Görüş Bildir
Uzayda Yaşam Mümkün Olacak mı?
Zirvede bilim, teknoloji ve sağlık alanındaki ilginç gelişmeler ele alınacak. Tartışılacak konular arasında insanların günün birinde Dünya dışında kurabileceği uzay kolonileri de bulunuyor.Gezegenimizin nüfusu hızla artarken yaşayacak alan ve kaynaklar için rekabet sorunu bazı insanları Dünya’nın ötesine bakmaya yöneltti. SpaceX adlı uzay turizmi şirketinin girişimcisi Elon Musk, “Herhangi bir felaket halinde insanlığın varlığını korumak için birçok gezegende yaşam olanağının araştırılması gerektiğine” inanıyor.Bu vizyon size inandırıcı gelmese de insanın keşfedilmemiş olanı keşfetme içgüdüsünü görmezlikten gelmek zor. İşte bu güdü, insanları gezegenimizin güvenli sınırlarının ötesine bakmaya yöneltiyor. Aslında bunu başarmak düşündüğümüzden daha kolay olabilir. Eski astronot Jeffrey Hoffman’a göre Güneş Sistemi’nde yakın birkaç yere gidebilme hayali kurmamızı sağlayacak teknolojiye sahibiz. “Ay az ötemizde, Mars ise hiç de uzak değil. Bu yolculukların yapılmasını sağlayacak bazı adımların birkaç yıla kadar atıldığını görmek mümkün,” diyor Hoffman.Bu konuda ilk fikri 1920’lerde Avustruya-Macaristanlı ilk roket tasarımcısı Herman Potoçnik ortaya attı. Potoçnik’in hayal ettiği şey, UFO benzeri dairemsi bir uzay aracıydı. Bu araç yapay yerçekimi yaratmak için dönüyor, enerji ihtiyacı içinse güneş ışınlarını odaklayacak içbükey bir ayna kullanıyordu. Bu fikir ne kadar inanılmaz gelse de yıllarca etkisini yitirmedi. 1970’lerde Princeton Üniversitesi fizikçisi Gerard O’Neill ile daha sonra dünyanın en eski uzay topluluğu olan İngiltere Gezegenlerarası Dernek (British Interplanetary Society) bu fikre sahip çıktı. Uçan uzay kolonileri fikrini bir kenara itmeden önce şunu belirtmekte yarar var: BIS, insanoğlu Ay’a ayak basmadan 30 yıl öncesinde bu yolculuğu öngörmüştü.Diğer uzmanlar ise uzay araçlarıyla uzay boşluğunda koloniler kurmak yerine, bir gezegende ya da Ay’da insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli unsurları içeren yapay bir “biyosfer” yaratarak yaşam alanı oluşturma fikrini daha akla yatkın buluyor. Bu konuda ilgi odağı Mars oldu ve 2025’e kadar orada yeni bir medeniyet yaratılmasını hedefleyenler var. Hollandalıların 2012’de başlattığı Mars One projesine 200 bin başvuru yapıldı. Bunlar arasından seçilen 40 kişiye eğitim verilerek realite şov programlarına hazırlanıyor ve bu şekilde projeye gelir sağlanmaya çalışılıyor. Elbette bu projeye karşı çıkanlar da var; fakat uzayda koloni kurulması fikrine yönelik ilgiyi göstermesi bakımından önemli.Dev bir Mars Koloni Taşıtı ile Kızıl Gezegen’e insan taşımanın SpaceX yöneticisi Musk’ın da hedefleri arasında olduğu söyleniyor. Musk bunun sadece bir başlangıç olacağına, “Mars’ta koloni kurulduktan sonra bunun tüm Güneş Sistemi’ne de yayılabileceğine” inanıyor. Musk, hızlı uzay araçlarının yapılması halinde Jüpiter’in aylarında, hatta göktaşlarında bile koloni kurulabileceğini ifade ediyor.Uluslararası Uzay İstasyonu’nda yaşam, uzay kolonilerinde karşılaşılacak sorunlara dair fikir veriyor. İstasyondaki altı kişiye su taşıma gideri yılda 2 milyar doları buluyor. Gıda ve oksijen tedariki masrafları da cabası. Bu nedenle, uzay kolonisinin kendi kendine yeterli hale getirilmesi adıl ideal olanı.Bir de insan vücudunun maruz kalacağı sorunlar var: Yerçekimi azlığı kemik ve kaslarda zayıflığa ve kafada basınç birikimine neden oluyor; bu ise geçici ve kalıcı göz sorunlarına yol açıyor. Uzaydaki radyasyon katarakta yol açabileceği gibi kanser riskini de arttırıyor. Öte yandan uyku sorunları ve yalnızlık ruh sağlığını olumsuz etkiliyor. Uzay kolonilerinde bu tür sorunların çözülmüş olması gerekiyor.Kapalı bir mekânda sosyal ilişkilerin nasıl etkileneceği sorunu da var elbette. Moskova’da Mars500 projesi kapsamında yapılan deneylerde altı kişi 520 gün süreyle 80 metrekarelik bir alanda yaşamak zorunda bırakıldığında birçoğunda uyku, algı ve depresyon sorunlarının ortaya çıktığı gözlendi.İzole olmuş insanların nasıl yönetileceğine, bu yeni toplumlarda çatışmaların nasıl önleneceğine dair siyasi sorunlar da cevap bekliyor. Bazı bilim insanları ve felsefeciler gelecekte ortaya çıkması muhtemel bu medeniyetler için bir “haklar bildirgesi” hazırlamaya girişti bile.İnsanların uzayda üreme yeteneğine sahip olacağını varsayarsak, ki astronotların karşılaştığı sorunları düşündüğümüzde bunun kesinliği söz konusu değil, bu izole kolonilerin kendine özgü kültürleri olacaktır. Bunlar belki kendi dillerini geliştirecek, hatta yeni fiziksel özelliklere bile sahip olabilecekler.Portland Üniversitesi’nden Cameron Smith’e göre, 2000 kişilik bir uzay kolonisi 300 yıl içinde bizden farklı bir görünüme sahip olacak, farklı davranış biçimleri geliştirecektir; farklı saç yapısı, farklı bir deri, düşük yerçekimine uygun ve manevra yeteneği daha yüksek bir vücut şekli vb. gibi.Hatta Smith, bu yeni kolonilerin genetik mühendislik yoluyla yeni organlar bile tasarlayabileceklerine inanıyor; örneğin kozmik ışınlardan korunmak amaçlı organlar, ya da karbondioksitten oksijen sağlamayı kolaylaştırıcı solungaçlar gibi. Böylece Marslılar yapay biyosferden çıkıp yeni evlerine tam olarak yerleşmiş olacaklar.BBC 
Kola İçmek Ömrü Kısaltıyor
Son zamanlarda bir çok yeni olayın ardından bilim adamları yaptığı araştırmalarda kola içen insanların ömürlerinin asitsiz içecek içenlere göre daha kısa olduğunu kanıtladı.Gazoz ve kolanın düzenli içilmesi vaziyetinde, tıpkı sigara tiryakilerinde olduğu gibi hücre yaşlanmasının hızlandığı dile getirildi. Neticeninde insan, yaşına biyolojik yaş ilave ederek ömrünü kısaltıyor.ABD’nin San-Francisco şehrindeki Kaliforniya Üniversitesi’nin bilim insanları, gerçekleştirdikleri araştırmanın neticelerini American Journal of Public Health dergisinde yayınladı.Bilim insanları, hücrelerin yaşlandığını en derin düzeyde kanıtladı. Gazoz severlerde, kromozomların uçlarında bulunan ve hücre ayrılırken DNA’yı savunan telomerlerin kısaldığı ortaya çıktı. Ömrün sayacı olarak gösterilen telomerler ne kadar kısa olursa hücre o kadar yaşlı ve ölüme yakın olur.Deney, milli beslenme ve sıhhat araştırmasının (National Health and Nutrition Examination Surveys) çerçevesinde, yaşları 20 ile 65 farklılık gösteren 5309 yetişkin Amerikalı üzerinde gerçekleştirildi. Araştırma öncesinde katılımcılarının hiçbirinde diyabet veya kardiyovasküler hastalık yoktu.
'Altın Sudan Değerli mi?'
