Görüş Bildir
İsmail Cem'i Kaybedeli 7 Yıl Oldu
İsmail Cem, Türkiye'nin bir dönemine damga vuran siyasetçilerden... Sıcak çatışmanın eşiğine gelinen Yunanistan ile yumuşama dönemini başlatan, Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerinin düzeltilmesinin temellerini atan Dışişleri Bakanı... Türkiye'nin en fırtınalı günlerinde uzun süre dış politikanın kaptanlığını yapan İsmail Cem, 7 yıl önce bugün hayata gözlerini yumdu. Gazeteci kökenli olan, çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğü yapan İsmail Cem'in Türkiye kamuoyunda isminin daha çok anılmaya başlaması, TRT Genel Müdürlüğü'ne atanmasıyla gerçekleşti. 14 Şubat 1974’te TRT'ye Genel Müdür olarak atanan Cem, kurumda yaptığı yenilikler ile dikkat çekti. En çok tartışıldığı konu yaptığı atamalar oldu. Özellikle muhalefet partilerinin tepkisini çekti. Cem, tepkilerle mücadele ederken hükümet değişti. Ve İsmail Cem'in bir yılı biraz aşan TRT Genel Müdürlüğü görevi 16 Mayıs 1975'te sona erdi. TRT'de Cem’in genel müdürlüğü sırasında haftada 20 saat olan televizyon yayını 50 saate yükseldi. İzleyici sayısı da 10 milyondan 20 milyona ulaştı. TÜRKİYE'DE 'YENİ SOL' SÖYLEMİNİN ÖNCÜSÜ Cem'in aktif siyasete başladığı dönem, tüm dünyada da sosyal demokrasinin yeniden tarif edildiği dönem oldu. Siyaset hayatına SHP'de başlayan İsmail Cem, 1987 ve 1991 seçimlerinde SHP'nin İstanbul Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. Türkiye'de Deniz Baykal'la birlikte 'yeni sol' söyleminin öncüleri arasında yer alan Cem, 'Anadolu solu' kavramının teorisyeni olarak anıldı. Cem, 12 Eylül darbesiyle kapatılan CHP'nin, 1992 yılında yeniden açılmasında da önemli rol oynadı. DEMİREL'E KARŞI CUMHURBAŞKANI ADAYI Turgut Özal'ın beklenmedik ölümünün ardından TBMM'de yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde Süleyman Demirel'in karşısına CHP'nin 'Cumhurbaşkanı adayı' olarak çıkanlar arasında da İsmail Cem vardı. Nisan 1993'teki seçimlerde diğer adaylar ise Kamran İnan ve Lütfi Doğan oldu. İLK BAKANLIK GÖREVİ: KÜLTÜR BAKANLIĞI İsmail Cem, Tansu Çiller'in Başbakan olduğu koalisyon hükümetinde Kültür Bakanlığı görevini üstlendi. Kültür Bakanlığı sonrasında beklenmedik bir kararla CHP'den ayrılıp DSP'ye geçen Cem, DSP döneminde dış politikayla daha yakından ilgilenmeye başladı. Bu dönemde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde Sosyalist Grubu Başkanvekilliği’ne seçildi. Cem, AKPM ve BAB Asamblesi Türk Parlamenter Grubu Başkanlığı’nı da yürüttü. VE DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI... İsmail Cem, 30 Haziran 1997 yılında, 57. hükümetin Dışişleri Bakanlığı görevine getirildi. Cem'in yaklaşık beş yıl süren Dışişleri Bakanlığı dönemi, Türkiye ile Yunanistan'ın sıcak çatışmanın eşiğine geldiği, Kardak krizinin hemen sonrasına rastlayan bu dönemdi. Bakanlığının önceliğini 'komşularla iyi ilişkiler' olarak belirleyen Cem, özellikle dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu’yla kurduğu samimi diyalogla Türk-Yunan yakınlaşmasında etkin rol oynadı, iki komşu ülkeyi birbirine yakınlaştırdı. 'YILIN DEVLET ADAMI...' İsmail Cem'in dışişleri bakanlığı döneminde başta Yunanistan, Türkiye'nin tüm komşuları ile başlattığı 'iyi ilişkiler' politikası sonuç da verdi. Cem ve Papandreu, 2000 yılında dünyada 'yılın devlet adamı' ödülüne layık görüldüler. AB'YE 'ADAY ÜLKE' OLDUK... Cem dönemi, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki yakınlaşmada da kilit dönemlerden biri olarak tarihe geçti. Türkiye, İsmail Cem'in Dışişleri Bakanlığı'nda resmen 'AB'ye aday ülke' konumuna erişti. YTP DÖNEMİ... Cem'in 1997'de başladığı Dışişleri Bakanlığı, 56. ve 57. hükümetler döneminde de sürdü. Cem, 11 Temmuz 2002'de hem bakanlık görevinden, hem de partisi DSP'den ayrıldı. Yeni Türkiye Partisi'nin kurucuları arasında yer alan Cem, partinin genel başkanlığını da üstlendi. YTP, Deniz Baykal'ın çağrısıyla 2004 yılının ekim ayında resmen CHP'ye katılma kararı aldı. Bu da, İsmail Cem'in de yeniden CHP'ye dönüşü anlamına geliyordu. Cem, CHP’nin 24 Ocak 2005’te yapılan 13. olağanüstü kurultayında Parti Meclisi üyeliğine seçildi. Bu görevi dışında Bilim ve Kültür Platformu Başkanı ve genel başkan başdanışmanı olarak görev yaptı. İsmail Cem, uzun süren bir kanser tedavisinin ardından 15 Aralık 2006 tarihinde akciğer enfeksiyonu teşhisiyle İstanbul Cerrahi Hastanesi’ne yatırıldı,24 Ocak 2007'de vefat etti. Türkiye’de basın ve siyaset alanındaki başarıları kadar örnek kişiliğiyle de takdir toplayan İsmail Cem, İngilizce ve Fransızca biliyordu. Hürriyet
11 Bin Yıldır 'Yaşayan' Kanser Hücresi
İngiliz araştırmacılar 11 bin yıldır 'hayatta olan' bir kanser türü keşfetti. Dünyanın bilinen en eski yaşayan kanser türünün o dönemde bir köpekte ortaya çıktığı ve çiftleşmeyle diğer hayvanlara geçtiği belirtiliyor. Wellcome Trust Sanger Enstitüsü'ndeki uzmanlar, bu kanser türünün DNA'sını çözdü. Kanserin ilk görüldüğü köpek, Sibirya kurdu olarak bilinen 'haski' türüne benzeyen, orta büyüklükte, boz kahverengi ya da siyah kısa tüyleri olan bir hayvandı. Dr. Elizabeth Murchison, 'Bu köpekten kanserin neden yayıldığını bilmiyoruz. Ama geriye bakıp, yaydığı kanser hücrelerinde genleri hâlâ yaşayan bu köpeğin kimliğini tanımlayabilmek heyecan verici.' dedi. Bilim insanları, hayvanlarda görülen ve cinsel ilişki yoluyla geçen iki nadir kanser türünden biri üzerinde çalıştı. Söz konusu kanser türü hayvanların cinsel organlarında tümör oluşumuna neden oluyor. Uzmanlar gen haritasını çıkardıkları ve 'moloküler saat' işlevi gören bir tür mutasyonu inceleyerek kanserin kaynağının 11 bin yıl öncesine gittiğini tespit etti. Milyonlarca genetik mutasyona uğramasına rağmen kanser türünün hayatta kaldığı belirtiliyor.
Katil Yosun, Kanserin de 'Katili'
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü ile DEÜ Fen Fakültesi'nin birlikte gerçekleştirdiği çalışmada, 'katil yosunun' kanserli hücreleri yok ettiği tespit edildi.DEÜ Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yasemin Baskın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çevresel faktörlerin, kirliliğin ve daha birçok sebebin kansere neden olabildiğini, son yıllarda bu hastalıkla mücadele konusunda çeşitli bilimsel çalışmaların yapıldığını anlattı.'Kanser ilaçları ve diğer ilaçların da bir kısmı aslında doğada olan ham maddeler. Ancak bunun doğadan bulunup işlenip ne işe yaradığının bulunması bizi bekliyor. Türkiye, bitki ve hayvan kaynakları açısından çok zengin ve kendine özgü türlerin bulunduğu bir ülke' diyen Baskın, Onkoloji Enstitüsü Laboratuvarlarında çeşitli araştırmalar yaptıklarını dile getirdi.Türkiye'nin bitkisel ham maddeler açısından zengin bir ülke olduğuna işaret eden Baskın, şöyle konuştu:'Bu etkin maddeleri, doğadan bilimsel koşullarda ham madde haline getirdikten sonra bu laboratuvarımızda normal ve kanser hücreleri üzerine nasıl etki gösterdiklerini kanıtlamaya çalışıyoruz. Kullanılan bu malzemelerden ilaç adayı olan bir molekül bulabilirsek bununla ilgili ilaç geliştirme çalışmalarında başlatmak istiyoruz. Bu laboratuvarda etkin madde çalışmalarını sürdürdüğümüz ve birlikte çalıştığımız grup var. Bunlar ham maddeyi elde eden grup. Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Fakültesi'nden Levent Çavaş hocamızın ekibi. Daha önce o ekiple bizim sahillerimizde bolca bulunan katil yosun adını verdiğimiz bir deniz canlısından birtakım etkin maddeler elde ettiler. Biz onların hücre düzeyinde nelere yol açtığını bulduk. O ekip Avrupa Birliği proje içerisinde bunu ilaç olarak ya da sanayide etkin bir madde olarak kullanabilir miyizi soruyorlar. Umutluyuz bundan. Gelişmelerden. Laboratuvarlarımızda yaptığımız araştırmada bu yosunun kanserli hücreleri öldürdüğünü tespit ettik. Ama bunun kanser ilacına dönüşme süreci çok farklı aşama ve uzun bir yol .O aşamada da sanayi işbirliğine, büyük bütçeli laboratuvar ve çalışmalara ihtiyacımız var. 'Deniz hıyarı da araştırılıyorBaskın, yeni başlattıkları bir projede de diğer bir deniz canlısı olan deniz hıyarlarının kanser üzerindeki etkilerini araştıracaklarını ifade etti.
