Görüş Bildir

Ahmet Altan Haberleri

Ahmet Altan ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Ahmet Altan ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Başbakan Bu Karara da Saygı Duymayacak...
Yargıtay, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan hakkında ‘hakaret’ gerekçesiyle açtığı davada verilen tazminat kararını “ Başbakan, eleştiri ağır dahi olsa katlanabilmelidir ” diyerek bozdu. Ankara 20′inci Asliye Hukuk Mahkemesi, 8 Mart 2012 tarihinde kaleme aldığı ‘Alaturkalık ‘ başlıklı köşe yazısı nedeniyle Altan ve Taraf gazetesine toplam 15 in TL manevi tazminat cezasına hükmetmişti. Taraf’tan Sümeyra Tansel’in haberine göre, Altan’ın avukatı Veysel Ok’un temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 4′üncü Hukuk Dairesi’nce verilen bozma kararında “ Davacı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak eleştiri ağır dahi olsa eleştirilere olağandan daha fazla katlanabilmelidir ” denildi. Kararda, Altan’ın yazısını ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildi. Bozma gerekçesinde şu ifadeler kullanıldı: “ Basın özgürlüğünün kapsamı demokrasiyle yakın ilişkisinin sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve sert eleştiriye izin verecek şekilde geniş yorumlanmalıdır. Davanın tarafları siyasetçi ve basındır. Dolayısıyla sert ve yoğun eleştiriye katlanma yükümlülüğü söz konusudur .” ‘Stratfor’un, Erdoğan’a iki yıl ömür biçtiği‘ iddialarını manşete taşıması nedeniyle Erdoğan, gazeteyi eleştirmiş; Altan da söz konusu yazısını bundan sonra kaleme almıştı. Altan yazısında şu ifadeleri kullanıyordu: “Zavallı Başbakan’ın aklı iyice karışmış. Stratfor burnunun dibine girmiş”.Erdoğan, Ahmet Altan ve Taraf gazetesine toplam 30 liralık manevi tazminat davası açmış, Ankara 20′inci Asliye Hukuk Mahkemesi rakamı 15 bin TL’ye indirmişti. Erdoğan’ın avukatları, Altan’ın yazısında ‘Erdoğan’ın şahsiyet haklarına saldırı kastıyla, fevkalade ağır hakaretlerde bulunduğu‘nu iddia etmişti. Avukatlar, ‘yazının Erdoğan’ı eleştirmeye değil; aşağılamaya, küçük düşürmeye, cahil, bilgisiz ve ilgisiz olmakla itham etmeye yönelik olduğunu ‘ ve yazıdaki değerlendirmelerin ‘ düşünce açıklaması ‘ olarak kabul edilemeyeceğini savunmuştu.Diken
Kitaplar Ne Diyor?
Türkiye gündemi yayıncılık sektörünü farklı şekilde etkiliyor. Raflarda yerini alan kitapların büyük kısmı ya gündeme dair ya da gündemden yola çıkarak hazırlanmış. Ortam çok sakin gibi dursa da rakamlar satışların yükseldiğini gösteriyor. Yılın tüm edebiyat etkinliklerinde konuşulan bir konu var. O da 2014’ün yayıncılık dünyası adına durgun bir yıl olup olmadığı. Genel satışlar artış gösterse de, edebiyat dünyası durgun ve bir süre daha böyle olacağa benziyor. YAYFED'e (Yayıncılık Federasyonu) göre, 2014 Mart ayında bandrollü toplam satış 26 milyon 283 bin 799 olurken, 2013 Mart ayında bu rakam 26 milyon 367 bin 729 idi. Bu yılın Mart ayı 2013'ün gerisinde kalsa da, Nisan'da, 28 milyon 946 bin 857 kitap bandrollü olarak satıldı. Bu da geçen yılın aynı ayına göre yüzde 10 artış anlamına geliyor. Satılan kitapların yüzde 63’ü yetişkin kitapları, çocuk ve gençlik kitapları ile inanç yayınlarından oluşuyor. Eğitim alanındaki yayınlar toplam satışın yüzde 40’ına, akademik yayınlar ise yüzde 2’sine denk geliyor. İşin mutfağındaki isimlere, Türkiye’de yayıncılık sektörü adına nasıl bir sene geçirdiğimizi sorduk. Yayınevi yöneticilerine yönelttiğimiz sorular ve yanıtları ise şöyle: 2013 yılı yayıncılık sektörü adına durgun bir yıl mı oldu, 2014 nasıl başladı?- Bilhassa yerli edebiyat yayınlarında gözle görülür bir oranda 'sayı' düşüşü var mıdır, varsa bunun temel sebebi nedir?- Bu yılın 'Türkiye'de' en çarpıcı edebiyat olayı ne oldu sizce?- Türkiye gündemi yayıncılık sektörünü 'içerik' olarak etkiliyor mu? Deniz Yüce Başarır / Doğan Kitap Yayın Direktörü 2013’ün durgun bir yıl olduğunu söylemek mümkün değil. En azından kendi yayınevimiz adına konuştuğumuzda… Biz önemli bir büyüme oranıyla kapadık 2013’ün, yılın en çok satan iki kitabını yayımladık: Yılmaz Özdil’den Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda ve Zülfü Livaneli’den Kardeşimin Hikayesi. Şu gerçeği de kabul etmek gerekir: yaz başında Gezi Direnişi’nin etkisiyle bir durulma oldu. Doğal olarak okurların gözü Gezi’deydi. Alışveriş merkezlerine tepki vardı, kitabevleri de bu süreçten etkilendi. Ama sonbaharla birlikte bu durum değişti. 2014 ise seçim gündemiyle birlikte daha sakin başladı. Ama karamsar olmak için bir neden göremiyorum. Yerli edebiyat alanında bir düşüş var mı, doğrusu ben sizin kadar emin değilim. Öne çıkan kitapların kişisel gelişim alanında olduğunu (2014 yılı için söylüyorum) söylemek mümkün. Çok satan listelerinin ilk sıralarını bu aralar hep bu tarz kitaplar kaplıyor. Ama birçok edebiyat eseri de yayımlanıyor. Hem de çok iyi tanıdığımız isimlerden. Sadece onları listelerde göremiyoruz. Böyle çarpıcı bir olay oldu mu, bilemiyorum… Elbette gündem yayıncılık sektörünü etkiliyor. Örneğin seçim öncesi herkes beklemeye başlıyor. Sadece seçim ya da propaganda konuşmaları kaplıyor hayatımızı. Ya da bir anda gündem değişiyor ve o güne uygun diye çıkardığınız bir kitap gündem dışı kalabiliyor. Aslında edebiyat eserlerinin tüm bu gündemin dışında her zaman okunması ve satın alınması gerekir. Çünkü herkesin gündemden zaman zaman uzaklaşıp, insanı anlatan, dünyayı kavratan kitaplara ihtiyacı var. Bu, gündeme de farklı bakabilme yeteneğini geliştirmemiz açısından önemli. Emine Eroğlu / TİMAŞ Yayınları Genel Yayın Yönetmeni İstatistikler bir durgunluk olmadığına