onedio
Görüş Bildir

Soner Yalçın Haberleri

Soner Yalçın ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Soner Yalçın ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Korsan Kitapta Elif Şafak Birinci
İstanbul Güvenlik Şubesi ekipleri son yıllarda korsan ürün basarak haksız kazanç elde eden kişilerle mücadele konusunda teknik takip kullanmaya başladı.Bu sistemle adım adım izlenen çetelerin ürettikleri tüm ürünlere el koyma imkânı belirdi. Daha önce sadece korsan Kitapların satıldığı tezgahlara el konulurken, teknik takip ile kitapların basıldığı matbaalar ile depolandığı yerler de tek tek basıldı.171 bin adet kitapSavaş Akın’ın Milliyet’te yer alan haberine göre, bu yöntemle polisin bu yıl düzenlediği operasyonlarda 171 bin adet korsan kitap ele geçirdi. 31 adet matbaa makinesinin el konulduğu operasyonlarda 135 bin de kitap kapağı ve 180 adet kitap kalıbı bulundu.Korsan kitap basıp piyasaya süren çetelerin en çok ikisi yabancı uyruklu 10 yazarın kitaplarını bastıkları ortaya çıktı. Polisin ele geçirdiği kitaplar arasında en çok Elif Şafak kitapları dikkat çekti. Şafak’ı ikinci sırada Ayşe Kulin, üçüncü sırada ise Ahmet Ümit takip etti. Birinci sırada yer alan Elif Şafak’ın en çok “Ustam ve Ben” isimli kitabının korsanın basıldığı ortaya çıktı. Ahmet Ümit’in ise birçok kitabının korsanının basılıp piyasaya sürülmek istenirken, Zülfü Livaneli’nin en çok ‘Kardeşimin Hikâyesi’ adlı kitabının basıldığı belirtildi.  KORSANDA İLK 101- Elif Şafak, 22 bin adet2- Ayşe Kulin, 18 bin adet3- Ahmet Ümit, 13 bin adet4- İskender Pala, 9 bin adet5- John Verdon, 8 bin 300 adet6- Canan Tan, 7 bin 500 adet7- Zülfü Livaneli, 7 bin 200 adet8- Soner Yalçın, 6 bin 800 adet9- Oğuz Atay, 5 bin 900 adet10- Khaled Hosseini, 5 bin 500 adetSavaş Akın | Milliyet
'Son 12 Yılda 1863 Gazeteci İşsiz Kaldı'
CHP’nin hazırladığı “Kalem Kırılan Gazeteci” raporuna göre, AKP iktidarındaki son 12 yılda 1863 gazeteci işsiz kaldı. Raporu hazırlayanlar arasında bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba , “Aslında tüm raporlarımızın tek bir yazarı var. O da AKP” dedi.CHP, ‘Kalemi Kırılan Gazeteciler” raporunu açıkladı. 189 sayfalık kitapta yer alan rakamlara göre, gazetecilerin yüzde 90’ı “ustalık” döneminde işsiz bırakıldı.CHP, raporunun bir örneğini “ Bizim yazmaktan utandığımız ancak sizin eseriniz olan basındaki 12 yıllık uygulamalarınızı anlattığımız bu derlemeyi okumanız ve ders almanız dileğiyle ” özel notuyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a gönderdi.Raporda, 42 tanınmış gazetecinin, yaşadıklarının özeti, 20 gazetecinin ve ismi verilmeyen üç muhabirin işten çıkarılma hikâyeleri yer aldı. AKP’nin önde gelen isimlerinin basın ve basın özgürlüğü konusunda kullandığı söylemlerin dökümü de bulundu. Dönemin Başbakanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söyleminin nasıl değiştiği 2003 ve 2014 örnekleri ile verildi.“ 2003’te Demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri de bağımsız ve özgür basındır ” diyen Erdoğan’ın 2014 yılında “ Haddini bileceksin, edepsiz kadın ” sözlerine dikkat çekildi. Uluslararası ve ulusal gazetecilik örgütlerinin görüşleri ve raporları da yer aldığı kitapta, 3 adet liste var.1- Bireysel olarak işten çıkarılan gazeteciler,2- Toplu olarak işten çıkarılan gazeteciler,3- Halen cezaevinde tutulan gazeteciler listesi.
Gazetecilere Özgürlük Platformu: 'Gazetecilere Yönelik Operasyon Tüm Medyaya Tehdittir'
Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP), medya kuruluşlarına yönelik operasyonu protesto etti.Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP), medya kuruluşlarına yönelik operasyonu protesto etti. Platform adına Dönem Başkanı ve Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Genel Başkanı Ahmet Abakay tarafından yapılan açıklamada, 'Gazetecilere yönelik operasyon tüm medyaya yönelik bir tehdittir, derhal durdurulmalıdır.' denildi.Gazeteciler cemiyetleri, dernekleri, birlikleri ve vakıflarının oluşturduğu 94 üyeli Gazetecilere Özgürlük Platformu açıklamasında;'Hükümet tarafından 'paralel yapı, paralel medya' adı altında yürütülen operasyonlarda çok sayıda gazetecinin hakkında soruşturma açılması, bir kısmının gözaltına alınması, listeler hazırlanarak adeta 'gazeteci avı'na çıkılması hukuk dışıdır, basın ve ifade özgürlüğüne açık saldırıdır, kabul edilemez, derhal durdurulmalıdır. Yakın geçmişte baskıcı bu iktidarla uyumlu çalışan, birlikte yürüyen insanlara yapılan soruşturma ve gözaltılar; iktidarın emrinden, denetiminden, kontrolünden çıkan gazetecilerin cezalandırılması operasyonudur. Siyasaldır, ideolojiktir, iktidarın kendisinden yana almayanlara karşı intikam eylemidir, basın ve ifade özgürlüğüne saldırıdır. Haklarında soruşturma açılan, gözaltına alınan gazetecilerin geçmişte Ahmet Şık, Nedin Şener, Soner Yalçın gibi çok sayıda gazetecinin tutuklanmalarını savunması, sessiz kalması, bu kişilerin o günkü çizgilerinin haksız, hukuksuz duruşlarını gösterir. Ancak bütün bunlar, bugün meslektaşlarımıza yönelik haksızlığa, hukuksuzluğa karşı çıkmamıza, basın ve ifade özgürlüğünü “yine” savunmamıza asla engel değildir. Yapılan operasyon, iktidara muhalif çizgide olan tüm gazetecilere yönelik tehdittir, gözdağıdır. Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) dün de cezaevlerinin önlerinde, meydanlarda “özgür basın susturulamaz” diye sesleniyordu. Bugün de aynı sloganın sahibidir. Meslektaşlarımıza yapılan iktidarın saldırısı gazeteciliğe, mesleğimize, evrensel basın ilkelerine yapılmaktadır. Manzara darbe dönemlerinin, sıkıyönetim, olağanüstü hal dönemlerinin uygulamalarıdır. Derhal durdurulmalıdır.' denildi.Sondakika.com
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
“Gazeteci değil, örgüt üyesi” sorgusunda, “Terörle Mücadele Müdürlüğü”nde Savcı, Ekrem Dumanlı’ya “Gazetecilik sorusu” sormuş:“Genel yayın müdürlüğünü yaptığınız Zaman Gazetesi yayım politikası ve gazetede yayınlanacak haberler Fethullah Gülen’in söylemleri ve talimatlarına göre mi şekillenir?”Bu hakikaten önemli.Çünkü iktidarın, Emniyet’in ve bağımsız yargının, “editoryal bağımsızlık”a nasıl titizlendiğini, medya etiğine nasıl bağlı olduklarını gösteriyor.