Gece Vardiyası Sağlığın Düşmanı
Uzmanlar gece vardiyasının vücudu bir nevi kaosa sürüklediğini belirterek uzun dönemde sağlık sorunlarına yol açabileceği konusunda uyarıyor. Gece vardiyası yüksek oranda ikinci tip diyabet, kalp krizi ve kanser riskini de arttırıyor. İngiltere’nin Surrey kentindeki Uyku Araştırma Merkezi gece vardiyasının insan vücudunda moleküler düzeyde değişikliğe sebep olduğunu ortaya çıkardı. Uzmanlar gece uyanık kalmak yüzünden meydana gelen hasarın oranı, hızı ve şiddetinin büyük bir sürpriz olduğunu söylüyorlar. İnsan vücudunun kendi doğal bir ritmi var. Bir diğer deyişle vücut saati gece uyumak gündüz de etkin olmak için ayarlı. Fakat gece uyanık kalmak vücuttaki denge üzerinde derin etkiler yaratıyor. Uykusuzluk hormonları, vücut sıcaklığını, atletik yetenekleri, ruh hali ve beyin fonksiyonlarını değiştiriyor. Uyku Araştırma Merkezi’nin yaptığı çalışma Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlandı. 22 kişi üzerinde yapılan çalışma gece vardiyasının vücudun normal fonksiyonlarında değişikliğe sebep olduğunu ortaya koydu. Kan testlerine göre genlerin yüzde 6’sı günün belli zamanlarında daha etkin ya da daha pasif olarak ayarlanmış durumda. Uyku düzensizliği yüzünden ritmik genlerin yüzde 97’si uyumlu çalışma özelliğini yitiriyor. Çalışmaya katılan araştırmacılardan Dr. Simon Archer bu verinin jet lag (uzun uçak yolculukları sonrası yaşanan sersemlik) olan ya da düzensiz bir vardiyada çalışan insanların kendilerini neden kötü hissettiğini açıkladığını söylüyor. Diğer bir araştırmacı Prof. Derk Jan Dijk ise vücuttaki her dokunun günlük bir ritmi olduğunu anımsatıyor. Dijk gece vardiyaları yüzünden bu ritmin kaybolduğunu söylüyor. Dijk,“ Kalp böbreklerden, böbrekler de beyinden farklı bir uyumla çalışmaya başlıyor” diyor. Dijk bu durumu 'saatlerin şaşırması' olarak tanımlıyor ve bunu şöyle açıklıyor: “Bu tıpkı bir evde yaşamak gibi. Evin tüm odasında bir saat var. Ve bu odadaki saatler bozulmuş durumda. Bu, tabii evde bir kaosa neden oluyor” Araştırma gece vardiyasındaki işçilerde diyabet, obezite riskinin arttığını gösteriyor. Ayrıca kalp krizi de gece vardiyasında çalışan kişilerde yaygın bir sorun. Uzmanlar genlerin ritminde meydana gelen değişikliklerin uzun dönemde sağlık problemlerine neden olabileceği konusunda uyarıyor.BBC Türkçe
Köpek Sahibi Olmak İçin Çok Geçerli 20 Sebep
Londra Goldsmith Üniversitesi'in araştırmalarına göre köpeklerin çoğu ağlayan ve üzüntü içinde olan insanlara, mutluluk yaşaya insanlara göre daha çok yanaşıyor. Bu araştırma sonucunda köpeklerin insanlarla empati kurup onları mutlu etmeye çalışmaya çok hevesli oldukları ortaya çıkıyor.
'Yasa Çıkarsa Ne Yapacağımı Görürsünüz'
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, konuk Cumhurbaşkanı Giorgi Margvelashvili’yi Çankaya Köşkü’nde kabul etti. İkili, görüşmelerin ardından ortak basın toplantısı düzenledi. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Abdullah Gül, HSYK düzenlemesiyle ilgili soruya şu cevabı verdi: Yasanın nasıl çıkacağına bakmak lazım. Genel Kurul'da değişiklik olabilir. Yasa çıkınca ne yapacağımı görürsünüz. Fatih Hilmioğlu Gül, 5 yıldır tutuklu olan ve kanser tedavisi gören eski İnönü Üniversitesi rektörü profesör Fatih Hilmioğlu'nun durumu ile ilgili soruya ise 'İşleri yaşta ve ayrıca bir de rahatsız olan bazı gerek mahkum gerekse yargılananlar var. Bunlara hep insani olarak bakıyorum. Bunlardan birisi de sayın eski rektördür. Bu tip dosyaların bir an önce önüme gelmesi gerekiyor' açıklamasını yaptı. Kaynak: Cumhuriyet
Reklam
Feminizm Tam Bir Salaklık
Eski Rus 'kızıl ajan' Anna Chapman: Cahiller milliyetçi olur.Gerçek vatansever ülkesini en çok seven değil, hayatta her şeyi gören, gördüğü güzellikleri de ülkesine getirendirT242010'da casus olduğu saptanınca FBI tarafından tutuklanan eski Rus 'kızıl ajan' Anna Chapman , 'Feminizm tam bir salaklık. Çıkış noktaları yanlış. Bir kadın, hakkı için savaşıyorsa, baştan erkekle eşit olmadığını söylüyordur. Tüm insanlar ayrıdır. Tanıdığım her erkekle bu konuda tartışırım. Kadınların daha iyi olduğunu düşünmüyorum sadece kadın-erkek herkesin eşit olduğunu savunuyorum' dedi.Hürriyet’ten Aslı Barış ’a konuşan Anna Chapman, tutuklanmasını, moda görüşünü, feminizmi ve Kremlin ile olan yakınlığını anlattı. Bir dönem Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile aşk yaşadığı iddia edilen Chapman ‘Kapitalizmden nefret etmiyorum. Benim ülkemde de kapitalizmin muhtelif öğeleri var’ diye devam ediyor.Aslı Barış'ın Chapman ile yaptığı röportajın bir kısmı şöyle:Türkiye’de son dönemdeki durumu takip ediyor musunuz? Örneğin Gezi Parkı olayları hakkında ne düşünüyorsunuz?Tabii ki fikrim var ama uzak durmaya çalışıyorum politik meselelerden. Çünkü bir kez politikaya kafa yormaya başlarsam, şiddetle bu işin içine çekiliyorum. Elimde değil, bir kere bilgi toplamaya başladım mı, hemen işe bulaşıyorum. Bilgi konusunda kendime belli limitler koyuyorum, politikadan uzak durmaya, başka işler yapmaya çalışıyorum.Kendinizi uzak tuttuğunuzu söylüyorsunuz ama Putin’le, Kremlin’le olan yakın ilişkiniz biliniyor…Rusya’ya geri döndüğümde medya yüzünden inanılmaz derecede popüler oldum. Bunu da milliyetçi hisleri körüklemek için kullandılar. “İşte ülkesi için iyi bir şeyler yapan genç bir kız” diyerek örnek gösterdiler. Son 20 yılda iyi bir ekonominiz yoksa, kuvvetli bir ideolojik düşünce oturtamamışsanız, bir şeyleri değiştiren bir kahraman aramaya başlarsınız. Ben de bu gücü kullanarak gençlere önderlik etmeye, örnek teşkil etmeye çalıştım. Çünkü bende örnek alınması gereken çok önemli değerler