işaret ediyor. Verilere göre 2013’te bandrol tüketiminde % 13’lük bir artış var. Bu da bir şeklide kitap sektörünün genişlediğini gösteriyor.. Fakat yayıncılıktaki üretim dengesi bozuldu. Ağırlık çocuk ve gençlik yayıncılığına, doğru kaydı. Bu durum, çocuk ve gençlik yayıncılığı yapmayan ya da o alanda başarılı olamayan kültür yayıncılarını zorlamaya başladı. Bir de değişen okur talepleri pazara yerli/yabancı çok fazla isim ve eserin girmesine sebep oldu. Yeni yazar ve çok satan popüler kitaplar piyasadaki eski dengeleri büyük ölçüde değiştirdi. Popüler kitaplar edebiyatı ciddi şekilde gölgeliyor. Bunu çok iyi tahlil etmek gerek. Eskiden muhafazakar kesimde seküler okurun tanımadığı çok satan yazarlar vardı. Şimdi muhafazakâr/ seküler farkı kalktı. Light maneviyat akımı var. Bu bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Bir de sosyal medya kitap satışları üzerinde belirleyici bir etki oluşturmaya başladı. Twitter cümleleri ile santimantal denemeler/ romanlar yazan genç kalemler ortaya çıktı. Yazar profili gençleştiği ve iletişim araçları yazarlığı da kolay pazarlanan bir metaa dönüştürdüğü için dünün “çok satan” yazarları bugün eskimeye başladı. Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Elif Şafak gibi yazarların beklenen oranda satmaması bunun neticesi. Bu yazarların 20 yaşın altında kaç tane okuru var, sorusu “durgunluk” olarak tanımladığımız halin de bir izahatı olabilir. Beni çarpan edebiyat olayı hatırlamıyorum. En çok memnuniyet duyduğum Şule Gürbüz ve Ahmet Büke’nin yeni öykü kitapları oldu. Elbette etkiliyor. Gezi olaylarından sonra bir “gezi edebiyatı” teşekkül etti. Edebiyatta sosyal konular daha fazla işlenilir oldu. Aktüel siyaset kitapları büyük ölçüde hükümlerini yitirdi. “ulusalcı” düşünce kitapları listelerde yer tutmaya başladı. Can Öz / Can Yayınları Genel Yayın Yönetmeni 2013 bizim için oldukça tatsız bir seneydi. Ancak, sanıyorum yayınevinde yaptığımız değişikliklerin etkisiyle, 2014 yılı 1. çeyreği Can Yayınları tarihinin mali olarak en verimli dönemi oldu. Yayınlanan kitap sayısında ise azalma değil, artış yaşadık. Önümüzdeki dönemde de bu tempoyu düşürmeyi planlamıyorum. Ancak genel olarak sektör durgunluğunu yorumlamak gerekirse, Türkiye, tüm kurumlar ve sektörlerde bir ilke ve haysiyet iktidarsızlığı yaşamaktadır ve bu zeminsizlik ortamı elbette tüm şirketlerin uzun vade plan yapamamasına, kabuğuna çekilmesine sebep olmaktadır. Kültür yayıncılığının kendine özgün sorunlarını “memleket hali”nden izole ederek ölçümlemek şimdilik pek mümkün görünmüyor. Bunu yorumlamak için henüz çok erken. Türkiye korkutucu bir hızla değişiyor ve sarsılıyor. Bu yıpratıcı dönemin tüketim/kültür eksenindeki etkisini ancak 10 sene sonra belki sağlıklı yorumlayabileceğiz. Olgunlaşmamış düşüncelerim ise şimdilik Türkiye’nin kendini yeniye kapattığı, bilindik simaların ise daha çok kendilerini tekrarladığı üzerine; ancak bu yoruma fazla güvenmiyorum. Benim için yılın önemli edebiyat olayı Can Yayınları’ın kapak tasarımını değiştirmesidir. Hem de nasıl! Raflara bakın, önde sergilenen kitapların dörte biri gündeme dairdir. Türkiye’de gerçekleri gizlenen, kapalı kapılar ardında yürütülen, oldu bittiye getirilen, ama toplumun bilmeye talip olduğu çok fazla konu, gelişme var. Üstüne üstlük “algı yönetimi” adı altında insanlara sürekli yanlış, eksik bilgiler pompalanıyor. Bu böyle devam ettiği sürece okurların raflardan gündeme dair beklentileri yüksek kalacaktır. Bedia Ceylan Güzelce | Al Jazeera Türk
Gülmek İçin Yapılmış Birbirinden Saçma Burç Yorumları
İnternetin fenomen yorumlarından biri olan özellikle kızların hergün baktığı burç yorumları.Peki nedir bu burç işi,inanana lafım yok ama kimisine göre gerçekten saçma geliyor.İşte bunlarda tamamen komiklik olsun diye kafadan uydurulmuş burçların birbirinden saçma yorumları.
Yalnızlık Sözleri: Yalnızlık Hakkında Söylenmiş Mükemmel Sözler
Yalnızlık, kitaplara, şiirlere sıklıkla konu olan bir kavramdır. Özellikle sevdiklerinden ayrı kalanlar yalnızlıklarını dile getirmek için çeşitli sözler aramaktadır. İnsanlar bazen kendilerini anlatmak yerine yalnızlığa dair özlü söz paylaşımında bulunabilir. Bizler de sizler için ünlü isimlerin yalnızlık hakkında söyledikleri en güzel, anlamlı sözleri derledik. İşte yalnızlığınızı en güzel ifade edecek yalnızlık sözleri.
Baransu: 'Belgeleri Altan, Çongar, Oğur ve Tayiz’le Birlikte İnceledik'
'Balyoz' davasında yargılanan bazı sanıklara ''kumpas'' kurulduğu iddiasına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, evinde yapılan aramanın ardından gözaltına alınan ve tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada tutuklanan Baransu, Metris Cezaevi'ne gönderildi.Dün evinde polis tarafından yaklaşık 10 saat arama yapıldıktan sonra gözaltına alınan Mehmet Baransu emniyetteki işlemlerinin tamamlanmasının ardından bu sabah Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı'na getirildi. Balyoz Davası'nda kumpas iddialarına ilişkin soruşturma kapsamında gözaltına alınan Baransu'nun Cumhuriyet Savcısı Gökalp Kökçü'ye ifade verdi. Yaklaşık 12 saat süren aramanın ardından bazı belgelere el koyan ekipler, Baransu'yu 'Balyoz' planı davasında yargılanan bazı sanıklara ''kumpas'' kurulduğu iddiasına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına almıştı.Aramanın ardından gözaltına alınan Mehmet Baransu, polisler eşliğinde evden ayrıldı. Baransu, bu sırada gazetecilere, 'Arkadaşlar, siz siz olun, gazeteci olarak adliyeye belge teslim etmeyin. Adliyeye belge teslim ettim diye örgüt kurmaktan yargılanıyorum' dedi.
