Görüş Bildir
Haberler
Aile Bakanlığı Araştırması: Kadına Yönelik Şiddetin Dozu Arttı

Aile Bakanlığı Araştırması: Kadına Yönelik Şiddetin Dozu Arttı

ATKN
09.03.2015 - 12:58 Son Güncelleme: 10.03.2015 - 16:32
İçeriğin Devamı Aşağıda

Hacettepe Üniversitesi tarafından yapılan kadına şiddet araştırması, Türkiye'de kadının hedef olduğu şiddetin dozunda artış olduğunu, şiddetin ağırlaştığını ortaya koyuyor.

Aile Bakanlığı'nın mali desteğiyle Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün yürüttüğü araştırma, kadınların şiddetin tahammül edilemeyecek noktaya ulaşmasıyla şikayete yöneldiklerine dikkat çekerken, şikayet ettikleri zaman da çoğunlukla polisin 'uzlaştırma' tavrına maruz kaldıklarını kaydediyor.

'2014 Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması'nı yapan ekibin proje sorumlusu Doç. Dr. İlknur Yüksel-Kaptanoğlu, 'teknik ve şekilsel' nedenlerle bakanlığın henüz yayınlamadığı raporun ayrıntılarını BBC Türkçe'ye anlatırken, temel sorunun kadınlara acınacak varlıklar olarak bakılmasında yattığını söyledi.

Kaptanoğlu, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, siyasetçilerin söylemlerinin soruna etkisine dikkat çekerken, ''Kadınla erkeğin eşit olmadığı söylenirken, 'fıtratları farklıdır' argümanı kullanılıyor. En üst düzeyde kadınla erkek eşit değildir derseniz bu sokaktaki insanda zaten erkeklerin kendilerini üstün gördüğü bir yetiştirme biçiminden geliyor, bunu pekiştirmiş oluyor'' dedi.

Doç. Dr. Kaptanoğlu, 15 bin 72 hane halkı ile yapılan görüşmeye ilişkin söyleşinin başında raporu hazırlarken karşılaştıkları zorlukların sorulması üzerine şunları söyledi: '2008'e göre, şiddete karşı değişen toplumsal algı sahada bazı zorluklara yol açtı. İnsanların şiddetten daha az utandıklarını gördüm. Saha çalışması sırasında araç kiralıyoruz ve araçla dolaşıyoruz. Daha önce şoförler ya da mahalleliler şiddetten utanıyorlardı ve bu onlar için kötü bir şeydi. Ama bu kez, İstanbul'da bir arkadaşımız bir kadınla görüşme yaparken, kadının kocası gelmiş ve 'Ne soruyorsun, şiddet mi soruyorsun? Döveyim mi istiyorsun? İstiyorsan döveyim?' demiş. Böyle bir şeyin tanımadığın birisine bu kadar rahatça söylenmesi 2008'deki araştırmada rastladığımız bir şey değildi. Bize çok ilginç geldi.'

'Bir de Ankara'daki pilot çalışmamızda buna benzer bir deneyimimiz oldu. Ekibimiz bir köye gitti ve şöförlerinden bir tanesi kahvedekilere, 'bunlar şiddet araştırması yapıyorlar, sizi eşlerinizden boşandırmak istiyorlar' demiş. Daha önce bu tür şeylerle karşılaşmıyorduk. 2008'de şiddet uygulayanlar daha çok utanıyorlardı. O anlamda, arkadaşlarımız bazı evlerde kadınların eşlerinden dolayı sıkıntılar yaşadılar. Eşlerin soru kağıdını götürmemiz izin vermediği durumlar da yaşadık.'

Peki çalışmanın temel tespiti ne?

Peki çalışmanın temel tespiti ne?

Şiddet düzeyinde altı yıl içerisinde artış olmadığını gösteriyor, ancak biçimi değişti. Şiddetin dozunda artış var. Altı yılda kadın cinayetlerinde bir artış yaşandı. Yine her on kadından dördü şiddete maruz kalıyor, ama şiddete maruz kalan kadınların yaralanmalarında artış var. Daha ağır şiddet biçimleriyle karşılaşıyor kadınlar. Bu da bilhassa Türkiye'de altı yılda toplumsal bir değişim yaşandığını gösteriyor. Türkiye genelinde böyle büyük araştırmalar yerine başka şeyler yapmak lazım. Daha nedenleri anlamaya yönelik nitel çalışma yönteminin kullanıldığı çalışmalar olabilir mesela.