var. Kendim için bir şey istemiyorum, tamamen toplumumuz için çalışıyorum. Mesela Rusya’ya döndükten bir ay sonra gençlik için bir vakıf kurdum.Ne konularda çalışıyor vakfınız?Mikrobiyoloji ve genetik alanında genç bilimadamlarına kaynak yaratan bir fon oluşturdum. Ülkemizde bilim yeteri kadar desteklenmiyor. Halbuki altyapımız ve geçmişimiz çok kuvvetli: Uzaya gittik, bilişim sektöründe oldukça önemli gelişmeler kat ettik. Şimdi ise durum pek parlak değil. Oluşturduğum fon özellikle kanser tedavisi alanında çalışanlara kaynak sağlıyor. Bu çalışmalar çok önemli. İnsan ömrü bu sayede en az 40 yıl uzayacak. Zaten ülkemizde kanser tedavisinde çok önemli yollar kat edildi. AIDS’in tedavisi de bulundu gibi, herhalde önümüzdeki sene açıklanır.Tutuklandıktan ve Rusya’ya iade edildikten sonra uluslararası anlamda büyük şöhret kazandınız. Neler değişti hayatınızda?Ünlü değilseniz, bir konuda değişim yapmak istediğinizde imkânlar çok kısıtlı oluyor. Ancak tanınıyorsanız, bir yerde çıkıp fikrinizi söylüyorsunuz, insanlar fark ediyor. Şöhreti kendi hakkında konuşmak için kullananları inanılmaz salak buluyorum. Kafam farklı çalışıyor. Başarının formülünü çözdüm. Beni dünyanın en başarılı insanı yapacak değerlere sahibim. Nedir bunlar derseniz, ilki aktif olmak. İkincisi pozitif enerji. Bunları hepimiz biliyoruz ama üçüncü özellik çok önemli. Bunu hapisteyken öğrendim. Başkalarına bir değer katmak için çalışmanız lazım. Kafanızda bir fikriniz varsa, diğer insanlara da aşılamanız, çalıştığınız örgütlere de yaymanız gerekiyor. Önemli olan toplum, birey değil. Toplum halinde hareket edersek, daha başarılı oluruz.Hapis günlerinden bahsedelim. Ne düşündünüz ilk tutuklandığınız zaman?İlk tutuklandığım zaman, “Beni oldukça uzun bir süre burada tutacaklar” diye düşünmüştüm. Dışarı çıkabileceğim konusunda hiç umudum yoktu. Ama bu hayatımın bittiği anlamına da gelmiyordu. Daha ilk günden düzenli spor yapmaya başladım. İkinci gün orada eğitimin konusunda nasıl ilerleyebileceğim konusunda araştırma yaptım. İçeriden de diploma alabilmek mümkünmüş, 'Anlaşılan önümüzdeki 5 yıl buradayım, iyisi mi hukuk diplomamı alayım” diye düşündüm. Zaten istiyordum bunu. Yani hep pozitif kaldım.Playboy ve Maxim gibi dergilerdeki karelerinizden sonra seks sembolü olarak anılmaya başladınız. Koleksiyondaki parçalar da bu imajınızı destekleyecek şekilde mi? En çok hangi parçaları beğeniyorsunuz tasarımlar arasında?Açıkçası modadan, giysilerden hiç anlamam ve hayattaki en fuzuli şey gibi gelir. Yemek yapmayı da bilmem. Bu ikisi dışında geri kalan her şeyi yapabiliyorum. Mesela iyi ekip kurmasını ve yönetmesini bilirim. Onun için iyi bir tasarım ve üretim ekibi kurdum. Çıkış noktam da şu: Akıllı kadınların kendi zekâlarını yansıtacak kıyafetlere ihtiyacı var. Bir kadın seks sembolü ya da potansiyel anne olarak görünmemeli. Dünyayı değiştirecek bir kadın olarak görünmeli. Dünya sorunlarıyla ilgilenen, kitap okuyan kadınların giyebileceği bir koleksiyon hazırladım. Mesela kitap şeklinde çantalar var. Desenlerde ülkemizin destanlarında yer alan figürler kullanıyoruz. Sadece Batı'nın bize empoze ettiği değerleri kabul etmemeliyiz. Bizim derdimiz gücümüz para değil, kendi değerlerimiz, kendi kahramanlarımız var.Batı değerlerine karşı bir düşmanlık mı var?Kapitalizmden nefret etmiyorum. Benim ülkemde de kapitalizmin muhtelif öğeleri var. Ama kendi değerlerimize daha fazla sarılmalıyız. Bunlar güç verir insana.Kendinizi milliyetçi olarak tanımlar mısınız?Nefret ederim milliyetçilikten de, milliyetçilerden de. Cahiller milliyetçi olur. Hayatlarında yurtdışına çıkmazlar, dünyada olup bitenden haberleri olmaz, sonra “Ülkemi çok seviyorum” derler. Tamamen eğitimsizlikten kaynaklanıyor. Benim için gerçek vatansever ülkesini en çok seven değil, hayatta her şeyi gören, gördüğü güzellikleri de ülkesine getirendir. Stephen Covey’nin ‘Kazan-kazan’ ilkesinde olduğu gibi, başka ülkeye gidip, insanlarla konuşup onların iyi özelliklerini alır, kendi ülkenize taşırsınız, ona bir artı değer katarsanız, onu güçlendirirsiniz…Bilgilerini aktardığınız ülkenin ne gibi bir kazancı var burada? Pek ‘Kazan-kazan’ durumu gibi gelmedi bana…Önemli olan sinerji yaratmak. Yaratmış olduğum koleksiyondan örnek vereyim. En iyi tasarım ekibini ülkemden topladım. İş imkânı yaratmak için. Ama baktım en iyi kumaşlar Türkiye’de üretiliyor, en iyi malzemeler burada, her şeyi İstanbul’dan aldım. “Ayy, Türklerde ne kadar iyi kumaşlar var, lanet olsun” demedim. Nefret etmedim, saygı duydum, iş yaptım. Bana hocalarım 20 yıldır böyle öğrettilerSizi acımasızca eleştiren Punk grubu ‘Pussy Riot’ ve ‘FEMEN’ hareketine gelelim…Feminizm tam bir salaklık. Çıkış noktaları yanlış. Bir kadın, hakkı için savaşıyorsa, baştan erkekle eşit olmadığını söylüyordur. Tüm insanlar ayrıdır. Tanıdığım her erkekle bu konuda tartışırım. Kadınların daha iyi olduğunu düşünmüyorum sadece kadın-erkek herkesin eşit olduğunu savunuyorum.Seksapele önem vermediğinizi söylüyorsunuz ama sizin de bir hayli seksi pozlarınız var. Biraz çelişkili bir durum değil mi?Hayır, seksapel daha ziyade içgüdüsel bir şey. Eğer (mankenlik gibi) bir işi profesyonel olarak yapmıyorsanız, içgüdülerinize sarılarak kendinize göre yorumlarsınız. Yine başarılı olursunuz o alanda. Ben her zaman içgüdülerime güvenirim.Size şu an saldırsam, beni etkisiz hale getirmeniz ne kadar zamanınızı alır? İsteseniz ağzımı yüzümü kırabilir misiniz?Kendimi savunma konusunda her zaman çok sakin davranırım. Ama tabii ki etkisiz hale getirebilirim karşımdakini. Yine de buna ihtiyaç duymadan halletmeye çalışıyorum meseleleri.