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Başbakan Ahmet Davutoğlu, kasım ayında örtülü ödenekten 119 milyon TL’lik harcama yaptı. Maliye Bakanlığı’nca açıklanan kasım ayı bütçe gerçekleşme sonuçlarına göre bütçede “gizli hizmet giderleri” olarak geçen, 11 aylık örtülü ödenek harcaması, 1 milyar 1 milyon lirayı geçti. Görevi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan devraldığı eylül ayından itibaren, Başbakanlık örtülü ödeneğini kullanmaya başlayan Davutoğlu’nun örtülü ödenek harcaması, üç ayda 263.2 milyon TL’ye ulaştı. Aylar itibarıyla şöyle:
Oktay Ekşi: 'Ahmet Kaya O Yazıyı Hak Etti, Pişman Değilim'
Eski Hürriyet başyazarı, CHP İstanbul milletvekili Oktay Ekşi T24'ten Hazal Özvarış'a konuştu. Zaman gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı'yı gözaltına alınmadan önce ziyaret eden Ekşi, hem bu ziyarete hem de geçmişte Ahmet Kaya, Musa Anter ve Özgür Ülke hakkında yazdıklarına ilişkin açıklamalarda bulundu. Ekşi’nin T24 ’e verdiği cevaplar şöyle:Sizi Zaman gazetesine götüren ne oldu?Beni hayrete düşüren, gitmemin niye bu kadar ilgi çektiği. 1988’de Basın Konseyi’ni kurduğumuzda ilan ettiğimiz temel ilkelerden biri, iletişim özgürlüğüne nerede, nasıl, kim tarafından müdahale edilirse edilsin ona karşı çıkmaktı. Konsey olarak daha önce sahip çıkılmamış gazetecilere her fırsatta sahip çıktık. Galiba meslek dünyamız dahil kamuoyu, bu geçmişi dikkate almıyor. Ben 23 sene bu konseyin başkanlığını yaptım.Basın Konseyi Başkanı olarak “medya imamı” dediğiniz Ekrem Dumanlı’ya sahip çıkıyor oluşunuz insanları şaşırtmış olabilir mi?O yazı, Basın Konseyi Başkanı olarak değil, Hürriyet’in başyazarı olarak yazdığım bir yazıydı. O tarihte Ekrem’in köşesinden vaaz veren tavrının böyle tanımlanması gerektiğine hâlâ inanıyorum. (Ekşi, 2009’da haber için Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğü yere giden CHA muhabiri Lütfi Aykurt’un, dönüş yolunda asker tarafından helikoptere alınmaması olayına tepkiden bahsediyor - T24) Bunu söylememe rağmen bugün Ekrem’in yanına gitmeme şaşıranlar duygularıyla bakıyor.Zaman’a gitmeden Kılıçdaroğlu’ndan onay aldınız mı?Ne alakası var, hiç böyle bir şey olabilir mi?Dönüşünüzde bu bir sıkıntıya yol açtı mı veya ziyaretiniz parti içinde tartışıldı mı?Tartışılsın, terazi çok.Ertesinde Fethullah Gülen ile telefon görüşmeniz oldu mu?Aklıma bile gelmedi, onun da aklına gelmemiştir.Dumanlı ve Hidayet Karaca’ya yapılanlar bir kenara konulduğunda, siz cemaatin faaliyetlerini meşru buluyor musunuz?Meşru olup olmadığı yargının tartacağı bir şey. Gönül ister ki bağımsız bir yargı olsun, ben de kararına inanayım. Ama bağımsız yargı dün de yoktu, bugün de yok.Oktay Ekşi’nin cemaatin faaliyetlerini nasıl değerlendirdiğini merak ediyoruz.Yayında, eğitimde iddialılar; devlet kadrolarına girme konusundaki iştahlı faaliyetleri düşündürtecek türden. İsmailağa veya diğer cemaatlerden farklı olduklarını herkes gibi ben de görüyorum. Ama o faaliyetin meşruiyetten çıkıp çıkmadığını elimde veri olmadığı için bilemem.Biz mi rast gelmedik yoksa siz mi Gülen cemaati hakkında köşenizde kalem oynatmadınız?Yazdım ama bugünkü kadar aktüel hale gelmediği için ihtiyaç olduğu kadar yazmışımdır.1997’den itibaren yazdıklarınıza baktığımızda bir yazınız dışında Gülen’e veya cemaatine değindiğinizi görmedik, 1999’da Gülen’in ünlü montaj kaseti yayımlandığında dahi.Temmuz’un ilk cumartesi günü, 1991’den beri kesintisiz olarak sürdürdüğümüz Mesudiye Kurultayı öncesinde, Haziran sonlarında Mesudiye’ye giderim. Oradayken kaset çıkmış, haberim yoktu çünkü gittiğimde ne yazı yazarım, ne gazete alırım.Döndüğünüzde kıyametin koptuğunu görmeyecek kadar da izole bir konumda değilsiniz.Her şeyin aktüel bir değeri var. “10 gündür Mesudiye’deydim, başa alıyorum” gibi bir başyazı olmaz. Ama çok sonra duydum ki o esnada yazmadığım için Gülen dünyasında lehime değerlendirmeler olmuş, duyunca hayret ettim. Siz bugün mesela kaset montaj diyorsunuz ama ben buna şahsen kani değilim.Siz her ne kadar “Döndüğümde aktüel değildi” deseniz de Gülen’in yıllarca birlikte anılacağı ve çok konuşulacak kaset hakkında yazmamış olmanızın sebebi, Faruk Mercan’ın Gülen biyografisinde yer alan, “Ağustos, 1996’da Aysel Ekşi ile icap ettiğiniz Gülen’in akşam yemeği daveti” olabilir mi?O zamanlar cemaatin eğitim seferberliği, gazetecileri gezdirme, GYV’nin Abant toplantıları gibi faaliyetleri söz konusuydu. Bunlar kapsamında “Fethullah Hocaefendi’nin bir yemeği var, katılır mısınız” denilerek iki kez davet edildim ancak katılmadım. Üçüncüsünde, hem reddetmek kaba olacağı, hem Tufan Türenç ’in “Abi ben de gittim. Sen gazetecisin, onunla da yemek yersin, suçluyla da, devlet başkanıyla da” sözleri aklıma yatınca, hem de eşim gitmekte sakınca görmeyince gittik. Altunizade’de bir binaya, X-rey’den geçirilerek girdikten bir süre sonra Hocaefendi geldi, Aysel elini uzatınca Hoca tereddüt etti. Aysel, “65 yaşında bir kadınım, elimi sıkmamanızı yadırgadım” deyince “Saygısızlıktan değil, yetiştiğimiz terbiye nedeniyle” karşılığı verdi. Sofrada Prof. İlter Turan, Mithat Bereket, Halit Refiğ ve eşleri de vardı. Yemek yedik, sonrasındaki sohbet de off the record’du, sohbet ettik, ayrıldık.Gazeteciler, sohbetlerin tamamını olmasa da katıldıkları özel yemekleri yazmaz mı?Hürriyet’in başyazarı “Hocaefendi ile yemek yedim” diye kamuoyunun karşısına mı çıkar? Olur mu öyle şey! Beş gün önce Hidayet Karaca’ya gittim, kimsenin haberi oldu mu?Yazsanız ne olurdu?O, Hürriyet başyazarının karşısındakine fazla paye vermesi olur. Siz olsaydınız yazar mıydınız?Yazar olarak o yemeğe gidildiyse görüşmenin kayda geçmesi gerektiğini düşünüyorum.Tufan da, başkaları da yazmadı.Gülen cemaati kadar etkili bir aktör hakkında kalem oynatmamak da “fazla paye vermemek” için miydi?Bu tartışma 2012’de başladı biliyorsunuz, ben 2010’da ayrıldım.Bu ittifakı, başta Zaman olmak üzere pek çok mecra dillendiriyordu.O zamanki görüntü nedeniyle “Fethullah Hocaefendi’nin şu kadar ülkede okulu var, oh oh ne kadar iyi”, “Şöyle Türkçe öğretiyorlar, oh oh” diyen biri olmam gerekiyordu ki