Görüş Bildir

Cumhurbaşkanlığı Haberleri

Cumhurbaşkanlığı ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Cumhurbaşkanlığı ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Türk Siyasetinde Ne Kadar Bilgilisin?
Türkiye’nin siyasi tarihi, köklü ve zengin olaylarla dolu bir geçmişe sahip. Siyasi partilerden liderlere, önemli yasal düzenlemelerden unutulmaz seçimlere kadar, Türk siyaseti hem iç hem de dış politika açısından her dönem ilgi çekmiştir. Peki, sen bu karmaşık ve ilginç dünyada ne kadar bilgi sahibisin? Hazırsan, başlayalım!
"Çözüm Sürecinde Birleşik Krallık Örnek Alınabilir"
Ekmeleddin İhsanoğlu: Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmalı. Hem Türkiye’nin yüksek menfaatleri, hem de Ortadoğu’daki mazlum halklar savunulmalı. Başbakan Tayyip Erdoğan ’ın, Gazze’de arabuluculuk yapmadığı iddiasıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu , “Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim” dedi. İhsanoğlu çözüm süreci konusunda, Konu ne olursa olsun, demokrasi içinde ve insan haklarının genişletilmesi çerçevesinde çözülmeli. Kavga etmeden, medeni ülkelerde olduğu gibi oturalım konuşalım” dedi. Çözüm için Birleşik Krallık’ı örnek gösteren İhsanoğlu, “Galler, İskoçya var. Bütün bunlara baktığınızda Türkiye bunları çözebilir. Çözüme matuf olan çalışmaların desteklenmesi lazım” ifadelerini kullandı. Anadil konusundaki görüşlerine açıklık getiren Cumhurbaşkanı adayı, “Diyarbakır’da doğmuş büyümüşsünüz fakat anadilinizi kullanma hakkına sahip değilsiniz. Neden? Çünkü eli sopalı biri geldi kafanıza vurdu ‘Konuşmayacaksın’ dedi. Bundan daha büyük zulüm olamaz” dedi. Türkiye’nin dış politikasını eleştiren Ekmeleddin İhsanoğlu, “Ben şahsen Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmasının hem Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin hem de Ortadoğu’daki mazlum halkların savunulması bakımından daha faydalı olacağına inanıyorum. Yine mazlumun yanında olacaksınız ama daha farklı bir üslubu takip ettiğiniz zaman herkes daha kazançlı olacak. Çatışmada taraf olduğunuz zaman kendinizi çatışmanın içinde bulursunuz. Ama çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaparsanız daha kıymetli olursunuz” dedi. “Homofobi evrensel bir mesele değildir” sözleriyle çok konuşulan İhsanoğlu, “Bizim toplumumuz muhafazakâr bir toplum. Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım. Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım” diye konuştu. Hürriyet gazetesinde Cansu Çamlıbel ’e konuşan Ekmeleddin İhsanoğlu, son dönemde tartışma konusu haline gelen noktalara değindi. Gazze: Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. (Dosyasından bir belge çıkarıp bana uzatıyor). ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim. CHP-MHP uzlaşmasını arkasına alarak Cumhurbaşkanlığı yarışı için yola çıkan, yolda 8 partiyi daha çatıya katan Ekmeleddin İhsanoğlu ile Diyarbakır durağının ardından buluştuk. İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği döneminden iyi tanıdığım İhsanoğlu, siyasetin temposunu sevmiş görünüyor. Ancak siyasi atışmalarda karşı tarafa laf yetiştirmek söz konusu olduğunda içinden ‘devlet terbiyem el vermez’ geçen cümleler kurmaya devam ediyor. Zaten ona kalırsa bu kadar kısa zamanda gördüğü ilginin merkezinde de bu munis tavır var. Kürtçe eğitim, LGBTİ hakları gibi mayınlı alanlarda üzerine gidince ‘bunları böyle ayak üstü konuşmak doğru olmaz’ diye kesiyor tartışmayı. Mahmud Abbas’ın Başbakan Erdoğan hakkında kapalı kapılar ardında söylediklerini anlatmaya ikna edemedim. Ama Erdoğan’ın ‘Yapmadı’ dediği Gazze arabuluculuğunu belgesiyle anlattı. Kampanya nasıl gidiyor? Sanki Türkiye’de 76 milyon insan adam yetiştiremeyecekmiş gibi bir anlayışın yıkıldığını görüyorlar. Ben buna çok seviniyorum. Bu uzlaşmanın odağında bulunmam benim için şeref vesilesidir ama bu yükü kaldıracak, layıkıyla ifa edecek çok insanın varlığını ben biliyorum. Milletin önündeki bir perdenin kalkmış olması en müspet gelişmelerden biridir. Bu yarıştaki zorlu rakibiniz Tayyip Erdoğan kendi inandığı çizgiden asla taviz vermeyen, karşıtlarıyla uzlaşma gibi bir derdi olmayan güçlü bir lider profili çizerken farklı siyasi görüşlerin uzlaşma adayı oldunuz. Kişiliğiniz ve tarzınızla da adeta bir antikahraman gibi çıktınız toplumun karşısına. Bu tabiri ilk defa sizden duyuyorum. Daha çok sinemada kullanılan bir tabirdir. Alışıldık başrol tiplemesinin zıddı bir karakteri anlatır. Biz şimdi gerçek hayatı konuşuyoruz. (Gülüyor) Bu tabii milletin beklentisi. Milletin artık daha munis bir şekilde konuşup ikna etmeye çalışan, akıllara hitap eden, huzura davet eden, kavgayı ve ötekileşmeyi reddeden, cepheleşmenin karşısında olan bir kucaklanmaya ihtiyacı vardı. Bu gerçekleşiyor. Bunu buldular. Cuma günü Diyarbakır’daydınız. MHP’yi zaten söylemeye gerek yok da CHP’nin de pek varlık gösteremediği ve kabul görmediği bir şehir. Giderken tedirgin oldunuz mu? Başından beri hiçbir partinin programını da benimsemedim ya da onları temsil etmeye çalışmadım. Zaten benim kim olduğumu herkes biliyor. Ben öyle meçhulden gelen bir insan değilim. 