Bitlisin Deyip Taburcu Ettiler
Konya'da bitlenen 6 yaşındaki kız ve annesinin hastanede saçlarının kazıtıldığı ve ertesi gün taburcu edildikleri iddia edildi. Hastane idarecileri ise iddianın doğru olmadığını açıkladı. Alınan bilgiye göre, 1 yıl önce markete giderken bir otomobilin çarptığı 6 yaşındaki H.K.'nin bacağı kırıldı. O dönem hastaneye götürülen küçük kızın bacağı alçıya alınıp, ameliyat geçirdi. Aradan 1 yıl geçmesine rağmen küçük kızın bacağı iyileşmedi. Bunun üzerine 6 çocuk annesi Dilek Uzunpostalcı, kızını 2 farklı hastaneye götürdü ancak maddi durumu elvermediği için tedavisini yaptıramadı. Daha sonra ilk ameliyatı olduğu Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi'ne götürülen küçük kızın hastaneye yatışı yapılarak tedavisine başlandı. Tedavinin 14'üncü gününde anne Dilek ile kızında bit olduğu belirlendi. Özel bir odaya alınan anne, kızıyla birlikte dezenfekte edilmeyi kabul etti ancak hastanedeki görevliler saçlarının kesilmesi gerektiğini söyledi. Anne, kızının sağlığı ve tedavisinin sürmesi için saçlarının kesilmesini kabul etti. İddiaya göre, hastanede saçları kesilen anne ve kızı 1 gün sonra taburcu edildi. Tedavi tamamlanmadan taburcu edildiklerini iddia eden anne Uzunpostalcı, saçlarının kazıtılmasından dolayı kızının psikolojisinin bozulduğunu ve o günden bu yana kendisinden başka kimseyle konuşmadığını dile getirdi. Annesine sarılarak ağlayan H.K. çok üzüldüğünü, bu nedenle aynı doktorlara gitmek istemediğini söyledi. 'SAÇIMIZI KESİP ÇIKIŞ VERDİLER' Yaşadıklarını anlatan anne Dilek Uzunpostalcı, '1 yıl önce ablasıyla, ağabeyi markete gitmişti kızımda arkalarından gitmiş ve kaza olmuş hastaneye kaldırmışlar. Bacağı alçıya alındı, diğer tedavilerini biz yapamayız deyip gönderdiler. Bende özel bir hastaneye götürdüm ama paramız yetmedi, bunun üzerine Meram Tıp Fakültesi'ne götürdük. 14-15 gün orada yattık, tedavi oldu iyileşti dediler, eve getirdik. Bir iki defa bacağında iltihaplanma oldu. En son yılbaşı günü muayene ettirdik hastaneye yatacak denildi. 14 gün yattı, 2 sefer ameliyata girdi, bir şey yoktu. 15 gün daha tedavi göreceği söylendi, kızımın başında bit çıkınca saçınızı kestireceğiz dediler. Yeter ki, çocuğum iyileşsin kestirin dedim. Benim saçımı da kestiler. Ertesi gün de çıkış dediler. Doktorla da görüştürmediler' iddiasında bulundu. HAYATI DRAMLA DOLU 18 yaşında evlendiğini ve 3 aylık evliyken kocasının kendisine bıçakla saldırdığını anlatan Dilek Uzunpostalcı, ikinci eşinden 6 çocuk sahibi olduktan sonra şiddet gördüğü için ayrılmak zorunda kaldığını dile getirdi. Uzunpostalcı, 'İlk kocamdan 38 bıçak darbesi yedim. Yara izleri hala duruyor. 3 ay evli kaldım. O zaman amcam geldi beni kurtardı. Daha yaralarım iyileşmeden tedavi görürken mahkemeye çıktık. Mahkemede serbest kalan kocam babamı da bıçakladı. Ondan sonra boşandım. Sonra teyzemin kocası eniştemin yeğeniyle evlendim. O sırada bıçaklanan babam kanser oldu ve öldü. İkinci eşimin 14 sene kahrını çektim, 6 çocuğum oldu. Yeter ki, annemin evine varmayayım dedim ama eve içki ve erkek getirmeye başladı. Ev kirası, elektrik, su parası ödemedi, birçok kez dışarıda kaldım, kağıt topladım. Çocuklarımında manevi desteğiyle ikinci eşimden boşandım' dedi. 'İDDİA YALAN, GEREKLİ TEDAVİ YAPILDI' Annenin iddialarıyla ilgili İHA muhabirine telefonda açıklamada bulunan Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Hamdi Arbağ, gerekli tedavinin ardından hastanın tabur edildiğini söyledi. Başhekim Arbağ, “Çocuk 5 kişilik odada yatarak tedavi görürken diğer hastaların şikayeti üzerine cildiye kontrolü yapılarak bitlendiği belirlenmiş. Bitlendiği belirlenen hasta çocuk, annesi ve kardeşinin tedavileri yapılmış. Hasta ve annesi tek odalı yere alınmış. Hastane berberi tarafından da saçları kesilmiş. Bitlendiler diye taburcu edilmeleri söz konusu değil. 14 günlük bir tedavi yapılarak taburcu işlemi gerçekleşmiş” dedi.Hastanın yakalandığı kemik iltihabı tedavisinin zor olduğunu, belki ömür boyu sürebileceğini kaydeden Arbağ, “Hastanın hastalığıyla ilgili bütün müdahaleler yapıldı, hiçbir eksiği bulunmuyor” diye konuştu.Milliyet
Reklam
Google Diyabet Hastalarını Sevindirecek
Google, diyabet hastalarının glikoz seviyelerini gözyaşlarından analiz edebileceği akıllı kontakt lensini tanıttı. Google, diyabet hastaları için akıllı bir kontakt lens yaptı. Lens, şeker hastalarının glikoz seviyesini göz yaşından analiz edebiliyor. Google’ın bu sayede, şeker hastalarına iğne ve kan olmadan kendi durumlarını gözlemlemenin kolay ve acısız bir yolunu sunmayı hedefliyor. Dünyada her 19 kişiden biri şeker hastası. Şeker hastaları için erken uyarı aracı yapılabilir mi diye incelemeler yapan Google, “Glikoz düzeylerinin belirli eşiklerin üstü veya altından geçtiğini göstermek için yanabilir...
Ağlayan Çocuğa Susması İçin Cep Telefonu Vermeyin
EMEL TEMİZAY - İSTANBUL HABERLER AİLE-SAĞLIKEbeveynler, ağladığı zaman oyalansın diye çocuklarının ellerine cep telefonu verir. Oysa cep telefonları, her yöne yaydığı mikrodalgalarla kemik ve yumuşak dokudan birkaç santimetre ilerliyor ve bu enerji beyin ve sinir dokusunda emiliyor. Maruz kalınan radyasyon, çocuklarda beyin kanseri riskini 3-4 kat artırıyor.Hayatın vazgeçilmez unsuru haline gelen akıllı telefonlar her ne kadar rutin işleri hızlandırsa da sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Özellikle çocuklar üzerinde olumsuz etki bırakan telefonlar yaydığı mikrodalgalarla çocukların beyin ve sinir dokusunda bile hasara yol açabiliyor. Memorial Etiler Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uzm. Dr. Gökhan Mamur, “Uzun süreli telefon konuşmaları yani altı dakika ve üzerindeki konuşmalar kulak ve beyin dokusunun ısısını artırıp baş ağrılarına neden olur.” diyor. Cep telefonlarının özellikle bebek ve çocuklardan uzak tutulması gerektiğine dikkat çeken Mamur, “Aileler çocuklarının telefonu çok sevdiğini söyleyebiliyor. Ama ebeveynlerin kararlılığı birçok konuda olduğu gibi bu konuda da esastır. Çocuk, görmediği şeyi isteyemez.” ifadelerini kullanıyor.Teknolojinin olumlu yanları olduğu kadar olumsuz yanları olduğunu söyleyen Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Ceyhun Caferov ise çocuk ve gençlerin internet, bilgisayar ve televizyon karşısında uzun zaman geçirmelerinin sosyal, duygusal ve fiziksel açıdan problemler oluşturduğunu belirtiyor. Ayrıca Caferov, 0-3 yaş arasındaki çocukların aşırı telefon, TV ve bilgisayara maruz kalmasıyla otizm gibi hastalıkların gelişip çocuğun sosyal ve dil gelişimini önemli ölçüde engelleyebileceğini söylüyor. Radyasyonun özellikle hızlı büyüyen hücrelere etki göstererek kanser riskini artırdığını belirten Caferov, şu uyarılarda bulunuyor: “Özellikle gelişimin hızlı olduğu ilk 2 yaşta çocuklar, mümkün olduğu kadar teknolojik aletlerden uzak tutulmalı. Çocuklar özellikle büyüme, gelişme açısından hızlı hücre çoğalımına sahipler ve radyasyon açısından en yüksek riske sahip grupta bulunuyor. Radyasyon, çocuklarda beyin gelişimini engelliyor ve beyin kanseri riskini 3-4 kat artırıyor. Çocuklarda radyasyona maruz kalma, öğrenme, dikkat, hafıza vs. gibi beyin işlemlerinde olumsuz etkiye yol açıyor. Özellikle cep telefonu, yüksek elektromanyetik radyasyon yaydığı için tehlike açısından ilk sırada bulunuyor. Radyasyona maruz kalma kemik iliği kanseri (lösemi) riskini artırıyor.”
Hayatınızın Değerini Bilin: Kanser Hastası Annenin Oğluna Bıraktığı Eşsiz Miras
Phil ve Rowena çiftinin çocuklarının (Freddie) doğumundan kısa bir süre sonra, Rowena'nın karnında ağrılar başladı. Önce doktorlar bunun doğuma bağlı olduğunu düşünerek, ağrı kesicilerle ağrıları geçiştirdiler. 6 ay sonra ağrılar dayanılmaz bir boyut aldığında, Rowena detaylı bir check-up yaptırdı. Check-up sonucu çift şok ediciydi, çünkü Rowena bağırsak kanseriydi.  Ve hikaye burada başladı...
Reklam
Google'dan Akıllı Kontakt Lens
Google Glass'ın kontakt lens şekline bürünmüş versiyonu değil; ama bu yönde atışmış iyi bir adım. Şirketin Ar-Ge bölümü olarak adlandırabileceğimiz Google X Lab. kendi blogunda bu lensin diyabet hastalarının glukoz seviyesini ölçmek için kullanılabildiğini duyurdu.Haberin devamı için ...
