldu. Bu hamleye karşılık Türkiye

ise siyasi ilişkileri tek taraflı dondurmuştur. Ardından 1998’deki İlerleme

Raporumuzda Türkiye’de yaşanan genel siyasi havaya üstü kapalı olarak eleştiriler

yöneltilmiştir. İlerleme Raporu’ndaki en dikkat çekici husus “ordunun sivil

denetiminin olmayışı, kaygı vericidir. Millî Güvenlik Kurulu kanalıyla ordunun

politik yaşamda oynadığı büyük rol, bunu yansıtmaktadır.” ifadesidir. (8)

1998 tarihli İlerleme Raporu’nda yer

alan bazı önemli ayrıntılar:

1998’deki ilk İlerleme Raporumuz 28 Şubat’ın AB’ye

üstü kapalı olarak çok ufak eleştiriler yaptığı resmi bir belgedir. Bu üstü

kapalı ve ufak eleştirilerden bazıları aşağıda sıralanmıştır:

·        

Türkiye’deki durum hakkında önceki

değerlendirmeler” (9) kısmı

“İdare ve eğitim sistemindeki son gelişmeler,

laikliği güçlendirmeye yönelik olmakla beraber, Türk toplumunda ordunun özel

rolünü göstermektedir… Ordunun sivil politik denetimi bakımından Türk hukuku

sisteminde belirsizlikler vardır.”

·        

Türkiye’deki son politik gelişmeler

(10) kısmı

“Geçen bir kaç yılda, Türkiye’deki politik durum

nispeten istikrarsız olmuştur. Başbakan Yılmaz’ın (ANAP) idaresindeki mevcut

azınlık koalisyonu, haftalarca süren bir bunalımdan sonra, Erbakan (Refah) ve

Çiller (DYP) önderliğindeki hükümetin yerine geçerek Haziran 1997’de iktidara

geldi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) çoğunluğa sahip olmayışı

nedeniyle, Yılmaz Hükümeti, koalisyon dışında kalan partilerin desteğine

muhtaçtır.”

“Ocak 1998’de, Türk Anayasa Mahkemesi, Refah

Partisi’ni kapattı, tüm malvarlığına el koydu ve partinin başlıca liderlerini,

beş yıl boyunca, herhangi bir politik gruba üye olmaktan men etti. Bu kapatma

kararı, 21 Ocak 1998 tarihinde Avrupa Birliği adına yapılan bir Başkanlık

açıklamasına konu oldu. Söz konusu açıklamada şöyle deniyordu: “Bu karar, Türk

Anayasası’nın hükümlerine uygundur. Fakat Avrupa Birliği, bu kararın,

demokratik çoğulculuk ve ifade özgürlüğüne ilişkin sonuçlarından endişelidir.”

Refah Partisinin kapatılmasından bu yana, milletvekillerinin hemen hepsi, yeni

bir partiye, Fazilet Partisi’ne katılmışlardır.”

 

Bu iki kısımda raportörün bakış açısına göre

Türkiye’de gayri demokratik olaylar olmuştur ve ordunun sivil politik

denetimden yoksun olmasının hukuken belirsizlik arz etmesi ifade edilmiştir.

Ancak Batı (AB ve ABD eksenli) nasıl ki bugün Ortadoğu’da yaşanan trajikomik

sahnelere ses çıkarmıyor ve ‘darbeye’ darbe diyemiyorsa o gün de Türkiye’de

yaşanan sürece ‘darbe’ demekten imtina etmiştir.

Böyle bir tabloya rağmen sadece 1 yıl içerisinde

dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarafından etkin bir diplomasi yürütülerek

1999’daki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmesi ise

dikkate değer bir başarıdır. Bu vesileyle süreç öncesindeki durumdan bir adım

daha ileriye gidilmiştir ama belirtildiği gibi burada Cem’in etkin diplomasi

anlayışı ön plana çıkmıştır.