yazayım.Aksi bir tutum da söz konusu olamaz mıydı? Örneğin, sizce cemaat “cumhuriyetin temel değeri” dediğiniz laikliğe karşı mı?Bu grubun laik cemiyete sempatiyle yaklaşacağını düşünmüyorum ama buna dair elimde bir şey yok. Şu dakikaya kadar o konudaki boyutlarını ortaya çıkardıklarına kani değilim.1997’de Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarını anarken şu cümleyi kuruyorsunuz: “Nurcular başta olmak üzere ‘laik cumhuriyet’e karşı eğilim sahipleri, özellikle Adnan Menderes'i yere göğe koyamadılar.”10 bin yazı yazdım, bunu hatırlayamadım ama ben her zaman anti-laik faaliyetlerin tehlike teşkil ettiğini yazdım.Sizce Gülen cemaati cumhuriyete bir tehdit mi?Suçlamalara, iddianameye göre bana bir yer mi belirleyeceğiz? Ben gazeteci Ekrem Dumanlı’nın katılmadığım görüşlerini özgürce ifade edebilmesi için oraya gittim. Dumanlı’nın başka bir etkinliği var mı veya Hoca’yla bağı ona bir şeyler yaptırmış olabilir mi bilemem ama olduğunu da zannetmiyorum. Ben herkesin düşüncelerini serbestçe ifade etme hakkının yanındayım.Özgür Gündem bombalandığında gazetenin ofisine gitmiş miydiniz?Özgür Gündem o tarihte açık bir PKK propagandacısı bir yayın idi. Gidip de “Geçmiş olsun arkadaşlar” dediğimi hatırlamıyorum. Ama Basın Konseyi olarak ve yazar olarak çok ciddi tepki gösterdiğimi hatırlıyorum.Bugünkü Özgür Gündem sizce “PKK propagandası” yapmıyor mu?Bir yayın organı… Bilmiyorum, çünkü takip etmiyorum.Bakış açınızdan yola çıkarak söyleyeceğiz; KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu bugün gazetenin yazarları arasında. O zaman ile bugün arasındaki fark ne?O zaman TSK ile PKK arasında çok ciddi bir çatışma vardı. Bugün Türkiye ayrı bir konjonktürü yaşıyor; devlet onlarla müzakere yapıyor.Devlet müzakere yapabildiği için mi fikriniz değişti?Konjonktür değişti.Prensibiniz, devletin bir adım arkasında mı konumlandı?Belki müstakil değerlendirme size böyle düşündürüyor olabilir.Bugün baktığınızda “Keşke Zaman’a gittiğim gibi Özgür Gündem’e de gitseydim” diyor musunuz?Hayır. Genci, çocuğu, kadını öldüren bir terör örgütü var, onun uzantıları var, onun sözcüsü olduğunu iddia eden ve bu yüzden bombalanan bir yer var. Bu noktada gazeteci Oktay Ekşi ne yapabilir? İfade özgürlüğüne şiddet kullanarak engel olunduysa buna tepki gösterebilir. Bunu da yapmışım. Gidip sarılıp birlikte gözyaşı dökme beklentisi var idiyse o fazla olurdu.Bir savunmasında kabul ettiği günlüklerinde yazdığına göre, komutana “28 Şubat benzeri durum, diyorsunuz ama bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı. Süreye yayılınca görünen ortada” diyebilen Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan için Silivri Cezaevi’ne gittiniz.Balbay’ın anılarını siz okumuşsunuz. Mustafa’nın komutanlarla yakın ilişkide olduğu bilinmeyen bir şey değil ki. Uğur Mumcu da öyleydi. Beni ilgilendiren Balbay’ın ifade özgürlüğünün kısıtlanmış olması. Ahmet Şık, Nedim Şener, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve Soner Yalçın ’ı da ziyaret ettim. Masum olduğuna inandığım kişilere insani destek vermek düşüncesiyle paşalara da gittim. Madem incelediniz, değerlendirmenizin objektif olabilmesi için ekleyeyim. Ape denilen Musa Anter ’in öldürülmeden önceki son yazısı benim “ne kadar alçak olduğum”la ilgiliydi. Ama onun öldürülmesine sanıyorum en fazla tepki veren gazeteci ben oldum.Tepki koydunuz ancak tepki koyarken, 21 Eylül 1992 tarihli yazınızda şunu söylemeyi ihmal etmediniz: “Her satırında kin dolu bir Kürt ırkçılığı gördüğüm…”Doğrudur, öyleydi rahmetli. Yazmasa mıydım? Kendi dünyasında çok saygı görürdü ama acımasız bir dili vardı.Böyle bir ülkede Anter’e “Kürt ırkçısı” demek cinayeti meşrulaştırma zemini yaratmıyor mu?Zannetmiyorum, o sizin değerlendirmeniz. O düşüncelerini ifade ederken ne kadar özgür hissediyorsa ben de o hakkı kullanarak yazmışım.Ne kadar eşittiniz; sizin tabirinizle, öldürülen “cumhuriyet değerlerine sahip” gazetecilerle öldürülen Kürt gazeteciler arasında, başta sayıca, ciddi bir fark yok mu?Hasan Fehmi Bey’den başlayarak, 1909’dan itibaren öldürülen gazeteciler 100’ü bulur. Onların içinde 1992’de, gazetelere yansıdığı kadarıyla 12 gazeteci öldürüldü. Hiç kimse onlarla meşgul olmazken Turgut Kazan , ben ve Fikret İlkiz, Basın Konseyi olarak Güneydoğu’ya gittik; gazetecilerle, mağdurlarla görüştük. 12 gazeteciden 9’unun JİTEM türü yapılanmalarca öldürüldüğü kanaatine vardık. 3’ü hakkında netleşemediğimizi belirttik. Raporun objektif olması için Bölge Valisi Ünal Erkan ’ın da düşüncesini alınca “faşist Oktay” olduk. Halbuki ben Uluslararası Basın Enstitüsü’ne (IPI), New York’a yani Gazetecileri Koruma Komitesi’ne (CPJ) telefon ettim. Buraya inceleme için geldiler. Hem IPI, hem CPJ tepkilerini koydular ve öldürmeler bitti. Bunu kimse görmedi.Fotoğrafı eksik vermemek adına Kürt gazetecilerin öldürülmesi hakkında “Ama onlar militan” diyebilen Demirel’i köşenizde eleştirdiğinizi de ekleyelim. Ve Ferda Çetin’in Nuçe TV Yayın Koordinatörü’yken Tuğçe Tatari’ye söylediklerini aktaralım“Bombalama olayından çok kısa bir süre sonra Çiller’in İçişleri Bakanlığı’na, jandarmaya ve istihbarata yazdığı ‘gizli belge’ elimize geçti. Belgede ‘Özgür Ülke gazetesinin bölücü yayınları hukuki yollarla etkisiz kılınması uzun zaman alıyor, hızlı bir şekilde bertaraf edilmesi’ isteniyor. O belge elimize geçince Oktay Ekşi’ye gönderdim. O günlerde Basın Konseyi Başkanı’ydı. Baktım hiç ses çıkmıyor, başladım aramaya. En sonunda telefonuma çıktı. ‘Belgeyi gördünüz mü?’ diye sordum ‘Evet kardeşim ne varmış o belgede’ dedi. ‘O belgeden çok kısa bir süre sonra gazetemiz bombalandı biliyorsunuz’ deyince ‘Ben okudum, o belgede bombalayın yazmıyor’ diye cevap verdi. Belge 27 Kasım tarihli, bizim gazete 3 Aralık’ta bombalandı.”Benim için tamamen yeni şeylerden bahsediyorsunuz. Bu arkadaş bunu galiba sallamış.Siz hatırlamıyor olabilir misiniz?Kaç sene geçmiş, mümkün ama bu arkadaş rüyasını paylaşmış gibi geliyor. “O belgede bombalayın yazmıyor” demek yapıma aykırı. Muhtemelen Basın Konseyi olarak da ertesinde bildiri yayımlamışızdır.