Fatih Hilmioğlu İçin Gözler AYM'de
Ergenekon davasında 16 Nisan 2009'dan bu yana tutuklu olan, kanser teşhisi konularak 'cezaevinde kalması halinde kesin ölür' raporu bulunan eski Rektör Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu'nun ağabeyi Hayati Hilmioğlu, kardeşinin sağlık koşulları nedeniyle tahliye edilmesi ve uzun tutukluluk süresinin ihlal edildiğine karar verilmesi için Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapacak. Hilmioğlu, 'Tahliye talep ettik. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, iş artık bizden çıktı, tahliye veremeyiz dedi. Ben de şimdi soruyorum, CHP'li Mustafa Balbay'ı, KCK'lıları nasıl tahliye ettiniz?' diye konuştu. Türker KARAPINAR Ankara | Milliyet
'KCK'lılar da Yeniden Yargılanmalı'
Adil yargılanıp beraat etmek istiyoruz diyen Balyoz ve Ergenekon davalarındayargılanan eski Genelkurmay Başkanı, emekli Orgeneral İlker Başbuğ: İçimizden birileri olmasa kumpas kurulamazdıBalyoz ve Ergenekon davalarında yargılanan en üst düzeyisim eski Genelkurmay Başkanı,emekli Orgeneral İlker Başbuğ.Silivri F Tipi Cezaevi’nde kaldığıiki yılda üçüncü kitabını bitirdi.İlk iki kitap Ataürk’ün hayatıylailgiliydi. Üçüncü kitabıise Silivri yargılamaları üzerine:“Suçlamalara Karşı Gerçekler” Cumhurbaşkanı, başbakan, başbakan yardımcıları ve AKP sözcüleri -Ergenekon ve Balyoz sanıklarının diğerleri için olmasa bile- Başbuğ’un içeride olmasından rahatsızlıklarını defalarca dile getirdiler. Ancak tutuksuz yargılanmasını sağlayacak bir yasal düzenlemeyi bir türlü hayata geçirmediler. Şimdi ise “paralel devlet”, “çete”, “milli orduya kumpas” sözleri sonrasında ortaya çıkan “yeniden yargılama” tartışması gündemde. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun girişimine dün sivillerin nasıl baktığını yazmıştık. Silivri’de görüştüğümüz Başbuğ da askerlerin bakışını anlattı: Sadece olağanüstü tedbirle çözülür “Sayın Metin Feyzioğlu’nun çalışmalarını takip ediyoruz. Bize göre gerçekçi. Çünkü görüyorsunuz yargı alanında olağanüstü bir dönemden geçiyor Türkiye. Olağanüstü şartları olağan tedbirlerle aşmak zor. Ancak olağanüstü tedbirlerle aşabilirsiniz. Meclis Başkanımız Cemil Çiçek bile ‘Yargı bağımsızlığı öldü’dedikten sonra yargıyı, kaosu aşmak için olağanüstü tedbirler lazım. Madem herkes ÖYM’ler kalksın diyor, madem çoğunluk terör mahkemeleri kalksın diyor, uzun tutukluluktan rahatsız oluyor, o zaman yeniden yargılama yapılsın. Biz bu öneriyi çözüm olarak görüyor, koşulsuz destek veriyoruz.” Başsavcı lehimize devreye girsin “Yeniden yargılamayı gerektiren o kadar çok delil var ki ortada. Yapılabilecek iki yöntem var. Ya Meclis yasa çıkaracak yeniden yargılama yapılacak ya da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı sanıklar lehine Dava Daireleri Genel Kurulu’na götürebilir. Yeniden yargılamaya karşı olanlar varsao zaman ikinci yol işlesin. Onun önünde yasal engel yok ki. Yeter ki artık herkesin kabul ettiği bu adaletsizliği giderelim.” 'KCK'liler de Yeniden Yargılanmalı' Balyoz ve Ergenekon davaları üzerinden yürüyen “yeniden yargılama” konusunun KCK yargılamalarını da kapsayıp kapsamaması konusunda ise şöyle düşünüyor: “Eğer yeniden yargılama olacaksa ‘Bana olsun, ona olmasın’ diyemeyiz. ÖYM’ler kalktığında bu antidemokratik mahkemelerin elindeki tüm dosyalar genel yargıya gitmelidir.” Özellikle Balyoz davasında birçok gözaltı ve tutuklama kararları Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı yaptığı 2008- 2010 döneminde gerçekleştirildi. O dönemki çıkışları nedeniyle oldukça eleştirilen Başbuğ, şu anda Orgeneral Necdet Özel komutasındaki Genelkurmay karagâhının son girişimlerini, yaptığı suç duyurusunu nasıl değerlendiriyor? Önce samimi bir sitem ederek başladı yanıt vermeye: “Bu süreçte biz bu olayın mağdurları olarak biraz yalnız bırakıldık. TSK’de bir silah arkadaşlığı vardır. Bu arkadaşlık üniforma giyince başlar, ölünce biter. Rütbe farkı yoktur. Önemli olan iyi günde ve zor günde birbirine destek vermektir. Bu aslında ‘vefa’ duygusudur. Burada olanlardan çoğu en az 30 yıl hizmet etmiş isimler. Benim hizmetim neredeyse 50 yıl. Bizler, silah arkadaşlığının gerektirdiği vefa davranışını muvazzaf ve emekli silah arkadaşlarımızdan göremedik maalesef. Moral destektir o. Kurumsal olarak onu verecek olan da Genelkurmay Başkanlığı’dır, Genelkurmay Başkanıdır.” Gazeteci dayanışmasını kıskandık “Diğer kurumlara bakın. Medya mesela. Kendi içinden mağdur edilenlere muazzzam sahip çıktı. Çok takdir ediyorum. Gıpta ediyorum, hatta kıskanıyorum. Avukalar keza öyle. Barolar ortalığı ayağa kaldırıyor meslektaşları için. Ancak askerlere gelince çıt yok. Belki bunda bizim de zamanında hatalarımız olmuş olabilir diye düşünmeden edemiyorum. Yakın bir zamanda emekli Subaylar Derneği yeni yönetimi (emekli General Erdoğan Karakuş başkanlığında)... Arzu ettiğimiz bir şeydi. Bize moral verdi.” Koca karargah gitti, insan konuşmaz mı? “Eğer iddianame çıktıktan sonra bir suç görmüyorsanız o zaman kanaatinizi de söyleyebilirsiniz. O dönem söylenecek söz yargıyı etkileme gibi yorumlanamaz. Ben mesela Saldıray Berk’le ilgili iddianameyi okudum. Toplam yarım sayfaydı. Yaptığı bir şey yoktu. Arkasından da çıktım ‘Kefilim’ dedim. Amirallere suikast iddianamesini okudum. Savcı bile bu iddiayı suçlamalar arasında saymamıştı. Çıkıp ‘Ortada suç yok’ dedim. Ama internet andıcında koskoca bir Genelkurmay karargâhı içeri alındık. Terör örgütü diye suçlanarak alındık. Bunun doğrusunu en iyi kim bilebilir? Genelkurmay karargâhı bilir. En azından insan çıkıp konuşmaz mı? Genelkurmay adına kimse gelmedi bize. Gelen arkadaşlyar, emekli olduktan sonra geldiler ancak.” Suç duyurusu: Geç de olsa olumlu Başbuğ, TSK üst yönetimine karşı burukluğunu paylaştıktan sonra geçen günlerde yapılan resmi açıklama ve yapılan suç duyurusuna da değindi: “Ortada yüzlerce askeri ilgilendiren ciddi bir mağduriyet var mı? Var. O zaman geçmişe takılıp kalmak yerine, bu mağduriyetin nasıl giderileceğine yoğunlaşmak lazım. Şu mağduriyetlerin ortadan kaldırılmasına katkısı olacaksa, geç kalınmış bile olsa olumlu bir merhaledir yapılan açıklama ve suç duyuruları.” İstanbul'a göndermek doğru mu? “Tabii Genelkurmay’ın yaptığı suç duyurusunun Ankara’dan İstanbul’a gönderilmesi ne kadar doğrudur onun da tartışılması lazım. Bir kumpas kurulduysa zaten bu İstanbul’da o mahkemelerde kurulmadı mı? O zaman neden oraya gönderiliyor anlamış değiliz.” ‘Yolsuzluk dosyalarıyla takas düşüncemiz yok' Yeniden yargılama tartışmasının, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu gölgelediği iddialarına Balyoz ve Ergenekon sanığı askerler nasıl bakıyor? İşte Başbuğ’un yaklaşımı: “Burada kimsenin yeniden yargılama olsun, ama karşılığında yolsuzluk örtülsün gibi bir ‘takas’ düşüncesi yok. Bir tarafta yolsuzluk iddiaları var. Bir tarafta ‘paralel devlet’, ‘çete’ vesaire. İkisinin de üzerinde durulması lazım. ‘Kumpas sözü niye şimdi çıktı?’ deniyor. Bunu tartışmanın anlamı yok. Aslında daha önce defalarca söylenen bir şey. Bu kumpas sonucu hâlâ yaşanan çok büyük mağduriyetler var. Tutukluluğu dört yılı geçen yüzlerce insan var. Önemli olan bu mağduriyetlerin bir an önce giderilmesi.” ‘Af değil, Beraat istiyoruz’ “Burada kimse af istemiyor. Ben beraat istiyorum. Adil yapılacak yargılama sonucu beraat istiyorum. Bireysel olarak benim zaten Yüce Divan’da yargılanmam lazım. Ama bunun ötesinde çok ciddi mağduriyetler var. Yapılacak bir düzenlemeyle yeniden tutuksuz yargılama yolu açılmalıdır. Bunu yapacak olan Meclis’tir. Orada dört siyasi parti var. Hepsi de uzun tutukluluğa karşı mı? Karşı. O zaman CMUK’ta tutuklamalarla ilgili düzenlemeyi yapabilirler. Adil bir yargılama süreç alacakıtr. Kamuoyu da uzun tutukluluğa karşıysa yeni bir düzenleme yapılmalıdır.” Hastalar ve genç subaylara üzülüyoruz “Kendimizden çok burada hastalar var, onlara üzülüyoruz. Özelikle Prof. Fatih Hilmioğlu’nun derhal çıkarılması lazım. Sonra silah arkadaşımız emekli Korgeneral Doğan Temel var. Sağlam girdi, kanser oldu. Bir de tabii Balyoz’da Yargıtay’ın mahkûmiyet kararlarını onadığı genç subaylar var. Onlar emeklilik haklarını kazanamadılar. Aileleri perişan. Onlara çok üzülüyoruz.” ‘Gerçek, TÜBİTAK raporuyla çıkacak Söz “kumpas”tan açılınca, Başbuğ’un bu konuda daha fazla söyleyecek sözü vardı: “Yargısıyla kolluk kuvvetiyle birlikte kuruldu. Bu kumpas yargı eliyle, kolluk kuvveti eliyle kuruldu. Bir de tabii içimizden birileri var. O olmadan zaten olamazdı.” Danıştay saldırısı Ergenekon ile nasıl birleşti? İlk defa Başbakan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan tarafından dile getirilen “Orduya kurulan kumpas” konusunu aydınlatmak isteyenler için Başbuğ, Ergenekon ve Balyoz dava süreçleriyle ilgili 4 önemli olaya işaret etti: “Kumpas nedir diyenler yüzlerce delilin yanı sıra şu konulara özel dikkat göstermeli: 1. Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet’i bombalama davalarının Ergenekon ile birleştirilmesi. Bunun mutlaka çözülmesi lazım. 2. Erzurum ve Kayseri’de, her ikisinin de ucu cemaate giden davalar, kumpasın TSK’ye bulaştırılması açısından önemliydi. 3. Levent Göktaş’ta çıktığı ileri sürülen 51 No’lu CD olayı var, Adli Emanet’te kırılınca polis çıkıp ‘Yedeğini almıştık!’ diyor. Yedekleme 31 Aralık 2008’de yapılmış. Ama CD’nin bulunma tarihi 7 Ocak 2009. Nasıl oluyor bu? İşte kumpas budur.. Gölcük'teki CD'yi tabii ki asker koydu “4. Gölcük’te donanma komutanlığında bulunan 5 No’lu CD’yi çok önemsiyorum. Ve suçluyorum da. Onu oraya kim koydu? Tabii ki asker koydu. İşte o bulunsa Ergenekon ve Balyoz olayı çözülür, kumpas ortaya çıkardı. Cumhuriyet’te geçen hafta yazıldı. O odanın sorumlusu subay tutuksuz yargılanırken kaçmış. O CD’nin nasıl konduğu önemli, çünkü Yargıtay’ın onama kararında çok etkili oldu. Herkes Balyoz’a ‘yok’ diyor. Ama mahkeme de ‘Bak Gölcük’te senin kontrolündeki bölgede buldum’ diyor. Donanma Komutanlığı bilirkişi raporunda o CD ile ilgili iddialar dikkate alınmadı.” Gerçekler raporla çıkacak “Ergenekon ve Balyoz’da 5 No’lu CD için talebi kabul etmedi. Ama Poyrazköy davasına bakan mahkeme bunu TÜBİTAK’a ve hakikati ortaya koyarsa kumpas işte o zaman ortaya çıkacak” Üniter laik devlet istediğimiz için buradayım Sohbetimiz sırasında, “Size göre neden iki yıldır Silivri’desiniz” sorusunu yönelttiğimde, “Bunun yanıtını son kitabımda (Suçlamalara Karşı Gerçekler) bulabilirsiniz” dedikten sonra şöyle devam etti: “Elimde somut delil olmadan kimseyi itham edemem. Ama ben kendi söylediklerimi biliyorum. Ulus devlet, üniter devlet ve laik devleti savunduğumuz için buradayız. Bir de tabii bu davaların yargı süreçlerinde TSK’ye ve onun mensuplarına yönelik haksız suçlamalara tavır aldığımız için olsa gerek.” Kırılma noktası Dağlıca saldırısı Ergenekon ve Balyoz davalarının başından beri akıllardan geçen bir senaryo var. AKP hükümetinin terör ve Kürt sorununu çözmek için PKK ile müzakere ederken askerlerin güçsüz olmasını istediği ve bunu bu davalar eliyle gerçekleştirdiği şeklinde. Başbuğ’a, “Çözüm süreci nedeniyle içeride tutulduğunuzu düşünüyor musunuz” sorusunu yönelttiğimde yanıtı kısa ve net oldu: “Biraz olaylar öyle gösteriyor...” Arkasından notlarına bakarak ekledi: “Cengiz Çandar kitabında Öcalan’ın ‘İktidarlar benimle masaya oturamaz, asker engeller’ dediğini yazar. Dağlıca saldırısı TSK’ye yapılan psikolojik harekâtta bir kırılmadır. İtibarsızlaştırma ve Terörle mücadelede başarılı değil algısının oluşturulması o olayla başladı. Bu algı, siyasi makamları teröre son vermek için başka yollar aramaya yöneltti.” Hedef silah bıraktırma olmalı Hükümetin “çözüm süreci” adı altında Kürt sorununun çözümü amacıyla PKK’nin İmralı ve Kandil kanatlarıyla yürütmekte olduğu süreci de sorduk Başbuğ’a. “Siyasi otorite silahlı terörü sonlandırmak için ‘görüşme’ yolunu tercih edebilir. Karar da, sorumluluk da ona aittir. Ama bu yapılırken, üç önemli noktaya dikkat edilmesi lazım: 1- Eğer görüşme olacaksa bunun koşulsuz olması lazım. 2- Kesinlikle nihai amaç terör örgütünün silahlarını bırakması olmalı. 3- Süreç gizli yürütülmeli.” Utku Çakırözer / Cumhuriyet
Reklam
"Hey Savcı ve Hakim Kardeşim..."
Sağlık Bakanı'ndan yargıdaki tartışmalara ilişkin açıklama Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, yargıdaki tartışmalara değinerek, 'Benim ağzımda çürük diş olabilir, dolgu olması gerekebilir. Hey savcı ve hakim kardeşim, diş hekimi arkadaşım, senin görevin bu dolguyu iyi yapmak çekmek. Ama beynime balyoz gibi vurarak beni öldürmeye hakkın yok. Sağlımı, istikrarımı bozmaya hakkın yok' dedi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, eşi Faize Müezzinoğlu ile birlikte Tekirdağ'ın Çorlu İlçesi'ne geldi. Bakan Müezzinoğlu'nu AK Parti Tekirdağ Milletvekili ve Çorlu Belediye Başkan Adayı Özlem Yemişçi, Kaymakam Hulusi Doğan, Çorlu Belediye Başkanı CHP'li Ünal Baysan karşıladı. Ziyaretlerine Çorlu Göçmenler Derneği'nden başlayan Müezzinoğlu, ardından Müstakil İşadamları ve Sanayiciler Derneği (MÜSİAD) Şubesi'ne geçti. Burada Türkiye'nin artık kendi ilacını üretecek seviyeye geldiğini kaydeden Müezzinoğlu şunları söyledi: 'Türkiye artık kendi ilacını üretmeli, kendi patentini üretmeli, kendi kanserle buluşunu dünyaya sunmalı. Kendi tıbbi teknolojisini üretebilen tıbbı teknolojide söz sahibi olan hem kendi ihtiyaçlarını karşılayan hem de bölgedeki ilaçlara pazar oluşturan dolayısıyla cani açığı değil, cari açığına katkı sağlayan bir ülke olmalıdır. Bundan rahatsız olanlar var. 2023 vizyonunda rahatsız olan, yurt dışındakileri anlıyorum da yurt içinde çanak tutanları anlamakta ve bunların bir kısmı kendisine 'halkçı', halktan yana ;diyor veya milliyetten yana 'milliyetçi' diyor. Lafla milliyetçilik olmaz. Gezi olaylarında polis müdahale ediyor, 'Polise aşırı yetki verildi. Bu ülkede demokrasi zedelendi' diyerek Merkel'e mektup yazan Kılıçdaroğlu'na şimdi diyorum; 10 gündür Hamburg'da Kültür Merkezine karşı halkın direnişi var. Polis yetkileri artırdı mı? Burası olağanüstü bölgede değil mi? ;Hadi bakalım yaz mektubu. Hadi görelim Merkel'e şikayet ediyordun. Aynı fotoğrafı izleyin bizim medya vermiyor. Almanya'da demokrasi, ;hukuk mu elden gitti? Diktatörlük mü oldu? ;Merkel'e 'Diktatör' diyebiliyor musun? ;Ama Türkiye'de dert demokrasi derdi değil.' 