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeki Bergama Yerlitahtacı'da kurulmak istenen altın madeni işletmesine bölge sakinleri tepkili. Mücadeleye soyunan köylüler, 'Altın uğruna doğaya ve içme suyuna zarar verilmesin' diyor.Koza Altın Şirketi, yıllardır protesto ve davaları süren Bergama Ovacık altın madenindeki cevherin tükenmesi üzerine yakın yerlerde üretim arayışına girdi. Sondaj ve fizibilite çalışmaları sonucunda, çam ağaçlarıyla kaplı Kozak Yaylası’nda, dört ayrı yer belirleyen şirket, sadece Çukuralan’da üretime başlayabildi. Belirlenen diğer yerler, Gelintepe, Yerlitahtacı ile Uzunkaya’da ise Bergama’nın su kaynaklarını kirleteceği gerekçesiyle mahkeme yürütmenin durdurulmasına karar verdi.Bunun üzerine maden işletmesinin çevreye etkilerinin belirlendiği Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci iptal edildi. Ancak Koza Altın Şirketi Yerlitahtacı Mahallesi'ne 1,5 kilometre uzaklıkta üretime başlamak için yeniden süreç başlattı. Bunun için dosya Yerlitahtacı yerine yakınlardaki bir köy olan 'Kapıkaya'nın adını verdi ve bu dosya adıyla ÇED bilgilendirme toplantısı düzenledi.Yerel yönetim yasasındaki düzenlemeyle köyden mahalleye dönüşen Yerlitahtacı sakinleri, bu son gelişme üzerine endişeli. Seslerini duyurmaya çalışıyorlar.'Çevre ve sağlığımız tehlikede'Tedirginliğin hakim olduğu mahallede ortak düşünce, altın uğruna içme suyuna, çevreye ve insan sağlığına zarar geleceği. 86 yaşındaki Medine Yıldız, şu sözlerle tepkisini dile getiriyor:“Burada doğdum, büyüdüm, bu yaşıma geldim. Maden de neymiş. Altın sudan değerli mi? Su, zehirlendi mi, biz nasıl yaşarız. Ovacık’takilere ne oldu, hastalıklar artmış. Bizde mi öyle olalım? Buraları binbir emekle bu hale getirdik. Zeytinlerimiz, fıstıklarımız ne olur, kim bakar bize?”83 yaşındaki Muharrem Uygun da benzer nedenlerle karşı çıkıyor, “Madeni istemiyoruz. Köyümüze, suyumuza, ağaçlarımıza dokunmasınlar. Bize faydasından çok zararı olur” diyor.' Ürünlerimiz zarar gördü'Tahtacı Kültür Derneği Bergama Şube Başkanı Musa Güneş, madene karşı olmalarının nedenini şöyle anlatıyor:“Yıllardır bölgemizdeki madene karşıyız. 3 yıldır fıstık çamı ormanları ürün vermiyor. Şimdilerde de içleri hep boş. Kanser oranının arttığı söyleniyor. Ana neden maden midir bilmem ama bizim canımızdan daha mı değerli. Bunun hesabını kim öder. Peki, o kadar cevher taşınırken ne olacak. Toz, toprak olacak. Bu ortamda zeytin de, fıstık da yetişmez.”'Yaşam alanımıza ciddi tehdit'Bergama Çevre Platformu da köylülerin yanında. Platformun Sözcüsü Erol Engel, kurulmak istenen işletmenin, yaşam alanları için ciddi tehdit oluşturduğunu savunuyor. Engel’e göre, Türkiye’nin çam fıstığı üretiminin büyük çoğunluğunu sağlayan Kozak Yaylası, işletmeyle yok olur.“Şirket tarafından 4 yıl önce de Yerlitahtacı adıyla ilgili dosya açıldı. 2013 yılı Mart ayında İzmir 4. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak dosya adı Yerlitahtacı iken Kapıkaya olarak değiştirilerek, tekrar önümüze sürülmek isteniyor. Kurulursa, bölgedeki binlerce ağacın kesilmesiyle oksijen depolarımız yok olacak. Bu bölge tarihiyle turizmiyle, endemik bitki örtüsüyle el üstünde tutulması gereken bir yer. Burada kar, zarar hesabı yapılmamalı. Eğer bu işletmeye onay verilirse telafisi zor zararlar doğar ve kimse de bunun önüne geçemez.”'Burası korunmak zorunda'Köylülerin en büyük destekçilerinden biri de Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç. Ovacık’taki altın madeniyle ilgili verilen mücadelenin önemine dikkat çekiyor ve ekliyor:“O mücadele çok işe yaradı. Bugün orada maksimum önlemler almak zorunda kalan her ne kadar yeterli değilse ve hâlâ bizleri tedirgin etmesine karşın şimdikinden çok daha vahşi sistemle bu işi yapmak isteyen çokuluslu firmanın önüne geçildi. İşletilmesi düşünülen açık ocak, Kapıkaya, Çakırlar, Yerlitahtacı mahallelerinin tam ortasında kalıyor. Bergama'nın Geyikli Yaylası'nda yapılacak. Bergama'nın içme suyu kaynaklarının yaklaşık 500 metre kadar yakınında. Maden ocağı açılınca ilçenin su kaynakları da zarar görecek. Bu sadece bölgenin değil tüm Bergama'nın sorunu. Kapıkaya Köyü'nde Kibele Tapınağı var. Bergama, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girdikten sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Birleşmiş Milletler ile imzaladığı anlaşma ile burasını korumak zorunda. 65 hektar alanda binlerce ağaç kesilecek, 798 bin ton kaya ve toprak kamyonlarla maden ocağına taşınacak ve işlem bittiğinde kesilmiş ağaçlar, oyulmuş kayalar ve yerin yüzlerce metre altına girilmiş bir doğayla baş başa kalacağız. Bu işlemler şirketin ÇED dosyasındaki bilgilere göre 3 yıl sürecek, işletmede 35 kişi çalışacak ve işçilerin 10-15 tanesi kalifiye olacak. İstihdam diye birşey olmayacak.”'Dava açarız'Belediye Başkanı Gönenç, şirketin 4 Eylül'de ÇED raporu için bilgilendirme toplantısı yapmasının da yasal olmadığını vurguluyor:“2004 yılının Şubat ayında 10 yıllık ruhsat alınmış, geçen Şubat ayında süresi sona ermiş. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü tarafından uzatılması için temdit belgesi verilmemiş. Bizler yasal olmayan toplantının yapılmasını bu gerekçeyle durdurduk fakat bu süreç devam ediyor. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü uzmanlarının toplantının yapılamadığına dair raporuna rağmen şirket aksini iddia ediyor. Bu süreç ve idari işlemler devam edecek olursa dava açarız. İşletmenin, çevreye ve insan sağlığına geri dönülemez zararlar vermemesi için mücadele edeceğiz.”Koza Altın İşletmelerinin, Kamuoyu Aydınlatma Platformu'na (KAP) gönderdiği açıklamada ise, “Kapıkaya maden projesine ilişkin şirketimizin madencilik mevzuatına göre alınmış ve ruhsat hukuku devam eden bir ruhsatı bulunmaktadır. Halkın katılımı toplantısı, çevre mevzuatına uygun bir şekilde 04.09.2014 tarihinde yapılmış ve mevzuatın bütün gerekleri yerine getirilmiştir. Şirketimiz, bütün faaliyetlerini yürürlükteki yasa ve düzenlemelere uyum konusunda azami özeni göstererek gerçekleştirmektedir” denildi.Al Jazeera 'nin konuyla ilgili görüşüne başvurduğu Koza Altın İşletmeleri, sorularımızı yanıtlamayıp Kamuoyu Aydınlatma Platformu'na yaptıkları açıklamanın geçerli olduğunu bildirdi.Kaynak: Al Jazeera Türk
İzleyeni Hayal Dünyalarına Sürükleyecek 10 Şahane Film
Kuşkusuz ki hepimiz hayatımız boyunca bir çok film izliyoruz. İzlediğimiz zaman bizi içine alan, etkileyen, masalsı ve uzun zaman hatırlanan hatta bir defa daha izleme isteği uyandıran masalsı ve muhteşem görüntülere sahip filmleri sizin için derledim.
Meme Kanseri Nedir?
Çağımızda birçok kadının korkulu rüyası haline gelen meme kanseri, her 8 kadından birinde görülüyor. Birçok kadın meme kanseri olduğunu artık her şey çok geç olunca fark ediyor.Meme kanseri birçok kadını tehtit eden bir kanser türüdür. Günümüzde yoğun ve tempolu yaşam, hormonlu gıdalar, sağlıksız beslenme ve artan alkol tüketimi yüzünden meme kanserine yakalanma oranı artmış ve yaygınlaşmıştır. Maalesef birçok kadın meme kanseri olduğunu artık hastalık çok ilerlediğinde ya da tedavi edilemez bir hale geldiğinde fark ediyor. Halbuki erken teşhisle meme kanseri tedavisinde kesin bir sonuç alınabiliyor.Meme kanserinin ortaya çıkmasına sebep olan etkenler nelerdir?Erken adet görmek (10 yaş ve altı),Geç menapoza girmek (50 yaş ve üstü),Cinsiyet,Irk,Aşırı yağlı beslenme ve kilo,Geç doğum yapmak ya da hiç doğum yapmamış olmak,Emzirmemek,Normalden iri meme dokusu,Hormonal değişiklikler (hormonaterapi),Ailede meme kanseri geçmişi bulunması,Kadının yaşı,Kadının kendisinde meme kanseri olması,İyi huylu meme hastalıkları (fibroadenom),Alkol tüketimi, (iki kadeh şarap ve üstü),SigaraBu etkenler neden meme kanserinin oluşmasına sebep olurCinsiyet Şüphesiz ki meme kanserine yakalanmak için en önemli etkeni cinsiyet oluşturur. Erkeklerde meme kanseri görülme riski kadınlara göre 146 kat daha azdır.Yaş Meme kanseri, ergenlik döneminden önce ortaya çıkmaz. Yirmi yaşından önce ortaya çıkma ihtimali oldukça azdır, kırk yaşın üzerindeki kadınlarda %90-95’lik bir oranında meydana gelir.Irk Beyaz ırka mensup kadınlarda siyahi kadınlara göre 1-2 kat daha yaygın şekilde ortaya çıkmaktadır.Aile geçmişi Bir ailede meme kanserinin daha çok ortaya çıkmasının sebebi, ortak genetik veya çevre etkenleridir. Bu etkenleri birbirinden ayırmak oldukça güçtür.Genetik Ailesinde meme kanseri bulunan bir hastanın bu hastalığa yakalanma potansiyeli genel ortalamadan 2-3 misli fazladır ancak bu durum kişinin kesin bir şekilde hasta olacağını anlamına gelmez, sadece yakalanma ihtimali biraz daha yüksek olmaktadır.Daha önce meme kanseri geçirmiş olmak Meme kanseri sebebi ile tedavi olmuş bir kadın hastada diğer memenin de kanser olma riski her sene için yaklaşık olarak %0,5-1 yükselmektedir. Bu risk grubuna dahil kişiler yaşam boyu risk altındadır. Bu sebeple de sürekli kontrol altında olmalıdırlar.Hormonlar Kimi hormonların ve özellikle de “östrojen” hormonunun meme kanseri üzerindeki etkisi oldukça tartışılan bir husustur. Östrojenin özel olarak kansere yol açtığı söylenemez. Fakat hali hazırda mevcut olan bir meme kanseri, östrojen etkisiyle çok hızlanmaktadır.Erken görülen adet Özellikle 12-13 yaş öncesi adet görmeye başlayan kadınlarda, hayat boyu meme kanseri riski, daha geç adet olan kişilere nazaran iki kat fazla olmaktadır.Doğum İlk doğum yaşı meme kanseri riski bakımından önem teşkil eder. İlk doğumunu 18 yaşında ya da daha erken yaşlarda gerçekleştiren kadınlarda meme kanseri ihtimali, hiç doğum yapmayanların neredeyse yarısından daha az olmaktadır. Hiç doğum yapmamak kanser riskini artıran etkenlerdendir. İlerleyen yaşlarda çocuk doğurmak da yaşa göre riski artıran nedenlerdendir.Doğum kontrol hapları Doğum kontrolü amacı ile ilaç kullanımının riski ihtimalini yükselttiğini kanıtlayan epidemiyolojik olarak bugüne dek gösterilememiştir. Fakat teorik şekilde riskten söz edilir.Beslenme düzeni ve şişmanlık Özellikle aşırı kalorili beslenme düzeninin meme kanseri ile bağlantısı üzerinde oldukça fazla durulmuştur. Meme kanserine yakalanmış hastaların çoğunlukla kilolu ve iri yapılı oldukları gözlenmektedirAlkol ve sigara kullanımı Uzun süre alkol ya da sigara kullanımı doza bağlı olarak riski yükseltiğini gösteren çalışmalar yapılmıştır. Alkol alışkanlığı, şayet 30 yaş altında başlanmış ise risk artmaktadır. Sigaranın ise riski hem arttırdığı hem de azalttığı yönünde araştırmalar mevcuttur. Azalttığını öne süren bilim insanları, sigara tüketenlerde serum ve idrar östrojen düzeylerinin düşük olduğunu belirterek, bu görüşlerini desteklerler.İyonizasyon yapan ışınlar Bu ışınlar çok uzun bir süre uyuma (latent) evresinden sonra meme kanseri riskini arttırmaktadır. Atom bombasından sağ kalanlarda yaklaşık 10-15 yıl sonra meme kanserinin ortaya çıkma oranı artmıştır.Pegarose
‘Aşırı Unutkan Oldum Acaba Alzheimer Başlangıcı mı?’