35 seneden beri Türk kamuoyunun önünde açık açık duran, bütün faaliyetleri herkes tarafından takip edilen bir Türk vatandaşıyım. Devletime hizmet ettim, uluslararası ilişkilere hizmet ettim. Herkes tanıyor. Belki televizyonları olmayan köy ve kasabalarda tanımayan olabilir ama bütün Türkiye tanıyor. Ben Diyarbakır’a o partinin ya da bu partinin siyasi programını temsilen gitmedim. Müşterekleri ifade eden ve Türkiye’yi yeniden birleştirmek isteyen, Türkiye’yi daha huzurlu bir ülke haline getirmek isteyen bir adayım. Zaten iki partiyle durmadı ki iş, 10 partiye kadar geldik. Bu partiler içinde sağ partiler de var sosyalist parti de var, kadın partisi de var. Başbakan Erdoğan çatıya son katılan partilerin oy oranlarını espri malzemesi yaptı adeta ‘hepsini toplasan kaç ediyor’ diye. O Sayın Başbakan’ın kendi görüşüdür. Başka şeyler de söylüyor. Ama ben baştan beri yüksek bir çıta koydum, o çıtaya riayet edeceğim ve sadece kendi görüşlerimi ifade edeceğim. Bu yarış Türkiye’nin en yüce makamı için yapılan bir yarıştır. Yarışanlar o makama layık şekilde hareket etmek durumundadırlar. Türk siyasetine biraz daha yüksek kalite ve seviye getirmek için ben gayret edeceğim. Kürt siyasi hareketi ile Ak Parti’nin çözüme bakışlarında ciddi farklar olsa da sonuçta hükümetin başlattığı bir süreç var. Siz ne vaat ediyorsunuz Kürtlere? Türkiye bölünmek istemiyor, can kaybı istemiyor, çatışmak istemiyor. Çok can kaybettik. Sırf bu meselede değil. Bundan önce de biz sağ-sol diye kavga ettik. Bizim neslimiz bu kavgaları, acıları yaşadı. Biz diyoruz ki Türkiye ne siyasi kutuplaşmadan ne de etik kutuplaşmadan dolayı çatışma zeminine kaymasın. Türkiye’nin bütün meselelerini diyalogla ve barışçıl yöntemlerle halletmesi lazım. Konu ne olursa olsun, demokrasi içinde ve insan haklarının genişletilmesi çerçevesinde çözülmeli. Kavga etmeden, medeni ülkelerde olduğu gibi oturalım konuşalım. Bu söylediklerinize bakarsak o zaman size göre hükümet doğru bir şey yapıyor. Bu barış çalışmalarının hedefi bakımından elbette doğrudur, çünkü bu meseleyi çözmek lazım. Bir daha ancak vatan müdafaasında yabancılar karşısında şehitlik olsun. Geçen hafta yine teröristlere karşı sınırlarımızı korurken 3 evladımızı şehit verdik. Biz bunun artmasını istemiyoruz. Bunu önlemek için de barışı sürekli destelemek lazım. O bakımdan da ben bu barış çabalarının destekçisiyim, çünkü ben savaşa karşıyım. Biz 1000 sene bu topraklarda beraber yaşadık. Bu ciddi bir mirastır. Bizi ayıran farklar bizi birleştiren unsurların yanında devede kulaktır. Temel mesele dildir. Avrupa Birliği’ne girmek isteyen bir ülkeyiz. Avrupa bunları aştı. İşte önümüzde Birleşik Krallık örneği var; Galler, İskoçya var. Bütün bunlara baktığınızda Türkiye bunları çözebilir. Çözüme matuf olan çalışmaların desteklenmesi lazım. Kürt sorununun kaynağını nasıl tarif edersiniz? Bu sıkıntıların sebebi devletimizin her şeyi sopayla halletme adeti. Bu devlet bu sopayı sadece Kürt kardeşlerimize kullanmadı. Dindarlara da kullandı, sağcılara da kullandı, solculara da kullandı. Türkiye’de işkencelerin en büyüğü milliyetçilere yapıldı. 1940’larda tabutluklar vardı, milliyetçilere tabutlarda işkence edildi. Tabii ki zulümler var, hatalar var ve bunları kabul ediyorum. Ama sadece Kürt oldukları için onlara yapıldı da başkalarına yapılmadı değil. Türkiye’nin insan hak ve hüviyetlerinin uygulanması bakımından çok fazla ilerleme kaydetmesi lazım. Avrupa bu işi çözdü derken, İskoçya ve Galler’i örnek verdiniz. Evet şu an için Birleşik Krallık içinde hayatlarına devam ediyorlar ama biliyorsunuz İskoçya bağımsızlık referandumuna gidiyor. Türkiye’nin çözüm sürecinde yerel yönetimlerin güçlendiği, hatta bir takım özerkliklerin gündeme geldiği formüller konuşulsa bakışınız nasıl olur? Ben Birleşik Krallık örneğine bakalım dedim, birebir alalım demedim. Bizimkisi üniter bir devlet ve bunu korumak lazım. Biz bu emaneti bu şekilde aldık ve bu şekilde devam ettirmeliyiz. Sıkı merkeziyetçilikten ademimerkeziyetçiliğe kayılması gerektiği yönündeki görüşleri en azından tartışmaya açık mısınız? Onların hepsi tartışılabilir tabii. Ama tartışıldığı zaman şu hususu dikkate etmek lazım; bu bir siyasi partinin kendi mülahazaları ve oy kaygısıyla bir pazarlık olarak mı görülüyor? Bu temel üzerine kurulan sağlam bir anlaşma olmaz ve kimseyi tatmin etmez. Ancak o siyasi programı savunanları tatmin eder. O da bir seçim hesabıdır. Eğer siz arkanıza parlamento desteğini alırsanız, bu milli meselede milli mutabakatı arkanıza alırsanız ilelebet çözersiniz. İkinci turda Kürtler kime oy verir? Barış süreci nedeniyle doğal müttefikleri Tayyip Erdoğan’dır gibi genel bir kanı var. Sizce? Tabii bunun takdiri Kürt kardeşlerimize aittir. Kürt kardeşlerimizle ilgili sıkıntıları gidermek için kaygan zemin üzerine değil, siyasi hesaplar üzerine değil, sağlam bir zemin üzerine oturmak lazım. Geçici bir oy hesabıyla bakarsanız bu iş, sonunda kalıcı bir şey kalmaz. Biz milli mutabakatın çözümün arkasında olmasını savunuyoruz. Millet Meclisi mutabakat verdiği zaman o artık ilelebet çözülmüş olur. Kürtlerin anadilde eğitim talebi var. Bunu bekleyen insanlara ‘Kürtçe bilim dilidir’ diyerek o oyu nasıl isteyeceksiniz? Bu mesele söylediklerim arasından cımbızla alındı. Filistin meselesinde söylediklerim de öyle yapılıyor. Çarpıtılan laflarımdan biri de başörtüsü. Ben başörtüsü insan hakkıdır, dini vecibedir ve bir gelenektir diyorum. Sanki ben ilk ikisini söylememişim gibi üçüncüsünü halka içine alıp ‘İhsanoğlu gelenek dedi’ diyorlar. Böyle bir tezvirat durumu var. Asıl soruma dönelim, bilim diliyle neyi kastettiniz? Bakın Tanzimat’a kadar bizim bilim dilimiz Arapçaydı. Ondan sonra tedrici olarak Türkçe kitaplar yazılmaya başlandı fizikte, kimyada, matematikte. Yavaş yavaş Türkçe’de terminolojiler yaratılmaya başlandı. Ben bilim dili olarak bunu kastettim. Yüksek eğitim meselesi noktasında söyledim ve İngilizce’yi de örnek verdim. Esas mesele bence bu değil. Esas mesele anadil meselesi. Orada ben şunu söylüyorum; insanın anadili ana sütü gibidir. İnsan nasıl ana sütü olmadan büyüyemezse, o hakkını kimse ondan alamazsa, anadil hakkını da kimse alamaz. Ben bunu şahsi tecrübem olarak söylüyorum. Ben gurbette doğmuş bir insanım. Gurbette insan vatanını ancak anadilini konuştuğu yerde hisseder. Düşünün Diyarbakır’da doğmuş büyümüşsünüz fakat anadilinizi