Ahmet Altan: 'Çoluk Çocuğu Bırakın, Ne Konuşacaksanız Benimle Konuşun'
Cumhuriyet gazetesinin Mehmet Baransu’nun tutuklanması üzerine görüşlerini sorduğu Taraf gazetesinin eski Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan bir yazıyla cevap verdi. Balyoz iddialarının gündeme getirildiği dönemde gazetenin yayın yönetmeni olan Altan, Balyoz’la ilgili sorularına cevap istedi ve 'Çoluk çocuğu bırakın. Ne konuşacaksanız benimle konuşun. Haberi basan benim' dedi. İşte Ahmet Altan’ın yazısı...Bizim Mehmet Baransu’nun evini basmışlar, on saat aramışlar, gözaltına almışlar, sonra da mahkemeye sevk edip tutuklamışlar.Niye yapmışlar bütün bunları, neymiş suçu?“Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri yok etmek, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek, devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak.”Örgüt kurmuş ama şimdilik “örgütün diğer üyelerini” saptayamamışlar.Bir bavul dolusu belgeyi savcılığa teslim ettiği halde “devletin güvenliğine ilişkin belgeleri” yok ettiğini söylüyorlar, ne kadar belge vardı ki Baransu yok etti?En çok da Balyoz darbe planından “devletin güvenliğine ilişkin bilgi” ve “devletin gizli kalması gereken bilgileri” diye söz etmelerine bayıldım.Ne zamandan beri darbe planları “devletin güvenliğine ilişkin belge” ve “devletin gizli kalması gereken bilgileri” olarak niteleniyor?Ne zamandan beri olacak, hırsızlarla darbeciler hukuktan kurtulmak için kol kola girdiğinden beri…Hırsızlık yaparken yakalanan bir iktidar, paçasını kurtarabilmek için hırsızlıktan da büyük suçlar işlemeye başlayınca, gidip darbecilere sığınmaya karar verdi.Ellerinde planlarıyla ortaya çıkan darbeciler de, dizleri korkudan titreye titreye, hırsız olduklarını açıkça bildikleri adamların arkasına utanmadan saklandılar…Birlikte onların suçlarını ortaya çıkaranları suçlu ilan etmeye çalışıyorlar.‘Çoluk çocuğu bırakın’Önce işi bir netleştirelim.Ben Taraf gazetesinin kurucularından biriyim, o gazeteyi beş yıl yönettim, Balyoz darbe planlarının basılmasına ben karar verdim.O planları bin defa önüme getirseler bin defa da basarım.Darbecilerin zorbalığından da, hırsızların zorbalığından da nefret ederim.Bu duygum hiç değişmedi, hiç değişmeyecek.Onun için çeşitli insanların isimlerini ortada dolaştırarak, Baransu’yu tutuklayarak meselenin etrafında dolaşmaktan vazgeçin.Yasemin Çongar’ı, Baransu’yu, şimdi itirafçı olmuş çoluk çocuğu bir kenara bırakın.O itirafçılar kendilerinin “kullanışlı aptal” olduklarını söyledikten sonra bizim de “kullanışlı aptal” olduğumuzu söylüyorlarmış.O zavallı çocuklar, birkaç kuruş için bir hırsız çetesinin oda hizmetçiliğine soyundukları için hayat onlara alçaklıkla aptallıktan başka seçenek bırakmadı.Daha yaşları kırka varmadan, alçaklıklarını itiraf etmemek için aptal olduklarını söylemek zorunda kaldılar.Aptal olduklarını kabul etmezlerse, alçak olduklarını söylemek zorunda kalacaklar çünkü.Zavallı çocuklar.Onlarla uğraşmayın, onlar zaten sizin adamınız olmuş.O haberi basan, o haberi basmaya karar veren, Balyoz’un bir darbe hazırlığı olduğundan bir an bile kuşku duymayan adam benim.Hadi gelin bir konuşalım bakalım, Balyoz planları “devletin gizli kalması gereken” bilgisi miymiş?‘Donanmadaki belge aynı’Bana gelirken uğramanız gereken bir yer var. Genelkurmay Başkanlığı.Yayınladığımız belgeler, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndan çıktı.Birebir aynı belgeler.Şimdi o belgelerin “sahte” olduğunu söyleyen hiç kimse gidip de Genelkurmay Başkanlığı’na, “O belgeler sizin Donanma istihbaratın merkezinden nasıl çıktı” diye sormuyor.Resmi bir kuruluşta bulunan, resmi belgeler onlar.O belgelerin sahte olduğunu mu söylüyorsunuz?O zaman, o “sahte” belgeler Donanma’nın istihbarat merkezinde ne arıyordu diye soracaksınız.Bütün subayların sicil numaralarını, görev yerlerini gösteren bavul dolusu belgeyi Donanma İstihbarat Merkezi’ne kim yerleştirdi?İstihbarat merkezi bu, halk plajı değil.Parolası, şifresi, kamerası, muhafızı, kayıt defteri olması gerek.Nerede kayıtlar? Nerede kamera görüntüleri?Kim koydu onları oraya?Neden Genelkurmay beş yıldan beri bu konuda tek bir açıklama bile yapmıyor?Neden “sahte” olduğu iddia edilen “resmi” belgeleri istihbarat merkezine koyanları açıklamıyor, yakalamıyor, suçlamıyor?Eğer Genelkurmay, kendi Donanma istihbaratına “bir bavul dolusu” belgeyi koyanı bulmaktan acizse, siz zaten o orduyu lağvedin gitsin… Ordu falan değil o.Ya da o belgeler gerçek ve bizzat askerler tarafından oraya saklandı.