Unutkanlık, günümüzde pek çoğumuza “Acaba Alzheimer başlangıcında mıyım?” sorusunu sorduruyor. Oysa günlük yaşamda karşılaştığımız unutkanlıkların tümü, yoğunluktan kaynaklanıyor. Yaşımız ilerledikçe beynimizin fonksiyonlarında kayıplar yaşandığı gerçeği ise unutmamamız gerekenlerin başında geliyor.Peki beynimiz nasıl yaşlanıyor?Nöroloji Uzmanı Prof.Dr. Türker Şahiner, sağlıklı bir beynin yaşlanmasını on yıllık dilimlerle anlatıyor.Beynimiz de tıpkı diğer organlarımız gibi zaman içinde bazı değişimler yaşıyor. İyi genler ve sağlıklı bir yaşam tarzı, bu değişimin geciktirilmesini sağlasa da süreci tamamen durdurmak mümkün olmuyor. Nöronlar arasındaki bağlantılar bozulur. Genel kanının aksine beyindeki sinir hücreleri (nöronlar) yaşla birlikte toplu şekilde yok olmaz. Araştırmalar, ilerleyen yıllarla birlikte bazı nöronların kaybedildiğini, ancak yavaş da olsa yeni nöron üretiminin de olduğunu göstermektedir. Beyin de asıl gerçekleşen sinir hücrelerinin küçülmeye başlamasıdır. Bunun bir sonucu olarak nöronlar arasındaki bağlantılar zaman içinde bozulmaya başlar. Bu, kimyasal ileticilerin kabiliyetinin zayıflaması anlamına gelmektedir. Bu değişiklikler, yaş ilerledikçe beynin içinden geçen sinir akımlarının iletimine etki etmeye başlar ve Bilinçsel işlemin yavaşlayarak hafızamızdaki kayıtlı bilgiye erişiminde gecikmelere neden olur. 20’li yaşlar: Zihin kapasitesi dorukta Bu yaşlardaki insanlar uzun süreli anılar oluşturmak ve karmaşık muhakemeler yapabilmek açısından, zihinsel kapasitelerinin en üst noktasında olurlar. Bu yaşlar, yaratıcılığın zirve yaptığı yıllardır. Birçok yazar, sanatçı ve müzisyen bu yaşlarda en önemli eserlerini ortaya koyarlar. Önemsiz derecede olsa da, beyinde nöron küçülmesi gibi minik fiziksel değişiklikler 20’li yaşlarda başlar.30’lu yaşlar: İlk gerileme dönemi Bu yıllarda beyin hacmi, nöron küçülmesi yoluyla (önemsiz derecede bile olsa) ağır olarak gerilemeye devam eder. Yapılacak Bilinçsel testler, bazı bölgelerde meydana gelen küçük gerilemeleri tespit edebilir. Fakat gerilemeye dair bu küçük işaretler, genellikle ne birey, ne de çevresindekiler tarafından fark edilir.40’lı yaşlar: ‘Evin numarası neydi?’ Bu yaşlardaki pek çok insan, başta aktif (kısa dönem) hafıza alanı olmak üzere bazı zihinsel işlemlerde biraz yavaşladıklarını hissedecektir. Telefon numaralarını hatırlamak, kafadan hesap yapmak veya hafızaya dayalı zorlu kâğıt oyunları oynamak, önceki yıllara göre daha yorucu olacaktır. Beyin hacmindeki yavaşlama ise devam edecek hatta hızlanacaktır.50’li yaşlar: İki işi birden yapmak zor Ellili yaşlar bir eşiktir. Bu yaşlardaki kişilerde yeni bir şey öğrenmek daha fazla zaman gerektirir. Kelimeleri ve isimleri hatırlamak eskiye oranla daha uzun sürer. Aynı anda birden fazla işle meşgul olmak ise daha zordur. Bu dönemde ayrıntılara olan ilgi azalır, yaşanmış bir olayın gerçekleştiği yeri ve zamanı hatırlamak zorlaşır. Görsel ve mekânsal işlem yapmak ise daha güçtür.60’lı yaşlar: ‘Dilimin ucunda çıkaramıyorum’ Bu yaşlarda beyin hacmindeki kayıplar devam eder. Beynin hafıza ve diğer Bilinçsel becerileri için gerekli olan yapılar tehlikeye açıktır. Söz konusu yapılar, gençlik yıllarına oranla yüzde 25 küçülmüş olabilir. 50’li yaşlar kendini göstermeye başlayan Bilinçsel değişiklikler, 60’lı yaşlarda daha fazla fark edilir hale gelir. Bilinçsel işlem yapma hızı yavaşladığı için yeni bilgi öğrenme veya karmaşık zihinsel işlerde uzmanlaşmak zorlaşır. Ayrıca odaklanmak ve dikkat dağıtıcı unsurlardan etkilenmemek güçleşir. Bu dönemde beyin yeni anılar oluşturmak ve anıları hatırlayacak çağrışımlar bulmakta zorlanır. Bu yaşlarda, “Dilimin ucunda” deneyimleri giderek sıklaşır. Çünkü beyin, isim, tarih ve kelimelere erişebilmek için daha fazla emek harcamak zorundadır.70’li yaşlar: Bilinçsel beceride ciddi gerileme 70 ve 80’li yaşlarındaki insanların bilinçsel kabiliyetleri büyük farklılıklar gösterir. Birçoğu bu yaşlarda uyanıklığını korumak bir yana, bilgi edinmeye devam eder. Bedenleri yüksek tansiyon, diyabet, aşırı alkol kullanımı gibi sağlık sorunları nedeniyle tahrip olmuş insanlarda ise hafıza ve genel Bilinçsel becerilerde ciddi gerilemeler gözlemlenir.Bunayacak kimseler bu bozukluğun belirtilerini genellikle 75-80 yaşları arasında göstermeye başlar.
Reklam
Lohusalık Döneminde ve Hamilelikte İdrar Kaçırma Nedenleri Nelerdir?