“Şimdi Ekşi’nin (bu kez haklı olarak) iktidara vurduğu hususlar, yine Ekşi tarafından ‘hapisteki gazeteci sıfatlı kişiler’ vurgusuyla söylendi: Nisan 98’de (CPJ, hapiste 29 gazeteciyle Türkiye’yi birinci gösterince): ‘Gerçekleri yansıtmıyor. Türkiye dünyada en fazla gazeteci hapseden ülke değil. Gazetecilik işlevi nedeniyle 11 kişi hapiste. Sadece Beşikçi fikirleri yüzünden. Diğer 10’u ceza hak ediyor ama hapis değil. 18’ininki ise gazetecilikle ilgisiz.’ Ekşi’nin CPJ muhalefeti, 1998, 1999, 2000 raporlarını sansürle, şöyle sözlerle sürdü: ’31 kişiden sadece biri hapiste gazeteci sayılabilir. Gerisi yasadışı örgüte üyelik, yardım, yataklık iddia ya da hükümleri.’” Talu’nun belirttiği gibi, “Onlar gazeteciler değil, terörist” diyen Erdoğan’ın söylemini görünce “Geçmişte öyle yapmamalıydık” diyor musunuz?Hayır, demiyorum. Bakın, 1997’de Hasan Cemal beni aradı, “CPJ’den bir heyet gelecek, Türkiye’deki hapisteki gazetecilere sahip çıkmak istiyorlar” dedi. Onlar yetkililerle görüşmek üzere geldiklerinde, ellerindeki 78 sayısının doğru olmadığını düşündüğümü kendilerine söyledim. Bu konu üzerinde Türkiye’deki meslek kuruluşları değil de CPJ’in rapor hazırlamasından rahatsızlık duydum. Nitekim sonraki yıllarda tek tek olayları inceleyerek kendim rapor hazırladım. CPJ heyetiyle Ankara’da adalet bakanını, başbakanı ve cumhurbaşkanını ziyaret ettik. Mesut Yılmaz bizi ciddiyetle dinledi, sonra sözünü tuttu. Sorumlu yazı işleri müdür sıfatı taşıyanların affını sağlayacak yasa çıktı.Rapor çalışmalarım 2006’ya kadar devam etti. Adalet Bakanı’ndan içeride bulunan, kimliği gazeteci görünen kim varsa dosyalarını yollamasını istedim. İçeridekilerin yakınlarına ve avukatlarına da, dosyaya dair bildiklerini paylaşmaları için çağrı yaptım. Ve dosyaları üç kategoriye ayırdım: 1- Olay açıkça gazetecilikle ilgili değil, 2- Gri alan: Gazetecilikle ilgili görünüyor, iddia suçlayıcı; örneğin muhabirin çekmecesinde belge çıkıyor. Bu bana göre normal, polise göre suç, 3- Gazeteci.Raporu açıklarken de 1-Bu ilgi alanımızda değil, 2-Bunda resim net değil, 3- Gazeteci olarak ayırdık. Umur’un dediği doğrudur, CPJ’inkilerden düşük çıktı bizim sayılar. Benim dikkatimi çeken şu oldu: Bir gerçek ortaya çıksın diye iki ayımı verirken medya, buna Hürriyet de dahil, hiç bir gazete veya TV ilgi göstermedi. İlgisizliğin yanı sıra bakanlığın verdiği son belgeler de eksik çıkınca 2006’da bunu yapmayı bıraktım.Örneğin, molotof atmayıp da gri alanda bıraktığınız gazeteciler neyle suçlanıyorlardı? Yayın içeriği de bu suçlamalara dahilse Oktay Ekşi olarak karşı çıktığınız fikirlerin sahiplerini de gri alanda bırakmış olabilir misiniz?Alakası yok! Ape’yi anlattım. Açık bir örnek… İnsanların görüşlerine katılmayabilirim ama görüşlerini açıklama hakkını savunurum.Ahmet Kaya’nın sahnede söyledikleri yüzünden linç edildiği gün konuşma hakkını savunmadınız.Ben Ahmet Kaya’nın konuşmasının içeriğini eleştirdim, konuşma hakkını değil.İçeriğini eleştirirken söyledikleriniz şu oldu: “İnsanlar eğlenmeye gelmişken bu söylenir mi”, “Amacı tahrik etmek”…O yazı benim “büyük günahlarım”dan biridir.Günah olarak görüyor musunuz yazınızı?Hayır, hiç. Ahmet Kaya sonradan kahramanlaştırıldı. Kaya’nın o gün verdiği resim benim yazdıklarımı hak eden bir resim idi. Bundan dolayı da hiçbir üzüntüm veya pişmanlığım yok.Musa Anter’e “Kürt ırkçısı” diyen siz, Ahmet Kaya için “ insan olarak hiçbir ‘artı'sı olmadığı fizyonomisinden akan bir tip ”, “yaratık”, “türkücü olmasaydı bar fedaisi olurdu” deyince neden “Türk ırkçısı” olmuyorsunuz?O yazı çok eleştirilince dönüp baktım. Ahmet Kaya’nın adı bile geçmiyor o yazıda.Yazınızı böyle mi savunuyorsunuz?Hayır, şunu söylüyorum: O yazıyı herkes Ahmet Kaya’ya yamadı. Ben de “değildir” demiyorum.Ve?Dediklerimde kararlı ve ısrarlıyım, Ahmet Kaya o yazıyı hak etmişti. O konjonktürde yapılanlara itiraz etmeyenler birileri Ahmet Kaya’yı kahramanlaştırınca, o yazı Ekşi’yi lanetlemenin aracı haline geldi. O zaman nerdeydiler?Kimseyi savunur bir konumda değilim, size sorum şu: Musa Anter’e “Kürt ırkçısı” diyen siz, Ahmet Kaya için bu sözleri sarf ederken neden ırkçı sayılmıyorsunuz?Tavrı oydu… Çok zaman oldu; şu anda neyi, neden söylediğim bağlamını hatırlamıyorum.“Tavrı” dediğiniz nedir? Kürtçe klibi yayınlayacak bir televizyon kanalı aradığını söylemesi mi? Size burada problemli gelen ne?Kürtçe klibi eleştirdiğimi söylüyorsanız yanılıyorsunuz, ben o yazıda tavrı eleştirmişim.Kaya’yı “medeni” olmamakla, “aklının erip ermediği belli olmamak”la itham ediyorsunuz. Eleştirinin ötesine geçip aşağılamaya evrilebilecek tehlikeli kelimeleri Hürriyet’in başyazarı olarak kullanıyorsunuz.Size göre öyleymiş. Yazı yazma stilimi mi eleştiriyorsunuz?Ahmet Kaya’nın bu düşüncelerini Magazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlediği bir gecede söylemesi sizce neden sorun?O zaman yanlış bulmuşum. O bir şey söylemiş, ben de yanlış demişim. Bugün de söylediklerimi doğru buluyorum.O yazıda “İkincisi ‘hoş vakit geçirmek’ için geldiklerini bile bile bu sözleri söylemenin oradaki insanları tahrik edip olay çıkarmaktan başka bir amacı olabilir mi” diyorsunuz. Ahmet Kaya’nın kendisini linç ettirdiğini mi savunuyorsunuz?Hayır, öyle bir iddiam yok. Makaleyi beğenmeyebilirsiniz, haksızlık olarak da görebilirsiniz buna saygım var ama “Bunu niye böyle dedin de böyle demedin” dediğinizde anlamakta zorlanıyorum. “Bunun daha iyisi olmaz mı?”, olabilir. “Beethoven daha iyi besteleyemez miydi?”, besteleyebilirdi. Ne yapalım, gerçek bu!Şu an bir gazeteciyle konuşuyorum ve Akit’in yayın koordinatörüne Ermeniler için kullandığı ifadeleri sorduğum gibi şimdi de size, sizin kullandığınız ifadeleri soruyorum. Özellikle Ahmet Kaya linç edilirken “Bu yaratık kardeş ise kardeşliğini bilmekle yükümlüdür” diyebildiğiniz için.Nerede linç edilmiş Ahmet Kaya? Maalesef Paris’te vefat etti.Magazin Gazetecileri Derneği’nde sözleri ardından marş okunması, üstüne çatalların fırlatılması sizce…Orada olaylar yaşanmış, bitmiş. Ben yazdım diye o olaylar olmadı. Aksi olmuş gibi soruyorsunuz. Ben yaşananı önemli bir olay olarak görmüşüm ve sütunuma almışım. Olan bu. Şimdi gelip “O cümleyi neden öyle kurdunuz?