Size göre araştırmadan çıkan en çarpıcı sorun ne oldu?

Şiddete maruz kalan kadınların kurumsal başvuru mekanizmalarından yararlanma oranı 2008'de yüzde 8 düzeyindeydi. Son dönemde çok iyi yasal düzenlemeler yapılmasına rağmen oran 2014 araştırmasında hâlâ yüzde 11. Örneğin, İstanbul sözleşmesinin onaylanması Türkiye için çok önemli bir adımdı. Avrupa'da ilk imzalayan ülkelerden biri, bu anlamda ileri bir noktadayız. Yasa şiddet mağduru kadınlara önemli koruyucu haklar sağlıyor. Tüm bu gelişmelerin sonucundaki beklentim şiddete uğrayan kadınların daha fazla kurumsal başvuruda bulunmalarıydı. Ama kadınların uğradıkları şiddet ağırlığının artmasına rağmen başvuru sayısında bir ilerleme yok. Bu da yapılanların ve yasal düzenlemelerin kadınlara ulaşmadığını ya da yasal düzenlemelerin toplum tarafından kabul edilmediğine işaret ediyor. Bu çarpıcı ve üzücü bir sonuç.

Peki neden başvurmuyorlar?

Uğradıkları şiddetin ciddi bir sorun olmadığını söyleyen kadınlar büyük çoğunlukta. Ama tabii bunun yanında kadınların başvuracakları yerleri bilmemeleri ya da kurumlara güvenmemeleri dile getirilen sorunlar arasında. Çekiniyorlar da. Kadınların yüzde 44'ü şiddete uğradığını ilk defa bizim araştırma yapan arkadaşlarımıza anlattı. Hem nicel hem de nitel araştırmalarımız gösteriyor ki, kadınlar son noktaya kadar başvuruda bulunmuyor ve tahammül edemeyecekleri noktada başvuru yapıyorlar. Biraz toplumsal olarak şiddeti nasıl algıladığımızla da ilgisi var.

Başvurdukları kurumlara güveniyorlar mı?

İlk gittikleri ve en çok başvurdukları kurum polis oluyor. Poliste de, beklediğimizden daha yüksek oranda hiçbir şey yapılmadığını görüyoruz ya da başka bir kuruma yönlendirmesi gerekirken, uzlaştırma yoluyla kadını eve gönderdiklerini de biliyoruz. Polise başvuran kadınların ancak yüzde 41'i gerekli kurum ve kuruluşlara yönlendirilmiş. Aslında polisler bunun içinde kısa dönemli eğitimler alıyor, ancak ataerkil ideolojinin karakoldaki polisler tarafından çok sahiplenilmiş olması bunda etkili. Hakimi de, savcısı da, polisi de avukatı da bu toplumsal yapının içinde yetişmiş insanlar. Bu yüzden uzun soluklu çalışmalara ihtiyaç var. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin bu alanda hizmet veren meslekler tarafından çok iyi anlaşılması lazım. Birkaç avukatla konuştum. Yasanın amacının farkında ama bunun kadınlar tarafından kötüye kullanılabileceğini söylüyor. Bu bakış açısı asıl uğraşılması gereken şey.

Peki sorun kanunlarda mı yoksa kanun uygulayıcılarında mı?

Peki sorun kanunlarda mı yoksa kanun uygulayıcılarında mı?

İçerik konusunda kanuna söylenebilecek bir şey yok, ama uygulamasında birçok sorun var. Bu sorunların biraz da adalet sistemiyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Hakim ve savcıların söylediği şey, çok fazla başvuru gelince tek tek oturup kadınların durumunu inceleyerek, 'bu kadının şuna ihtiyacı var' gibi yönlendirmeler yapacak vakitleri olmadığı. Ama bu çözülemeyecek bir şey değil. Belki biraz daha personel sayısını artırarak ya da Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinin (ŞÖNİM) durum değerlendirme ve sosyal inceleme raporlarıyla bu süreci kolaylaştırmaları lazım. Bunların mutlaka sivil toplum kuruluşlarıyla iletişim içerisinde olması gerekiyor. Çok işbirliği gerektiren bir alan bu. Burada STK'lar ve belediyelerin danışma merkezlerinin de iş birliği içerisinde olması lazım. Kağıt üstünde bu işbirlikleri görünüyor ama uygulamada bu kadar mükemmel olmadığını söylemek lazım.