Hamileliğin ilk üç ayı içersindeki süreçte anne adayının böbreğinden geçen ve buradan süzülen kan oranı fazlalaşmaya başlar. İkinci üç ayda ise bu oran en üst noktasına erişir. Anne adayının böbreklerden idrar yapımı artar. Bu olay ise, sık sık idrara çıkma ihtiyacına ve aniden idrara sıkışmaya yol açar. Anatomik olarak idrar torbası ve büyüyen rahim arasında yer değiştirmeler gerçekleşir. Rahimin genişlemesi, rahim üzerinde yer alan mesane torbasını da onunla birlikte yukarı ve geri olmak üzere çeker. Sfinkterin buna eşlik etmesi sebebi ile onu yerinde tutan bağ dokularında gerilmeler meydana gelmeye başlar. Hamilelikte anne adayından salgılanan progesteron adı verilen hormon artmaya başlar. Bu hormon, ilk olarak rahim olmak üzere pek çok organı tembelleştirmeye ,gevşemeye iter. Fakat progesteron hormonunun salgılanmasının artması ile meydana gelen gevşemeler aynı şekilde sfinkteri yerinde tutan dokularda da gevşemeye yol açar. Östrojen reseptör sayısını salgılanması fazlalaşmış progesteron hormonu düşürür. Bu olay da urge inkontinansa sebep olan önemli etkenlerden biri olmaktadır. Bu etken idrar yolları enfeksiyonları ile beraber gebelik esnasında anne adayının idrara çok sıkışma halinde, idrar kaçırmasının en önemli sebeplerindendir.Lohusalık döneminde anne adayının kilosu idrar kaçırmayı etkiler mi?Hamilelikte idrar kaçırmaya sebep olan etkenlerin dışında, fazla kilo problemi olan anne adaylarında sfinktere yüklenen ağırlığın artması buna sebep olan bir başka nedendir. Kimi anne adaylarında ise, yapısal bağ dokuları doğuştan zayıf olabilir. Daha önce 5000 gramın üstünde bebek doğuran anne adayları bu doğum dikişli dahi olsa, idrar kaçırma riski daha fazla görülür. Yapılan doğum sayısının artması, idrar kaçırmaya doğru orantılı olarak sebep olur. Bu veriler sayesinde idrar kaçırmanın belli bir hamilelik sürecinin ardından kendini gösterebileceğini söylemek doğru olmaz. Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu olan hamile kadınlarda idrar kaçırma ya da idrar yanmaları hamileliğin henüz başlarında bile kendini gösterebilir. Obezite hastalığına sahip olan ya da fazla kilolu bir anne adayında ya da yapısal olarak bağ dokusu zayıf olan kişilerde öksürme, gülme, hapşırma gibi sebeplerden dolayı idrar kaçırma erken dönemlerde görülebilir. Kimi anne adaylarında ise hamileliğin son aşamalarına dek bu problem görülmeyebilir.Hamilelerin tümünde idrar kaçırma problemi ortaya çıkar mı?Gebe anne adaylarında en yaygın görülen problem sık sık idrara çıkmaktır. Sık sık idrara çıkma neredeyse hamilelerin tümünde görülebilecek bir durumdur. Buna neden olan etken ise, anne adayının bazı etkenlerden dolayı böbreklerden idrar yapımın artmasıdır. Kilo bakımından ekstrem bir duruma sahip olmayan anne ve idrar yolu enfeksiyonu geçirmeyen hiç doğum yapmamış bir anne adayında bu sorunlar görülmeyebilir.Lohusalık döneminde idrar kaçıran anne adayları neler yapmalıdır?Anne adayların yapacağı ilk şey, doktorlarına bu konu hakkında bilgi vermeleri gerekliliğini bilmeleridir. ABD'de yapılan araştırmalara göre idrar kaçırma problemine sahip olan kadınların sadece %30'luk bir kısmı doktorlarına başvurmaktadır. Türkiye'de ise bu oran daha azdır. Hamilelikte idrar kaçırma, anne adaylarının utanması ve çekinmesi gereken bir konu değildir. Dolayısıyla en doğrusu çekince hissetmeden bunun bir sağlık problemi olduğunu bilmek ve doktora başvurmaktır. Uzmanlar bu konu ile başvurmuş olan hastalarından ilk önce idrar kültürü ve antibiyogram yapılarak idrar yolu enfeksiyonları birinci basamakta elemeye çalışırlar.Lohusalık döneminde idrar kaçırma bir sağlık sorunu belirtisi midir?İdrar kaçırma, yetişkin insanlar için normal ve sağlıklı bir durum değildir. Hamilelikte de bir sorun olarak kabul edilir ve tedaviye ihtiyaç duyulur.Hamilelikte yaşanan idrar kaçırma problemi, doğumun ardından da devam eder mi? Gebelik esnasında meydana gelen anatomik ve fizyolojik değişikliklerin eski haline tekrar dönmesi, yol açtığı problemlemlerin de gerilmesini sağlar. Bu zaman neredeyse 6 hafta kadardır. Genel olarak sfinkterdeki dinamiklik diye nitelendirilebilecek üretral hipermobilite'ye doğum esnasında ve doğumdan 3-5 gün sonrası incelenmiştir. Bu değerlendirmede ileri derecede artma olan kişilerin doğum ardındaki yaşamlarında stres inkontinans sorunu yaşama risklerinin daha fazla olabileceği belirtilmiştir. Urge inkontinans kaynaklı rahatsızlıklar ise çoğunlukla kendini tekrar gösterir.Lohusalık döneminde İdrar kaçırma şikayeti ile hastaneye başvuran anne adaylarına ne gibi bir prosedür uygulanır?Anne adayına ilk önce idrar kültürü ve antiibiyogram aracılığı ile enfeksiyon olup olmadığına bakılır. Şayet enfeksiyon anne adayında mevcut ise bu tedavi edilir. Bundan sonraki aşama ise, hamile olmayan kadınlarda idrar torbasının işlevlerinin ürodinamik ile değerlendirilmesidir. Fakat hamilelerde değişen anatomik ve hormonal yapı, bu inceleme için doğum ardından sonra 6. haftaya ertelenebilir. Bu haftada şikayetler ve rahatsızlıklar sürmeye devam ediyorsa, tetkik edilir. Sistoskopi ile üretra ve idrar torbasının içinin gözle muayenesi, hamile olmayan kadınlarda daha sonra incelenebilir, doğum sonrasına ertelenebilir. İdrar torbası doluyken uygulanacak muayene idrar kaçırma türünü tespit etmek için faydalı olacaktır. İdrar kaçırma şikayetlerinde tedavi, idrar kaçırmanın türüne göre yapılmalıdır.Hamile anne adaylarında idrar kaçırma sorunu nasıl tedavi edilir?Urge inkontinansın oluşmasına sebep bir enfeksiyon ise, buna uygun antibiyotiklerle tedavi uygulanır. Progesteron hormonun salgılanmasının fazlalaşması ile östrojen reseptör oranınındaki azalmadan ötürü meydana gelen inkontinans ise lokal olarak uygulanabilen östrojen kremler yararlıdır. Tüm bunların yanı sıra anne adayına kegel egzersizleri tavsiye edilir. Stres inkontinans durumu mevcut ise, perine kaslarını çalıştırıcı egzersizler, kişinin sorununu görülür bir biçimde azaltır. Hamilelik döneminin son zamanlarında üretral hipermobilite de fazla bir artış fark edilir ise, kişi hiçbir rahatsızlık belirtisi göstermese dahi perine egzersizleri yapması faydalıdır.Doğum sonrası 6 haftalık bir zaman içinde bu egzersizin uygulanması gelecekte yaşanabilecek sorunları engellemede çok yararlı ve etkili olacaktır. Doğum ardından anne adayında idrar kaçırma şikayetleri sürüyor ise, tedavi için uygun olacak cerrahi ya da fiziksel tedavi yöntemi tercih edilir. Gebelik esnasında cerrahi tedavi uygulanması doğru değildir. Doğum ardından da cerrahi tedavi ilk seçenek olmamalıdır. İlk olarak egzersiz ve fizik tedavi seçenekleri uygulanmalıdır. Stres inkontinansa sebep olabilecek etkenlerin azaltılması özellikle mühimdir Gebelik esnasında anne adayı fazla kilo almış ise, bunun yanında şeker hastalığı (diyabet) sorunu var ise, bunların iyi ve planlı şekilde düzenlenmesi, hijyenik ve temiz koşulların oluşması stres inkontinansa sebep olacak risk etkenleri azaltacaktır. Anne adayının doğum yöntemi, gelecekte oluşabilecek idrar kaçırma problemlerinin oluşması bakımından önem teşkil eder. Şayet bebek biraz iri ise, doğum esnasında pelvik dokuların fazla gerilmesi gelecekte anne adayının idrar kaçırmasına sebep olabilir. Şayet, dikişli doğum ismi verilen epizyotomi ile doğumun gerçekleştirilmesi, ilerde oluşabilecek idar kaçırma problemlerine sebep olma riskini azaltmamaktadır.Lohusalık döneminde İdrar kaçırma sorunu bebeği olumsuz şekilde etkiler mi?İdrar kaçırma problemi genel olarak bebeğe herhangi bir zarar veren bir durum değildir. Fakat idrar yolu enfeksiyonları erken doğumların gerçekleşmesine sebep olabilir. Toplumda idrar kaçırma probleminin görülmesi anne adayının yaşına göre değişebilir. Buna rağmen idrar kaçırma sorunun görülme sıklığı %20 ile %60 arasında değişen geniş bir yelpaze içindedir.Lağusalık döneminde idrar kaçırmaya yönelik inkontinans idrar kaçırma çamaşırları ile kendinizi daha rahat ve güvenli hissedebilirsiniz.
Reklam
Bilim, Kansere Karşı Başlattığı Savaşı Adım Adım Kazanıyor
Tıbbi gelişmelerin hızla arttığı çağımızda, en çok sorulan sorulardan birisi 'eğer bilim ve tıp bu kadar geliştiyse, neden insanlar hala kanser yüzünden ölüyor?' oluyor. Bu sorunun cevabı oldukça karmaşık, fakat bir o kadar da kesin: Bilim, kansere karşı başlattığı savaşı kazanmak üzere.
