Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Sorun Ne Charlie ile Başlıyor, Ne de Bitiyor | Mehveş Evin | Tumblr
Charlie Hebdo katliamı üzerine nefes kesmeden yorum yapanlara tavsiyem, LeMan’ın bu hafta çıkardığı Charlie özel sayısını okumaları. Zira “peygamberimize hakaret ettiler”den başka bir cümle sarf edemeyenlerin derginin tarihinden öğreneceği çok şey var…
LeMan’ın Charlie sayısının kapağında, kafasında bir takke, elinde not defteriyle kurbanlardan Wolinski var. Yanında “İslam ve Peygamber düşmanı ilan edilerek katledilen barış ve özgürlük aşığı filozof çizer Wolinski abimiz, ustamız, Eyüp Sultan camisinde huşu içinde çizerken” yazıyor.
Keşke öldürülen karikatüristlerin dünyaya bakışını, mizahın ne olduğunu anlatmak için böyle bir açıklamaya ihtiyaç duymasak. Ancak çoğunluğu Müslüman bir ülkede belki de başka yolu yok…
Özel sayının büyük bölümü, iki dergi arasındaki arkadaşlık ve Charlie’nin 12 yıl öncesindeki İstanbul ziyareti esnasında ve sonrasında çizilen, yazılanlara ayrılmış. Okur açısından biraz kafa karıştırıcı, ama bu kadar kısa zamanda, moraller dipteyken böyle bir dergi çıkarırken normal.
Erdoğan O Töreni Yapmasa, Davutoğlu Paris'e Gitmese... | İbrahim Karagül | Yeni Şafak
Paris saldırısı dünyayı terör konusunda suçüstü yakalarken, ikiyüzlüleri açığa çıkarırken, İslam dünyasındaki yüz binlerce kurban için parmağını kımıldatmayanların terör konusunda yapmacık tavırları dünyayı rehin alırken Türkiye yine meselenin esasından kaçmayı, işi sulandırmayı, bu mesele üzerinden bile kişisel hesaplaşma çıkarmayı becerebildi!
Hiçbir meseleyi esaslı, derinden sorgulamayı beceremeyen, sorumsuz ve sığ Türk medyasından; Paris saldırılarından hareketle son yirmi yıldır merkezinde bulunduğu coğrafyadaki büyük kıyımları, bu kıyımlarda o ülkelerin rollerini sorgulamasını beklemek elbette mümkün olmayacaktı.
Ama yine de insan, “bu bir fırsat, birkaç söz söylensin” beklentisi içine giriyor. Paris’teki saldırıları kınarken, “Suriye’de öldürülen üç yüz bin insan için de bir şeyler söylensin, Lübnan’da donan mülteci çocuklar için de bir şey söylensin, işkence için Cenevre Sözleşmesi’ni bile askıya alanlar hakkında bir şeyler söylensin, Mısır’da sadece demokrasi dedikleri için öldürülen beş bin insan için de bir şeyler söylensin” istiyor.
Ne Dersiniz Başbakan… | Hayko Bağdat | Taraf
Başbakan Davutoğlu’nun Paris’e giderek Charlie Hebdo ’ya yapılan korkunç saldırıya tepki yürüyüşüne katılmasını çok önemli buluyorum.
“ Herhangi bir Avrupalı Türk sabah işine gittiğinde ona önyargıyla bakacak bir Fransız’a karşı ‘ benim başbakanım o yürüyüşteydi’ diyebilmesi için gittim ” sözü anlamlı ve gereklidir.
Tebrikler.
Eli silahlı katillerin bir gazete binasına girerek dünyanın gözü önünde özgür düşünceye ateş ettiği vahim bir durum karşısında siyasetçilerin hangi fikre sahip olurlarsa olsunlar dik durması yeni saldırıların önüne geçecektir.
Yani hayat kurtaracaktır.
Yani o yürüyüşe katılan siyasiler böylesi bir olayın tekrarına mani olmak için ellerindeki tüm mekanizmaları kullanacaklardır.
Engizisyon Tehlikesi | Ceyda Karan | Cumhuriyet
Türkiye’nin önde gelen sağcı aydınlarından Taha Akyol, Charlie Hebdo katliamı vesilesiyle İslam dünyasının içine saplandığı durumu “Müslüman Ortaçağı” mefhumuyla izah etmiş. Maalesef son derece isabetli görünen bu saptamanın kaçınılmaz sonucu, giderek baskın hale gelen cihatçı Selefiliğin “Müslüman Engizisyonu” tehlikesiyle karşı karşıya olmamız demek. Türkiye’yi yöneten siyasi heyetin beyan ettiği görüşlere ve tekelinde tuttuğu yandaş medyanın tartışmalar vesilesiyle ahaliye zerk ettiklerine bakınca; bu, açık seçik ortada. Televizyonları izleyince varacağınız sonuç ise net: Meğer Samuel Huntington ’ın “Medeniyetler Çatışması” tezinin en büyük alıcıları, yıllardır bu tezi lanetleyip/olumsuzlayıp duran siyasal İslamcı aydınlarmış.