Somut önerileriniz var mı?

Bütün araştırmaları kadınlarla yapıyoruz ve ama erkeklerden bilgi toplayan ülke çapında bir araştırmaya ihtiyacımız var. 'Erkekler bu süreci nasıl yaşıyor, ne kadar ve neden şiddet uyguluyorlar?' gibi nicel ve nitel bir çalışma yapmak gerekiyor. Buna ek olarak, raporda özellikle çalışma yapılması gereken iki grup karşımıza çıkıyor. Birisi erken evlenen kadınlar, diğeri de boşanmış ya da ayrı yaşayan kadınlar. Çünkü en fazla şiddete maruz kalan kadınlar bu grupta. Onlar için çalışma grupları oluşturulabilir. Erken evlenen kadınlara destek mekanizmalarının oluşturulması lazım. Boşanmış kadınlar için ise eski eşten gelen tehditler üst noktada. Şunu söyleyebiliriz ki, ısrarlı takibe maruz kalan kadınlar eğer boşanmışlarsa genelde ölümle tehdit şeklinde rahatsız ediliyorlar. Bu da kadınların boşandığı zaman risk altında olduklarını gösteriyor. Bu kadınlar için ayrı bir eylem planı bile oluşturmak gerekebilir.

6 YIL SONRA İLK AİLE İÇİ ŞİDDET ARAŞTIRMASI

Araştırma neden önemli?

2008 yılındaki araştırma, örneklem sayısı bakımından bütün Türkiye'yi temsil edecek düzeyde ilkti. Bu da Türkiye genelinde yapılmış en geniş kapsamlı ikinci araştırma. Herkes farklı tanımlarla şiddeti ölçmeye çalışıyor. Bizim araştırmamızın en önemli kısımlarından birisi, Dünya Sağlık Örgütünün uluslarası araştırmalarında ölçtüğü biçimde, eylemlerle şiddeti öğrenmeyi hedeflememizdi. O yüzden uluslarası karşılaştırılabilirliğe açık bir araştırma oldu.

Peki rapor neden yayınlanmıyor? Sadece özetinin açıklandığını biliyoruz. 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı araştırmayı mali olarak destekledi, saha çalışması sırasında ekibin içinde değildi, ama her süreçte onlardan onay aldık. 2014 Eylül ayında raporu tamamlayıp bakanlığa teslim ettik, ama bakanlık bizden bazı eklemeler ve değişiklikler istedi. Rakamlarla ilgili değil, ama bazı şekilsel düzeltme talepleriydi bunlar. Ayrıca bu zengin veriyi biraz daha kullanmak için, şiddetin kuşaklar arası aktarımı ile ilgili bir analiz istediler. Yani daha önce protokolde yer almayan bazı talepleri oldu. Bu talepler raporun tamamlanma sürecini uzattı.

Peki medyada kadının temsili ve kadın cinayetlerinin ele alınış biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nitel araştırma safhasında, erkeklerin özellikle medyada gördüklerini kullanarak kadınları tehdit ettiklerini saptadık. Mesela erkek şiddet uyguluyor ve ' Seni Ayşe Paşalı'ya benzetirim' diyor. Mağduru da faili de göstermeyecek şekilde şiddet haberinin yapılması gerekiyor. Odak gruplarındaki erkeklerle yaptığımız çalışmalarda, failin medyada yer almasının bazı erkekler açısından bir 'kahramanlaştırılma' etkisi yarattığını fark ettik. Yani hayatında televizyona çıkamayacak, orada görünemeyecek bir adam, karısını öldürerek ya da böyle bir şiddet vakasını yaratarak televizyonda görünüyor. Erkekler bazen sırf bunun için bile şiddete başvurabiliyorlar. Bu durum şiddete başvurmaya tetikleyen noktalardan birisi oluyor.

Ayrıca medyanın kadınların bilinci üzerinde çok etkisi var. Kadınlar genelde kanundan haberdar ama bilmek ve içeriğinin farkında olmak farklı konular. Kadınların haklarını kabaca medyadan öğrendiklerini görüyoruz. Ayrıca kadınların dizilerde gördükleri ve rol model edindikleri karakterler de çok önemli. Kadın diyor ki: 'Polisi biliyorum Arka Sokaklar dizisinden ama savcıdan çok korktum. Çünkü savcı çok korkulacak bir şey.'

