Hatta Allah kavramına zıt ya da ters inancı olan kişilerin daha fazla inanç kalıpları da olabilir. Bunu sadece dini bir anlayış ile ilgili düşünmeyin. Birçok dindarın dini görüşle ilgili inanç kalıplarının çok çok ötesi bilim insanlarının içinde de vardır. Onlar birçok bilimsel gerçeği birer inanç kalıbı olarak kabul ederler. Oysa ki o gerçekler, kısa bir zaman sonra başka bir kavrama evrilmek durumundadır.
Hz. Muhammed bu konuda şöyle demiştir: “Ben her gün öğrendiklerimden ve anladıklarımdan yeni bir bilgi kulesi yapıyor, ertesi gün de onu yıkıp bir yenisini yapıyorum.”
Biz hangi anlayışımızı inancımızı her gün yenileyebiliyoruz? Hangi konuda, o an yeniden bakarak karar alabiliyoruz?
Birçoğumuz kendimize baktığımızda şunu görüyoruz ki, bizi yöneten aslında inançlarımız ve bu inançların da birçoğu katı kalıplar haline gelmiş durumda.
Oysaki inançlar, imana dönüşmek için bizim ödünç aldığımız fikirlerimiz olmalı. Yani, evet bizim belli bir zaman boyunca inanmaya ihtiyacımız var, sonrasında imana dönüştürmek için…
Biz bir şeye inanmak, ikna edilmek için burada değiliz. Bu inandıklarımızı asıl olan alana, imana taşımak için buradayız.
Peki öyleyse iman nedir?
İmanın ne olduğunu anladığımız zaman, hayatımız ile ilgili çok önemli bir bilgiye sahip olacağız. Çünkü birçok sistem insanların imanlarını sömürmek üzere kurulmuştur.
Dünyadaki bütün büyük öğretiler aslında herbirimizin imanını geliştirebilmek üzere gelmiştir.
Bazı kişilerinse sadece inanmaya ihtiyacı vardır. Bu inanma ihtiyaçlarının arkasında korku ve endişe alanlarına yatkınlık ve dışarıdan yönlendirilme yatarken, yalnızca talep edenler, o ikna edilmiş zihnin tutsaklığından çıkacaktır. Uyanışa özgürleşmeye talebi olan bir insan farkındalıkları ile içeriye doğru yönelmeye, kalbinden kendine doğru yolları açmaya başlar.
Öyleyse biz kendimizden kendimize yolu açabildiğimizde şah damarımızdan daha yakını, kalbimizden bize sesleneni duymaya başlarız. İşte bu sesi duymayanda ya da duyduğundan eminliği az olanda iman zayıflığı, duyduğundan emin olandaysa bu eminlikle bir iman hali oluşur. Bu hal ile de hayatındaki güzellikleri ve tatları görmeye ve seyre geçmeye başlar.
Aslında iman her birimiz için, müthiş bir konfor alanıdır, ruhumuzun konfor alanı… Her birimizin varlığı bu nedenle imana akmak, iman ile buluşmak istiyor.
İman etmenin ilk adımı, korunduğumuza, korunacağımıza inanmaktır.
Bize bu hayatı veren, istediği zaman zaten alır. Sen dünyada kendi gücünle bir saniye bile kalamazsın ama aynı zamanda burada kalman gerekirken de istediğin zaman gidemezsin.
Hayatla barışabilmek için önce ölümle barışacağız. Ölümle barışamadığımızda, sanki hiç gelmeyecekmiş gibi hayatımızdan çıkarmaya çalıştığımızda hayatla ve doğumla da barışamıyoruz.
Biz bu dünyaya ölmeye ve ölümü öğrenmeye geldik. Eninde sonunda hepimiz öleceğiz, iş ölümden kaçmak değildir. Bırakmaya ne kadar cesursak almaya da o kadar cesur oluruz. Bilmiyoruz ki yeni ne verilecek…
Özünün bir planı var, ondan emin ol. O plan her birimizi koruyacak.
Sistem, imana gelmeyenlere öncelikle bol bol ölüm seyrettirir. Ağaçların canlıların insanların ölümü... Bu ölümleri görmek ve seyretmek, başta can olmak üzere birçok şeyin bırakılması, bazen zorla elimizden alınması, insanlara imanı hatırlatır. Bu sert bir bilgidir.
Elinde hiçbir şey yokken de 'bak sen yine varsın ve yine korunur, kucaklanırsın' demektir bu.
Kuşlara bakın… Onların sadece üzerlerinde tüyleri var ve her gün yemekleri önlerine konuluyor, bütün doğa onları besliyor.
Öyleyse bu hayatla yaptığın anlaşmalarını hatırlayarak, karanlıkta kaldığında, birçok şeyin elinden alındığında bile, Bir Olan’a güvenerek, O’nun seni koruyacağına eminlikle huzurun içerisinde olabilir misin? O karanlık bitene kadar, o halin içerisinde eminlik ve şükür ile kalabilir misin?
Yoksa kızıp, isyan edip, acaba beni sevmiyor mu diye Yaradan’a alınganlık mı yaparsın?
Yorum Yazın
Böyle bir yazı okumaya ihtiyacım varmış ve karşıma çıktı. Kaleminize sağlık çok başarılı.