'İktidar Yayın Akışını Dahi Belirliyordu'
'İktidar Yayın Akışını Dahi Belirliyordu'
Banu Güven BirGün Gazetesine konuştu. Medyada sansürün ‘Fatihler’ gibi ajanlar aracılığıyla uygulandığını söyleyen Güven: Belli konulara girilmemesi konusunda talimatlar vardı... Bazen de iş, iktidarın yayın akışını belirlemesine kadar gidiyordu. Hangi bültende, hangi bakanlığın hangi adamı ne kadar görünecek?
»Sansürün ses kayıtlarıyla ortaya dökülmesinin ardından yaşanan gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
Yıllardır süregelen bir durumu konuşuyoruz. Daha önce bazıları sorardı, ‘Başbakan doğrudan mı arıyor birilerini?’ diye. İşte sistemin nasıl işlediği ortaya çıktı. Bazı durumlarda da yardımcıları arıyor.Herkesin bildiği bir durum bu.
»Sizi hiç aradılar mı?
Ben hiç doğrudan aranmadım, çünkü yönetimde değildim. Ya yöneticileri ya iktidarın yönetimdeki temsilcisini, ajanını arıyorlar.
»‘Fatihler’ gibi mi?
Evet onlar gibi yöneticilik yapanları. Müdahaleler, sansür bu kişiler aracılığıyla uygulanıyor; doğrudan genel yayın yönetmenleri, genel müdürler aranıyor. Bazen basın danışmanı, bazen de Başbakan’ın ofisinden biri arayabiliyor. Görmedik mi daha önce? Mesela Yalçın Akdoğan Hasan Cemal’in ve Can Dündar’ın yazıları askıya alınmadan önce Demirören’i aradığını kabul etmişti. “Evet aradım ama doğrudan öyle bir şey demedim” demişti. Yani aslında bu durumu yeni keşfetmiyoruz. Şaşıranlara şaşırıyorum.
»Bu kadar uluorta, ses kaydıyla ortaya dökülmesine rağmen yapılan savunmalara ne diyorsunuz?
Burada çirkin olan “Herkes böyle bir mesai sürdürdü” ya da “Ben olmasam ne olur? Benim yerime ya daha kötüsü gelirse? Biz yine ehvenişer bir durumu yaşatmaya çalışıyoruz” gibi bahanelerin öne sürülmesi. Bu bana trajikomik geliyor. Kimse böyle bir argümana artık inanmaz. Zaten tamamen teslim olmuşsun. O pozisyonda kalmaya devam etmeyi haklı çıkaracak sebep nedir? Bu koşullar söz konusu olduğunda habercilik yaptığını nasıl iddia edersin? Edemezsin.
»Bir başbakan nasıl böyle rahatlıkla arar?
Demokrasiden anlamadığı için. Bir de Başbakan’ı anlamak için hayatına biraz yakından bakmayı öneriyorum. Cemal Dindar’ın “Bi’at ve Öfke - Recep Tayyip Erdoğan’ın Psikobiyografisi” kitabına bakarsanız, neden bu kadar rahatlıkla davrandığını daha iyi anlarsınız. Çünkü kendisinin yargılarının doğru, yaptıklarının meşru olduğunu düşünüyor ve kendi iktidarını kutsal görüyor. Otoriter bir babanın çocuklarından beklediği biatı bekliyor herkesten. Tırnak içinde çok övündüğü Kasımpaşalılık halinin de etkisi var...
»Hukuksuzluğun etkisi...
Otoriterlikten söz ediyoruz, hukuka ne gerek var? Tek başına kanun koyucu gibisin. Sen bir mecliste bir partinin genel başkanısın, ama muhalefete tahammülün yok.Bunu kabullenmesi, bu kadar açık söylemesi de okun yaydan çıktığını iyice gösteriyor.
»Yöneticiler dışında kalan çalışanlar, muhabirler mesela nasıl pozisyon alıyor bu hal içinde?
Muhabir, kurumların hiyerarşik yapısı içinde işini yapmaya çalışıyor. İçi gidiyor bir haberi yapmak için, yapıyor da belki; ama girmiyor sayfaya ya da haber bültenine, ertesi gün tekrar aynı şeyi denemek zorunda. Canlı yayınlarda müdahalelerle karşılaşıp ‘Hayır efendim ben bunu böyle söylemem’ diyen çok muhabir arkadaşım vardır. Dolayısıyla muhabir olarak sistemin parçası olmak ama mücadele etmek, işini yapmaya çalışmak başka bir şey, yönetim katında olup da bütünüyle bu medya manipülasyonunun oyun kurucusu olmak başka bir şey. Herhalde bu insanlar iktidara sırtlarını dayayıp, ‘Bana bir şey olmayacak nasıl olsa’ diye düşünüyordu.
»Bu güven nereden kaynaklanıyor?