Şimdi bana bunu bir açıklayın önce.Darbeci kayınpederini aklayabilmek için kıvranıp duran damada da, “askeri vesayetin” yıkılmasında onurlu bir rolü bulunanlardan nefret eden “askerci” gazetecilere de şu soruyu sormak isterim:Neden aklınıza bu soruyu Genelkurmay’a sormak hiç gelmedi?Neden hiç gelmiyor?Neden o belgelerin Donanma İstihbarat Merkezi’nden çıktığından bir kere bile söz etmiyorsunuz?Çünkü darbeciliğin ortaya çıkmasından ödünüz patlıyor.Hırsız bir iktidarın zaaflarından yararlanarak darbeciliği aklamaya çalışıyorsunuz.Tabii ki darbecilerle ve hırsızlarla işim böyle bir soruyla bitmiyor.Bir adam var, adı Yalçın Akdoğan, şimdiki işi Başbakan Yardımcılığı.Bu rezilliği, “Ordumuza kumpas kuruldu” diyerek o başlattı.Bugüne kadar da hiçbir savcı ona “Bu kumpas hakkında ne biliyorsun” diye sormadı.Eğer bir kumpas varsa, Başbakan Yardımcısı bunun bilgilerine ve belgelerine sahipse, bunu derhal adalete ulaştırmak zorunda.Açıklasın bakalım şu “kumpasın” belgelerini.Eğer elinde bir belge yoksa, o zaman da bir davanın seyrini değiştirmekten muradının ne olduğunu, neden yalan söylediğini, iftira attığını bir anlatsın.“Askerci” gazetecilerin aklına bu konu da hiç gelmiyor nedense.Şimdi gelelim şu Balyoz Darbe Planları’na.Bir kere şunu söyleyeyim, başka hiçbir belge olmasaydı bile sadece oradaki generallerin “resmi” konuşma bantlarını dinleseydim, gene onları “darbe” hazırlığı olarak yayınlardım.Herkese soruyorum, bizzat darbe komutanının emriyle kayda alınan o konuşmaları dinlediniz mi?‘Yalçın Akdoğan’a soru’Yalçın Akdoğan’a da soruyorum, dinledin mi o konuşmaları?Adamlar neyi hazırladıklarını zaten o konuşmalarda açıkça anlatıyorlar.Şimdi o konuşmaları tümüyle unutup, bulunan diğer belgelerle ilgili olarak “belgeler sahte” diye ortada dolaşanlar var.Araya sahte belgeler karıştı mı karışmadı mı, o sorunun cevabını verecek bir yazılım uzmanlığına sahip değilim.Ama Namık Çınar’ın defalarca sorduğu bir soruyu, “belgeler sahte” diyenlere bir daha sormak istiyorum.O belgeler “sahte” ise “gerçekleri” nerede? Nerede gerçek belgeler?“Zaten hiç belge yoktu” demeye hazırlanan kurnaz hırsızlarla, kurnaz darbecilere ve kurnaz “askercilere” de cevap vermeleri gereken bir soru soracağım.‘Engin Alan’ın sözleri’Korgeneral Engin Alan’ın o seminerdeki konuşmasını dinlediniz mi ya da okudunuz mu?Ben size o konuşmanın bir bölümünü hatırlatayım:“Birlikler tamam. İstanbul üzerine çöküyoruz. Yönetime el koyuyoruz. Belediye başkanları, kamu kurumunda çalışanlar değiştirilecek. Tutuklanacaklar.Sert müdahale olacak. Acıma bilmem ne yapmak yok, tepeleme var. İsrail örneğinde olduğu gibi sert müdahale olacak.Rejim aleyhtarı dernek, gazeteler, yurtlar, kuruluşların listesi dosyada ve perdede.”Şimdi söyleyin bakalım, “sahte” olmayan listedeki “rejim aleyhtarları” kimler?Nerede o gerçek liste?Benim gördüğüm listenin tepesinde kardeşimin adı yazıyordu.Sizin “gerçek” listenizin üstünde kimlerin adı vardı?Kimleri tutuklayacak, vuracak, öldürecektiniz?O spor salonlarına, futbol sahalarına kimleri dolduracaktınız?Bütün hırsızlara, darbecilere, askercilere söylüyorum:Bunlara cevap verin, sonra isterseniz size daha başka sorular da sorarım.“Balyoz darbe planı değildi” ha, “ordumuza kumpas kuruldu” ha…“Devletin gizli kalması gereken belgeleri” ha…Bütün suçları işleyip şimdi bir de devletin gücünü elinize geçirdiniz diye, o suçları ortaya çıkaranları suçlamaya kalkıyorsunuz.Balyoz, bir darbe planıydı.O planları ben yayınladım.Ben buradayım.Ne konuşacaksanız benimle konuşun.Ve bana sorular sormadan önce, benim sorduğum sorulara cevap verin.Verebilirseniz tabii…Kaynak: Cumhuriyet
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Toplumun yarısını oluşturan kadınların, Meclis'te her yedi erkeğe karşılık bir kişiyle temsil ediliyor oluşu düpedüz vahim, tehlikeli, sakil. Acaba Meclis'in, parti yönetimlerinin, teşkilatlarının yarısı kadın olsaydı, şimdiki gibi, her gün bir başka yerde bir başka kadın cesedi bulunur muydu?Yine her gün bir başka yerde cansız kadın bedenleri bulunuyor. Cinayetleri işleyenler, anlaşılan, eskisi gibi, anlık cinnet veya aşırı öfke sonucu böyle bir halt edip darmadağınık vaziyette yakalanan bildik katillere benzemiyorlar. Kadını öldürüp ardından kendini vuranlar falan da anlaşılan polisiye romanlarda kalacak anca. Kadınlar öldürülüyor, cesetleri bir şekilde ortadan kaldırılıyor, en azından vakitlice bulunamayacakları umulan biryerlere götürülüyor, sürükleniyor, atılıyor... Soğukkanlıca işler bunlar. Hepsi korkunçtu, ama şimdikiler ayrıca beter.