kullanma hakkına sahip değilsiniz. Neden? Çünkü eli sopalı biri geldi kafanıza vurdu ‘Konuşmayacaksın’ dedi. Bundan daha büyük zulüm olamaz. Yükseköğretim boyutunu anlatıyorsunuz. Peki ilköğretimde, lisede de Kürtçe eğitim sizin için tamam mı? Hayır yani, bu bir söyleşide bu kadar kolay karar verilecek bir konu değil. Kategorik olarak karşı mısınız, değil misiniz? Bunlar ciddi meselelerdir. Ayaküstü bence bunu konuşmayalım. Birdenbire ilköğretim, yüksek eğitim falan konuşmak meseleyi başka mecralara sevk eder. Bunları tartışmanın zamanı değildir şimdi. Mesele anadilin hak olarak tanınmasıdır ve insanların anadilinden mahrum edilmesinin çok yanlış olduğunu söylemektir. ‘Öcalan’ın özgürlüğünün önünü açacak bir yasa önünüze gelirse bunu imzalar mısınız’ diye sormuşlar size. Siz de ‘Toplumda mutabakat olan her şeyi cumhurbaşkanı da kabul etmek durumundadır’ diye yanıt vermişsiniz. Doğru mu? Toplumda ve Meclis’te mutabakat tabii ki. Cumhurbaşkanının önüne böyle bir yasa gelirse Meclis’ten gelecektir. Meclis’in ve toplumun kabul ettiği bir şeyi cumhurbaşkanın da herhalde kabul etmesi gerekir. Milli mutabakatın olmadığı bir konuda millet bölünür. Milletin bölünmesini cumhurbaşkanı kabul etmez. Cumhurbaşkanın görev ve yetkileri arasında Anayasa’nın 104. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti milletinin bütünlüğünü temsil etmek vardır. ‘Meclis’te kabul edilip önüme gelirse imzalarım’ diyorsunuz. Evet. Meclis’in nitelikli çoğunlukla kabul ettiği bir şeyi cumhurbaşkanı da kabul etmelidir. Peki genel olarak Öcalan’ın bu süreçte izlediği tavrı nasıl yorumluyorsunuz? Ben bu konudaki detaylara vakıf değilim, onun için bir değerlendirme yapmak yanlış olur. Bu hükümetin kendi kendine yürüttüğü bir şey. Zaten benim de söylediğim; artık hükümetin daha şeffaf olması ve Meclis’e bilgi vermesi gerektiği. Geçmişte Gazze için arabuluculuk yaptığınız yönündeki sözlerinize Başbakan Erdoğan’dan ‘gülünesi iddia’ şeklinde yorumlar geldi. Siz tam olarak hangi dönemi, hangi ihtilafı kastettiniz? Hamas 2006’da seçimleri, nezih ve şeffaf bir seçimi kazandı. İktidarı kurarken ilk ziyaret ettikleri uluslararası teşkilat bizimkisi oldu. Önce Halid Meşal sonra Dışişleri Bakanı Mahmud Zehar geldi. Bizden destek istediler, biz de yardımcı olmaya çalıştık. Hatta o zaman AB Dış Politika Yüksek Komiseri olan Solana ziyaretime geldiği zaman Hamas’a yardımcı olmak gerektiğini anlattım. Hamas, içeride daha çok hizmetlere dayalı bir dini grup olarak başladı, sonra siyasi partiye dönüştü. İç siyaset üzerine kurulu söylemleri vardı, dış siyaset o zamanlar yoktu. Ben de onlara dış siyaset söylemleri konusunda bazı tavsiyelerde bulundum. Sayın Meşal bunu müspet karşıladı. Ben birkaç kez Şam’a gittim, onlar geldiler. Fakat Hamas iktidara geldikten sonra El Fetih ile aralarında çatışmalar başladı. Silah kullanma başladı, siyasi söylemler de sertleşti, toplum gerildi, karşılıklı adam öldürmeler sürdü. Ben o zaman El Fetih ile Hamas arasındaki bu tansiyonu düşürmek için bir dizi çalışma yaptım. Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. (Dosyasından bir belge çıkarıp bana uzatıyor). ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim. ‘Mahmud Abbas’ın Başbakan Erdoğan’ın Filistin meselesindeki tavrına dair söylediği bazı şeyleri açıklarsam çok ayıp olur’ şeklinde bir ifade kullandınız geçen haftalarda. Neyi ima ediyorsunuz tam olarak? Bunları bugün basın önünde paylaşmak gerçekten benim devlet terbiyeme yakışmıyor. İslam İşbirliği Teşkilatı’na a ev sahipliği yapan Suudi Arabistan’ın görevinizin son iki senesinde sizin geri çekilmenizi Türk hükümetinden talep ettiği, hatta AK Parti sizin arkanızda durdu diye kendilerinin Ankara’daki elçi atamasını askıya aldığı doğru mu? Bunlar tamamen hayal mahsulü. Devletlerin jestleri, size tavrı nereden belli olur? Hiçbir devlet sevmediği, takdir etmediği insana nişanını vermez. Ben görevimin sonunda Suudi Arabistan hükümetinin bu takdirlerini aldım. Belgeleri de var, bizzat kral adına takılan nişan da var. Bu merasimde oradaki hanedanın mensupları, bütün devletlerin büyükelçilerinin yanında Türkiye büyükelçisi de hazır bulundu. Devlet hiyerarşisinde kraldan sonra gelen dışişleri bakanı nişanı takdim etti ve çok güzel bir konuşma yaptı. Hatta bundan sonra da benim tecrübelerimden yararlanmak istediklerini ifade ettiler. Bu sefir raporlarında da gazetelerde de yazılan, bütün dünyanın bildiği şey. Bazıları, bunları bilmiyor ve kulaklarına fısıldanan şeyleri söylüyor. Bunlar kem söz. Kem söz sahibine aittir. Özellikle Mısır ve Mursi üzerinden ciddi bir ihtilaf yaşadınız Ankara’yla. Her şeye rağmen ‘Genel sekreterlik görevini bırakana kadar AK Parti hükümeti arkamda oldu’ diyebiliyor musunuz? Şüphesiz ki 9 sene içinde ben genel sekreter olarak ettiğim yemine sadık kaldım. Bütün İslam dünyasına ve İslamiyete hizmeti şiar edindim. Bu arada bir Türk olarak ülkemin haklı davalarında hep yanında ve yardımcı oldum. Ben bunları söylemek istemiyorum ama şu var ki genel sekreter seçilmem Türkiye’nin dış politikasına bir katkı olmuştur. Bu değişik sahalarda tecelli etmiştir. Özellikle Kıbrıs meselesinde tecelli etmiştir. Nitekim Kuzey Kıbrıs Türk hükümeti de bana olan takdirini en yüksek şekilde ifade etmiştir. Ben de bununla her zaman gurur duyarım. Bunların detayına girmeyelim. Ben göreve ilk geldiğimde bazı ülkeler beni Türk dış politikasının uzantısı olarak görmeye başladı. Bunlar büyük devletlerdi. Ben kendilerine içtiğim anda sadık kalacağımı ve Türkiye’nin böyle bir talebi olmadığını söyledim. Böyle bir talebi de olmamıştır Türkiye’nin. Ama 2009’a kadar Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle münasebetlerinde fazla bir problem yoktu. Çok ahenkli bir şekilde