Nobel Kimya Ödülü Nanoskopi Araştırmasına Gitti
Nobel kimya ödülü iki Amerikalı ve bir Alman araştırmacıya gitti.Bilimadamları, dokuların moleküler yapısına inen süper güçlü bir mikroskop geliştirdikleri için ödüle layık görüldü.Ödülü paylaşacak olan 54 yaşındaki Eric Betzig ABD'nin Virginia eyaletinde Howard Huges Tıp Enstitüsü'nde, 61 yaşındaki William E. Moerner California'da Stanford Üniversitesi'nde ve 51 yaşındaki Stefan Hell ise Almanya'nın Göttingen kentinde yer alan Max Planck Biyofizik Kimya Enstitüsü'de ve Heidelberg'deki Alman Kanser Araştırmaları Merkezi'nde görevli.Nobel jürisi, üç bilimadamının geliştirdiği mikroskop sayesinde hastalıkların araştırılması ve ilaç tasarımında devrim niteliğinde bir ilerleme sağlandığını açıkladı.Jüri, çığır açan çalışmanın mikroskop teknolojisini ''nano-boyuta'' taşıdığını söylüyor.Nanoskopinin günümüzde dünya çapında kullanılır hale geldiğini söyleyen Nobel jürisi üç araştırmacının çalışmasından bütün insanlığın her gün faydalandığını belirtiyor.Ayrı ayrı çalışan üç bilimadamı optik mikroskoplardaki teorik limiti aşmayı başardı. Geliştirdikleri aletten önce bilim dünyası bir görüntünün çözünürlüğünün 200 nanometreyi (bir metrenin 200 milyarda birini) geçemeyeceğine inanıyordu.Üçlünün geliştirmeyi başardığı nanoskopik görüntüler ise bundan daha derinlemesine inen bir çözünürlük sunuyor.Nanoskopi sayesinde bilimadamları yaşayan hücrelerin içinde tek bir protein molekülünü gözlemleyebiliyor.Sekiz milyon İsveç kronou (1,1 milyon Amerikan doları) tutarındaki ödül üçlü arasında paylaşılacak.Nobel geleneği uyarınca sahipleri şimdi açıklanan ödül, Alfred Nobel'in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık'ta resmen takdim edilecek.BBC Türkçe
Reklam
Edebiyat Dünyasına Damgasını Vuran 13 Ünlü Yazarın İntihar Notları
Vedalar her zaman zordur, hele ki intihar eğilimindeyseniz bulunduğunuz ruh halini anlatacak kelimeleri seçmek muhtemelen çok daha zordur. Yazdıkları ve söyledikleriyle çoğu zaman dertlerimize derman olan, aklımızdan geçirip de iki kelimeyi bir araya getiremediğimiz için bizim yerimize duygularımızı yazıya döken edebiyatçılar, bakın bu halet-i ruhiye içerisindeyken kendi duygusal çöküntülerini nasıl dile getirmişler.
Hamilelikte Düşük Riskini Arttıran Faktörler!
Düşük yapma olasılığını arttıran etmenler nelerdir?Her kadın için düşük riski bulunsa da bazı kadınlarda bu risk daha yüksektir. Modakan olarak sizin için araştırdık, İşte bazı risk faktörleri: Yaş İleriki yaşlarda kromozomsal olarak anormal hamilelik, sonuçta da düşük riski daha yüksektir. 40 yaş sonrasında düşük riski 20 yaşındaki bir kadının iki katı kadardır. Geçmişte düşük yapmış olmak Geçmişte ard arda en az iki kez düşük yapmış olan kadınların tekrar düşük yapma olasılığı yükselmektedir. Kronik hastalıklar veya bozukluklar İhmal edilen diyabet ve belirti kan pıhtılaşma bozuklukları, otoimmün bozuklukları (antifosfolipid sendromu veya lupus gibi) ve hormonal bozukluklar (polikistik over sendromu gibi) düşük riskini arttıran faktörler arasındadır. Rahim veya cervix problemleri Belirli rahim anomalileri, şiddetli rahim adhezyonları veya rahim boynu kısalığı gibi durumlar düşük olasılığını arttırmaktadır. Rahim fibroidleri ve düşük arasındaki ilişki tartışmalı bir konudur. Ancak çoğu durumda fibroidler problem oluşturmamaktadır. Doğuştan gelen..
Sağlıklı Bir Kurban Bayramı İçin 15 Püf Noktası
Kurban Bayramı süresince tüketeceğiniz et miktarıyla paralel olarak yaşayacağınız sorunları minimuma indirnek için önerilerimize bir göz atın!1) Etler kaliteli protein kaynağı olmasının yanı sıra yağ, çeşitli minerallerin (özellikle demir, çinko, fosfor, magnezyum) ve vitaminlerin (özellikle B12, B6, B1 ve A vitamini ) de kaynağıdır. Etlerin çok yağlı kısımları tüketilmemeli, hayvanın iç yağları yemeklere lezzet vermek amacıyla kullanılmamalıdır. Etler, sağlıklı beslenme ilkeleri doğrultusunda sebzelerle birlikte pişirilmeli veya et yemeklerinin yanında sebzelerin de bulunması önemlidir.2) Yağlı etlerin doymuş yağ ve kolesterol içeriği daha yüksek olduğu için kalp-damar hastalığı, diyabet, hipertansiyonu olan bireyler kurban bayramında, yağsız veya az yağlı etleri tercih etmeli, kısıtlı miktarlarda tüketmeli, aşırıya kaçmamalıdırlar. Yapılan araştırmalara göre, ağır tüketilmiş bir öğün sonrası kalp krizi geçirme riski oldukça yüksektir.3) Kurban Bayramı süresince fazla miktarda et tüketimi birçok rahatsızlığın gelişmesine ve var olan rahatsızlıklarınızın artmasına neden olabilir. Tüketilen et miktarının kontrol edilmesinin yanında, pişirme teknikleri de oldukça önemlidir. Etle yapılan yemeklerin hafif olması için kendi yağıyla pişirin, ilave yağ eklemeyiniz.4) Etler sindirimi zor olan besinlerdir. Yeni kesilmiş hayvanların etlerindeki sertlik hem pişirmede, hem de sindirimde zorluk yaratır, Bu nedenle özellikle mide barsak hastalığı olan bireyler kurban etlerini hemen tüketmemeli, buzdolabında birkaç gün beklettikten sonra, haşlama veya ızgarada pişirme yöntemiyle pişirerek tüketmelidirler.5) Et ve ürünleri posa içeren bir yiyecek grubu değildir. Bu nedenle bayram tatili süresince aşırı miktarda tüketilmesiyle kabızlık gelişebilir. Kabızlık oluşumunun engellenmesi ve çeşitli antioksidanların alınması için etlerin mutlaka sebze yemekleriyle birlikte veya yanında sebzeyle birlikte tüketilmesi gerekmektedir.6) Kırmızı et tüketimi ile ilgili çalışmalar oldukça fazladır. Epidemiyolojik, kanıta dayalı çalışmalar sıklıkla ve sağlıksız pişirme tekniği ile pişirilen kırmızı et tüketen bireylerde kolon ve mide kanserine yakalandıkları yönünde gelişmiştir. Buna ek olarak yağlı et tüketimi ile birlikte kan yağlarında ve ürik asit düzeyinde artış olduğu bilinmektedir.7) Bu nedenle kırmızı et tüketiminde sıklık azaltılıp haşlama öncelikli olmak kaydıyla, fırınlama ve ızgara yöntemleri kullanılarak pişirilmesi daha güvenlidir ve uzmanlarca önerilmektedir. Sıklık açısından haftada 2 kez tüketmek en sağlıklısı. Pişirme esnasında pişirme suyu atılmamalı, bu nedenle et az suda pişirilmelidir. Etli sebze yemeklerine yağ kullanmamak en sağlıklı yöntemdir.8) Bakteri bulaşma riskini azaltmak için; kesim yapılacak yerlerin zemininde su ve kanın birikmemesi sağlanmalıdır. Etle temas eden bıçak ve satır gibi aletler temiz olmalıdır, kesimi yapacak olan görevliler mutlaka kendi kişisel temizliklerine özen göstermelidirler.9) Etleri, büyük parçalar şeklinde değil kıymalık, kuşbaşılık, pirzola, biftek ve bonfilelik olarak ayrılmalı, günlük pişirilecek miktarlara bölünmeli ve buzdolabı poşetine veya yağlı kâğıda sarılarak buzdolabının buzluk kısmında veya derin dondurucuda saklanmalıdır.10) Bu şekilde hazırlanan etler, buzlukta ( -2 ºC ) birkaç hafta, derin dondurucuda ise (-18 ºC ) daha uzun süre ile saklanabilir. Sakatat ve organ etleri buzdolabında 1–2 gün saklanabilir, etler kıyma haline getirilirse saklama süresi kısalır kıyma buzdolabında 1–2 gün parça et ise 2-3 gün saklanabilir.11) Etler kolaylıkla bozulabilen potansiyel riskli besinlerdir. Etlerin dondurulduktan sonra tekrar çözdürülmesi bazı mikroorganizmalar için üreme yeri oluşturur ve bu da sağlığımızı tehdit edebilir. Bu nedenle buzlukta saklanan etler buzluktan çıkartılınca yemek içinde tamamen kullanılacak şekilde parçalara ayrılarak buzluğa konulmalı, çözdürülen et hemen pişirilmeli, tekrar dondurulmamalıdır.12) Çözdürülmek istenen et, oda ısısında açıkta bırakılacak şekilde değil, yine buzdolabında çözünmesi sağlanmalıdır. Derin dondurucuda saklanan etin, buzdolabının sebzelik kısmının üstüne konularak çözünmesi beklenebilir. Çabuk çözünmesi amacıyla uygulanan kalorifer, soba üzerinde çözdürme, oda sıcaklığında bekletme vb. sakıncalı yöntemlerdir.13) Pişirilmiş gıdalar oda sıcaklığına kadar soğudukları zaman üzerilerindeki mikropların sayısı hızla artmaya başlar. Pişirilen gıdaların uzun süre bekletilmesi mikropların çoğalma riskini arttırır, güvenli olması açısından pişirilmiş gıdalar soğumadan tüketilmelidir.14) Güvenli bir şekilde pişirilmiş gıdalar çiğ gıdalarla çok az bir temasta bile bulunsa kontaminasyona neden olabilir. Örneğin pişmemiş bir eti parçalamak için kullandığınız tahtayı veya bıçağı yıkamadan pişmiş bir gıda için kullanmayın.15) Mutfakta tezgah yüzeyini ve ekipmanlarınızı temiz tutunuz. Gıdalar kolayca kontamine olabildikleri için gıda hazırlanmasında kullanılan bütün yüzeyler temiz tutulmalıdır.Kaynak: Mahmure
Reklam
Sigara ve Gırtlak Kanseri İlişkisi