Ahmet Altan: 'Toplum AKP'yi Kenara İtecek'
Gazeteci Yazar Ahmet Altan, 'Toplum AKP'yi kenara itecek. Yol ayrımındayız. Ya AKP'yi doğal yollarla kenara itip yaratıcı, üretici bir topluma dönüşür ya da tarihinde rastlamadığı büyüklükte sarsıntı ve acıyla karşılaşır.' dedi.AK Parti'nin seçimleri kazanması durumunda Türkiye'nin çok büyük bir devlet şiddetiyle karşı karşıya kalacağını savunan Altan, 'Kötü giden ekonomiye devlet şiddeti eklenmesi fiziksel kırılmaya yol açar.' diye konuştu.'AK Parti'yi İttihatçılara benzeten Ahmet Altan, şunları söyledi: 'İttihatçılar toplumun istediği sloganlarla geldi, sonra korkunç baskı uyguladı. AKP gibi. Birden devlet hazinesi ellerine geçti, delirmiş gibi çaldılar. Şu anda Türkiye'de bir yolsuzluk orjisi yaşanıyor. Dalgalar halinde, neredeyse ilçe düzeylerine yayılmış bir yolsuzluk örgütlenmesiyle karşı karşıyayız.'Darbecilerin Yunan tragedyası kahramanlarına dönüştüğünü, 10 yıl önce yıkmaya çalıştıkları iktidarın önünde zırh olduklarını kaydeden Altan, 'Balyoz'da bal gibi darbe hazırlıyorlardı ve becerebilselerdi çok adam öldüreceklerdi... Balyoz vardı, Ergenekon vardı, insanları öldürdü. Hâlâ bunu anlatmak zorundayım.' ifadelerini kullandı.Bugün paralellik diye hukukta yeri olmayan bir suç icat edildiğini, insanların bu kavramla korkutulduğunu kaydeden Altan, ortada Cemaat'le ilgili bir suç olmadığını dile getirdi: 'Cemaat'in içinden adamlar suç işlediyse diyeceksin ki: Bak kardeşim bu adam suç işledi. Bak bu suçu. Ortada bir suç yok ki. Bir paralel lafı dolaşıyor.'Hürriyet Pazar'dan Çınar Oskay'a konuşan Ahmet Altan, 'Şu anda Türkiye'deki rejimin adı nedir?' sorusuna şu cevabı verdi: 'Yarı diktatörlük. Ve büyük ihtimalle seçimlerden sonra tam diktatörlüğe dönecek, bir felaket olacak. Susturmak için de bugünkünden büyük şiddet uygulayacak. Başkanlık dediği şey bu. Ekonomik sıkıntıyla devlet şiddeti bir araya geldiğinde bu toplum patlar. Bunun dikişleri sadece bir yerde değil. Kürt-Türk meselesinde var, şehirli-varoş dikişleri var, alaturka-alafranga dikişleri var. Bütün dikişleri aynı anda patlar ve öyle bir kaos çıkar ki! Tweet attığı için insanlar evinden alınıyor. Evi basılıyor! Bu zaten neyin geldiğini gösteriyor. Ama AKP'liler şunu bilsin: Bu gelen şey hepimizin başına geliyor. Para kazanmayı çok seviyor olabilirler. Para kazanmanın da imkânı olmadığı bir yere gidiyoruz.'Ahmet Altan, Hürriyet Pazar'dan Çınar Oskay'ın sorularını şöyle cevapladı:Her şeyden sıyrılıp nasıl romana konsantre oldunuz?Bir romancının gazetecilik yapması acıklı bir şey. Taraf'ta yıllarca kitap yazamadım. Nöbetimi tuttum, bu ülkeye borcum varsa beş sene ödedim. Yazarlar 'kaç yıl yaşayacağım' diye hesap etmiyor. 'Kaç kitap daha yazabilirim' diye bakıyorsun. Kitaplara döndüm. Türkiye'yle ilişkilerime mesafe koydum, günbegün izlemekten uzaklaştım.Neden Osmanlı'nın son günlerini yazdınız?Çöküntü döneminde kişiler daha ilginçleşiyor. Duyguları, ihtirasları daha çok ortaya çıkıyor. Türkiye'nin büyük kırılmasına yol açan alaturka-alafranga ayrışması da bu dönemde keskinleşiyor.Ailenizde de var galiba bu ayrışma. Bazılarından esinlenmişsiniz romanı yazarken.Evet, ailemin bir kısmı daha Batılı. Bir yandan da bir tekke şeyhinin torunlarıyız.Romanda çok ilginç tarihi olaylar var. Mesela Babıâli baskını...Dünyanın en garip darbesidir. Enver Paşa'nın büyük askeri başarısı yok. Fakat delice cesareti, korkunç bir ihtirası var. Sadece Osmanlı'yı değil, dünyayı yönetmek istiyor. İttihatçıların bir kısmı çekinceli. Enver 'Bana 60 fedai ver, ben 60 kişiyle basarım' diyor. O 60 kişi gelmiyor. Beş silahlı adam yine de giriyorlar. Sadrazamdan istifasını alıyorlar. Dört saat sonra halk 'Yaşasın İttihatçılar' diye bağırmaya başlıyor.Romandaki dönemle bugün benziyor mu?Ümitsizliğe sevk edecek kadar... İttihatçılar iyi niyetle geliyor. Eşitlik, adalet, özgürlük için... AKP de böyle geldi. Askeri vesayet döneminde kişi başı gelir 3 bin dolardı. Bunu ileriye götürmek için muhafazakâr kesime ülkeyi açması, zenginleşmesine izin vermesi gerekiyordu. Yapsa iktidarını kaybedecekti. Vazgeçmedi, kırıldı, AKP geldi. Bir müteahhit partisi, epeyce vahşi, estetikten yoksun fakat iyi örgütlenebiliyor, çabuk hareket edebiliyor. Sermayeyi muhafazakâr kesime açıp yatırımlarla, binalarla 3 bin dolardan 10 bin dolara getirdi.Ya şimdi?Askeri vesayetin sıkıştığı noktada şimdi AKP sıkışıyor. 10 bin dolara binayla, köprüyle yolla gelebilirsiniz. Ama sonra yaratıcılık gerekiyor. Yeni fikirler, aletler, buluşlar... AKP kendini buna açamaz çünkü Türkiye'nin özgürleşmesi ve demokratikleşmesi gerekir.Ne olacak peki?Toplum AKP'yi kenara itecek. Yol ayrımındayız. Ya AKP'yi doğal yollarla kenara itip yaratıcı, üretici bir topluma dönüşür ya da tarihinde rastlamadığı büyüklükte sarsıntı ve acıyla karşılaşır. AKP, Erdoğan'ın idaresinde bu seçimleri kazanırsa çok büyük bir devlet şiddetiyle karşılaşacağız. Kötü giden ekonomiye devlet şiddeti eklenmesi fiziksel kırılmaya yol açar.Tarihte var mı örneği?