…”Siz “Yaratık kardeşliğini bilmekle yükümlü” diyerek Ahmet Kaya’yı karşınıza alıp kendinizi onu yargılama pozisyonuna koyuyorsunuz, ötesine geçerek henüz dava sonuçlanmamışken Kaya’nın “PKK’ya para toplamak için konser verdiği” hükmünü veriyorsunuz.Eldeki bilgi oymuş.Açabilir misiniz?Bilgi yazı işlerine geldiği zaman o habere olgunlaşmış gözüyle bakarsınız. Muhabir elinden geleni yapmıştır, istihbarat şefi habere bakmıştır ve redaktör gözden geçirmiştir. Gazetenin başyazarı bir habere dair özel olarak yazı işleri müdürüne şunu söyleyebilir: “Bunu gözüm tutmadı, üzerinde durulsa.” Ama o haberin sağlığını tartışmaz, tartışırsa tüm o mekanizmaya saygısızlık olur. Hayatım boyunca bunu yapmadım, hiçbir haberime de böyle muamele yapılmasına razı olmadım. Ahmet Kaya hakkında da yazı işlerine gelmiş bilgiye dayanarak yazıyorum.Yargı sonuçlanmadan, önünüze gelen bilginin mutlak olduğunu mu düşünürsünüz?O bilgi mutlak değildir ama ona dayanmaya mecburum, gazeteci erişebildiği gerçeklerle kayıtlıdır.Yazar, elinde olmayan bilgileri de düşünerek olaya temkinle yaklaşmaz mı?Bu herhalde gazetecilik dünyamıza yeni gelmiş bir uygulama. Sizin kuşak bunu getirdiyse mutluluk duyarım. Ama gazeteci nihai gerçeği ortaya çıkaran değildir, daha sonra çıkan bilgiler nedeniyle o tarihte yazdıkları gerçeğe uygun çıkmayınca gazeteciyi mahkûm edemezsin.Ahmet Kaya’dan bağımsız olarak soracağız; köşenizde mesafe koymadan itham ettiğiniz bir kişi hakkında yanıldığınızı söylemek gazetecinin borcu değil mi?Size şunu anlatayım. Mayıs, 1983’te Hürriyet başyazarlığından ayrılarak SODEP’in kurucuları arasına girdim. Washington muhabirimizin haberine dayanarak Büyükelçi Şükrü Elekdağ hakkında ağır eleştiriler içeren yazım hakkında bir süre sonra bir mektup geldi. Elekdağ, mektupta “Ben böyle bir şey yapmadım” diyordu. Dediklerine hak verdim ama artık sütunum yoktu. Başka bir gün, Alman bir vakfının organize ettiği bir sempozyuma katılmak için gittiğim Almanya’da, tanınmış hukuk hocası Hüseyin Hatemi , “Bana çok büyük bir haksızlık yaptınız” dedi; “Beni terörist ilan ettiniz. Doğrusu neden söz ettiğini anlamadım. Dönünce verdiği tarihe baktım. Humeyni tarafından Türkiye’ye ‘adam öldürsün’ diye gönderilenlerden birinin ismi de meğer Hüseyin Hatemi’ymiş. Onu yazmışım ama bu yazı Hatemi Hoca’nın başına iş açmış. Fırsat bulunca bunların ikisini denk getirerek “Bu işi yapıyoruz ama tüm iyi niyete rağmen hata yapabiliyoruz” dedim, bu iki örneği verdim ve özür diledim.Önünüze gelen bilgiyi, devlet makamına geçmeden önce süzgeçten ne kadar geçirdiğinizi sormadan önce kısa aralıklar ile geri adım attığınız birkaç örnek1- Ağustos, 1992 Şırnak Katliamı hakkında 20 Ağustos 92’de “Martta PKK bozguna uğratıldığından beri Şırnak Güneydoğu’nun en sakin ve huzurlu yerlerinden biri oldu.(…) Şırnak Emniyet Müdürü istediklerinde kahvede tavla oynayabildiklerini söyledi” diyorsunuz ve kamu görevlilerinden alıntıyla “PKK baskını intikam ve prestij baskını” dedikten sonra “Devlet Şırnak’ta PKK’ya yeni bir ders daha vermeli” ifadesini kullanıyorsunuz. 24’ünde, gazetelerde katliama dair sorular çıkmaya başladıktan sonra “500-1000 PKK’lı olduğunu söylemiştiniz, hani neredeler” diye soruyorsunuz.Elime gelen bilgi o koşullarda inandırıcı geldiyse ona dayalı yazabilirim.Devlet size inandırıcı gelecek bilgi yaratamaz mı?Olabilir, Irak’ta kitlesel imha silahlarını yokken var ettiler, devletlerin böyle marifetleri var.Örneklere devam edeceğiz2- Ferda Balancar ve Alper Görmüş’ün yazılarından alıntıyla: Umut operasyonunun başlatılmasından (6 Mayıs 2000) 10 gün sonra kaleme aldığınız satırlar: “(...) O nedenle Ahmet Taner Kışlalı’nın kızları Altunay ile Dolunay’ın dünkü çağrıları dikkate alınmalı - katiller Türkiye’ye teslim edilmez veya tarafsız bir mahkemede yargılanmalarına İran izin vermezse - bu konu bireysel sorumluluk bazında değil İran devletinin sorumluluğu bazında değerlendirilmelidir.” 10 Mayıs 2000 tarihli yazınızın başlığı ise ‘Bu Savcıyı Kim Tayin Etti?’, girişinde Mumcu cinayetinin yine aydınlatılamadığı belirten bir cümle yer alıyor.”Sıra kulaklarından tutup adalete gönderilmelerine veya kamuoyuna teşhir edilmelerine geldi” sözleriyle bitirdiğiniz “Alçakları tanıyalım” yazınız. Hedef gösterilen Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand’a yapılanlar ve Akın Birdal’a suikast girişiminden sonra, Şemdin Sakık o ifadesinin kurgu olduğunu söyleyince özür dilediniz.Keşke Aydın Bey’e söyleseydiniz, o kadar çalıştırmazdı beni. (Gülüyor)Siz bu yazdıklarınızı hata olarak görüyor musunuz?Aslında sizin bana ne sorduğunuzu anlayamıyorum. Ama aradan yıllar geçtikten sonra bir yazımdan cımbızla aldığınız bir cümleyi soruyorsunuz. Ben de hatırlamıyorum. İnşallah siz de en az 10 bin yazı yazarsanız ve yazdıktan sonra karşınıza sizin gibi genç gazeteci gelir ve size 22 sene önce yazdığınız yazının a harfinin neden b olmadığını sorar. “Hata ettiğim zaman bunu itiraf ettiğime örnek veriyorum, neden hatanızdan çabuk döndün, diyorsunuz. Dönmesem, neden hatanızdan dönmüyorsunuz sorusu çıkıyor!Şekilden ziyade merakımız, benzer hatalarınıza rağmen kendinize “Dikkat” demek yerine neden önünüze gelen bilgiye güvenmeye devam ettiğiniz.Kusura bakmayın! Benim hayattan aldığım ders bu kadarmış.Şu an yaptığımız sizi inciten bir sorgulama mı?Hayır, başta sorma hakkınıza saygı duyduğumu söyledim. Bakın bu verdiğiniz örnekleri ben hata olarak kabul etmiyorum. Eğer yanlışımı iki gün sonra fark ettim ve yazdımsa bence okuyucuya “İki gün önce şu değerlendirmeyi yaptım, o zaman böyle okudun ama belli ki aldanmışım, aldatılmışım” diyerek doğru bir iş yapmışım.Sorgulamaya çalıştığımız “Aldatılmışım” diyerek geçtiğiniz edilgen pozisyon. Neden birileri sizi aldatabiliyor?Aptallığımdan.Estağfurullah.Daha nasıl açıklayacağız ki, daha akıllı olsam aldatılmazdım. Ben o zaman gerçeği öğrenme adına bir şeyler yapmışım. Becermişim, becerememişim, yanlış insana sormuşum, doğru insana sormuşum, ama bir hata yapmışım. Sonra da bir değerlendirme sonucu o yazı çıkmış. Hata olduğunu fark edince de bunu söylemişim. Şimdi 20 sene sonra hangi lokantada, hangi yemeği yerken ağzınızın tadının böyle olduğunu soruyorsunuz. Sorunuzu dahi anlayamadım.Kaynaklarınız genellikle devlet miydi?Hayır. Ne alakası var? Sorunuz “Asker talimat verir, bunlar yazar”, “postalcı” gibi iğrenç iddiaların uzantısı gibi geldi.Devletin içine askeri de sokuyoruz ama daha fazlasını kapsıyor.Hiçbir devlet babayiğidi bana talimat verecek cesarete dahi sahip değil. Kimse bir tane örnek gösteremez! Örneğiniz varsa okuyucunun önüne koyun.