Sigara en çok doğrudan temas ettiği bölgelerde tahribat yapmaktadır. Sigara dumanını adeta dokunduğu yeri yakan ve hasta eden bir etkiye sahiptir. Dudaklarımızdan başlayarak dilimiz, damağımız, ağzımız, gırtlağımız, akciğerlerimiz sigaranın zararlarından en fazla etkilenen organlarımızdır. Sigaranın neden olduğu en tehlikeli hastalıklardan birisi de gırtlak kanseridir. Gırtlak kanseri olan hastaların %98’i sigara kullanan hastalardan oluşmaktadır. Bu orana baktığımız zaman sigara içen birisinin gırtlak kanserine yakalanma riski oldukça fazladır. Gırtlak Kanseri Nedir?Gırtlak kanseri; aslında adı üzerinde gırtlağın bir hastalığıdır. Bu yüzden gırtlağın tanımını yapmamız daha doğru olacaktır. Gırtlak; nefes borusuna giren ve çıkan havanın kontrol edildiği adeta bir gümrük kapısı görevi görür. Boynumuzda yer alır ve aşağı doğru hava inerken başka bir şeyin de inmemesini sağlayan bir açılma kapanma mekanizmasıdır. Bu bölgenin içinde de ses telleri ve onu taşıyan başka oluşumlar bulunmaktadır.Gırtlak içinde bulunan kansere de gırtlak kanseri adı verilmektedir. Kanser ise, tümör, şişlik, o dokunun tahrip olduğu, yaralar yaptığı ve ölüme kadar ilerleyen bir hastalıktır. Gırtlakta böyle bir hastalık varsa buda gırtlağımızda bir tahribe yol açacaktır. Gırtlağın üç ana işlevi vardır. Birincisi nefes almamızı sağlar, ikincisi yutkunmamızı üçüncüsü ise konuşmamızı yani ses çıkarmamızı sağlar. Gırtlak kanseri, bu üç ana işlevin birisini tahrip edip çalışmaz hale getirebileceği gibi tamamını da bozabilir. Gırtlak Kanseri Nedenleri Nelerdir? Neden Gırtlak Kanseri Oluruz?Gırtlak kanseri erkeklerde daha sık görülen bir hastalıktır. Fakat son yıllarda kadınlarda da görülme sıklığı artmaya başlamıştır. Bunun nedeni ise; kadınların erkeklere oranla geçmiş yıllarda daha az sigara içerlerken, günümüzde artık neredeyse aynı sayıda belki daha da fazla sigara içmeleridir. Ayrıca kadınlarda bulunan östrojen hormonu da bu kanser türünden kadınları az da olsa korumaktadır.Geçtiğimiz 20 yılda gırtlak kanserinin kadınlarda görülme sıklığı %150 artış göstermiştir. Çevresel faktörler, beslenme alışkanlıkları, stres gibi yan nedenler olsa dahi, gırtlak kanserinin en büyük ve en önemli nedeni sigara kullanımıdır. Sigara kullanan kişilerde gırtlak kanserine yakalanma riski %25 civarındadır.Genellikle bu kanser türü 45-75 yaş aralığında ki hastalarda görülmektedir. Gırtlak Kanserinin Belirtileri Nelerdir?Ses Kısılması: 2 aydan daha fazla ses kısıklığı bu hastalığın en önemli belirtisidir. Ses bir yıl içinde 5 kere veya daha fazla kısılıyorsa ve bu kısıklık uzun süreli olup geçmiyorsa mutlaka bir hekime görünülmesi gerekmektedir. Bir ay sesimiz kısık, bir ay normalse yani bu tür dalgalanmalar sık sık yaşanıyorsa kulak burun boğaz uzmanı tarafından muayene edilmeniz gerekmektedir.Boğazda Kitle Hissi ve Boyunda Şişlik: Hastalığın ileri safhalarında ortaya çıkarlar. Boynumuzun sağ tarafında 75 ve sol tarafında 75 olmak üzere toplam 150 adet lenf bezi vardır. Tümör bu lenf bezlerine etki ederek onların şişmesine neden olmaktadır. Ayrıca lokmaları yutmada zorluk ya da yutma esnasında yiyecekler istem dışı olarak nefes borunuza kaçıyorsa bu gırtlak kanserinin habercisi olabilir. Boyunda oluşan şişliklerin pek çok nedeni vardır. Ses kısıklığı ile beraber bir şişlik hissediliyorsa yada yutkunmada zorluk çekiliyorsa hekime başvurmakta fayda vardır. Ses kısılması yaşamadan da hastalık ilerleyebilir. Bu tür tek ve büyük kitlelerde de dikkatli olmak gerekmektedir.Yutma Güçlüğü: Gırtlak kanserlerinde tümör yemek borusuna yakınsa yutmada zorluk yaşanır. İlk ve en önemli belirtisi budur.Kanlı Balgam: Hasta öksürükle beraber kanlı balgam atar. Bu hastalığın en ileri seviyelerinde görülmektedir. Eğer kanlı balgam gibi bir şikayetiniz varsa en kısa sürede bir hekime görünmelisiniz.Ses Kalınlaşması: Sesimiz olduğunda daha kalın çıkıyorsa ve bu durum 2 aydan uzun bir süre devam ediyorsa bu da gırtlak kanseri belirtileri arasında yer almaktadır.Kulak Ağrısı: Nadiren olsa da kulak ağrılarınında nedeni gırtlak kanseri olabilmektedir.Gırtlak Kanseri Muayenesi Nasıldır?Gırtlak kanserleri, muayenesi ve teşhisi en kolay olan hastalıklardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda yer alan belirtilere sahip olan hastaların, ağızlarından endoskopi aracılığıyla girilerek gırtlaklarına bakılır. Orada bir kanser tümörü varsa bu kolayca görülebilir. Tedaviye başlanır.Gırtlak Kanserinde Erken Teşhisin ÖnemiTüm kanser çeşitlerinde olduğu gibi gırtlak kanserlerinde de erken teşhis önemli bir yer tutmaktadır. Erken teşhis konulduğunda yalnızca bir iki hafta içerisinde ilaçlarla ve radyo terapi ile hastalık tamamen temizlenebilmektedir. Tedaviye başlama süresi uzadıkça hastalık yayılma gösterir ve tahribat çok daha fazla olur.Gırtlak Kanseri TedavisiGırtlak kanserleri erken teşhis ile hayat kalitesi düşmeden tamamen tedavi edilebilmektedir. Bu nedenle ölümcül bir hastalık değildir. Fakat ilerleyen gırtlak kanserlerinde cerrahi müdahale gerekebilir. Hastalığın ilk safhalarında ilaç tedavisinin yanında radyoloji veya ışın tedavisi uygulanarak hastalık tamamen yok edilebilir. İlerleyen safhalarda gırtlağın bir kısmının alınması, ses tellerinin alınması ya da gırtlağın tamamının alınması söz konusu olabilmektedir. Gırtlağın tamamen alındığı durumlarda hastanın boynuna bir delik açılarak buradan nefes alıp vermesi sağlanır. Ağız doğrudan yemek borusuna bağlanır. Konuşma yeteneği bu durumda kaybedilir. Boyunda ki deliğe takılan protezler sayesinde hasta kısıtlı da olsa konuşur. Gırtlak kanseri protezleri 7 8 aylık süreçlerle değiştirilmesi gereken cihazlardır. Buda maliyeti yüksek bir alet olduğunda pek fazla tercih edilmemektedir.Gırtlak Kanseri AmeliyatıGırtlak kanserinde cerrahi müdahale gereken durumlarda tümörlü bölüm alınarak herhangi bir koruma bölgesine gerek duyulmadan ameliyat tamamlanmaktadır. Fakat tümör büyümüş ve gırtlağın tamamını sarmış durumdaysa; tümör hangi taraftaysa o tarafın tüm lenf bezleri de alınmak zorundadır.Hastalığın boyna yayılma riski böyle durumlarda çok fazladır. Lenf bezlerinde o an muayenede her hangi bir tümör belirtisi olmasa bile bu bezler alınarak risk ortadan kaldırılır. Eğer tek taraflıysa tek taraftaki bezler, çift taraflıysa tüm bezler alınarak ameliyat bitirilir. Bezlerin alınması sonucunda boynun incelmiş ve adeta yapışmış bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Buda estetik açıdan rahatsız edici bir görüntü olmaktadır.Ses protezleri tümörün çok ileri olmadığı durumlarda ameliyat esnasında takılabilir. Hasta ameliyattan sonra bu protez sayesinde robotik bir sesle konuşma imkanı yakalar. Fakat ameliyatı takip eden 6 ay sonrasında bu gibi protezlerin uygulanması tavsiye edilmektedir.Gırtlak kanseri hastaları, gırtlakları alındıktan sonra konuşma yetilerini kaybetmektedirler. Protez olmadan da yemek borusu konuşması yaparak konuşma imkanı olmaktadır. Bu kişinin yemek borusunu kullanarak konuşmasıdır. Hastalar kendileri antreman yaparak bu şekilde hayatlarını devam ettirebilirler.Lazerli Gırtlak Kanseri Tedavisi “Mohs“En modern ve yeni gırtlak kanseri tedavisi lazerli olarak uygulanan Mohs tekniği. Aslında bu yöntem bir süredir yurt dışında kullanılan bir tekniktir. Tekniğin ana amacı; tümörlü dokuyu mümkün olduğu kadar normal dokuyu bırakacak şekilde çıkarmak. Örnek vermek gerekirse, soğan zarını kabuk kabuk soymak gibi bir şey. Hastaya genel anestezi uygulayarak uyutuyoruz. Gırtlağından katman katman parçalar alarak ameliyat esnasında patolojiye gönderiyoruz. Eğer yolladığımız parçalarda kansere rastlanırsa bir katman daha soyarak işlemi yeniliyoruz. Böylece tümörsüz normal doku elde edilinceye kadar işlem devam ediyor. Diğer cerrahi yönteme göre; tümöre daha yakın geçilmekte fakat bu sayede de daha çok normal doku bırakılmakta. Bu sayede de ameliyat sonrasında hastalar normal seslerine çok yakın bir sese sahip oluyorlar. Daha rahat yutup daha rahat konuşabiliyorlar. Ülkemizde henüz pek fazla kullanılmamasına rağmen bir kaç cerrah bu yöntemi kullanmakta.Mohs Tekniği Kimlere Uygulanabilir ve Riskleri Nelerdir?Erken teşhis konulmuş hastalarda yapılabilecek bir yöntemdir.Hasta takiplere sürekli gelip gidebilmeli. Ameliyat sonrasında ilk bir yıl boyunca hastanın her ay muayene edilmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.Takibi mümkün olmayacak yada zor olacak hastalar için önerilmemektedir.Mohs tekniğinin en önemli avantajı; dışarıdan boyunda herhangi bir kesik olmuyor. Hasta nefes alış verişini normal bir biçimde burundan ya da ağızdan sürdürebiliyor. Gırtlak kanseri olup tedavi edildiğinizi kimse anlamıyor.Mohs tekniğinin en önemli dezavantajı; uzun yıllar boyunca doktor gözetiminde oluyorsunuz. Yeniden hastalığa yakalanma riskiniz diğer cerrahi yönteme göre daha fazladır. Fakat bu risk tüm kanser türlerinde olmaktadır. Çünkü kanser metastas yani sıçrama yapabilen bir hastalıktır.