Türkiye’de bütün iktidarlar, askerin iktidarından da söz ediyorum, belli bir baskı hissettirmişlerdir medyanın üzerinde. Ama çok partili dönemde hiçbir iktidar bu kadar kuvvetli olmadı ve bu iktidar döneminde yaşadığımız baskıyı hiçbir dönemde yaşamadık. Yönetici pozisyonundakiler de çok kuvvetli bir iktidara yakın olmanın “mutluluğunu” yaşıyor.Bu kişilerin sahip oldukları sosyal statüyü bırakamıyor, bunu yaşam amacına çeviriyor. Onlar için esas olan statülerini, kendi küçük iktidarlarını, ekonomik çıkarlarını kaybetmeden işlerini devam ettirebilmek. Bu kadar net. Kimseyi kandıramazlar.
»Peki yöneticiler güvenilirliğini kaybetmek pahasına bunu nasıl yapıyorlar? Örneğin NTV sizin de ayrıldığınız dönemde bunu göze almış olmalı...
Bunu göze alabildiklerine önce inanamamıştım. Çok yazık demiştim. Ama sonra baktım kurumun sahibi ve yöneticileri için başka şeyler daha önemli. “Millet uyuyor, olmaz bir şey” diye düşündüler herhalde. Ama bu iş merkez medyanın hitap ettiği kesimin en büyük ayaklanmasının yok sayılmasına geldiğinde, bir anda binler o kanalların önünde toplandı ve o yöneticiler yanıldıklarını çok acı bir şekilde gördüler. İktidarlarının Erdoğan’ın iktidarı gibi hiçbir zaman sarsılmayacağını düşünüyorlardı ama çok fena sarsıldılar ve kendilerine gelemediler. Hâlâ aynı iktidar görevde olsa da meşruiyetini kaybetmiş durumda.
»O dönemde kurumdan ayrılanlar oldu...
Bazı muhabir ve editörlerin Gezi döneminde “artık yeter” deyip, tazminatını yakıp ayrıldığını biliyorum. Bir zamanlar sansür operasyonlarını yürütenlerden bazıları hiç oralı olmadı, bazıları ise pay sahibi oldukları bu yüz kızartıcı tablodan çıkıp gitmek, her şeyi bırakıp kaçmak istedi, ama bu da ilk başta mümkün değildi. Kurtuluş bazıları için iktidarın da “gitsin” demesinden geçti herhalde. Varlığını o yöneticilerle sürdürebilenlerin yaşam alanı kalmadı. Bazıları da o dönemden sonra oluşan yönetimler tarafından “temizlendi”.
»Çalıştığınız dönemde somut olarak nasıl sansürleniyordunuz?
Genelde medyanın geneline uygulanan sansür ve bunu takip eden otosansür marifetiyle müdahaleler olurdu. Belli konulara girilmemesi konusunda talimatlar vardı. 2004’ü hatırlayın Pamukova tren kazası. Orada kalkıp bir gazeteci “Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi?” diye sorduğunda ‘Sen hangi gazetedensin?’ diye yanıt vermişti Başbakan. Aynı zamanda “Pamukova’yla ilgili canlı yayını kesin” demişler. Ben tatildeydim, “Neden yayın yok” diye aradığımda öğrenmiştim... Böyle bir talimatı haber kanalları kabul etti. Biatın belki en net şekilde başladığı olaydır bu. Bazı Başbakanlık muhabirlerinin akreditasyonları iptal edilmişti Ankara’da. O kurumların hepsi maalesef yeni isimler bildirdi akreditasyon için. Bu da biat değildir de nedir? Bazen de iş iktidarın yayın akışını belirlemesine kadar gidiyordu. Hangi bültende hangi bakanlığın hangi adamı ne kadar görünecek?
»Bunlara nasıl karşı durulabilirdi?
Daha aza razı olarak, güçbirliği yapıp, farklı bir mecra oluşturmasındaydı çıkış; ama kimse bunu yapamadı. Çünkü kimse bunun için bir kaynak ayırmıyor ve yönetici pozisyonunda çok parlak şekilde bu işi yapanlar daha mütevazı koşullarla iş yapmaya çoğunlukla yanaşmıyorlar.
»Siz baskılara karşı örgütlenmeye çalışmış mıydınız o dönemde?
Bir-iki arkadaşımla konuşabildim, onların söyledikleri üzerinde de başkalarıyla konuşmaktan vazgeçtim. Bu acayip baskılarla karşılaştığımız dönemde yayınları hep beraber boykot etseydik, ne olurdu? Biraz daha konuşulurdu bir şeyler herhalde.
»Peki nasıl oldu da o güne kadar işinizi layıkıyla yapabildiniz?
Öyle yapmaya çalıştım. Birincisi çok inatçıydım. İnsanı bezdirir ve yapılması gereken haber için mutlaka bir formül bulurdum. Bazı konuları yasak gelmeden ele almış olurdum. Bazı yayınlarım da birilerinin gözünden kaçtı herhalde (gülüyor) Belki o sırada toplantıdaydılar, belki dalga geçiyorlardı, izlemiyorlardı... Bakmayın, yöneticiler bir çok şeyi izlemezler, komiktir yani, kendi kanalında ya da gazetesinde ne olduğunu bilmeyebilir bazıları. Ancak çok kritik bir şey olur, fırça gelir bir yerden, tutuşurlar.