“Talimat” köşeleri keskin bir ifade, ama biraz önce “Yanıltılmışım”, HaberTürk’te katıldığınız bir programda da 28 Şubat dönemi için “Kullanılmışım” dediniz.Aktüel dergisi bu ifadeyi “Biz maşa gibi kullanılabilen mahlukatız” gibi yayımladığı için davalık oldu ve tazminata mahkum oldu. Böyle bir şey mümkün değil. Gazeteci gerçeğe bağlılık esasına dayalı olarak elinden gelen her şeyi yapmalı. O sırada seni aldatan olabilir. Sana düşen onu olabildiğince sıfıra yaklaştırmaktır.Elinizden geleni yaptığınız konusunda içiniz rahat mı?Tabii. Hepsinde o itinayı gösterdiğimi düşünürüm, belli ilkeler içinde. İlkelerden kastım, “Muhabir arkadaşım görevini yapmıştır, haberi doğru bir şekilde masaya getirmiştir.”Andıç’ta masaya haberi getiren muhabir miydi?Yazı işlerine gelmiş haber, tekrar ediyorum, benim için doğrudur. ‘Doğru mu değil mi?” diye sorgulama hakkında sahip değilim. Önüme “Şemdin Sakık ifadesinde gazeteciler, işadamları PKK’ya yardım ediyor” diyen haber gelmiş. Bu haberin yanlış olabileceğine dair aramızda hiçbir konuşma geçmedi. Geçmesi için de sebep yok çünkü zaten belli ki resmi kaynaktan - yani savcı, emniyet, hakim, her neyse - gelebilir bu bilgi, yoksa gelemez. Ortada o dediğiniz türden isim yok, cisim yok, bir suçlama var, ben de diyorum ki “Bu alçakları tanıyalım.”Faili meçhuller işleyebileceğini köşenizde sorgularken devletin resmi makamlarının verdiği bilgiye soru işaretiyle bakmadınız.Hiçbir devlet temiz değil, bizimki dahil. Ama samimiyetle söylüyorum, gelmiş bilgi doğru olduğuna inandığım bir bilgiydi.Gazetecilik deneyiminiz süresince devletten gelen bilgilere bakışınız nasıl evrildi?Ben her zaman kuşku duyanlardan biriyim. Ama tekrar ediyorum, masaya gelmiş bilgi benim için doğrudur.Devlet tufaya düşürmeye çalışırken bu dediğiniz “bile bile lades” değil mi?Benim aptallığıma verin. (Gülüyor.)Bunu yineleyerek top gelirken yana kaçmış olmuyor musunuz?Size daha ne diyeyim? Elimdeki verilere dayanarak değerlendirme yapmışım. Hatalı değerlendirme derseniz, teşekkür ederim, hak verirsem özür dilerim.Mehmet Barlas’ın bile kovulduğu bir medyada hiç kovulmamış olmayı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?Mehmet Barlas’ın meslek ve kişilik çizgisinde ne olduğunu takip etme gibi bir merakım olmadı.Emin Çölaşan’ın Hürriyet’ten ayrılması ardından kaleme aldığınız 19 Ağustos 2007 tarihli yazınızdan: “(…) ne Emin Çölaşan’a, ne bana ne de başka bir yazara baskı yahut yönlendirme söz konusudur. Buna karşılık biz de ‘ertesi gün kovulmayı’ göze almadan yazı yazmayız. Profesyonel kalitemizi -o her ne ise- bu cesaret belli düzeyde tutar.” En kovulmamış yazarlardan biri olarak…Keşke kovulsaydın mı diyorsunuz? (Gülüyor) Demek ki kovacak kadar yetenekli bulmamışlar beni. Bakın ben, kendi hesabıma işimi tüm meslek yaşamım boyunca samimiyetle ve doğru biçimde yaptığımı düşünüyorum.İstifanız saydığımız örneklerde değil, “analarını satan zihniyet” ifadeniz ardından geldi. Şu yorumu yapan birine ne dersiniz: “Hürriyet’teki işinizden örneğin Kürtlere dokununca değil ama iktidara dokununca olursunuz”?Öyle bir değerlendirme yapan varsa yapsın, ben yapmam.“Vay şerefsiz” başlığı atmanın, bir Kürt siyasetçiye atılan yumruğu “adaletin tokmağı” olarak yazmanın sizce bedeli olmamalı mı?Biri bu başlıktan rahatsız olursa, Basın Konseyi’ne gider, “Bence etik değil, şikayetçiyim” der ve o merci bunu değerlendirir, hak verilirse “Kusur var, kınamak lazım” denilir.Nuriye Akman’a 2011’de verdiğiniz söyleşide CHP’nin seçim beyannamesiyle çok örtüştüğünü söylüyorsunuz. Avrupa Konseyi’nin imzaya açtığı Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi hakkındaki çekincelerin kaldırılması maddesine katılıyor musunuz?Bu beyanda beni rahatsız eden bir şey yok.18 Ocak 2007’de DTP’ye yönelik şu ifadeleri kullanıyorsunuz: “Yerinden yönetim' mi istiyorsunuz? O zaman, yerel yönetimlerin bu ülkeyi bölmeye değil, bütünlüğünü korumaya çalışacağını nasıl garanti ediyorsunuz? Sadece Türkiye devletinin değil, uluslararası camianın da ‘terör örgütü’ dediği PKK’ya mensup kişilere hizmet sunan belediye başkanlarına bir kere olsun ‘Yaptığınız yanlıştır’ dediniz mi ki, şimdi ipin ucu onlara teslim edilsin istiyorsunuz?” Özerkliğe yönelik bakışınız değişti mi?Orada duyarlılığım belli, parçalanmayı önleyecek garanti veriyor musunuz diyorum.Garanti arayışınız sonlandı mı?CHP’nin Türkiye’nin üniter devlet yapısını bölme politikası olduğuna ilişkin bir düşüncem olsa orada bulunmam.Ne istendiğini değil, bunu kimin dillendirdiği mi önemli sizin için?Öyle, DTP’nin mazisine bakıp kuşku duymuşum ki bunu söylüyorum. Avrupa Yerel Özerklik Şartı’nı CHP hayata geçirirse bu Türkiye’nin üniter yapısını bozacak bir sonuç vermez. Bu güvene sahibim.Oktay Ekşi’nin başörtüsüne bakışı yıllar içinde değişti mi?Başörtüsü değil de türban meselesi. Bu, Türkiye’de bir ajitasyon aracı olarak kullanılmasaydı benim yazarlıktaki tavrım daha yumuşak olurdu. Üniversitelerde türbanın serbestçe kullanılmasını açıkça savunurdum.TESEV’in 2010 tarihli “Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık” raporunda bir kadın sizin Necla Arat’la ikna odasına girdiğinizi söyledi. Bu doğru mu?O garip yalan söylediğini sonra kabul etti. Ben ne üniversiteye girdim, ne ikna odası gördüm. Ayrıca oradaki Necla Arat ismi de doğru değil, Nur Serter ’le karıştırıyor. A’dan Z’ye yalan bu.Siz ikna odalarına karşı mısınız?Nur Seter’in açıklaması şöyle: “Ben o çocukların eğitimden mahrum kalmamaları için mülakatım oldu.” İyi niyetli de olsa, bence hiç yapmasa daha iyi olurdu. Oktay Ekşi’nin “Alçakları tanıyalım” yazısı gibi, ikna odaları da ikide bir Nur Serter’in önüne çıktı.Bakın, türban meselesini 200 yıllık çağdaş Türkiye modeline karşıtlık aracı olarak kullandılar. Şimdi de devlet memurları arasında serbest bırakıldı, 18 yaş altındaki kesime belli bir giyim empoze ediliyor. Ben bunlara karşıyım.Meclis’te başörtülü kadınların varlığı için ne düşünüyorsunuz?Mesele yapmıyorum dersem daha doğru olur.