Uğur Batı Yazio: Doğuştan Mutluluğa Yatkınlık Diye Bir Şey Olabilir mi?
Richard Davidson, mutluluğun özelliklerinin ve sınırlarının henüz bilimsel araştırmalarla tam olarak ortaya konmadığını fakat yine de yaptığı deneysel çalışmalarda bazı deneklerin kendilerini diğerlerinden daha iyi hissettiklerini dile getirdiklerini söylemektedir. Dahası, beyin görüntüleme yöntemleri, mutluluğun öncelikle sol prefrontal kortekste kendini belli ettiğini ve beynin bu bölgesinin en azından birtakım mutluluk türleriyle yakından ilintili olduğundan emin olabileceğimizi de dile getirmektedir. Bu durum, kimi insanların genetik yapıları gereği doğuştan mutluluğa eğilimli oldukları anlamına gelmektedir ve bebekler üzerinde yapılan araştırmalar da bu görüşü destekler niteliktedir.
Henüz bir yaşını doldurmamış bebeklerdeki sol prefrontal etkinliği ölçen ve daha sonra onlara annelerinin kısa süreliğine odadan çıkartıldıkları bir deney uygulayan Davidson, bazı bebeklerin anneleri odadan çıkar çıkmaz ağlarken, bazılarının çok daha sakin davrandıklarını gözlemlemiştir. Nöro ölçümleme sonucundaki veriler annelerinden ayrı kaldıklarında ağlamayanların sol prefrontal bölgelerinin çok daha etkin olduğunu ortaya koymuştur. Kısacası, anne ve babaların da önsezilerinden bildikleri gibi, kimi bebekler doğuştan mutlu oluyorlar demek çok da yanlış olmayacaktır.
Bitirirken genel bir toparlama yapalım.
Bir üstte kendisinden söz ettiğimiz Alex Korb şöyle söylüyor:
Beynimiz mutlu olmaya, bizim istediğimiz kadar programlanmış değil. Daha çok hayatta kalmak için evrimleşmiş. Mutlu elementlerimiz olan dopamin, serotonin ve oksitosini, aslında hayatta kalmamız için gerekli olan davranışlarımız için salgılanır. Bir de bunlar kısa ömürlü olduğundan sürekli olarak yeniden elde etmek için tekrarlar yaparız.
Özgürlüğün kaybolan bir kavram olduğu bu garip zamanlarda, ne yazık ki bizler koşullu özgürleriz. Cep telefonundan atılan bir kısa mesaj ya da sosyal medyada birini tanıdığını göstermek, özgürlüğün yeni tanımı durumundadır. Sanırız, prangalar artık ayaklarımızda değil, zihnimizde. Farkındalık ve olgunluktan uzaklaşıyoruz. Huzur, gitgide küçülen bir kavram oluyor. Çekingenleşiyoruz. Diğerlerine yaklaşırkenki sıcaklık beklentimiz, belki de umudumuz azalıyor.
Hayatımızda hemen her gün yüzlerce seçimle karşı karşıya kalabiliyoruz. Seçmenin veya seçmemenin hep bir bedeli var. Olasılıklar var. Bunlar niyetlerimize göre şekilleniyor çoğu zaman. O nedenle yaşamımızda olasılık sınırımızda karşımıza çıkan olaylar; olayın kendisinden çok bizim onu yorumlamamızla ilgili oluyor. Bir insanın zihninden günde ortalama 70.000 tane düşünce geçiyor. Bu zihinsel aktivite içinde en önemli düşünce, her zaman tamlık duygusu ve mutluluk etrafında dönmeli.
Mutluluk peşinde koşan insan, ilk olarak farkındalık sağlamış demektir bu konuda. Mutlu olmak; kendi farklılığınızın ayırdına varmak ve durduğunuz yeri öğrenmek için önemlidir. Hayatın yasası, mutluluk yasasıdır. Mutluluk, zihninizdeki incidir. Mutluluk odaklı yaşayarak kişiliğimizi geliştirir, bilinçaltımızı iyileştiririz. Bilinçaltımızın berraklaştırma, zenginleştirme, ilham verme, en önemlisi de iyileştirme gücü vardır. Tabii oraya doğru mesajları gönderdiğimiz sürece...
Konuyla ilgili olarak dünyanın prestijli dergilerinden Animal and Country dergisinde bir yazı dikkat çekicidir ve hepimize ilham verecek cinsten bir açılım yapmıştır. Yazı, mutluluğu hayvanlar dünyasından örneklerle farklı bir bakış açısıyla yorumlar. Derginin yaklaşımı, ilginç bir düşünce tarzı değil mi? Hayvanların mutluluğa yaklaşımını irdelemek ve bunun üzerinden benzetme yapmak. Gerçekten bir düşünsenize, hayatı kendine zehir eden kaç hayvan gördünüz?
Peki, düşük doz mutsuzluk iyi midir?
Sinirbilim uzmanları son on yılda beynin alabildiğine esnek bir yapıda olduğunu fark etmişlerdir. Beyin, yaşanan deneyimlere göre kendini yeniden programlamaktadır ve bu süreç özellikle de ergenlikten önce etkilidir. Bu durumda, insanların başından geçen olumsuz deneyimlerin mutlu bir kişiliği yok edebileceğini düşünebilirsiniz. Gerçekten de, deneyimler çok yoğun ve sık yaşandığında böylesi bir durum söz konusudur aslında.
Sonuç mu?
Davidson, düşük dozlarda olumsuz deneyimlerin yararlı bir etkisi olduğunu iddia etmektedir. Davidson’a göre az miktarda acı ve sıkıntının insanlarda olumlu bir etki yaratması, bu tür olayların sıkıntılı durumlardan sıyrılmamıza olanak tanıyacak güç ve yeteneğe sahip olmamıza katkıda bulunmasından kaynaklanmakta ve aşırıya kaçmayan acı ve sıkıntılar, mutluluk kaslarımızı geliştiren bir tür egzersiz ya da melankoliye karşı bir tür aşı işlevini görüyorlar.
Yorum Yazın