İttihatçılar toplumun istediği sloganlarla geldi, sonra korkunç baskı uyguladı. AKP gibi. Birden devlet hazinesi ellerine geçti, delirmiş gibi çaldılar. Şu anda Türkiye'de bir yolsuzluk orjisi yaşanıyor. Dalgalar halinde, neredeyse ilçe düzeylerine yayılmış bir yolsuzluk örgütlenmesiyle karşı karşıyayız.DARBECİLER YUNAN TRAGEDYASI KAHRAMANLARINA DÖNÜŞTÜMadem siyasete girdik, oradan devam edelim ve Taraf günlerine dönelim. Bilmediğiniz bir kaynak size Balyoz belgelerini getirdi, yayımladınız. İyi bir kontrol süzgecinden geçirdiniz mi?Ben gazeteci olarak ne yaptığımızı söyleyeyim, siz gazeteci olarak başka ne yapılabilirdi onu söyleyin. Bunlar ordunun resmi belgeleri. Üstünde yüzlerce isim var. Sicil numaralarını kontrol ettik, hepsinin uyduğunu gördüğümüz zaman 'Bu belgeler doğru' dedik. Bunlar ordunun istihbarat servislerinden çıkmış. Kimse kalkıp orduya demiyor: 'Bunlar sahteyse senin istihbarat odalarına kim koydu'. O odaların şifresi, parolası, kameraları var. Kim giriyor, kim çıkıyor... Ordu beş sene içinde bir tek insanı sahte belgelerden yargılamadı. Sahte olduğunu iddia ettikleri belgelerden... Bunlar askeri vesayetin belini kıran belgelerdi. Bunu Mehmet Baransu yaptı. Bugün çocuğu hapse atıyorlar, bir de utanmadan eline kelepçe vuruyorlar. Ordu bunun gerçek olduğunu biliyordu. Aytaç Yalman diyor ki: 'Kara Kuvvetleri Komutanı olduğumda ilk bir yılım Balyoz'la geçti.' Eğer gerçek değilse neden bir yılını bununla harcar ki? Bu, bir darbe hazırlığıydı. Bugün tartışmamızın nedeni, iktidarın hırsızlığını Balyoz'un arkasına saklamaya çalışması. Darbeciler Yunan tragedyası kahramanlarına dönüştü. 10 yıl önce yıkmaya çalıştıkları iktidarın önünde zırh oldular.Bir seminerdeki konuşmaların ses kayıtları var, bir de dijital belgeler... Dava ses kayıtlarının değil, dijital belgelerin üzerine kuruldu. Savunma avukatları bu dijital belgelerle ilgili çelişkileri, tutarsızlıkları ortaya çıkardı. Örneğin 5 Mart 2003'te kapandığı belirtilen 11 no'lu CD'de calibri fontu kullanılmış. Oysa Microsoft bu yazı karakterini 2007'de kullanıma soktu. Darbe olursa yardımı alınacak şirketler, sivil memurlar var. Bu kişilerin bazıları o tarihte o şirketlerin personeli değil. El konulacak şirketler arasında 'Recordati' ilaç şirketi var. Oysa 2008 yılına kadar o isimde bir tüzelkişilik yok. İddianamede 2003 yılında kapandığı belirtilen bir CD'den, bu tür tuhaf veriler çıktığında bazı şüpheler duymaya başladınız mı?Hayır, hiçbir şekilde şüphe duymaya başlamadım. İçine biri bir şey koydu mu koymadı mı, bunu anlayabilecek durumda değilim. Bilişim uzmanları var. Hukuki bir tartışma yapmıyoruz. Gazetecilik ve gerçeği bulma tartışması yapıyoruz. Balyoz'da darbe hazırlığı var mıydı yok muydu? Bütün Balyoz konuşmalarını bir daha dinledim. Duruyor internette. Balyoz'un darbe olduğundan şüphe edenlere sadece şunu söylüyorum: Bir buçuk-iki saatinizi ayırın ve o konuşmaları dinleyin.Fakat hapse atılan insanların o konuşmalarla ilgisi yok. Dijital belgelerde görevlendirme yazışmalarında adı geçen askerler, kurmay subaylar tutuklandı. O dijital belgeler de sorunlu. Sanki bu TSK'da bir tasfiye operasyonu gibi...Bu davalar çığırından çıkmış olabilir. Hukukun Türkiye'de iyi işlediğini kimse söyleyemez. Ben 100'den fazla davadan geçtim. Babam 300'den fazla davadan geçti. Bizi haklı yere mi çağırdılar, babam haklı yere mi yattı hapiste? Hayır! Tabii ki hukuk çok kötü işliyor. Ama burada söylediğimiz şey başka: Balyoz'da bal gibi darbe hazırlıyorlardı ve becerebilselerdi çok adam öldüreceklerdi. Hukukta hata varsa, ortaya çıkarsınlar, ki olabilir. Bir kere davanın kendisi çok kalabalık. Bir yüzbaşıyı, binbaşıyı yargılamanın manası yok. Adamlar emir komuta zinciri içinde. Generaller emir veriyor. Generaller için o adamları harcıyorlar.HAKSIZLIĞA UĞRAYAN HERKESİ SAVUNMAK BENİM GÖREVİMBu bavulu gazetenize kim getirdi?Hakikaten bilmiyorum, sormadım. Ben tek şey sorardım, bütün çocuklar bilir: Belgesi var mı? Belgesiz hiçbir haber basmadım. İnsanların aileleriyle ilgili tek bir haber basmadık, bunu yasakladım.Fakat bu haberlerin insani sonuçları oldu. İzin verirseniz size bir şey okumak istiyorum. Yarbay Ali Tatar'ın kardeşi Ahmet Tatar yazmış odatv'de...Biz onunla ilgili, onu intihara sevk edecek bir şey yapmadık.Kardeşi size söylüyor, okuyayım: 'Bir gazeteci düşünün. Bir şeye kendini inandırmış ve bu yolda hak ihlali, hukuksuzluk teferruattan ibaret kalıyor... Bu yüzden yaşanan süreçten, acılardan, kayıplardan başka suçlularla birlikte siz de sorumlusunuz. Berk Erdem'in, Murat Özenalp'in ve kardeşim Ali Tatar'ın kanı sizin de elinize bulaşmıştır.'Bir yazı yazmıştım. Ergenekon davasında bir kişi kanserden öldüğünde çocuklara kızdım 'Niye bunun haberini daha önce getirmediniz' diye. Keşke haberimiz olsaydı ve onun için elimizden geleni yapsaydık. Bu insanlar mazlum durumuna düştükten sonra haksız acılar çekmiş olabilirler. Büyük bir ihtimalle çektiler. Bizim onları savunma ihtimalimiz yok. Çünkü hâlâ gerçek haksızlığın ne olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Bize bunun için zaman vermiyorlar. Bir de daha sonra yaşanan mazlumiyet önceki zulmü ortadan kaldırmıyor. Ben de sana JİTEM'i, parkta sevgilisiyle dolaşırken alıp götürülen çocukları anlatayım. 