ilerliyordu. Bilhassa Arap ayaklanmalarından sonra tavırlar farklılaştı. Türkiye’nin son yıllarda hangi Arap ülkesiyle münasebetlerin geliştiğini söyleyebilirsiniz? Her gün daha az samimiyete ve daha derin farklılıklara gidiyoruz. Hükümet derinleşen kutuplaşmaların kendilerinin diktatörlere karşı ilkesel bir tavır almasından, vicdan temelli bir dış politika izlemelerinden kaynaklandığını savunuyor. O bir dış siyaset tercihidir. Artık o söylemin sahipleri onu savunsun. Ben şahsen Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmasının hem Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin hem de Ortadoğu’daki mazlum halkların savunulması bakımından daha faydalı olacağına inanıyorum. Yine mazlumun yanında olacaksınız ama daha farklı bir üslubu takip ettiğiniz zaman herkes daha kazançlı olacak. Çatışmada taraf olduğunuz zaman kendinizi çatışmanın içinde bulursunuz. Ama çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaparsanız daha kıymetli olursunuz. Siz genel sekreter iken İslam ile terör kelimelerinin birlikte kavramsallaştırılmasına karşı bir mücadele verdiniz. Fakat gelinen noktada hayatımızda IŞİD diye bir gerçek var. Bu kötü noktaya biz bir günde gelmedik. İstibdat idareleri, siyasi ve sosyal zulüm, ideolojik zulümle, uzun yılların birikimiyle gelindi. Bunların karşısında insanlar bir ideolojiye sığınıyorlar. Eskiden Marksizm, Leninizm, Maoizm vardı. Bugün de onlar yok. Bir tek yönelecekleri ideoloji din etrafındaki ideoloji. Bu da tabii dinin bütün değerlerine ters düşer. Bunlar dinin rahmet, mağfiret, insanlık mesajını nefrete ve şiddete çevirip adına İslam diyorlar. Cahil insanları arkalarından sürüklüyorlar. Biraz önce nişanını aldığınızı anlattığınız Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın finansmanıyla bu noktaya geldikleri yönünde ciddi bir kanaat var. İslam devletleri sonuçta bu tür doğrudan ya da dolaylı desteklerle radikallere prim vermiş olmuyor mu? Bunların finansmanı çok büyük kaynaklardan geliyor. Gayrimeşru silah trafiğinden, narkotik trafiğinden, Afrika’daki köle trafiğinden, aşırıcı uçları destekleyen işadamlarından geliyor. Bunlar bizim görebildiklerimiz. Bir de göremediğimiz karanlık güçler var. Dünya bunlarla mücadele etmede maalesef başarısız oldu. İşte Afganistan’daki durum, Irak’taki durum, Suriye’deki durum. Sizin biraz önce hatırlattığınız benim 9 sene boyunca verdiğim mücadele bunların dinle ilişkisini koparmak içindi. Çünkü bunlardan İslam sıfatını aldığınız zaman çıplak kalıyorlar. Tetikçi, terörist olarak kalıyorlar. Ama İslami cilayı kabul ettirdikleri zaman esas tehlike orada. ‘İslam Devleti kurduk’ diyorlar şimdi. Bu terör devletidir. El Cezire’ye verdiğiniz bir mülakatta söylediğiniz ‘Homofobi evrensel bir mesele değildir’ lafı arşivlerde duruyor. LGBTİ bireylerin hakları ve toplumdaki konumlarıyla ilgili görüşünüz nedir? Tabii bu çok hassas bir mesele. Bir taraftan bu insanların toplumda yer aramalarıyla ilgili insan hakları boyutu var, bir de toplumun hassasiyetleri var. Bu iki parametre arasında düşünüp ele almak lazım. O denge nasıl bulunur? Toplumdaki homofobiyi aşacak formül nedir sizce? Nedir homofobi? LGBTİ bireylerini kabullenmeyen, hatta onları dışlayan aşırı yaklaşımı özetleyen bir kavram diyebiliriz. İşte bu hassasiyetleri ele almamız lazım. Birdenbire sert bir şekilde bir tarafın üzerine gitmek doğru olmaz. Bir de şu var; bizim toplumumuz muhafazakâr bir toplum. Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım. Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım. Bir taraftan bu şekilde davranan insanlar var ve kendi haklarını müdafaa ediyorlar. Cinsel yönelimlerini özgürce tanımlamalarını hakları olarak görüyorsunuz o halde, öyle mi? Bir taraftan buna karşı olan bir ekseriyet de var. Şimdi benim bunu böyle ayaküstü, hem de havaalanına yetişecek bir anda söylemem mümkün değil. T24
Senatör John McCain: 'Erdoğan İslamcı Bir Diktatöre Dönüştü'
'Türkiye'de hapse atılan gazeteci sayısı İran'dakinden çok daha fazla'Ali Kupeli / ABDABD'nin eski başkan adaylarından Cumhuriyetçi Senatör John McCain , Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ’a sert ifadelerle yüklendi. McCain, Erdoğan’ın 'baskıcı bir diktatöre dönüştüğünü' söyledi.MSNBC televizyonunda yayınlanan Morning Joe isimli programa katılan senator McCain, ABD Başkanı Barack Obama ’nın Ortadoğu politikasını değerlendirdi. Terör örgütü Irak Şam İslam Devleti’ne de (IŞİD) değinen McCain, Türkiye ile ilgili bir soru üzerine, “Erdoğan gerçek bir İslamcı'ya dönüştü. Daha da kötüsü baskıcı bir diktatör oldu. Gerçek bir hayalkırıklığı” dedi.'Türk medyasının büyük baskı altında olduğunu' vurgulayan McCain, “Türkiye’de hapse atılan gazeteci sayısı İran’dakinden çok daha fazla” diye konuştu.1 milyar 370 milyon liraya mal olan yeni cumhurbaşkanlığı sarayına da değinen Arizona senatörü, şaşkınlığını “Yaptıkları sarayı gördünüz mü?” sözleriyle ifade etti.Program sunucusu Joe Scarborough ise, 'Tayyip Erdoğan tarafından atılan adımların Mustafa Kemal Atatürk ’ün inşa ettiği yüz yıllık tarihe aykırı olduğunu' dile getirdi. Scarborough, “Eğer Türkiye, IŞİDli teröristler için bir geçiş yolu olacaksa, Kürtlerin silahlandırılması konusunda Türkiye’nin ne düşündüğünü niye umursuyoruz ki? diye sordu.McCain 2008'de ABD Başkanı Barack Obama 'ya karşı Cumhuriyetçilerin başkan adayı olarak mücadele etmiş ancak kaybetmişti.T24
'CHP'nin Küllerinden Yeniden Doğuşunun Zamanı Geldi'