“Merve olayı, devlete yönelik bireysel bir başkaldırı teşebbüsü ile kendi temel felsefesinden ve kimliğinden fedakârlık yapmamaya kararlı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki son raundu bekliyor. Merve kızımız, kiminle dans ettiğini o zaman öğrenecek” dediğiniz günlerden farklı mı düşünüyorsunuz yoksa aynı duygulara kapılarak mı bakıyorsunuz başörtülü vekillere?Çağdaş Türkiye’ye karşıt bir mesaj verdiklerini düşünüyorum. Ama Merve Kavakçı’ya o günlerde duyduğum antipatiyle mi bakıyorum bugün diye sorarsanız tabii öyle bakmıyorum. Konjonktür değişince elbet bakışlarınız da değişiyor, oraya demir atmıyoruz. Ama Merve olayında militan bir tavır vardı. Leyla Zana ’ya da tepki gösterdim ben.Söyleşiyi okudukça oluşabilecek Kürtler ve din konularına yaklaşımınızın devletin bakışıyla örtüştüğü…Sizin HDP’ye yakın bir bakışınız mı var?Soruları bir kategoriye mi sokmak istiyorsunuz?Hayır, size özel bir soru sordum.Cevap vermemeyi tercih ediyorum.Buyrun sizi dinliyorum.Bahsettiğimiz algıya karşı resmi söylem ile hangi noktalarda ayrıldığınızı söyler misiniz?1920’lerden 2003’e kadarki dönem ile AKP dönemi söylemi 180 derece farklı, hangisinden bahsediyorsunuz.Ağırlıklı olarak ilk dönemi kast etsek de, 1915’e, yeri geldiğinde Kürtlere bakış gibi AKP’yi de zaman zaman kapsayan söylemden bahsediyoruz.Her devlet gibi Türkiye’nin de kendi koruma içgüdüsünden kaynaklanan refleksleri vardır. Bunlar söz konusu olduğunda dün, bugün, muhtemelen yarın da aynı tür tepkilerle karşılaşacaksınız. Somut örnek vereyim; 1915 Nisanı’nda yaşanan olay, yani Ermeni aydınlarını bir gece evinden toplayıp götürerek infaz etmek bir devlet için son derece ayıp bir olaydır. Bunu savunan birisi değilim, yapanları sonuna kadar lanetleyelim. Ama olaylar bundan ibaret değil, 1894’ten itibaren devletine karşı çıkmış silahlı isyanlar da var. Benim şahsi kanaatim bunun bir mukatele yani karşılıklı öldürme olduğu.Turgut Özal ’a, başbakanken çıktığımız Göcek Körfezi gezisinde “Katılır mısınız” diyerek “Bu olay Osmanlı döneminin olayı, neden biz savunmak mecburiyetinde kalıyoruz ve soykırım mı, değil mi kavgası veriyoruz” diye sordum. “Haklısınız” deyince “Ben bunu size atfen yazabilirim” diye sordum, olumlu yanıt alınca da yazdım. İki gün geçmedi, Kenan Evren Özal’ı Köşk’e çağırdı ve Özal çıkışta benim yazdığım sözlerini kastederek “Bu da nereden çıktı, biz hükümet olarak böyle bir kanaate sahip değiliz. Biz ‘soykırım yok’ diyoruz” dedi.Öteki meselelerde de kimseyle uyuşmak gibi bir derdim yok. Ama devletin önemini bilirim. Ne güzeldir Kanuni Sultan Süleyman’ın şu dizeleri “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Devletin olmadığı yerde milletin neye döndüğünü Irak’ta görüyorsunuz.O zaman “Kürtlerin de devleti olmalı” diyor musunuz?Bunu talep etmek hakları. Bunun yeri var, yeri yok. Dünyada 5 bin lisan konuşuluyor, hepsinin devlet olma şansı veya imkanı yok. Yine de bunu isteyenlere bunu meşruiyet çizgisi içinde yapmaları şartıyla saygı duyarım. Onu gerçekleştirme çabaları meşruiyet dışında bir çizgiye kayarsa “Kusura bakma” diyenlerden biri olurum.Hazal Özvarış | T24
Nedim Şener'den Kumpas Şikayeti
Gazeteci Nedim Şener, Odatv Davası'nda kumpas iddiaları üzerine yürütülen soruşturma kapsamında Cumhuriyet Savcısı Cumali Karakütük'e öğleden sonra ifade verdi.Şener, ifadesinde, “Hakkımda açılmış Odatv olarak bilinen bu dava, baştan sona komployu barındıran, Gülen cemaatini eleştiren ve benim gibi Hrant Dink cinayetini araştıran gazeteci ve diğer kişilerin şüpheli yapıldığı bir kurgudur. Davaya dayanak iddianame de, aleyhime delil olarak gösterilen dijital veriler de tümüyle sahtedir. Odatv bilgisayarında bulunduğu belirtilen dosyaların, oranın çalışanları tarafından hazırlandığı konusunda bir delil yoktur. Benim ne Soner Yalçın ile ne de diğer Odatv çalışanları ile görüşmem mevcut değildir. Soner Yalçın ile ben ilk kez tutuklandıktan 8 ay sonra, ilk duruşmaya gelirken cezaevi aracında tanıştım. Öte yandan, Hanefi Avcı'nın bahse konu kitabına katkı yaptığım ya da Ahmet Şık'ın kitabı konusunda iddia edildiği gibi çalıştırdığım gerçek dışıdır' dedi. 'TUTUKLANMAMDAKİ ASIL GEREKÇE...'Nedim Şener, yargılanmasına sebep olan dijital dosyaların sahteliğinin tespit edildiğini belirterek, 'Ancak soruşturma aşamasında bilirkişi olarak inceleme yapmış Emniyet Genel Müdürlüğü personeli bu hususu raporlarında gizlemiştir. Bu kişiler ve tespit edilecek başka şahıslardan anlattığım nedenden dolayı şikayetçiyim. Ancak tutuklanmama asıl gerekçe, benim Hrant Dink'in öldürülmesi olayını araştırmamdır. Çünkü Ergenekon soruşturmasını yürüten polislerin o cinayette de sorumlu olduklarını ortaya çıkardım. Bu sebeple komplo kurulmuş oldu' ifadelerini kullandı.'SORUŞTURMAYI YÜRÜTEN TÜM SORUMLULARIN ARAŞTIRILIP ORTAYA ÇIKARILMASINI İSTİYORUM'Suç unsuru taşımayan görüşmelerini tapeleştiren kolluk görevlilerinden ve bu talimatı veren amirlerinden de şikayetçi olduğunu belirten Şener şunları söyledi:“Ergenekon soruşturmasını yürüten kolluk amirleri beni Odatv soruşturmasına dahil etmişlerdir. Çünkü ben “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları' adlı kitabımda Hrant Dink'in öldürülmesinde Ali Fuat Yılmazer ve Ramazan Akyürek'in sorumlu olduğunu gösteren Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu'nu açıkladım. Rapor 2008 yılı Aralık ayında imzasından çıkmıştır. Benim kitabım 2009 yılı Ocak ayında yayınlandı ve bahsettiğim M. Yılmaz ihbarı 2009 yılı Mayıs ayında yapılmıştır. İhbarda, 'Bu cinayet öyle olacak ki, hükümet ile Ergenekon Savcıları ve polisi karşı karşıya getirecektir' sözleriyle de aslında bugünkü tartışmalara ilişkin ilk işaret yer almaktadır. Yazılı dilekçemde de belirttiğim gibi, bu soruşturmayı yürüten tüm savcılar ve kolluk amirlerinin sorumluluklarının araştırılıp ortaya çıkarılmasını istiyorum. Çünkü bu kadar hukuksuzluğa ancak bir organizasyon mensubu kişiler imza atabilir. Sorumluluklarını araştırılmasını istediğim kişiler de, Ali Fuat Yılmazer, Nazmi Ardıç, Yurt Atayün, Mutlu Ekizoğlu, Zekeriya Öz, Cihan Kansız ve dilekçemde isimlerini belirttiğim polis memurlarıdır.'