Üzülmeyin... Türkiye'ye Karşı Duygularınızda Dünyada Yalnız Değilsiniz | Mehmet Barlas | Sabah
Kendi toplumunuzu, halkınızın eğilimlerini, inançlarını, siyasi tercihlerini beğenmiyorsanız... Kendinizi onlardan farklı ve üstün görüyorsanız, üzülmeyin. Ülkenizde azınlıkta olsanız da, siz ve mahalleliniz dünyada yalnız değilsiniz... Türkiye dışındaki dünyada da sizin gibi olanlar var. Sizin ' Yerli düşmanlığı 'nız dışarıda da ' Yabancı düşmanlığı ' zemininde devam ediyor.
Avrupa'nın da faşistleri, militaristleri, kökten dincileri, Hıristiyan mukaddesatçıları, ırkçıları fazlasıyla mevcut... Sizin Türk demokrasisi ve İslam dini üzerindeki düşüncelerinizin benzerlerini, bazı Avrupalılar da başka mekânlardan ama aynen seslendirmiyor mu?
Geçen yıllardan birinde BBC'nin internet sitesindeki ' Forum 'a Türkiye'nin AB üyesi olması ihtimaline yorum gönderenlerden bazılarının neler dediklerini, bilgisayarımın belleğine almıştım.
Kırılan Misafir Kalemler! | Fehim Taştekin | Radikal
Türkiye hükümeti islamofobia ve yabancı düşmanlığına karşı Avrupalı Müslümanların hamisi kesildi ya aklımıza bizdeki bir avuç yabancı geldi. Özellikle işini yapan yabancı gazeteciler. Bizim için onlar misafir kalemler. Ve tabi yabancı medyaya çalışanların bir kısmı Tarkiye vatandaşı, onlara da reva görülen muamele yabancılardan farksız. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın sadece elini sıkarak tavırlı davrandığı Paris’teki yürüyüşe katılmasının amacını ‘saldırının Müslümanlara karşı bir kampanyaya dönüşmesini engellemek' olarak açıkladı. Ardından Berlin’de Şansölye Angela Merkel’le islamofobia tehlikesini konuştu. Hiç de küçümsenemeyecek bir sorun olan islamofobia meselesi artık Türkiye’nin AB ile sarpa saran ilişkilerinde yeni bir argüman. Ancak kimsenin Türkiye’nin hamiliğini aradığı falan yok. Türkiye’nin efelenmesinin kimseye faydası da yok. Kusurları çok ama Hollande da Merkel de azınlıklar konusunda Ankara’dan daha dikkatli. Kendi ülkesinde Ermenifobik, Rumofobik, Yahudifobik, Alevifobik, Şiifobik söylemlerden kaçınmayan bir yönetim Avrupalılara ne anlatabilir? Ama Türkiye’nin kendi içindeki yabancılarla sınavına dair anlatılacak çok şey var. Ben sadece AKP yönetimi ve trol tayfasının Türkiye’de yabancı gazetecilere yapıp ettiklerine değineceğim.
Cansız Bedenine Ulaşıldı! | Umur Talu | HT
Cumhurbaşkanı, Saray merdivenlerindeydi.
Bir şekilde yıkılmış “16 Türk devleti” nin zırhlı-zırhsız neferleri dimdik ayaktaydı.
Fakat “son Türk devleti” nde Saray inşaatından iki işçi ayağa kalkamıyordu.
Savaş Oğuz inşaattan düşüp ölmüş, ayağa kalkamıyordu.
İsmi bende diğer işçi de düşmüş, “iş göremez durumda” ayağa kalkamıyordu.
Aynı saatlerde, büyük devlet, “2 işçinin daha cansız bedenine ulaşıldı” diye bildirdi.
Protestocu köylü kadınları dövülen, protestocu öğretmenin ölümüne sebep olunan, çok sayıda işçi öldüren HES inşaatlarından birinde, çığ altında kalan 5 işçiden ikisi daha.
Ermenekli işçilerin de cansız bedenine ulaşılınca, neredeyse bayram havasında veriliyordu haber!
301 Somalı işçinin cansız bedenine ulaşınca da, kendilerine ulaşmış gibi olmuştuk; çünkü koca bakanlar “inşallah kısa sürede ulaşacağız” diye söz vermişti!