CHP Parti Meclisi üyesi ve İstanbul Milletvekili Umut Oran, yapılacak olağanüstü CHP kurultayı ve cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.Kurultay karanının doğru ve yerinde olduğunu belirten Oran, “CHP’de gelişen olağanüstü kurultay iradesi doğru ve yerinde bir karardır. CHP olarak Kurultaydan tazelenerek, ideolojik olarak güçlenerek çıkılmasını dilerim. Kurultay tarihinin çok kısa zaman dilimine sıkıştırılmış olması ise bu konudaki tek eleştirimdir” dedi. CHP’nin Zümrüdü Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmasının zamanının geldiğini söyleyen Oran, “Acilen toparlanma, yenilenme, tazelenme aşamasına geçmeliyiz. Evet biz bunu yapabiliriz çünkü CHP bir Zümrüdü Anka kuşudur ve küllerinden yeniden doğuşun zamanı artık gelmiştir” dedi. CHP’nin yapılacak olan kurultaydan güçlenerek çıkmasını temenni eden Oran, “Son kurultayın üzerinden 2 yılı aşkın bir süre geçti ve bu zaman diliminde birisi yerel diğeri cumhurbaşkanlığı olmak üzere iki seçim yaşandı. Her iki seçimin sonucunun da masaya yatırılması ve katılımcı, çoğulcu biçimde sonuçların değerlendirilerek, yanlışlıkların ve eksikliklerin saptanması gerekmektedir. CHP olarak Kurultaydan tazelenerek, ideolojik olarak güçlenerek çıkılmasını dilerim. Kurultay tarihinin çok kısa zaman dilimine sıkıştırılmış olması ise bu konudaki tek eleştirimdir” açıklamasında bulundu. “Bu kurultayda kişiler üzerinden tartışmalar değil , örgütsel yapımızın güçlenmesi, iktidar kararlılığımızın bilenmesi, geleceği elbirliğiyle inşa etme azim ve inancımızın ve de kurumsal kapasitemizin artırılması asıl amaç olmalıdır. Kişiler gelip geçicidir , ama CHP ve onun kuruluş felsefesi, 90 yıllık çınarımızın tüm hücreleri aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılacak ve en kritik zamanda ihtiyaç duyulduğunda güzel ve mağrur ülkemizi yeniden ayağa kaldıracaktır.” 15 milyon seçmenin sandık başına gitmemesinden herkesin sorumlu olduğunu belirten Oran, “Gerçekçi gelecek yaratımı için bugünü iyi analiz etmemiz gerekmektedir. Türkiye 10 Ağustos’ta bir büyük seçimden geçti ve 15 milyon insan sandık başına gitmedi ise bunda siyaset kurumunun, iktidarın, muhalefetin ve CHP’nin, hepimizin sorumluluğu vardır” dedi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki çatı aday formülünün oy kaybına neden olmuş olabileceğini belirten Oran, şu ifadelere yer verdi: “Cumhurbaşkanlığı seçimine baktığımızda ilk görünen şey Erdoğan’ın oyunu koruması, diğer adayın oyunu artırması karşısında çatı adayının ise 30 Mart’a göre her iki partinin seçmenlerinden yaklaşık 5 milyon daha az oy almasıdır. Çatı adayı formülünde de aday profilinde de bir sorun olmalı ki seçmenin sandığa gitme motivasyonu ve dolayısıyla alınan oyda önemli bir düşüş yaşanmıştır. Bu sonuç, bizim açımızdan izlenen yolun yeni ve inandırıcı bir siyaset önerisi içermediğini, katılımı artıracak bir adayın ve ideolojinin tercih edilmediğini ortaya koymaktadır.” Seçimlerdeki oy kaybından sonra özeleştiri yapılması gerektiğini vurgulayan Oran, “Suçluyu dışarıda aramak yerine özeleştiride bulunarak, sonucu acı da olsa gerçeklerle yüzleşmek gerekir. Geldiğimiz nokta başarı değildir ve üzerinde çok ayrıntılı durularak irdelenmesi gerekmektedir. “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım” diyen Hz. Mevlana bize yol göstermektedir. Artık CHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün gelecek vizyonunu unutmadan ve onun değerlerine sahip çıkarak yeni sözler söylemeli, küstürdüğü, öyle veya böyle arasına mesafe giren milyonlarca ezilen, mağdur, sahipsiz bırakılmış işçi, memur, emekli ve genç seçmeni yeniden kazanmalıdır. Dağlara taşlara “Kara Oğlan” yazılan günlerde Rahmetli Bülent Ecevit bunu başardıysa 2014 yılında bu neden olmasın?” açıklamasında bulundu. Oran, “Siyaset insanlara güven ve umut verir, inandırır ve kitleleri peşinden sürükler. AKP’nin orantısız siyaset tarzı hepimizin malumu, usulsüz parasal kaynaklarını, sonsuz iletişim bombardımanını, yürüttüğü anketli psikolojik harekâtını, büyük yalanlara dayalı algı operasyonlarını, kocakulaklarını, tapelerini, özel yetkili mahkemelerinin hepsini biliyoruz. Ama 2250 yıl önce Kartacalı Hannibal “ya yeni bir yol bulacağız ya da yeni bir yol yapacağız” diyebilmişse, 2014 CHP’si de bunu yapabilmeli. Hannibal’in de aradığı iktidara giden o yolun ilk taşlarını döşeyeceğimiz gün 5 Eylül 2014 tarihi olmalıdır. Kişisel, kısır, yıpratıcı, yıkıcı tartışmalara girmeden, kurultay boyunca; kurumsal başarıyı hedefleyen, partinin değerlerine sahip çıkan yeni bir gelecek anlayışı ve yeni bir siyaset vizyonunun ortaya konulması kişisel beklentimdir. Bu kurultay sonrasında gerçekleşecek olan 2015 seçimleri köprüden önceki son çıkıştır . Kalan bu kısa sürede CHP yepyeni bir başarı hikâyesini yazarak, birlik beraberlik ve dayanışma içerisinde halkın iktidarı olmaya odaklanmalıdır” ifadelerine yer verdi. CHP’nin kurultaydan güçlenerek çıkacağına olan inancını yenileyen Oran şu ifadelere yer verdi: “Kurultaydan tazelenerek, güçlenerek çıkmasını beklediğim ve dilediğim CHP, nasıl bir iktidar olacağını, Türkiye’yi nasıl bir kadroyla yöneteceğini ve hükümeti kurduktan sonraki ilk 100 gününde neler yapacağını da seçim sürecinde bir telkari ustası gibi ince ince, nakış nakış işlemek zorundadır. Kurultay sonrasındaki CHP, şu an karanlığa gömülmüş Türk halkının önünü sonsuz ve sınırsız güce sahip olan bir fener gibi aydınlatmalı, 76 milyonun umudu olmalıdır.” Parti içindeki birlik, beraberliğin önemine vurgu yapan Oran, “Parti içi demokrasiyi geriye değil çok daha ileriye götürecek örnek tüzük değişiklikleri yapılmalı, bu konuda asla geri adım atılmamalıdır . Yenilenme, tazelenme, değişim ve dönüşüm sağlanmalı, ilerici kimlikten asla vazgeçilmemelidir. Sosyolojik tabanımızı gözden geçirmeli, güncelleyeceğimiz CHP değerlerine sıkı sıkıya sarılmalı, parti içi sevgi, saygı ve birlikteliği baş tacı etmeliyiz” açıklamasında bulundu. Oran, “7 Eylül’de ortaya çıkacak Kurultay sonucu ne olursa olsun ayrışma, bir tek kişiyi dahi kaybetme, küstürme lüksümüz bulunmamaktadır. Bu kurultay bölünme değil birleşme, bütünleşme, güçlenme kurultayı olmalıdır. Yeni Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu’nun hem Türkiye’ye güven veren hem de CHP örgütünün vicdanını yansıtan isimlerden oluşması için uygun zemin yaratılmalıdır” dedi. CHP’nin Zümrüdü Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmasının zamanının geldiğini söyleyen Oran, “Kurultayımız, bugünden memnun olmayan, ayın sonunu getiremeyen vatandaşlarımızın daha güzel, daha mutlu, daha zengin, karnı tok sırtı pek bir gelecek hayalinin peşinden gitmesini sağlamalıdır. 