Siyasilerin şiddete ilişkin söylemlerinin toplumun algısında etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Rapora ilişkin verisel olarak bir şey söyleyemem, ama siyasilerin söyleminin çok etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü Cumhurbaşkanının kadına yönelik bazı tahayyülleri var. Üç çocuk sahibi olsunlar, kürtaj yaptırmasınlar, daha çok evinde otursunlar, anne olsunlar gibi bir yaklaşımla kadınlara seslendiği için bunun toplum üzerinde etkisi olduğunu düşünüyorum. Kadınla erkeğin eşit olmadığını söylenirken fıtratları farklıdır argümanı kullanılıyor. Ama bunun daha düşünüp taşınıp dile getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. En üst düzeyde kadınla erkek eşit değildir derseniz bu sokaktaki insanda zaten erkeklerin kendilerini üstün gördüğü bir yetiştirme biçiminden geliyor, bunu pekiştirmiş oluyor, hatta biraz daha erkekleri desteklemiş oluyor. Bu söylemlerin özellikle de bu kadar üst düzeyden söylenmesini çok üzücü buluyorum ve vahim bir hata olarak değerlendiriyorum. Çünkü şiddetle mücadele etmek için bütün siyasi kademelerde kadın erkek eşitliğinin dile getirilmesine ihtiyaç var.

'İdeal kadın' ya da 'şiddeti hak eden kadın' algısı nasıl kırılır?

İlk olarak kadın erkek eşitliğine inanan bir yönetici kitlesine ihtiyacımız var. Ayrıca kadınlara acınacak varlıklar olarak bakmak yerine onların da bir insan olduğunu ve insan haklarına uygun söylemler geliştirmek önemli. Kadının çalışmasını destekleyen bir yaklaşımdan söz ediliyor. Kadın istihdamının artırılmaya çalışıldığı söyleniyor ama bunun için kamuda kreş açmak için en az 150 kadının çalışması şartını koyduğunda istihdamı artıramazsın. Bu da kadınları evde tutmak için üretilen politikalardan bir tanesi olur. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak bir eğitim sistemi kurmak lazım.

İçeriğin Devamı Aşağıda

Ayrıca, kadınlara acıdığınız zaman onları güçlendiremezsiniz. Özgecan Aslan cinayetinde, Özgecan'ın bu kadar sahiplenilmesini çok olumlu buluyorum. Ama bu sahiplenmenin altında ne yatttığını biraz düşünmek gerekiyor. Tırnak içerisinde ifade etmem gerekirse; bekar bir kadın, genç bir kadın, uygunsuz bir saatte dışarıda değil, cinselliği olan bir kadın değil, tecavüze karşı da direnmiş yani çok masum bir kadın figürü olarak Özgecan karşımızda. Özgecan'ın bu kadar sahiplenilmesinin altında yatan şey merhamet. Yoksa bu ülkede maalesef her gün kadınlar bu şekilde tecavüze uğruyor. Özgecan cinayetinden sonra da çok fazla kadın cinayeti oldu. Sahiplenilmesi bence acımakla alakalı. Ama kadınlara acıyarak bu cinayetlerden kurtulmak mümkün değil. Acımak yerine erkeklerle aynı haklara sahip olabilecek bir insan olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Şiddete başvuran erkeklerle ilgili, 'cani' ya da 'ruh sağlığı bozuk' ifadeleri kullanılıyor. Kim bu erkekler?

Araştırma kapsamında, cezaevlerindeki karısını öldürmüş ya da yaralamış erkeklerle de görüştük. Bu insanların 'sıradan' erkekler olduklarını bu görüşmelerden anlayabiliyoruz. Kadını öldürmüş ve o kadar sıradanki adamın hikayesi. Ve aslında öldürdükleri için hiç de pişman değiller. Çok ilginç bir şekilde, kadınların bunu hakettiklerini düşünüyorlar. Hatta 'Onu kurtardım, ben burada kaldım, çocuklarım dışarda kaldı' diyor. Ama 'Kanunun bu kadar ağır ceza verdiğini bilseydim, öldürmezdim' diyenler de var. Erkekler bundan korkuyorlar ve çok da öfkeliler. Onlara göre, devlet onları tutuklayarak son derece kötü bir şey yaptı, kadınların abisi oldu ve kadınların arkasında duruyor. Hem pişman değiller, hem de devlete kadınları koruduğu için kızgınlar.

Fundanur Öztürk, BBC Türkçe

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
3
3
1
0
0
0
0