17 bin ölü var Güneydoğu'da. Bunları yaşatan insanların iktidardan gitmesi için uğraştım.Peki haksızlıklar ortaya çıktığında gazeteci olarak 'Bir dakika! Hukuksuz davranıyorsunuz. Davayı özünden saptırmayın!' diyemez miydiniz? Bunu yapsaydınız mücadeleniz daha iyi sonuç vermez miydi?Balyoz vardı, Ergenekon vardı, insanları öldürdü. Hâlâ bunu anlatmak zorundayım. Susup, 'Evet haksızlıklar var' dediğimde savunulacak kimse kalmayacak. Nasıl yapacağım bunu? Yapayım... Haksızlığa uğrayan herkesi savunmak benim görevim. İnsan olarak görevim. Ama 17 bin insanın öldüğü bir ülkede hala 'Ergenekon var' diye bağırmak zorundaysam ve insanlar 'Yok' diyorsa, birileri 'Rejim muhaliflerinin listesini hazırladık' derken, 'Darbe değildi, araya bilmem ne kattılar' dediklerinde 'Darbeydi ulan' diye bağırmak zorundaysam nasıl öbür tarafa döneceğim? Sen de bana bunu söyle! Evet, 20 general darbe hazırlığı yaptı ama bu çocukların ne kabahati var? Bunu desteklerim. Ama bu haksızlığı o darbeyi saklayacakları bir kılıf olarak kullanıyorlar. Sen darbeyi kabul etmediğin zaman birinin bunun darbe olduğunu hatırlatması gerekiyor. Bu kim? Bu biziz.Tüm olaylarda, perde arkasında Cemaat mi var?Bugün paralellik diye hukukta yeri olmayan bir suç icat edildi. İnsanları böyle korkutuyorlar. Eğer böyle bir şey yaptılarsa bunu AKP ile birlikte yaptılar. Cemaat'in AKP'den habersiz yapma ihtimali var mı? İşbirliği yaptılar, yüzde 100. Birlikte çalışmışlar, sonra kavga etmişler. Anladığım kadarıyla bunları yakalayan güç cemaat. 17-25 Aralık'ı da, Balyoz'u da... Çok da iyi yapmışlar. Bunu yaparken suç işledilerse, araya bir şey katmışlarsa bunu yakalamak zorundasın.CEMAAT İKTİDARA GELİRSE CEMAAT'LE DÖVÜŞELİM17 Aralık'ta mı öğrenmişler hırsızlıkları? Cemaat sütten çıkmış ak kaşık mı?İyi ya işte burada sorun: Niye daha önce çıkartmadınız? Cemaat'in içinden adamlar suç işlediyse diyeceksin ki: Bak kardeşim bu adam suç işledi. Bak bu suçu. Ortada bir suç yok ki. Bir paralel lafı dolaşıyor. Cemaat iktidara gelirse, gel konuşalım. Cemaat'le dövüşelim...O zaman bu oyun hiç bitmez. Sisifos'un laneti gibi...Romana döneriz burada. 100 yıl önce aynı şeyler yaşanıyordu.Türkiye 'lanetlenmiş' bir yer mi, romanda bir karakterinize söylettiğiniz gibi?Hayır ama çok kirli bir çamaşır gibi. Bir kez yıkamakla temizlenecek gibi değil.Öyle ya da böyle AKP demokratik yollarla iş başına gelmiş bir siyasi parti. Cemaat ise berrak olmayan bir yapı...Somut suçu ne? Kötülük yapma gücü kimdeyse onunla dövüş. O da iktidardır. Kiminle dövüşeceğini seçmek de bir zekâ işi biraz da cesaret işi.Taraf'taki Genel Yayın Yönetmeni yardımcınız Yasemin Çongar geçen hafta bir yazı yazdı: 'Balyoz davası birçok kişi gibi bana da kurunun yanında yaşın, darbecilerin yanında masumların da yandığı izlenimini verdi. Bundan büyük bir mağduriyet, bundan büyük bir adaletsizlik olamaz.' Ne diyorsunuz?Kesinlikle doğru söylüyor. Neden bir haksızlıktan yana çıkalım? Ömrümüzü bir hakkı savunmak için harcadık. Ama bu haksızlığı başka büyük bir haksızlığı saklamak için kullandıklarından net şekilde konuşamıyoruz ve tavır alamıyoruz. Yoksa Yasemin çok güzel bir yazı yazdı. Benden çok daha akıllı bir yazı yazdı.ZAVALLI KIZCAĞIZ! EN ŞANSSIZ KEMALİST OYDUTaraf gazetesinin bir Cemaat operasyonu olduğunu, meşruiyet kazanmak için sizin ve Yasemin Çongar'ın adını, itibarını kullandıklarını düşünenler var.Çok basit bir şey söyleyeceğim. Gazetede hepimizin banka hesapları 24 saatte bir kontrol ediliyor. Senelerce MİT, polis, asker tarafından dinlendik. En ufak bir ilişki olsaydı ortaya çıkmama ihtimali yoktu. Gazetenin içinde ajanlar vardı. Bir gün toplantıda çocuklara dedim: 'Burada MİT'in veya örgütlerin ajanları var ama bulmaya çalışmayacağım, anlamı yok.' Bir salonda oturuyordu herkes. Herkes toplantıyı dinlerdi, isterse karışırdı. Bu gazetede gizli bir şey nasıl olacak?Sizin bilginiz dışında olamaz mı? Gazetenin sahibinin vs?Parasızlıktan kırılıyordu herkes. Bir akşam saat 11, hiç unutmuyorum. 6-7 çocuk var. Biri geldi dedi ki 'Abi eve gideceğim fakat Akbil bitmiş. Arkadaşlarda da hiç para yok. Sende var mı?' dedi. Cebimde 10 lira vardı, ona verdim. Ne parası ya? Ben Taraf'a gelmeden önce Türkiye'nin en çok satan romancısıydım. Yüz yıldan beri aynı yerde oturduğumuz için bizde herkes parasını aynı bankaya yatırıyor. Orada parama bakan bir kız var. Çok Kemalist bir kız. Kişisel ilişkimiz çok iyi, kitaplarımı seviyor fakat Taraf'tan nefret ediyor. Herkes de bizim para aldığımızı söylüyor. O kız bir gün bana dedi ki: 'Ahmet Bey, Taraf'ı bırakın. Bitti para!' Yani zavallı kızcağız... En şanssız Kemalist oydu!Sizin para aldığınızı söyleyen kimse yok aslında.Kim aldı? O çocuklar ev kiralarını ödeyemediler. Çocuklarının okul parasını ödeyemediler. Anlatıyorum, Akbil'i yoktu be! Herkes şahit bunlara. Çocuklar aç, simit alıp yerdik. Çok güzel simidi vardı oranın! Bunlarla dalga geçerdik.ARTIK ESKİ YAZARLARIMI İZLEMİYORUM, ÜZÜLÜYORUM DA...'Taraf okulu' diye bir ekipten bahsediliyor şimdi. Çok tartışılan yazarlar çıktı: Emre Uslu, Rasim Ozan Kütahyalı, Yıldıray Oğur vs. Bazılarıyla koptunuz. Hatta biri için 'Birkaç kuruş için oda hizmetçiliği yapan çocuk' dediniz. Bugün onları nasıl izliyorsunuz?Orada herkes direndi, dövüştü. Sonra epeyce bir kısmı başka bir yol seçti. Böyle olmasa iyi olurdu. Türkiye'nin çok onurlanacağı, gurur duyacağı insanlar haline gelebilirlerdi. Tercih etmediler. Herkes kendi tarihini kendi yazar. Artık onları izlemiyorum. Üzülüyorum da. Hakikaten sevmiştim. Deli bir İtalyan ailesi gibiydik. Birlikte çile çeker, çok gülerdik. Artık onlarla ilgili konuşmak istemem. Yapacak bir şey yok.