90 yıllık ulu çınarın değerleri, yepyeni vizyonuyla beraber ilerici değişimin kaldıracı olmalıdır. Acilen toparlanma, yenilenme, tazelenme aşamasına geçmeliyiz. Evet biz bunu yapabiliriz çünkü CHP bir Zümrüdü Anka kuşudur ve küllerinden yeniden doğuşun zamanı artık gelmiştir” ifadelerini kullandı. Yapılacak kurultaydan herhangi bir özel ve kişisel talebinin olmadığını belirten Oran, “Bu kurultayda herhangi bir özel ve kişisel talebim olmadan , partimin güçlenmesi, kurultayın birlik beraberlik dayanışma içinde geçmesi için, parti içi demokrasinin işlemesi için, bu kurultayda yeni bir ideoloji ve iktidar iddiası doğması için tüm gücümle çalışacağımın ve sonrasında da CHP’nin iktidarı yolunda bir nefer gibi tüm varlığımla mücadele edeceğimin bilinmesini isterim” diye konuştu.Zete
Erdoğan'dan Liderlere Çağrı: 'Ülkenin Geleceğini Düşünerek Adım Atın'
Erdoğan, 'Suriye, Irak, Yunanistan, Ukrayna gibi komşularımızdaki durum ortadayken, Meclisteki tüm siyasi parti genel başkanlarının, ülkenin geleceğini düşünerek adım atmaları gerekiyor' dedi.Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle iftar yapan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, pazartesi günü AK Parti ve CHP ile başlayan ilk tur koalisyon görüşmeleriyle ilgili değerlendirmeler yaptı.'Dün itibarıyla başlayan, bugün de devam eden koalisyon görüşmelerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini ve hayırlı bir neticeye ulaşmasını temenni ediyorum. Suriye, Irak, Yunanistan, Ukrayna gibi komşularımızdaki durum ortadayken, Meclis'teki tüm siyasi parti genel başkanlarının, ülkenin geleceğini düşünerek adım atmaları gerekiyor. Sıkılı yumruklarla musafaha olmaz. Siyaset, özü itibarıyla bir uzlaşma, müşterekler üzerinde mutabakata varabilme sanatıdır. Siyasilerin görevi, taktik manevralarla millet iradesine çalım atmak değil, bilakis sandıkta tecelli eden karara tâbi olmak, onu hayata geçirmektir. Bugüne kadar Anayasa'nın bana verdiği görev çerçevesinde nasıl süreci kolaylaştırıcı, ön açıcı görev ifa etmişsem, inşallah bundan sonra da aynı tavrı sürdüreceğim. Tüm siyasi parti genel başkanlarından da aynı hassasiyeti göstermelerini diliyorum.''Paralel yapı'ya karşı destek çağrısıCumhurbaşkanı Erdoğan isim vermeden 'paralel yapı' dediği Fethullah Gülen Cemaati ile ilgili sivil toplum temsilcilerinden destek istedi.'Ben sizlerden bir konuya özel hassasiyet göstermenizi bekliyorum. En kutsal değerlerimizi istismar eden, örgüt amaçları uğruna her türlü kirli ilişkiye giren paralel ihanet çetesinin neden olduğu tahribatın sarılması gerekiyor. Himmet diyerek, hizmet diyerek, milletten topladıkları paraları nerelere harcadıklarını hep birlikte gördük. Maalesef iyi niyetle verilen hayır hasenat, Türkiye'nin hasmı lobilere, kumar masalarına, zevk ve şatafat düşkünlüğüne peşkeş çekildi. Körpe zihinler, gencecik dimağlar, geleceğimizin teminatı olan binlerce gencimiz bu örgüt elinde ülke ve millet karşıtı bir konuma sürüklendi. Buna karşı son derece dikkatli, son derece hassas olmak durumundayız. Bu paralel örgütün işlediği cürümlerin, devlette ve vatandaşlarımız arasında sebep olduğu fitnenin izale edilmesi noktasında sizlerin daha fazla çaba sarf etmesini bekliyorum. Öğrenci yetiştiren, yurt açan, yoksulun elinden tutan, tefekkürü ve tezekkürü çoğaltan gayretlere ihtiyacımız var. Sizler ayakta olduğunuz, yükü omuzladığınız müddetçe, inşallah Türkiye'nin istikbali de parlak olacaktır. Ben sizlere güveniyorum, inanıyorum.''Mevcut rejime ehvenişer muamelesi yaparak...'Erdoğan ayrıca Suriye'deki iç savaşla ilgili uluslararası topluma tepkisini sürdürdü.'İnsan hayatı, hırslara, çıkar hesaplarına kurban edilemeyecek kadar değerlidir, azizdir. Her gün, kimyasal silahlarla, bombalarla çocukların katledildiği, yetim ve öksüz bırakıldığı bir dünyanın huzur ve sükûn bulması mümkün değildir. Ölen her masum, insanlığımızdan da bir parça götürüyor. Yok edilen her şehirle birlikte kadim medeniyetimizin çok kıymetli bir cüzü, hatırası da ortadan kalkıyor. Artık herkesin elini vicdanına koyup, bu vahim tablonun geri döndürülmesi, yaşanan vahşetin son bulması için harekete geçmesi şarttır. Savaşın sebep olduğu mülteci sorununu komşu ülkelerin üzerine yıkarak, sınırları kapatarak, mevcut rejime ehvenişer muamelesi yaparak, bu sorun çözülemez. Suriye halkı, DEAŞ terörü, bununla birlikte Esed'in devlet terörü arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılamaz, bırakılmamalıdır.''İnisiyatif alınması gerekiyor''Şayet gelecekte yeni Srebrenitsa katliamlarının, Ruanda katliamlarının yaşanmasını istemiyorsak, başta BM Güvenlik Konseyi ülkeleri olmak üzere tüm uluslararası ve bölgesel güçlerin inisiyatif alması gerekiyor. İnşallah önümüzdeki günlerin bu noktada yeni açılımların yeni müjdelerin habercisi olmasını temenni ediyorum.''Suriye kasabı Esed'e teslim ediliyorlar'Geçen cumartesi günü 20. yıldönümü olan Srebrenitsa Katliamı'na değinerek tarihten ders çıkarılması gerektiğini söyleyen Erdoğan şöyle devam etti:'20 yıl önce Avrupa'nın tam ortasında gerçekleşen Srebrenitsa Katliamı, esasında uluslararası toplumun acziyetinin resmiydi. İrade eksikliğinin, kayıtsızlığın, kısır çekişmelerinin ve çıkar hesaplarının ne tür felaketlere sebep olabileceğinin en bariz ifadesiydi. Ders alınmayan tarih tekerrür eder. Şu anki yaşanan hadiseleri önümüze koyduğumuzda maalesef böyle bir dersin çıkarılmadığını görüyoruz. Ne yazık ki bugün de benzer olaylar Suriye başta olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinde tekrarlanıyor. 