'HAKİMLER, SAVCILAR GÜVEBİLİR OLMALI' Yargıdaki ve HSYK konusundaki tartışmalara da değinen Müezzinoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: 'Hakimlerin, savcılarımızın güvenilir olmasını isteyen biziz. HSYK'da bu anlamda en çok biz rahatsız olduğumuz için herkesin 'Hayır' dediğini, CHP, MHP, birçok sivil toplum kuruluşunun 'Hayır' dediği referandumu Anayasa değişikliğini biz yaptık. Niye? Milletin ümüğü sıkılmasın diye. Milletin kaderi ile birileri oynamasın diye. Bu ülke daha çok hukukun daha çok demokrasinin, daha çok ekonominin hesap edilebilir bir ekonomik gelişmenin istikrarın olması için. Ama birileri fırsatçılık yaparak ben yine burayı 'İstediğim gibi şekillendiririm, yine ben buradan birçok hesabı millet adına yaparım' diyor. Arkadaşlar öyle bir savcı ki, TOKİ'yi de o biliyor, bankacılığı da o biliyor bütün uzmanlık alanları onda. İş adamlarımızın her şeyini o biliyor ve bir tek torbada bu ailenin kaderiyle oynuyorlar. Benim ağzımda çürük diş olabilir, dolgu olması gerekebilir. Hey savcı ve hakim kardeşim, diş hekimi arkadaşım, senin görevin bu dolguyu iyi yapmak çekmek. Ama beynime balyoz gibi vurarak beni öldürmeye hakkın yok. Benim sağlımı, istikrarımı bozmaya hakkın yok. Çünkü sana bu hakkı kimse vermedi, veremez.' KANDİL SİMİDİ DAĞITTI Omurtak Caddesi'ndeki esnafa kandil simidi dağıtan Bakan Müezzinoğlu, herkesin kandilini kutladı. Çorlu Devlet Hastanesi ve hastanede tedavi gören hastaları da ziyaret ederek sohbet etti. Bu sırada eşi Faize Müezzinoğlu da Çorlu Belediye Başkan adayı Özlem Yemişçi ile birlikte Hürriyet Mahallesi'nde ;oturan kanser hastası 35 yaşındaki iki çocuk annesi Binnur Dönmez'in evine giderek ziyaret etti. Habertürk
İş Yerinde Stresle Başa Çıkmak İçin 20 Öneri
Stres hayatımızın her anında var ama en yoğun olduğu yer “iş hayatı” mız gibi görünüyor. Çalışma hayatının yoğunluğu, yarışmacılığa, statü korkusuna, başarıya, ekonomik kazanç ve dikey yükselmeye bağlı yapılanması stresi işle “ eş anlamlı ” hale getiriyor. Çoğu çalışanın çektiği uykusuzluk, çarpıntılar, gastrit, reflü, kolit gibi sorunlar, kas ağrıları ve daha birçok sağlık problemi stresle doğrudan ilişkili. İşte bu nedenle işyerinde stresle başa çıkmanın yol haritasını bilmek, hatta bilmekle de yetinmeyip zaman zaman hatırlamak gerekiyor. 1- Akşam yorgunluklarını engelleyin Yağsız et, balık ya da tavuktan oluşan yüksek proteinli bir öğle yemeği yiyin. Gün sonunda rahatlamak için karbonhidrat bakımından zengin bir akşam yemeğini tercih edin. 2- İş yükünüzü azaltın Yapmanız gereken işler arasında bir seçim yapın ve size hangisi daha fazla zevk veriyorsa onu yapın. 3- “Hayır” demeyi öğrenin Aşırı stres altında olan insanlar genellikle kendilerini ifade edemezler ve her şeyi yutarak, “Bunu yapmak istemiyorum” veya “Yardıma ihtiyacım var” demek yerine bütün işleri kendi başlarına halletmeye çalışırlar! Böylece kaldırabileceklerinden çok daha fazlasını yüklenirler. 4- İyi uyuyun Uykunun sizi dinlendirdiğinden ve beyninizi boşalttığından emin olun. 5- Öfkenizi dizginlemeyi öğrenin Spor yaparak, duygularınızı dışa vurarak gerginliğinizi azaltın. 6- Kaslarınızı gevşetin Gün sonunda vücut derecesinden 1-2 derece yüksek olan küvette 15 dakika yatın. 7- Elinize sıkabileceğiniz bir şeyler alın İşyerinizdeki masanızda bir el egzersiz aleti ya da tenis topu bulundurun ve gergin olduğunuzda bunu sıkın. 8- Başkalarına yardımcı olun Bu başarı duygusunu ve kendine saygıyı aşılar. Ayrıca başkalarının dertlerini görünce kendi sorunlarınızın ne kadar önemsiz olduğunu anlayabilirsiniz. 9- Dik oturun Bu nefes almanızı kolaylaştırır. 10- Nefesinizi tutun, doğru nefes almayı öğrenin Bu teknik 30 saniyede rahatlamanıza yardımcı olabilir. Derin bir nefes alın ve içinizde tutun. Ellerinizi parmak uçlarınızı birleştirerek itin. 5 saniye bekleyin ve ellerinizi gevşetirken nefesinizi yavaşça bırakın. Rahatlayana kadar bu hareketi 5-6 kez tekrarlayın. 11- Espri gücünüzü kullanın Araştırmalar güldüğünüzde stresle savaşan beyin kimyasallarının salgılandığını göstermiştir. 12- 10 dakikalık bir tatil yapın Sadece gözlerinizi kapatın, derin bir nefes alın ve kendinizi deniz kenarında düşleyin. Güneşin sıcaklığını hissedin. Dalgaları dinleyin. Havadaki deniz kokusunu içinize çekin. Kendinizle stres arasına biraz mesafe koyun. Günde birkaç dakika süreli bir “tatil araları” size çok yardımcı olabilir. 13- Koklayın Masanızda bir elma veya limon bulundurmak sinirlerinizi yatıştırabilir. 14- Sesinizi alçaltın Eğer çok gürültülü bir ortamda yaşıyor veya çalışıyorsanız kulak tıkacı kullanmayı deneyin. Aldığınız tıkaçların, sesi en az 20 desibel azalttığından emin olun. 15- Programınızı gevşetin Yapacağınız hemen hemen bütün işlerin sizin öngördüğünüzden daha uzun süre alabileceğinin farkına varın. Bir işi bitirmek için kendinize yeterli zamanı vererek anksiyetenizi azaltabilirsiniz. 16- Liste yapın Stresi yenmek için önceliklerimizi belirlemeyi öğrenmemiz gerekiyor. Her günün başlangıcında tanımlamanız gereken en önemli işinizi seçin ve onu bitirin. 17- Strateji geliştirin Bazı kişiler sizi gereksiz yere strese sokuyorsa, kim olurlarsa olsunlar, bir an durup kendinizi onların yerine koyun. 18- Boş zamanlar üretin Mutluluk için yeterince bol boş zamana sahip olmak şarttır. Boş zamanları yeterince kuvvetli bir stres giderici olarak kullanabilirsiniz. 19- Esnek olun Kolay öfkelenmeyin. Kabul edebileceğiniz esneklik sınırlarını olabildiğince geniş tutun. 20- Ayağınızı yorganınıza göre uzatın Alabama Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada karşılayamayacakları kadar yüksek düzeyde bir yaşam standardında yaşamaya çalışan ailelerde sağlık problemleri gelişme olasılığının yüksek olduğu bulunmuştur.
Reklam
Faydalı Besinler ve Organlarımıza Benzerlikleri
Hangi yiyecek hangi organ veya uzuv için faydalı ? Bu yiyecekleri faydalı oldukları organlara veya uzuvlara benzerlikleri yönünden oluşturulmuş resimler ile hafızanıza yerleştirip bir yerlerde gördüğünüzde hatırlama şansınızı artırın. Bulunması imkansız olmayan günlük kullanımınında sıkıntı olmayacak besinlerin faydalı olduğu organlar…
Ellerinizdeki Yaşlanma Ruh Halinizi Ele Verebilir!