İslamla Terör Yan Yana Gelemez (mi?) | Oya Baydar | T24
Sadece Paris saldırısından sonra değil, özellikle 11 Eylül’den bu yana, bu konuda çok şey yazıldı çizildi, önümüzdeki günlerde konuşulmaya, tartışılmaya, yazılmaya devam edecek. Konuyu; emperyalist sistemi, Batı merkezli oryantalist bakışı, neoliberal saldırganlığı irdeleyerek tartışan ve üzerinde düşünülmeye değer fikirler ileri sürenler daha çok, çuvaldızı kendilerine batırmaktan çekinmeyen Batılı aydınlar, yazarlar, düşünürler oldu. İslamî kesimden yükselen sesler ise, üslup ve vurgu farklılıkları bir yana bırakılırsa, Başbakan Davutoğlu’nun da sarıldığı, “İslamla terör yan yana gelemez” ve “Gerçek İslam bu değil” argümanları çerçevesinde kaldı. Türkiye’den, benim erişip okuyabildiğim ilk değerlendirmeler arasında Ergin Yıldızoğlu’nun 12 Ocak tarihli Cumhuriyet’teki yazısı, Nuray Mert’in son yazıları, Murat Paker’in t24’te iki gün önce çıkan yazısı üzerinde düşünülmeye değer örneklerdi.
Suriyeli Sığınmacıların Türkiye'ye Etkileri | Oytun Orhan (*) | Al Jazeera
Suriyeli sığınmacılar eğer artık Türkiye’nin bir gerçeği ise bunun olumsuz etkilerini azaltacak önlemler üzerinde durulmalıdır. Bu çerçevede Türkiye halkının tepkisini önlemeyi de içeren kapsamlı bir ‘Suriyeli sığınmacı politikası’ acilen hayata geçirilmelidir.
Suriye'de halk ayaklanmasının başladığı Mart 2011 tarihinden yaklaşık bir ay sonra Türkiye'ye ilk Suriyeli sığınmacı akını gerçekleşmişti. Ankara, başından beri Suriyelilere açık kapı politikası uygulayacağını ilan etti. Ancak o dönemde Türkiye kamuoyu ve yetkililerinde, Suriye'deki olayların çok uzun olmayan bir sürede sona ereceği ve Suriyelilerin ülkelerine döneceği beklentisi hakimdi. Süreç içinde Suriye'deki ayaklanma iç savaşa dönüştü ve güvenlik ortamının bozulmasına bağlı olarak sığınmacı akını artarak devam etti. Ocak 2015 itibarıyla Türkiye'de resmi rakamlara göre 1 milyon 625 bin Suriyeli sığınmacı bulunuyor. Gerçek rakamın ise 2 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor.
(*) Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Uzmanı. Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek lisansını, Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde tamamladı. Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde (ASAM) 10 yıl boyunca araştırmacı olarak çalıştı. 2009 yılından bu yana ORSAM'da görev yapan Orhan, Suriye ve Lübnan konularına yoğunlaşıyor. Başta Suriye ve Irak olmak üzere Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerinde çok sayıda saha çalışması yürüten Orhan, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora çalışmalarını sürdürüyor.
Gazeteciliği Sıfırlayanlar, Sıfırlatanlar | Yavuz Baydar | Bugün
Tablo, bizim mesleğin haysiyetini, daha önemlisi varlığını önemseyen haberci, editör, (bu ülkede sayısı bir elin parmağından bile az olan) 'gerçek' medya patronu açısından çok vahim.
Gazetecilik her geçen gün diplere doğru savrulmaya devam ediyor.
Bu mesleği meslek olmaktan çıkarıp iktidarın emir eri haline getirmekte kararlı mevcut yönetim, medya sektöründe doğru, eleştirel ve sorgulayıcı habercilik adına, bağımsızlık adına ne kaldıysa, içini boşaltmakla meşgul.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 'ın uygulamaya koyduğu, 'böl, parçala, yandaş geliştir, kutuplaştır, havuçla ve sopayla tahakküm kur' metodunun en bariz örnekleri medya üzerinde görülmekte.
30 Mart yerel seçimlerinde kazanılan zaferin hemen ardından, gönüllü 'iktidar uzantısı' medyanın cımbızla seçilmiş 'kalburüstü' isimlerinin Adile Sultan Yalısı'nda, (o zaman halen başbakan olan) Erdoğan'la 'biz bize' düzeninde bir araya gelmesi, bağımsız medyanın sıfırlanmasını hedefleyen süreçte bir eşiğin geçilmesi anlamına geliyordu.