20 yıl önce kendine sığınan sivilleri, Sırp kasabı Ratko Mladiç liderliğindeki o askerlerin insafına teslim eden anlayış, bugün de milyonlarca sivili Suriye kasabı Esed'e teslim ediyor.'Bosna Savaşı ile kıyasladı'Bosna Savaşı sırasında 300 binden fazla insan hayatını kaybetmiş, 2 milyondan fazla kişi de evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. Bugün Suriye'de 300 bininin üzerinde insan hayatını kaybetti. 2 milyonu bizim ülkemizde olmak üzere, yaklaşık 4 milyon kişi ülkesini terk etti, 6 milyon Suriyeli de ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Uluslararası toplumun irade eksikliğinin bedelini 20 yıl önce Boşnaklar ödemişti, bugün de bu bedeli masum Suriyeliler, Iraklılar ödüyor. Aynı şekilde, Filistin'de, Mısır'da, Libya'da, Myanmar'da, Somali'de dünyanın birçok yerinde mazlumların yaşadığı acılar yüreklerimizi sızlatıyor.'AA ve Al Jazeera
"Zıtlıklara Rağmen İşbirliği"
Ankara ve Tahran, yakın bölgelerinde, başta Suriye olmak üzere birçok konuda fikir ayrılığı yaşıyor, birbirlerinin politikalarından rahatsızlık duyduklarını da gizlemiyor. Ancak her iki ülke de istişare mekanizmalarını açık tutuyor, ekonomik ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin Pazartesi başlayacak olan Ankara ziyaretinin de bu çerçevede geçmesi bekleniyor. Türkiye ve İran hem bölgesel nüfuz sağlama hem de ekonomik çıkar anlamında birbirlerine rakip olsalar da işbirliği alanları aramaktan kaçınmıyorlar. İkili ilişkilerini, üçüncü ülkelerle olan ilişkilerinden bağımsız tutmaya çalışıyorlar. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin 9 Haziran Pazartesi günü başlayacak Ankara ziyaretininde de, ekonomik ve siyasi işbirliği olanaklarının yanı sıra başta Suriye, Irak’ta hükümet kurma çalışmaları ve Mısır’daki durumu ele almaları bekleniyor. Bölgenin bu üç temel sorununda birbirine taban tabana zıt politikalar izleseler de, Ruhani ziyareti sırasında iki ülkenin ‘Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’ kurulması için anlaşma imzalaması ve önümüzdeki yıl ticaret hacmini 30 milyar dolara çıkarma isteğini dile getirmeleri bekleniyor. Ağustos 2014’te iktidara gelen Ruhani, ülkesindeki muhafazakârların eleştirilerine rağmen, dış politikada çatışma yerine işbirliğine önem veren bir yaklaşım sergiliyor. Ankara’nın öteden beri takındığı, ‘ihtilaflı konuları, çatışma alanlarını geri plana iterek, ortak çıkarların öne çıkarılması’ tavrı da buna eklenince, Ankara-Tahran ilişkilerinin bölgesel anlaşmazlıklara rağmen ilerlemesi bekleniyor. Ancak Ruhani’nin ziyareti sırasında iki ülkenin zıt politikalar izlediği konuların da gözden geçirilmesi bekleniyor. Ankara ve Tahran’ın zıtlığı Türkiye ve İran’ın son zamanlarda en ters düştüğü bölgesel konu şüphesiz Suriye. Türkiye açık bir biçimde Suriye muhaliflerinin yanında ve başından beri Suriye muhalefetinin en önemli destekçisi. Suriye rejiminin devamını, neredeyse kendi rejiminin devamıyla bir tutan Tahran ise, açıkça Suriye'de rejimden yana. Hem İran’dan, hem İran’ın desteklediği Lübnan Hizbullah’ından silahlı unsurlar rejimle birlikte muhaliflere karşı savaşıyor. Ankara ve Tahran birbirlerini Suriye’ye yabancı savaşçı sokmak ve desteklemekle itham ediyor. Suriye iç savaşı çıkmadan önce de Ankara, Batı ülkelerinin yanı sıra Körfez’deki Arap ülkelerinin bazılarını da Şam'la iyi ilişkiler kurmaya ikna etmek için çaba sarf ediyor ve bu ülkelere, Şam ile ilişki kurmanın, Şam’ı Tahran’ın etkisinden uzaklaştıracağını telkin ediyordu. İran’ın Irak’taki tartışmasız nüfuzu İran’ın bölgesel bir güç olarak nüfuzunun en etkili olduğu ülkelerden biri Irak. Nüfusunun neredeyse üçte ikisi Şii olan Irak’ta, İran’ın desteğini, desteği olmasa bile onayını alamayan siyasi hareketlerin başarılı olma ihtimali çok az. İran, Saddam Hüseyin döneminden beri, Irak Kürtleri ile de derin ilişkiler kurmayı başardı. Irak’taki ABD işgalinin bitmesinin ardından, Irak’taki Sünnilerin Arap milliyetçisi ve Baasçı eğilimlerinden kuşku duyan İran, Şiiler ile Kürtler arasında ittifak kurulması için yoğun bir biçimde çalıştı. İran, Irak’ın en büyük ticaret ortaklarından biri. Ayrıca İran, Irak’ta basın yayın faaliyetlerine de büyük önem veriyor. İran’ın, Irak’ta üzerinde en etkili olduğu politik aktörlerin başında Irak Başbakanı Nuri Maliki geliyor. Maliki iki dönem üst üste başbakanlık yaptıktan sonra Nisan 2014’te Irak’ta yapılan genel seçimlerde en fazla sandalye çıkartan bloğun liderliğini yapıyor. Başta Kürt lider Mesut Barzani olmak üzere birçok siyasi aktör Maliki’nin, 3. dönem başbakanlığına itirazını açıkça dile getirse de yeni hükümetin kompozisyonunda İran belirleyici olacak. Türkiye ise gerek Maliki gerekse de Irak merkezi yönetimiyle temel bazı konularda ters düştü. Maliki ve Erdoğan birbirlerini ağır bir dille eleştirdi. Merkezi Bağdat yönetimi, Kürt petrollerinin Türkiye üzerinden dış pazarlara gönderilmesi, bu petroller üzerinde kendi haklarını teslim eden bir anlaşma yapılmadan başladığı gerekçesiyle karşı çıkıyor. Tahran’ın pragmatik Mısır yaklaşımı Ankara ve Tahran’ın, farklı politikalar izlediği başka bir konu da Mısır. Türkiye, Mısır’daki darbeye de, eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin bu darbeyle görevden uzaklaştırılmasına da, her platformda karşı çıktı. Ülkede darbe sonrası muhaliflere verilen idam cezalarını da en sert eleştiren ülkelerden oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Batı ülkelerini de Mısır’daki darbeye karşı tavır almamakla eleştirdi. Ankara, ‘Mısır’ın istikrar ve gelişmesinin ancak bu ülkede halkın iradesine saygıyla mümkün olabileceği’ görüşünü savunuyor ve tavrının ilkesel olduğunu vurguluyor. Tahran ise, birçok dış politika konusunda olduğu gibi, pragmatist bir yaklaşım izliyor ve Mısır’da yönetimde kim olursa olsun, Mısır ile iyi ilişkiler kurma’ amacında. Nitekim Tahran, Mursi yönetimiyle de iyi ilişkiler kurmaya çabalamış, Mursi’nin iktidara gelmesiyle, Mısır-İsrail ilişkilerinin zayıflamasının kendi çıkarına olduğunu düşünen İran’ın savaş gemilerine Süveyş kanalı otuz yıldan sonra tekrar açılmıştı. Ancak Tahran’ın, Mursi yönetimiyle iyi ilişki kurma çabaları, Mursi yönetiminde aynı hevesle karşılanmadı. 