Son zamanlarda tek rahat ettiğiniz alan evinizse, eviniz dışındaki hayatı kontrol edemediğinizi hissettikçe geriliyorsanız, üstelik evde aile bireylerinin dokunduğu eşyalara dokunurken bile sürekli temiz mi endişesi yaşıyorsanız dikkat edin; takıntılı olmaya başlamış olabilirsiniz…Halk arasında takıntı hastalığı olarak bilinen Obsesif Kompulsif Bozukluğu Hisar Intercontinental Hospital Psikiyatri Bölümü Uzmanı Dr. Bilal Ersoy’la konuştuk... Obsesif Kompulsif Bozukluğun takıntılı düşünce ve bunları bertaraf etmeye yönelik takıntılı davranışların anksiyetenin şekil değiştirmiş biçimleri olarak karşımıza çıktığını dile getiren Uzm. Dr. Ersoy; ‘Kişi bu ısrarlı düşünceleri kendi zihninin ürünü olarak görür, ancak bu düşüncelerin mistik, davranışların törensel bir tarafı vardır. Nadiren farkındalık yoktur, çoğu hasta takıntılı düşüncelerini ve davranışlarını “abartılı” veya “saçma” bulur.’ diye konuştu.Gereğinden Fazla Temizlik Yapıyorsanız Dikkat Edin!Takıntılar çok farklı biçimlerde ayrı ayrı veya bir arada bulunabilir. En sık görülen saplantılar bulaşma-kirlilik takıntılarıdır. Eşyaların, ortamın veya insanların kirli olduğu, temasa geçildiğinde bu kir veya mikrobun kendisine ve yakınlarına bulaşabileceği endişesi yaşanır. Bulaşma-kirlilik takıntısında eller anahtar bir rol oynar. Çünkü dış dünyaya ve diğer insanlara en çok ellerimizle temas ederiz. Öte yandan ellerimiz, sürekli gözümüzün önündedir. Bu tür takıntıları olanlar için ellerin hijyeni, tırnakların uzunluğu, başkalarının ellerini ne kadar temiz tuttukları çok önemlidir. Bulaşma ve kirlilik saplantısı olanlar, bunaltı yaratan düşünceleri yatıştırmak için zorunlu bir biçimde temizlik yapar, yıkanır veya bu durumlardan kaçındığını düşünerek umuma açık yerlerde ortak kullanılan eşyalara dokunmaz. Kapılar, koltuklar, kalemler, para, kısaca birçok elin değdiği şeylere dokunmaktan kaçınırlar. Mecburen dokunduklarında, ellerini kolonyalı mendille veya yıkayarak temizlemek isterler. Evin dışındaki hayat, kontrol edilemediğinden tekinsizdir, kendilerini en çok evde rahat hissederler. Hem evi hem de aile bireylerini kendi temizlik şartlarına uydurmaya çalışırlar. Bazıları için temizlik takıntısı dayanılmaz hale gelmiştir. Dışarıdan eve gelen herkesin derhal banyoya gidip kıyafetlerini çamaşır makinesine atmasını ister. Evdeki en küçük dağınıklığa veya kırıntıya tahammülleri yoktur. Sıkça temizlik yaparak kendilerini yorarlar. Sıvı sabun, çamaşır, bulaşık deterjanı gibi “hijyenik” maddeler normalin üzerinde kullanılır. Kıyafetler ve çarşaflar sıkça yıkanır. Sürekli su ve kimyasallarla temasta olduklarından ellerde egzama, çatlama, yıpranma, buruşma gözlenebilir. Kısaca bu hastalığa sahip olanların elleri çabuk yaşlanır. Saplantılar şiddetliyse bazen kişi temizlik dışında başka bir şey yapamayacak hale gelir.Tedbirli misiniz? Kontrol delisi mi?Kuşku-emin olamama diğer sık görülen obsesyonlardandır. Bunun yarattığı sıkıntıyı yatıştırmak için kapı kilidi, ocak, pencereler defalarca kontrol edilir. Kimi hastalar yaşam alanlarındaki her şeyin simetrik olması veya belirledikleri bir düzen içinde kalması için uğraşır. Bazen istifleme olarak adlandırılan biriktirme davranışı aşırıya kaçabilir.Herkesin Saplantısı Vardır; Önemli Olan Bunlara Saplanıp Kalmamaktır!Çoğumuzun zihninde, sıklığı ve şiddeti değişen irili ufaklı saplantılar bulunur. Ancak obsesif-kompülsif bozukluğu olanlar bu takıntılarla boğuşur ve yorulurlar. Takıntılarını fazla takarlar. Hastalık ilerlediğinde başka şeylere zaman ayıramadan gün boyu bu düşünce ve davranışlarla uğraşırlar. Çoğu zaman yapılan bir işin şekli, işlevinin önüne geçer. Örneğin kirlilik takıntıları olan biri için elini belli bir sayıda sabunlamak elini temizlemenin önüne geçer. Veya kıldığı namazın şeklen uygun olmadığını düşünen biri için şekil, ibadetin önüne geçer. Bazı takıntılar o kadar farklı ve mahrem olabilir ki kişi bunları anlatmaktan utanabilir veya çekinebilir. Böyle takıntılar nedeniyle kendilerini ahlaki olarak yargılayıp suçlayabilirler. Bazen bu takıntılar hastaları, diğer sorumluluklarına zaman ayıramayacak biçimde yavaşlatır (obsesif yavaşlık). Hasta iş yerinde veya evde çevresi tarafından eleştirilebilir. Hastalar fark etmeden, takıntılarını diğer kişilere de bulaştırma eğilimindedir. Bu yakın ilişkilerde sorunlara neden olur. Obsesif-kompulsif Bozukluğa, depresyon, tik bozuklukları, yeme bozukluğu, kleptomani, hipokondriyazis (Hastalık hastası) eşlik edebilir. Diğer psikiyatrik durumların birçoğunda olduğu gibi, Obsesif-Kompulsif Bozukluğu olanlar yakınları tarafından eleştirilir ve kınanırlar. Takıntıları kendilerinin yarattığı ve iradeyle bunların üstesinden gelinebileceği kanısı yaygındır.Obsesif Bir Kişiliğiniz Var mı?Obsesif kişilikler (hastalık boyutunda olmadığında) genellikle mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, düzenli, tutumlu ve inatçıdırlar. Prensiplerinden ödün vermezler. Ciddi ve olgun görünürler. Onurlu ve gururludurlar, yaptıkları iş nedeniyle laf işitmek istemezler. Hata yapmaktan korkarlar, eleştiri yapmayı severler. Bu özellikler hem meslek seçiminde hem de kariyerlerinde önemli rol oynar. Ancak hastalık ağırsa sosyal ve mesleki işlevselliği bozar, o zaman tedavi gerektirir. Tedavisi sabır ve zaman isteyen ruhsal bir hastalıktır. İyileşme yavaş olur. Tedavide hedef takıntıların tamamen değil yeterince geçmesi olarak belirlenmelidir. İlaç tedavisine ek olarak bilişsel davranışçı terapi yöntemleri uzun süreli iyileşme için vazgeçilmezdir.
Cildiniz İçin En İyi 25 Şey
Cildinizi bir tabloyu saklar gibi muhafaza etmek kolay bir iş değil. Kırışıklıklar, güneşin zararlı ışınları, kuruluk, tahriş ve istenmeyen tüylere karşı sürekli savaşmalısınız. İyi haber hayat boyunca 1000 kere yeni cilt katmanı üretiyor olmanız. Böylece cildinizin pürüzsüz ve parlak olabilmesi için elinize birçok şans geçmiş oluyor. Size yardımcı olmak için yapılan son araştırmaları inceledik, birçok dermatoloji uzmanı ile görüştük. Sonuç olarak ortaya 25 mükemmel ipucu çıktı:mahmure.com
Kadınları Daha Çok Etkiliyor
Prof. Dr. Celal Karlıkaya: 'Kadınlar tütünün sağlık zararlarına karşı daha hassastırlar.'' Hakan Şahin - Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Celal Karlıkaya, ''Ülkemizde her 5 kadından birisi sigara içiyor'' dedi. Karlıkaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, özellikle büyük şehirlerde sigara tüketiminin hızla artığını belirtti. Türkiye'de sigara içen kadın sayısının her geçen gün arttığını ifade eden Karlıkaya, ''Sigara şirketlerinin hedeflerinde kadınlarımız ve çocuklarımız vardır. Ülkemizde çok uluslu sigara şirketlerince son 20 yılda yapılan yoğun kampanyalar, özellikle büyük şehirlerde yaşayan kadınlar arasında sigara tüketimini hızla artırmıştır. Ülkemizde her 5 kadından birisi sigara içiyor. Tütün şirketleri bağımlılık yaptığını ve öldürdüğünü bildikleri bir ürünü bilerek ve isteyerek, sinsice pazarlamakta'' dedi. Karlıkaya, Dünya Sağlık Örgütünün kadın ve genç kızlardaki sigara salgınının kontrolü için acil önlem alması yönünde ülkeleri uyardığını bildirdi. Kadınların tütünün zararlarına karşı daha hassas olduğunu anlatan Karlıkaya, şunları kaydetti: ''Kadınlar sigara içtiklerinde sadece erkeklerdeki kanser, kalp ve akciğer hastalıkları gibi hastalıklara değil aynı zamanda kadına özel sağlık sorunlarına maruz kalırlar. Birçok gebelik problemi yanında, erken doğum, düşük doğum ağırlığı, çocukta davranış bozuklukları, alerjik hastalıklar ve kanser riski gibi. Hangi anne bunları ister? Ayrıca kadınlar tütünün sağlık zararlarına karşı daha hassastırlar.'' Karlıkaya, dumansız hava sahasının kadınlar için de gerekli olduğunu, bu konuda halkı bilinçlendirme çalışmaları yapan kişi ve kurumları takdirle karşıladıklarını sözlerine ekledi.
Reklam