Meme Kanserini Önlemek İçin Öneriler
Ekim ayının “Meme Kanseri Bilinçlendirme Ayı” olması nedeniyle sağlık kuruluşları ve doktorlar meme kanseriyle ilgili birçok bilinçlendirme çalışmasına katılıyorlar. Küçük bir belirtide bile mutlaka hekim kontrolüne gidilmesi gerektiğine dikkat çeken Dr. Sinan Akkurt meme kanseri riskini azaltmak için alınabilecek önlemleri ve brokolinin meme kanseri üzerindeki faydalarını anlattı.Brokoli meme kanserini önlemede etkili mi?A, C, E vitaminleri, karotin ve antioksidan bakımından zengin olan brokoli hücreleri serbest radikallere karşı koruyor ve içeriğindeki “sülforafan”la brokoli filizi tam bir panzehir görevi üstleniyor. Brokolinin tohumundan yeni çıkmış olan brokoli filizleri, erişkin bir sebzeye göre 50 kat daha fazla sülforafan taşıyor. Sülforafan maddesi kanserli hücrelerin büyümesini engellemekle birlikte onları öldürebiliyor. Yapılan klinik araştırmalarda, meme kanseri olan kadınlara brokoli, kıvırcık lahana, beyaz lahana ve karnıbahar gibi besinler verilerek, meme kanseri riskinin yüzde 50 azaltıldığı, kimilerinde ise tamamen iyileşme belirtisi gösterdiği ortaya çıkmış durumda. Ayrıca brokoli bol miktarda göğüs kanseri riskini azaltan “indole” adlı bir madde içeriyor. Bu besin göğüs kanserine neden olan östrojen bozukluklarını engelliyor.Meme kanserinden korunmak için nasıl beslenmeliyiz?Haftada 1-2 kez brokoli yemelisiniz. Brokoliyi iyice yıkadıktan sonra, çay, çorba, yemek ve çiğ salata olarak tüketebilirsiniz. Omega 3 doymamış yağ asitlerine sahip olan balık yağı ve arıların kovanlarını izole ettikleri propolis maddesinin de kanserle savaşta destek olabileceğini araştırmalarda görülüyor. Koruyucu ve yapay katkı maddesi ihtiva eden fabrikasyon gıdalardan, beyaz, esmer, her türlü şeker, beyaz un, rafine tuz, kızartma gibi yiyeceklerden kesinlikle kaçınmalısınız. Özellikle gebelikte tuzlama türü gıdalardan uzak durulmalı.Meme kanserini önlemede hangi vitaminler etkili?Vitaminler, radyasyona karşı savaşta önemli bir yer tutar. A, C ve E vitaminlerinin moleküler yapıları sayesinde antioksidan koruma sağladığı kanıtlandı. Bu vitaminlerin ve diğer antioksidanların yüksek miktarda alınması, pilotlar gibi yüksek irtifada çalışanları, mesleki bir tehlike olan ve radyasyonla harekete geçen kromozom hasarından korur. ACE katkıları ayrıca, astronotları yüksek radyasyon seviyelerinden korumak için ‘uzay besinleri’ olarak da öneriliyor. A vitamini, radyasyon etkilerini iyileştiriyor ve kanser hücrelerini öldürüyor. C vitamini, glutatyon gibi doğal antioksidan sistemleriyle birlikte, DNA’nın ve kromozomların, oksidatif hasardan korunmalarına yardımcı oluyor. C vitamini aynı zamanda insan kan hücrelerinin radyasyon yüzünden ölümünü de önlüyor. C ve E vitamini, serbest radikalleri etkisiz hale getiriyor. E vitamini de serbest radikalleri oluşur oluşmaz stabilize ederek toksisitelerini azaltır.Meme kanserinden korunmak için neler yapılmalı?Cep telefonu, televizyon, bilgisayar, florasan lamba, yüksek enerjili ısıtıcılar gibi radyasyon yayan cihazlardan uzak durmak ya da ölçülü kullanmak gerekiyor. Ne yazık ki, toplum olarak cep telefonu bağımlısıyız. Ancak kanser açısından bu telefonlar çok büyük risk faktörü. Cep telefonu ilk çaldığı an kesinlikle açılmamalı, yolculukta telefonu kapatmalı, yatarken de telefonu yatak odanızdan uzakta şarj etmelisiniz. Çözücüler, boyalar, mürekkepler, böcek ilaçları gibi kimyasallardan kaçınmak gerekiyor. Ayrıca kağıt ve mürekkep kartuşlarının geri dönüşümlü olmasına dikkat etmelisiniz. Evde kullanılan deterjanlar, oda spreyleri kanserojen maddeler içerdiği için kanser riskini artırıyor. Ev temizliğini sirke, limon suyu, kabartma tozu, çamaşır sodası ve zeytinyağı ile yapmanızda fayda var. Oda kokusu olarak taze doğal çiçekler veya organik çiçeklerden elde edilen saf uçucu yağlar en ideali. Leke, su tutmayan yatak örtüleri, mobilyalar, el çantaları kanserojen maddelerden oluşuyor. Hammaddesi pamuk, keten, yün ve kenevir olan elbiseleri tercih etmelisiniz. Dolaplarınızda naftalin yerine ceviz yaprağı kullanmalısınız.
Reklam
Erken Teşhisin Meme Kanserinde Hayati Önemi
Meme kanserinde erken teşhis hayat kurtarıyor. Özel Sevgi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Burhan Tümen kanser haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada, kanserin günümüzün en önemli sağlık sorunları arasında baş sıralarda yer aldığına dikkat çekti. Özellikle kadınlarda meme kanserinin en sık görülen kanser türlerinden biri olduğunu söyleyen Op. Dr. Burhan Tümen meme kanserinin ülkemizde görülme sıklığının yüzde 8 ila 10 arasında olduğuna işaret etti. Tümen, Türkiye’de meme kanserinin öneminin Avrupa’ya oranla tam olarak anlaşılamadığını ve bu nedenle de ülkemizde kadınlar arasında meme kanseri konusunda yeterince farkındalık oluşturulamadığını söyledi.Erken teşhisin meme kanserinde hayat kurtarıcı faktör olduğunu belirten Op. Dr. Burhan Tümen, “Gelişen tıp nedeni ile tedavi seçenekleri artmış, erken tanı ile başarı sağlanmıştır. Erken tanı ile hastalıktan kurtulma şansı yüzde 95 civarındadır. Bu nedenle arken tanıda kendi kendine meme muayenesi tarama tetkiklerini yaptırmak, belirtileri hakkında fikir sahibi olmak, uzman doktora başvuru çok önemlidir” dedi. Erken tanı için bazı faktörlere dikkat edilmesi gerektiğini belirten Op. Dr. Burhan Tümen, “15-16 yaşından sonra adetin 7 ila 10. günleri arasında ayda bir kez kendi kendine meme muayenesi yapılmalıdır. 20-40 yaş arası kadınlar 1 ila 3 yılda bir, 40 yaş sonrasındakiler ise yılda bir genel cerrahi uzmanı tarafından muayene edilmelidir. 40 yaşından itibaren yılda bir kez mamografi çektirilmelidir. Daha küçük yaşlarda meme ultrasonu idealdir” diye konuştu.25 yaşındaki kadınların 20 binde 1′inde meme kanseri görülürken, 80 yaşındaki her 8 kadından birinde meme kanseri görüldüğünü, meme kanseri vakalarının özellikle 50 yaşından sonra artış gösterdiğini ifade eden Tümen, meme kanseri için risk faktörlerini şöyle sıraladı:“Aile bireylerinden birinde özellikle birinci derecede akrabalarda over veya meme kanserinin görülmesi ile risk artmaktadır. Meme dokusu uzun süre östrojen etkisinde kalırsa risk artmaktadır. Doğurmamış, geç doğurmuş veya emzirmemişlerde ve menopoz sonrası kullanılan hormon tedavileri, aşırı kilo, yağlı beslenme, hayvansal gıdalar ile alkol ve sigara kullanımı da riski arttırmaktadır. Fiziksel aktivite riski azaltmaktadır.”MEME KANSERİNİN BELİRTİLERİ VE TEDAVİ YÖNTEMLERİEn sık görülen belirtinin memede ağrısız bir kitlenin ele gelmesi olduğunu söyleyen Op. Dr. Burhan Tümen, meme derisinde tahrişler ya da bozulmalar; memede şişlikler, kalınlaşmalar, meme başının içeri dönmesi ve daha geç evrelerde meme cildinde portakal kabuğu manzarasının ise daha seyrek görülen belirtiler olduğunu ifade etti. Op. Dr. Burhan Tümen meme kanserinin tanısı ve tedavi yöntemleri ile ilgili olarak da şu açıklamalarda bulundu:“Meme kanserinde doku tanısı için 1 milimetrelik bir kitlenin dahi ultrason eşliğinde ince iğne aspirasyon biyopsisi ile kısa sürede tanısı konulabilmektedir. Riski çok azdır. Hastanemizde gerek Genel Cerrahi Uzmanı gerekse Radyoloji Uzmanı tarafından bu işlem yapılmaktadır. Meme kanserinin tanı konduktan sonra hangi evrede olduğunu saptamak tedavi açısından önemlidir. 