“ALİ FUAT YILMAZER HUSUMET BESLEDİ'Nedim Şener, savcıya verdiği 32 sayfalık şikayet dilekçesinde ise 'Ergenekon terör örgütüne üyelik' suçlamasıyla 375 gün hapis yattığını kaydederek, kitabında eski İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in Dink cinayetinde ihmali ve sorumluluğu bulunduğunu yazdığı için kendisine husumet beslediğini, Ergenekon soruşturmasına da bu nedenle dahil edildiğini öne sürdü. 'ERDOĞAN'IN DİLEKÇESİNDE DE DEĞİNİLDİ'Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ali Fuat Yılmazer hakkında suç duyurusunda bulunduğu dilekçesine de değinen Nedim Şener, Yılmazer'in kendisine beslediği husumetin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dilekçesine de yansıdığını ifade etti. Şener, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dilekçesinde, “Nedim-Ahmet olayı da aynen buna benzemektedir. Hoca ve kamu görevlileri hakkındaki bir kitabın daha matbaada iken baskın yapılıp yok edilmesi ve yazarının tutuklanmasına sebep olacak bir süreç işletmiştir' ifadelerinin, kendisine kurulan kumpası anlattığını belirtti.Serpil KIRKESER / İstanbul DHA
Bilirkişiden Oda TV Raporu: Dosyalar Virüsle Yerleştirildi
Oda TV davasında delil olan dijital verilerle ilgili bilirkişi raporu mahkemeye sunuldu. Raporda, ‘Suç unsuru teşkil eden dosyaların başka bilgisayarlarda hazırlanarak, zararlı yazılımlar (virüs) aracılığıyla Oda TV bilgisayarlarına kopyalandığı’ tespiti yapıldı.Gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener ve Soner Yalçın’ın da sanıkları arasında bulunduğu Oda TV davasında, dijital delillerle ilgili hazırlanan bilirkişi raporu mahkemeye sunuldu. Raporda, ‘Suç unsuru teşkil eden dosyaların başka bilgisayarlarda hazırlanarak, zararlı yazılımlar (virüs) aracılığıyla Oda TV bilgisayarlarına kopyalandığı’ tespiti yapıldı.Emniyetin hazırladığı inceleme raporlarının adli bilişimin temel standartlarına göre eksik hazırlandığını belirten raporda, ‘soruşturma kapsamında el konulan dijital verilerin imajlarının el konulma tarihinden 11 ay sonra alınmasına’ dikkat çekildi.'Birçok dosyada virüs ve zararlı yazılım var'Raporda, Oda TV’ye ait bilgisayar imajlarında yapılan incelemeye ilişkin önemli tespitlere yer verildi. İncelenen bilgisayarın ‘hedef gözetilerek virüs saldırılarına maruz kaldığı’ vurgulandı. Raporda, “İncelenen diske dışarıdan yabancı kaynaklı dosyalar kopyalandığı, birçok dosyada virüs ve zararlı yazılım bulunduğu, suç teşkil eden dosyaların aidiyet ve zaman bilgilerinde çelişkiler saptanmıştır” dendi.'Sistemde tanımlı olmayan iki farklı kullanıcı'Oda TV’ye ait bilgisayardaki dosyaların incelendiği ve sistemde tanımlı olmayan iki farklı kullanıcının bilgisayarda işlem yaptığı tespit edildi.Raporda, bilgisayarda bulunan 328 dosyanın ‘kesin bir ifadeyle farklı bir bilgisayarda farklı bir kullanıcı tarafından oluşturulduğu’ belirtildi. Raporda bu 328 dosyanın içinde ‘iddianamede yer alan ve suç teşkil ettiği iddia edilen ‘Nedim.doc, Koz.doc, Ulusal Medya.Doc, Sabri Uzun.doc’ dosyaları ve virüslü program dosyaları bulunduğu’ ifade edildi. Raporda bu dosyalarla ilgili de ‘uzaktan bir bilgisayar aracılığı ile ağ veya internet üzerinden kopyalandığı’ değerlendirmesi yapıldı.Suç teşkil ettiği iddia edilen bu dosyaların kullanıcı tarafından görülmediğinin tespit edildiği bilirkişi raporunda, ‘Bu bilgisayardaki kullanıcı, istese dahi bilgisayarına bazı özel yazılımlar kurmadığı sürece suç unsuru teşkil eden dosyaları görüp açamayacaktır” dendi.'Dosyalarda zaman çelişkisi var'Raporda, dosyalarda zaman çelişkisinin de bulunduğu ifade edildi. Suç unsuru teşkil eden birçok dosyanın yaratılma ve silinme tarihinin bire bir aynı olmasının, dosyalarla ilgili işlemlerin kullanıcı tarafından yapılmadığının açık göstergesi olduğu tespiti yapıldı.Bilirkişi raporda suç unsuru teşkil eden dosyaların Oda TV’ye ait bilgisayarlarda açılıp çalıştırıldığına dair herhangi bir bulguya da rastlanmadığı açıklandı.Oda TV bilgisayarlarına yönelik gerçekleştirilen virüs saldırılarının Aralık 2010, Ocak ve Şubat 2011 tarihinde hedef gözetilerek yapıldığı belirtildi. Bu saldırıların kaynağının belli olmamasının nedeni ise ‘saldırıyı gerçekleştirilen kişi veya kişilerin üst düzey bilgisayar bilgilerinin yanında adli bilişim ve siber güvenlik alanlarında da uzman olduğuna işaret ettiği’ vurgulandı.Raporun sonuç bölümünde ‘uzaktan tam kontrole imkân sağlayan zararlı yazılımların aktif olarak çalıştığı bir bilgisayardan elde edilen verilerin, dijital delillerin kullanımına dair uluslararası standartlar nezdinde mahkemelerce delil olarak kabul edilemeyeceği’ vurgulandı.İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan 38 sayfalık rapor, bazı sanıkların avukatı Duygun Yarsuvat ve Hüseyin Ersöz’ün talebi üzerine, Adli Bilişim Mühendisi Tuncay Beşikçi tarafından hazırlandı.Selahattin Günday, Al Jazeera Turk
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Önce bir yanlışı düzeltmeliyim: Gelişmiş ülkelerde yaygın olan sistem, başkanlık değil, parlamenter sistemdir.Bu konuda benim elimdeki son tarihli kaynak, Jose Antonio Cheibub'un Cambridge Üniversitesi tarafından yayınlanan kitabıdır. Yazar seçimler yapılan ülkelerdeki sistemlerin dökümünü çıkarıyor, sonra gelişmişlik düzeylerine bakıyor. Bulduğu sonuç şöyle:'Parlamenter demokrasilerde fert başına gelir, başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerden 1.5 kat daha fazla. Parlamenter demokrasiyle yönetilen ülkelerin ortalama büyüme hızı da yaklaşık 1.5 puan daha yüksektir.' (Presidentialism, Parlamentarism and Democracy, 2009, s. 137)Yazıyı rakama boğmamak için diğer bulguları buraya almıyorum.