Devam eden süreç içerisinde de 8 Mart 2001’de Avrupa

Konseyi Türkiye’nin AB katılım sürecinin yol haritası olan Katılım Ortaklığı

Belgesini kabul ederek aslında iyi niyetini ortaya koymuştur.

7. Sonuç:

28 Şubat 1997’deki yapılan MGK toplantısında alınan

kararlarla askerler halkın oyuyla iktidara gelmiş sivil bir iktidarı 4. kez

bozguna uğratmış oldular. Ancak sürecin ülke içerisindeki etkileri kadar ülke

dışındaki etkileri de göze çarpmıştır. Gümrük Birliği ile AB’ye bir adım daha

yakınlaşan Türkiye’ye ne yazık ki o dönem gerekli ideolojik yardım AB

tarafından yapılmamıştır/ yapılamamıştır.

Süreci geç okuyan ve geç tepki veren AB’nin 1997

sonunda Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’yi aday ülke olarak tanımaması kurumsal

olarak verilebilecek tek tepkidir. Bunun yanı sıra AB üye ülkeleri de

genellikle darbe olgusundan ziyade laiklik olgusuna vurgu yaparak sürecin bir

darbe olduğunu anlayamadıkları da aşikârdır. Yapılan haber analizlerinde de

askerin rolüne bir eleştiri olmadığı gibi generallerin arkasındaki geniş destekten

bahsedilmiş ve neredeyse ‘yaramaz’ çocuk tasviriyle Erbakan ve İslamcıların

hizaya getirildiği aktarılmıştır. (11)

Özetle,

“değişim sürecindeki devletlerde demokratik sistemlere geçmenin ya da halkın

iktidarını kabul ettirmenin yolu seçkinlerin kullandığı kavramları kullanmaktan

geçmektedir. 28 Şubat süreci bu kavramların halk tarafından keşfedilmesi için

iyi bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Bu nedenle Türkiye’nin sürekli

vurguladığı Batılılaşmanın zamanla sembolü halini alan AB ile olan ilişkiler 28

Şubat süreciyle iktidardan uzaklaştırılan sağ kesim için ayrı boyut

kazanmıştır. Bunun yanı sıra, 28 Şubat süreci yıllardır kabul edilmeyen

kimliklerin kabul edilmesinde de etkili olmuştur.” (12)

8. Kaynakça:

Kitap, Makale ve Tez

1.      Avrupa

Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu, 1998

2.      Akın,

Şeyma “28 Şubat Süreci ve Batı Medyasındaki Algılaması” – Karamanoğlu

Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Tez

Danışmanı: Doç. Dr. Ercan Oktay, 2011

3.      Dedeoğlu,

Beril “Dünden Bugüne Avrupa Birliği”– Boyut Yayınları, 2003

4.      Gürses,

Ezgi “28 Şubat – Demokrasi Ters Şeritte” – Şule Yayınları, 2012

İnternet Kaynakları:

1.      Akın,

Şeyma: “28 Şubat Süreci ve Batı Medyasındaki Algılaması” – Karamanoğlu

Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Tez

Danışmanı: Doç. Dr. Ercan Oktay, 2011, sayfa 106-107

2.      Akın,

Şeyma: a.g.e. sayfa 107

3.      Akın,

Şeyma: a.g.e. sayfa 108

4.      Akın,

Şeyma: a.g.e. sayfa 107

5.      Akın,

Şeyma: a.g.e. sayfa 115

6.      Akın,

Şeyma: a.g.e. sayfa 110-111

7.      Akın,

Şeyma: a.g.e. sayfa 113

8.      Avrupa

Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu, 1998, sayfa 17

9.      Avrupa

Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu, 1998, sayfa 6

10.  Avrupa

Birliği Komisyonu, a.g.e. sayfa 8

11.  Akın,

Şeyma: a.g.e. sayfa 108

12.  http://www.postakutusu.co.uk/yazarlar/28-subat-sureci-ve-abye-tersten-bakis/

(erişim 20.04.2014)

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda
Reklam