4 ana evre vardır. Doğru evreyi saptamak için karın ultrasonu veya tomografisi, akciğer ve beyin tomografisi veya MR, kemik taraması, tüm vücut kemik sintigrafisi gibi tetkikler gerekebilir. Hastalık evresi ve patoloji sonucuna göre cerrahi tedavi, kemoterapi, radyoterapi, hormonal tedaviler tek başlarına veya bir arada kombine edilerek yapılabilir. Erken evrede en etkin tedavi kesinlikle cerrahi tedavidir. Bu gruptaki hastalarda kanserli doku ameliyatla tam olarak çıkarıldığında yaşam şansları en yüksek hasta grubunu oluşturmaktadır. Tümör küçük ve başlangıç evresindeyse sadece memenin küçük bir bölümünün alınması yeterli olmaktadır. İlaveten koltuk altı lenf bezelerine atlama varsa (sentinal lenf nodulü biyopsisi yapılarak) lenf nodülleri çıkarılır. Memesinin tamamı alınmayan (meme koruyucu cerrahi yapılan) hastaların büyük bir kısmına ameliyat sonrası radyoterapi verilmesi gerekir. Ameliyat sonrası tümör dokusu patolojik incelemeye gönderilir, inceleme sonucu, tümör özelliklerine bakılıp kemoterapi kararı alınır. Kemoterapi; mikroskobik düzeyde saptanamayan kanser hücrelerinin ölmesi ve nüksetmesini önlemek amacı ile yapılmaktadır. Ayrıca tümörün küçültülmesi ve tümöre bağlı şikayetlerin azaltılması ve yaşam kalitesini arttırılması için kemoterapi önerilir.”CERRAHİ MÜDAHALE OLMADAN TANI KONULABİLİYORMeme kanserinin teşhisinde herhangi bir cerrahi müdahale olmadan da tanı konulabildiği bildirildi. Özel Sevgi Hastanesi’ne meme kanseri konusunda yoğun bir müracaat olduğuna dikkat çeken Burhan Tümen muayene öncesinde hastalara meme kanseri konusunda, risk faktörleri, meme hastalıklarından korunma önerileri ve kişinin kendi kendine meme muayenesini nasıl yapacağını anlattıklarını söyledi. Op. Dr. Tümen, Özel Sevgi Hastanesi’nde meme kanseri ile ilgili yapılan tetkik ve tedavi yöntemleriyle ilgili de şu bilgileri verdi:“Radyoloji ve patoloji ve laboratuvar bölümleri ile birlikte çalışılmakta olup tanı için ince iğne aspirasyon biyopsisi ultrason eşliğinde yapılmakta. Ayrıca meme başı akıntılarında sitolojik tetkik için yayma tekniği uygulanmaktadır. Aynı gün içinde bütün tetkikler yapılıp, cerrahi müdahale olmaksızın tanı konulabilmektedir. Ayrıca operasyon anında patolojik tanı (Frozensection) ve normal patolojik takip incelemesi yapılabilmektedir. Koruyucu önlemlere dikkat. Kilo almamaya dikkat edin. Yağdan fakir gıdalar ile beslenin. Fiziksel aktivitenizi arttırın. Alkolü ve sigarayı bırakın. Hormon tedavileri ancak doktor takibinde ve kontrolünde yapılmalı, riskli durumlarda hemen kesilmeli. Aile hikayenizde meme kanseri varsa kontrollerinizi mutlaka düzenli olarak yaptırın.”Etiketler:kadın sağlığımeme kanserimeme kanseri belirtilerimeme kanseri çözümümeme kanseri erken tedavimeme kanseri erken teşhismeme kanseri hastalığımeme kanseri ile mücadelememe kanseri nasıl anlaşılırmeme kanseri nasıl geçermeme kanseri sebeplerimeme kanseri tedavisisagliksağlık haberleri
Cep Telefonuyla Kanser Teşhisi!
Kanser hastalığının uzun teşhis süresi gergin bekleyişlere yol açıyor. Peki ya doktora ihtiyacınız olmadan kendinizi muayene edip tanınızı kendiniz koyabilseydiniz? University of Queensland in Australia’daki araştırmacılar tam olarak bunu hedefliyor ve araştırmalarında görüş yetenekleriyle internette de ünlü olan mantis karidesinden ilham alıyorlar.Mantis karidesleri görmek için insanlardan çok farklı bir yol kullanıyorlar. İnsanlar renklerdeki farklı tonlar ve kontrastlar ile etraflarındaki dünyayı görebilirken mantis karideslerinin birleşik gözleri polarize ışığı görmelerine olanak sağlıyor ve bu yetenekleri ile avlanıyorlar. Polarize ışık da kanser hücrelerinden normal hücrelerden yansıyor. Günümüzde polarize ışığı kanser hücrelerine tutarak tanı koyan cihazlar mevcut ancak bunlar çok büyük ve pahalılar. İşte araştırmacılar bu cihazın biraz daha geliştirildiği takdirde cep telefonlarına entegre olabilecek boyutlarda küçük ve ucuz alternatifleri üzerinde çalışmaya başlamışlar bile. İlk prototipleri başarıyla çalışan ürünler şüphesiz tamamlandığında Apple gibi teknolojinin bir sonraki patlama alanının sağlık olduğunu düşünen şirketler için oldukça kıymetli olacaktır.
Hamilelikte Şeker
Anne adayları gebelik süresince pek çok rahatsızlık yaşama riskine sahiptir. 'Hamilelikte Şeker' de (Diyabet) yaşanabilecek sorunlardan bir tanesidir. Şeker hamilelikle beraber ortaya çıkabileceği gibi, anne adaylarının gebelik öncesinde de şeker rahatsızlıkları olabilir. Her iki durum da mutlaka doktor kontrolü ve tedavi gerekmektedir.Şeker hastalığı kabaca, pankreastan insilün denilen maddenin normalden az salınması sebebi ile oluşan metabolik bir rahatsızlıktır. 1970 li yıllarda şeker hastası bayanların gebe kalmamaları tavsiye edildirdi, oysa günümüzde tedavi ve tanı aşamalarında kaydedilen gelişmelerle beraber kısmende olsa bu sorun giderilmiştir. Diyabetle komplike gebeliklerde konjenital anomali görülmesi ve komplikasyon gelişmesi normal gebeliklere göre daha fazladır.Gebelikteki Fizyolojik Değişiklikler Glikoz (şeker) metabolizması gebelikte önemli ölçüde değişiklik gösterir. Açlık glikoz seviyeleri düşüktür, yemek ya da glikoz yüklemesini takiben ise, gebelik dışı değerlerle karşılaştırıldığında yüksektir. Glikoz toleransı gebeliğin ilerlemesi ile prgoresif olarak düşer. Normal kadınlar gebelik esnasında iki kat insülin üretirler, diyabetik olanların ise insülin gereksinimleri artar. Gebelikte glikoz için renal eşik değeri düştüğünden, idrar örneklerinde birçok kadında glikozüri (idrarda şeker çıkması) tespit edilebilir. GDM genellikle asemptomatiktir, (bulgu vermez) ve 2.trimesterde (gebeliğin ikinci 3 aylık döneminde) karbonhidrat metabolizması ve insülin duyarlılığında değişikliklerle tetkiklenerek ortaya çıkar. GDM rutin biyokimyasal taramalarda teşhis edilebilir. İntrauterin ölüm (anne karnında bebek ölümü) ya da makrozomik bebek doğumunu takiben yapılan biyokimyasal testlerle de teşhis edilebilir. Daha önceden GDM geçiren kadınlar, ailevi diyabet öyküsü olan kadınlar, obez (aşırı kilolu) ve yaşlı kadınlarda GDM görülme olasılığı daha sıktır.Önceden var olan diyabetten farklı olarak GDM’de konjenital anomali risk oranında artış yoktur.GDM preeklampsi (gebelikte tansiyon yüksekliği, ödem ve idrarda protein çıkışı ile seyreden klinik durum) risk artışı ile birlikte seyreder.Gebelik ilerledikçe glikoz toleransı daha fazla bozulduğundan, gebeliğin ileri dönemlerinde tarama yapılır.50gr glikoz tolerans testi bütün kadınlarda 26-28. gebelik haftalarında tarama için kullanılır. Tarama testi pozitif olan kadınlarda GDM tanısında kesin kriterleri olan 100gr oral glikoz tolerans testi yapılır.Öncelikle gebelik haftası ve gebenin kilosuna göre günlük kalori hesaplanır.Bu toplam kalori belli oranlarda karbonhidrat, protein ve yağ olarak 3 bölüme ayrılır. Ana ve ara öğünlerde alması gereken yüzdelerle diyet regülasyonu yapılır. Bu planlama kadın doğum doktoru ve tecrübeli bir diyetisyen tarafından yapılmalıdır. Düzenli günlük egzersizler yapılması önerilir. Diyet ve egzersiz ile kontrol edilemeyen durumlarda ise hemen insülin tedavisine başlanır.
Reklam