Çok fırtınalı bir süreç yaşadınız. Olan biten sizin psikolojinizi, sağlığınızı nasıl etkiledi? Sizi değiştirdi mi?Ben yaşlı bir adamım. Yaşlı adamlar kolay kolay değişmez.Gazeteciliğe dönecek misiniz bir gün?Bütün zamanımı romanlara ayırmak istiyorum. Roman yazmayı seviyorum. Bu tam sevişirken bir adamın gelip 'Şu arabayı biraz iter misin' demesi gibi. Hayır, arabayı itmek istemiyorum. Sevişmeyi seviyorum yahu! Bir romancı gazeteci olmamalı. Bir romancıyı gazeteci olmaya mecbur bırakan toplum sakatlıkları olan bir toplumdur.ONUN KELEPÇELER İÇİNDE DOLAŞMASINA RAZI OLURSAM AYNAYA NASIL BAKACAĞIM?Herkese belgelerimizi açtık. O dönemde Mehmet Baransu'nun altına imza attığı o haberlere gelip bakma cesaretini bile gösteremediler. Bugün utanmadan o çocuğu suçluyorlar. İktidar hırsızlığını saklamak için o çocuğu hapse atıyor ve ödlekler utanmadan o cesur çocuğun hapse atılmasını alkışlıyor. Sonra bana diyorlar ki 'sen niye konuşuyorsun'. Ben neden konuşmayacağım! O çocuk benim yanımda çalışıyordu. Ben onun genel yayın müdürüyüm. Getirdiği haberleri ben bastım. Onun kelepçeler içinde dolaşmasına razı mı olacağım! Razı olursam ben aynaya nasıl bakacağım! Çocuğu alıp götürecekler ve ben de arkamı dönüp gideceğim. Sonra hayatımın geri kalan kısmını nasıl yaşayacağım?Şu anda Türkiye'deki rejimin adı nedir?Yarı diktatörlük. Ve büyük ihtimalle seçimlerden sonra tam diktatörlüğe dönecek, bir felaket olacak.Bununla mücadele etmeyecek misiniz gazeteci olarak?80 milyon insanız. Bensiz yapabilirler.Neden felaket olacak?Susturmak için de bugünkünden büyük şiddet uygulayacak. Başkanlık dediği şey bu. Ekonomik sıkıntıyla devlet şiddeti bir araya geldiğinde bu toplum patlar. Bunun dikişleri sadece bir yerde değil. Kürt-Türk meselesinde var, şehirli-varoş dikişleri var, alaturka-alafranga dikişleri var. Bütün dikişleri aynı anda patlar ve öyle bir kaos çıkar ki! Tweet attığı için insanlar evinden alınıyor. Evi basılıyor! Bu zaten neyin geldiğini gösteriyor. Ama AKP'liler şunu bilsin: Bu gelen şey hepimizin başına geliyor. Para kazanmayı çok seviyor olabilirler. Para kazanmanın da imkânı olmadığı bir yere gidiyoruz.AŞK BİR ZİRVEDİRKıskançlık, mutsuzluk aşkın fıtratında mı var? Böyle belalı bir şey olmak zorunda mı?Yüzde yüz sadakati, her şeyi mutlak istiyorsun. Bunları da kendin tarif ediyorsun. Karşındakini düşünmüyorsun bile. O tarife uymadığı anda kendini ihanete uğramış hissedebiliyorsun.Ortada aslında bir ihanet yokken...Yokken bile uydurabiliyorsun. Sevdiğin insanla arana en büyük engel olarak kendini koyuyorsun. 'Sevmemiştir' duygusu, affedememe hali insanı öyle bir hapishane içine koyuyor ki kapısı yok. Çünkü o sensin. Kendin bir hapishanesin. Bu gerçekten bir acı. Güvenmemek, kıskanmak, seni az sevdiğine inanmak, bundan dolayı gururunun ne kadar yaralandığını fark etmek ve sonunda affedememek. Bu aşkı yok etmiyor, belki alevlendiriyor ama sevdiğin insana ulaşamayacağın bir hapishane oluşturuyor.Yahu bu nedir böyle? Rahat rahat aşksız yaşasak olmaz mı?E olur. Ama düz bir çizgi gibi olur. Geometride çizginin çeşitli türleri var ama zirve de var. Aşk bir zirve. Birçok duygunun aynı anda delice bir coşkuya kavuşması. Bütün varlığını, bütün duygularını hissediyorsun. Nefreti de şehveti de özlemi de kıskançlığı da aşağılanmayı da yücelmeyi de hissediyorsun. Büyük bir orkestra gibi... Hepsi birden yükseliyor. Bu müzik olmasa olur mu, olur. Ama insanlar senfonilerdeki, konçertolardaki yükselişleri seviyorlar ve sevmekte haklılar.Bugünün insanı bu tür aşklardan biraz kaçıyor galiba.Kendimizi tanımıyoruz. Sen bunu söyledikten iki gün sonra delice bir aşkın içinde ağlamaya başlayabilirsin, bilemezsin. O duygular içinde duruyor. Sen ölene kadar duracak. Nasıl, ne zaman, kiminle çıkacağını bilemezsin. O kadar olmadık birisiyle çıkar ki hayatın boyunca şaşarsın. Yeryüzünün tek eğlencesi insanlar... Bir yaratan varsa, onu eğlendiren tek yaratık biziz.Romanda 'Şark erkekleri kurdukları dünyanın gerçek olduğunu kanıtlayabilmek için kadınları öldürmeye bile hazırdırlar' diyorsunuz. Türkiye'deki kadın cinayetlerini böyle açıklayabilir miyiz?Her erkek diğerlerinden iyi olduğuna inanır. 3 milyar erkek var. Hepsi diğerlerinden daha iyi seviştiği kanaatinde! Erkeğin kadına muhtaç olduğu yer bu: Benim daha iyi olduğumu söyle. En küçük şüpheyle, alayla karşılaştığında bütün varlık nedeni çöküyor. Yok olduğunu hissediyor ve gücünü göstermek istiyor. Vahşi bir şekilde gidip kadını öldürüyor. Öldürdükleri genelde onları terk eden kadınlar. Cinayet işleyenlerin bu tür bir bilinçle anlatacaklarını zannetmiyorum ama hissettikleri şey bu.Ya öldürmese bile dünyayı kadınlara dar edenler?Bazıları da küçümseyerek, alay ederek, başka bir kadınla kıskandırarak yapmaya çalışıyor: 'Sen yanıldın, ben çok iyiyim. Bak seninle alay edebiliyorum, seni dövebiliyorum, sana para vermeyip açlığa bırakıyorum.' Öldürmeye bağlı bir zincir. Öldürmek kadar korkunç değil ama aynı temelden...CHA