1979’daki İran İslam Devrimi’nden sonra İran’ı ziyaret eden ilk Mısır Devlet başkanı olan Mursi, Tahran’ı, Suriye rejimini desteklediği için eleştirdi. Mursi yönetimi, Suriye iç savaşına Lübnan Hizbullah’ının İran tarafından sokulmasını da her platformda eleştirmeye devam etti. Ankara ve Tahran’ın darbeye farklı yaklaşımları Mısır’da darbe olduğunda, Türkiye darbe karşıtlığını yüksek sesle dile getirdi. İran’ın darbe karşıtı açıklamaları güçlü olmaktan uzaktı. Darbe sonrası Mısır’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini İran, ‘demokrasinin güçlendirilmesi yolunda atılmış bir adım olarak’ tanımladı. Mısır’ın tartışmalı seçimlerinde Cumhurbaşkanı seçilen Abdulfettah el-Sisi'nin yemin törenine, Mısır’ın eski Cumhurbaşkanlarından Enver Sedat’ı öldüren İslambuli’nin adını bir caddeye vermiş olan İran davet edildi. Mesele Ortadoğu ile sınırlı değil Ankara ve Tahran, yalnızca Ortadoğu konusunda değil, Kafkasya ve Orta Asya’da da birbirlerine ters düşen politikalar izliyorlar. Kendi Azeri nüfusu üzerindeki olası etkisinden endişe ettiği için Azeri-Ermeni çatışmasında İran, Ermenistan’dan yana bir tavır sergiliyor. Azerbaycan’ın, İsrail ile artan ilişkileri de İran’ı rahatsız ediyor. İki ülke Orta Asya ülkeleriyle özellikle ekonomik konularda rekabet içinde. Ayşe Karabat aljazeera.com.tr
Kılıçdaroğlu: 'Bayrak İndirmek Kabul Edilemez'
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin görüş alışverişinde bulunmak için DSP'yi ziyaret etti. Ziyaret sonrasında açıklama yaparak gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu, Lice'deki olaylara ilişkin, 'Türk bayrağını indiren bir hareketi asla ve asla kabul edemeyiz. Bayrak üzerinden siyaset yapılamaz. Kırmızı renginde dedelerimizin kanı var. Asla kabul etmiyoruz. Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konuda çıkıp konuşmasını bekliyoruz. Bayrak konusunda ne söyleyecek merak ediyorum. Bayrağın indirilmesine tahammül edemeyiz' diye konuştu. DSP ve CHP'nin farklı düşünen partiler olmadığını söyleyen Kılıçdaroğlu, '76 milyonun cumhurbaşkanı olması için görüşmelerimiz devam ediyor. En kısa sürede adayımızı açıklayacağız. Birleşmek zorundayız ayrışmak değil' dedi. DHA
Kamer Genç: 'Yolsuzlukların, Hukuksuzlukların Baş Sorumlusu Sizsiniz'
TBMM Genel Kurulu'nda söz alan CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, 4 eski bakanla ilgili soruşturma komisyonunu kurulmamasını eleştirdi ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek'i eleştirdi. Genç, “2 ay önce soruşturma komisyonunu kurulması kabul edildi. AKP 2 ay geçti soruşturma komisyonuna üye vermiyor.' dedi. Genç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu memlekette yapılan yolsuzluklar, hukuksuzlukların baş sorumlusu sizsiniz. Yarına çocuklarınız size yapılacak saldırılara cevap veremezler. Toplum içinde utanç içinde gezerler. Memleket elden gitmiş, Musul konsolosluğu işgal edilmiş, Musul konsolosluğunu işgal eden kişilere silah veren sizsiniz. 80 küsür vatandaşımız tutsak.' Sataşma olduğunu belirten ve AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş söz aldı. TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu'yu eleştiren Elitaş, Genç'i hakaretinden dolayı uyarması gerektiğini söyledi. Elitaş, “Konuşmacı çok çirkin bir şekilde yaptığı konuşmayla hepimizi rencide edip üzmüştür. Kişi ben temizim demekle, ben şöyle dürüstüm demekle, namusluyum demekle namuslu olması mümkün değildir. Çamur ne kadar çamurluğunu bilirse ancak o kadar güzel olur. Lağım çukuru ben temizim dediği sürece temiz olması mümkün değildir. ' dedi. Ardından sataşma olduğu gerekçesiyle Genç söz alarak kürsüye çıktı. Genç, “Şurada bütün memlekete yapılanları herkes görüyor. Ben hakaret etmedim meclis başkanına 'Ey Cemil Çiçek soruşturma komisyonunu kurulmasını sağla' dedim. Soruşturma komisyonunu kurdunuz niçin gizliyorsunuz. Demek ki alnınız temiz değil. Arkanızda hesabınızı veremeyeceğin kadar ağır lekeler hırsızlıklar var. Sizin amacınız cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi bu konuyu gündeme getirmemek' dedi. Genç, 'Siz bu kadar yolsuzluk yapıyorsunuz, kendi soruşturma önergelerinizde ortada. Musul'da elçilik mensuplarımız içeride. Biz bunları söylemeyelim mi. Sizin başbakanınız Tayip Erdoğan çıkıyor her gün yüzlerce yalan söylüyor. Biz artık utanıyoruz. Bunun yalanlarını dinlemeye. Hırsıza hırsız, talan edene talancı, yalancıya yalancı demeyelim mi. Nasıl ifade edelim. Ben köyden gelmiş adamım. Hırsıza ancak hırsız dersem ancak ifademi sağlamış olurum. Yalancıya yalancı demekle ifademi sağlayabilirim' dedi. Genç, konuştuğu sırada bazı AK Partili milletvekillerinin arkasını döndüğü görüldü. Genç'in konuşmasının ardından AK Partili milletvekilleri Genç'e tepki gösterdi. Bunun üzerine AK Parti ve CHP'li milletvekilleri arasında sözlü tartışma yaşandı. Tartışma, araya giren diğer milletvekilleri tarafından önlendi. Fırat KESKİNKILIÇ/ANKARA,(DHA)