»NTV’nin ardından Artı Bir’e geçerken ‘Burada olacak galiba’ demiştiniz. İkinci hayal kırıklığı nasıl etkiledi sizi?
Kanalın yoluna devam edememesine üzüldüm ama o dönem ayrılmaktan başka seçeneğim yoktu. Yapı dağılmış, bazı sorunlar kronik hale gelmişti. Kimseyle beraber hareket etmedim, ama çalışma koşulları ortadan kalkmıştı. Şunun altını çizeyim: Artı Bir’de Gezi’yle ilgili hiçbir müdahaleyle karşılaşmadım. Fakat iki kez Kürt meselesine dair müdahale geldi. Sorumlusunu sorduğumda herkes birbirini işaret etti. Yöneticiler doğrudan kanalın sahibini işaret ettiler. Kanal sahibi de çok sonra yaptığımız bir görüşmede “Hayır, ben yapmadım. Bana gelindi, söylendi. ‘En fazla RTÜK’ten ceza almayacak şekilde kalsın, ama bırakın yapsın’ dedim” diye anlattı.
NTV’den ayrılırken de aslında sarsılmadım, daha ziyade sinirliydim. Neredeyse kuruluşundan bu yana emek verdiğiniz yerin neye dönüştüğünü görürseniz kendinize geliyorsunuz ve çocuğunuz yerine koymaktan vazgeçiyorsunuz. Bir noktadan sonra şöyle düşündüm: “Dünyanın en başarılı işini yapsam da, yarın öbür gün kapı önüne konabilirim”. Öyle de oldu.
» ‘Çıkış’ olarak alternatif medyayı işaret ediyordunuz. İnternet yasasıyla bitecek mi yollar?
Yok , Başbakan bir ara “Biz de bir yolunu buluyoruz giriyoruz YouTube’a” demişti ya, öyle hallederiz, bir yolunu buluruz. Gerçi kanunlarla her şeyin önünü çok güzel kapatıyorlar ama, bir yolunu buluruz biz... Asıl mesele şurada, alternatif mecra olarak internetin rüştünü ispat etmesi için bir gelir modeli olması lazım. Demokrasiyi dert edinen insanların, kaynak sağlamakta daha cesur ve cömert olması lazım. Çapul TV, T24 ve başka kurumlar bir takım kampanyalar yaptılar, acaba Gezi’de gördükleri güçte karşılandı mı beklentileri? Ya da gazete tirajlarından haber verin bana. O açıdan toplumun biraz daha yapıcı olması gerekiyor.
‘Roboski Adalet İstiyor’
»Roboski Adalet İstiyor belgeselinde, köyden katliamın yapıldığı noktaya doğru bir yolculuk yapıyorsunuz. Ne hissettiniz o yolculuk sırasında?
Bana eşlik eden iki kişinin de kayıpları vardı. Biri erkek kardeşini kaybetmişti diğeri başka akrabalarının dışında hem ağabeyini hem de kardeşini kaybetmişti. Yaşanmadan anlaşılamayacak bir şey... Düşünün, çocuğunuz ya da kardeşiniz gözünüzün önünde bombalanıyor, siz de çırpınıyorsunuz. Dağların arasından geçen karla kaplı, kısmen ağır balçıklı bir yolda tırmanarak canlarınıza ulaşmaya çalışıyorsunuz. Oradaki çaresizliği ve azmi ancak o yolu katederek biraz daha iyi anlayabilir insan. Bugün ise sınırda neler yaşanıyor? Ticaretten nasıl dönülüyor? Bunları görmek ve anlatmak istedim.
Oraya tekrar gideceğim, orada yaşananları takip etmeye, oradaki hayatı sürekli buraya taşımaya ihtiyaç var çünkü. Orada hayatın neye dönüştüğünü anlamak isteyen herkese de bir uçağa atlayıp Şırnak üzerinden Roboski’ye gitmelerini öneriyorum. Oradaki insanlar ikinci sınıf muamelesi gördüklerini hissediyorlar ve de haklılar. Askeri savcının takipsizlik kararı bunu tescilledi. Herkes adalet mücadelesine ortak olsun, onlarla beraber seslerini yükseltsin istiyorlar.
Belgeseli izleyenler ölümlerin ardından geride kalanların yaşamına da tanık olacaklar. Orada çocuklar da yaşıyor, insanın yüzünü güldürebiliyorlar. Aileler hayata tutunmaya çalışıyor. İzleyenler bunları da görecekler.
O yüzden ben aradan çekilip herkesi belgeselde Roboskililerle buluşmaya davet ediyorum. İMC TV’de yayınlandı, linki de kendi web sayfamda.
ÖMÜR ŞAHİN KEYİF | BirGün